Türk Solu-Kürt Solu Çatışması

Burjuva Milliyetçiliği Ve Devrimci Katliamının Mantığı

ÖZGÜRLÜK DÜNYASI (TDKP Taraftarı): “Burjuva Milliyetçiliği Ve Devrimci Katliamının Mantığı”

Önce bir olaydan, toplumun en ileri, en devrimci kesimleri tarafından protestoyu hak eden – devrimci komünist harekete, işçi sınıfının devrimci öncüsüne kaşı girişilen bir saldırıdan söz edelim. Katliama dönüşen bu saldırı olayı, yöneldiği politik sınıfsal kesim ve meydana geldiği koşullar dikkate alındığında; Kürt ulusal hareketinde, burjuva reformcu ve milliyetçi çizgisinin konumunu en tartışmasız biçimde ortaya koyması nedeniyle bir dönüm noktası özelliği taşımaktadır. 9 Ekim 1993’te Dersim Hozat bölgesinde, Devrimci Komünist Partinin Kürdistan Örgütü’ne bağlı olarak faaliyet yürüten sekiz Kürdistanlı Marksist’in PKK tarafından arkadan kurşunlanarak dördünün katledilmesi, ikisinin yaralanması (öldü diye bırakmışlardır) ve ikisinin de “esir” olarak kaçırılması olayı. Kürt ulusal özgürlük mücadelesinde, burjuva reformcu ve milliyetçi çizgisiyle yer alan ve Kürt halkının belli bir kesiminin desteğine de sahip olan bu hareketin, üzerinde bulunduğu platformdan, yönünü döndüğü güçlere kadar tüm ana unsurlar açısından daha net olarak tanınması zorunlu hale gelmiştir. Bu olay, sözde sosyalist bazı siyasal çevrelerin zannettiği gibi sıradan, basit ve “üzerine fazla gidilmemesi gereken” bir olay olmadığı gibi, olayın “sol gruplar arası bir çatışma” olarak gösterilmesi de mümkün değildir.

9 Ekim katliamı olarak işçi sınıfı tarihine geçecek bu olayın diğer önemli bir yanı da; katliam sonrasında, katliamı yapan PKK’nın “Kürt ulusal” kurtuluşçuluğu” adına Kürt halkının denetim altına alınmasının bir yolu olarak, bu tür cezalandırma ve yöntemlerini sürdüreceğini ilan etmesidir. Hozat katliamı sonrasında, gerek katliamın “gerçekleştirilmesi” ve gerekse halk tarafından gerçekleştirilen katliamı protesto eylemlerinin engellenmesi amacıyla “PKK Ana Karargah Komutanlığı”, “ERNK Avrupa Örgütü” vb. imzalarla yayınlanan bildiriler ve yapılan açıklamaların – bunların arasındaki çelişik yanlar hiçbir önem taşımıyor ve tümü de kamuoyunu aldatmayı ve gerçekleri çarpıtmayı esas alıyor – ortak teması, “PKK’nın ulusal kurtuluş savaşı yürüttüğü” ve “herkesin kendini bu savaş koşullarına uyarlaması” biçimindedir. Olay sonrasında PKK tarafından çeşitli imzalarla yapılan açıklamalar ve yayınlanan bildiriler, PKK’nın ne tür bir “devrimci” ve “ulusal kurtuluşçu” olduğunu ortaya koyan belgeler durumundadır. Aşağıda ele alacağımız bu belgelerin PKK’nın “devrim” anlayışını ortaya koyduğuna kuşku yoktur. Yanı sıra; bu bildiri ve açıklamalar, PKK’nın devrim, sosyalizm, halk hareketi ve Marksist hareket karşısındaki konumunu da doğrudan ortaya koymaktadır.

Önce “PKK Dersim Eyaleti Askeri Konseyi” bildirisine bakalım: “Yüzlerine sol maskesi takan bazı güçler, eskiden eşkıyaların yaptığını ‘ilericilik’, devrimcilik, hatta komünistlik adına yapmaya başladılar. Bunlardan biri de adına TDKP ya da Halkın Kurtuluşu denen güçtür. ”

“HK; mücadelemizin Dersim’de kök salmasıyla devreye sokulan provokatif bir güçtür. ”

“Halkımıza ve partimize karşı komploculuktan vazgeçmeleri konusunda defalarca uyarılar yapıldı. Bu yönlü ısrarlı uyarılarımıza rağmen bu karşı devcrimci çabalarından vazgeçmeyince 9 Ekim günü bir birliğimiz tarafından tutuklanmak ve gerçekler kendilerine bir daha hatırlatılmak istendi. Ancak bu çağrımıza uymayan HK’lilere ateş edilmek zorunda kalındı. Karşı devrimci güçten 6 kişi ölürken, 2 kişi de esir alınmıştır. ”

“Kendisine ‘sol, ilerici, devrimci, demokrat’ diyen ve Kürdistan’da faaliyet yürütmek isteyen her güç PKK ve Kürt halk gerçekliğini kabul etmek zorundadır. Egemenlik sahamızda yürütülecek tüm faaliyetlerden sorumlu tek güç PKK’dır. Diğer güçler alacağı tüm kararlarda partimizi bilgilendirmek ve onay almak durumundadırlar. ”

Bu bildirinin buraya aktardığımız ve aktarma gereği görmediğimiz tüm satırları, devrimci komünist partinin karalanması amacıyla sarf edilen küfürleri ve yasak ve tehdit mantığını içeriyor. Devrimci hareketin gelişim süreci ve olaylar çarpıtılıyor, geri olmaktan kaynaklanan ve bizzat PKK’nın bolca yaşayıp uyguladığı komploculuk, bir suçlama olarak devrimci Marksist partiye yöneltiliyor.

PKK ve onun Dersim halkının başına bela kesilen “Eyalet Komutanı”, komünistlere ve devrimcilere ucuz suçlamalarda bulunup, tehdit savuracağına, önce devrimci hareketin, Türkiye, Türkiye Kürdistan’ı ve Dersim’deki gelişme tarihini öğrensin. O zaman, ‘HK’nın, PKK’nın “Dersim’de kök salmasıyla devreye sokulan provokatif bir güç… ” olmadığını, giriştiği provokatif saldırı eylemiyle kendisinin düşmanın saldırılarına çanak tuttuğunu belki görebilecektir. Cehaleti ve geriliği bir “olumluluk”muş gibi sahiplenmekle kalmayıp, bunu Kürt halkına dayatanlar, gerçeklerin zor yoluyla gerçek olmaktan çıkarılabileceğini düşünüyorlarsa, fena halde yanılıyorlar. Türkiye ve Türkiye Kürdistan’ın da yaşayıp da devrime ve halk hareketine az çok yakınlık duyan herkes, THKO’nun – ki o, TDKP’nin öncel örgütüdür – Kürdistan’da ve Dersim’de 70’li yılların başından itibaren faaliyet yürüttüğünü, HK’lilerin Kürt ve Türk halkının özgürlüğü, mutluluğu ve kardeşliği için, emperyalizme, faşizme ve Kürt ve Türk gericiliğine karşı mücadele içinde yüzlerce şehit verdiğini, Kürdistan’da, eğer bir kıyaslama yapılacaksa – ilk ortaya çıkan ve güçlenen hareketin PKK değil, THKO olduğunu, aynı şeyin Dersim için de söz konusu olduğunu kabul edecektir. Ve dürüst her devrimci, 12 Eylül öncesinde ortaya koyduğu pratiğiyle, PKK’nın Kürdistan’da varolmanın yolu olarak diğer tüm devrimci güçlere saldırıyı gördüğünü teslim edecektir.

O zamanki adıyla UKO, kendisi dışında Kürdistan’da varlık gösteren bütün devrimci ve ilerici güçleri, sömürgeciliğin Kürdistan’daki sınıf temeli olarak değerlendirdiği küçük burjuvazinin sosyal şoven ve hain temsilcileri olarak görmekte, bunların faaliyetlerinin engellenmesini ve fiziken ortadan kaldırılmasını merkezi görev olarak saptamakta, kongrelerinde devrimcilere yönelik saldırıyı karar düzeyinde ifade etmekteydi. Kendileri gibi milliyetçi bir platformda bulunan ulusalcı güçler de PKK ve önceli UKO’nun gazabına sıkça uğramaktaydı. “Sosyal şovenlerin Kürdistan’daki faaliyetinin engellenmesi” adına devrimci gazete ve dergilerin satılması engelleniyor, devrimci örgütlerin militanları “ajan” ilan ediliyor, önderlerin yok edilmesi yoluyla tabanın sindirilebileceği düşünülüyordu.

12 Eylül sonrasının özel koşulları içinde PKK bu tavrını değiştirmiş gözüktü ve bir “özeleştiri” de verdi. Ama son saldırı olaylarıyla anlaşıldı ki, PKK eski tutumunu korumaktadır; sadece bu saldırılara bazı özel koşullar nedeniyle bir süre ara vermiştir. Çünkü onun bu saldırılara yön veren tutumunun temelinde onun ne iç ilişkilerinde ne de dışındaki devrimci siyasal güçlerle olan ilişkilerinde demokrasiye hayat hakkı tanımayan despotik ve tahammülsüz yapısı vardır.

Devrimci Komünist Partiye “karşı devrimci”lik suçlaması yönelterek, onun faaliyetine sınır çekmeye çalışan PKK ne yapıyor? Kürt komünistlerini “tutuklamak” istiyor ve buna uymadıkları için – ellerinde silah yok ve esir alınmayı kabul etmediklerini söylüyorlar – kurşuna diziyor. Üstü örtülemez olan olgu bu! PKK bunu niye yapıyor? Kendisinden izinsiz faaliyet yürütüldüğü için. Peki ne zamandan beri, devrimci yada sosyalistler başkasından izin alarak, onların onayı dahilinde faaliyet yürütmüşlerdir? Kaynağını güce tapmadan alan bu mantığın “devrim yapması” mümkün mü? PKK’nın gerçekleştirdiği devrimci katliamının gerçek nedenleri, bu yazının baş tarafında özetlenen gelişmelerde yatmakla beraber, onun güce tapıcı, yasakçı anlayışı da bu katliamda rol oynamıştır. Çünkü, açıkça “egemenlik sahamızda yürütülecek tüm faaliyetler sorumlu, tek güç PKK’dır. Diğer güçler alacağı tüm kararlarda partimizi bilgilendirmek ve onayını almak durumundadırlar. ” denilmektedir. PKK’ya; “neden Kürdistan senin egemenlik sahan?” diye bir soru sormayı gereksiz görüyoruz. Ama her fırsatta, “demokrasiyi temsil ettiğini, demokrat olduğunu, çoğulculuğu (geleceğe yönelik olarak da Ö. D. ) esas aldığını” söyleyen PKK yönetiminin, henüz herhangi bir egemenlik kurma durumu da söz konusu değilken, Kürt toplumunu temsil yetkisini tekeline almaya kalkışması ve farklı devrimci hareketlerin gelişmesine, “onay ve izin verme” yetkisiyle kendini donatması, iradesini silah zoruyla dayatması, sözlere değil, pratiğe bakmak gerektiğini bir kez daha beyinlere kazıyor. PKK’nın yasakçı anlayışını – tüm gizleme çabalarına karşın “ERNK Avrupa Örgütü” ve “ARGK Ana Karargah Komutanlığı”nın açıklamalarında da görmek mümkündür. “Bizim ne TDKP, ne de başka bir sol örgüte karşı özel bir tavrımız yoktur” sözleri, hemen ardından gelen, ama “savaş koşullarının bilinmesi ve anlaşılması gerektiği”, “savaş alanında devrimi ve gerillayı zorlayan koşullara, bu yönlü pratiğe, gerillayı takibe karşı tavır konduğu” açıklamasıyla nötrleştirilmekte, esas düşünce dışa vurulmaktadır. Savaş alanında devrimi ve gerillayı zorlayan koşullar, “bu yönlü pratik” nedir? PKK’ya göre bu, diğer örgütlerin politik örgütsel faaliyetidir. Kürt halkının diktatörlüğe karşı mücadelesinin güçleri olarak değerlendirilmeleri gereken bu örgütler, engel olarak görülmekte, bu “engel”lerin ortadan kaldırılması eyleminin “anlayışla karşılanması gerektiği” anlamına gelecek sözler söylenmektedir. “Egemenlik sahası” anlayışı, bu kez “savaş koşullarının bilinmesi ve anlaşılması” biçiminde kamufle edilmektedir. Bu tutum ve anlayış, PKK’nın “devrimci yurtsever birlik ve beraberlik” üzerine ettiği sözlerin samimiyet ve ciddiyet düzeyini de ortaya koymaktadır. PKK, düşmana daha güçlü darbeler vuran amacıyla, toplumun ezilen sınıfları ve devrimci politik güçlerle “birlik ve beraberlik” arama yerine, kendine tabi olan, kendisinden izin alarak faaliyet yürüten, bağımsız devrimci politik örgütsel faaliyetini PKK’nın denetimine sunan, kullanabileceği güçler aramakta, daha vahim olanı ise, bunu Kürt Marksistlerine kabul ettireceğini sanmaktadır. Bu anlayışıyla PKK, T. C. ’nin “örgütler arası kışkırtıcılık yapma, örgütleri karşı karşıya getirme” taktiğinin de başta gelen muhatabı olmaktadır. Çünkü Kürt komünistlerine ve diğer devrimci örgütlere karşı saldırıya geçen PKK’nın kendisidir. Ve doğaldır ki, kışkırtılmışken en başta saldırıya geçen için söz konusu edilmeli, gözden geçirilmeli ve son bulmalıdır.

PKK’nın baskıcı ve yasakçı politik pratiği ne yeni bir şeydir, ne de devrimcilere karşı olmakla sınırlıdır. Yeni değildir, çünkü bu tutum, ortak örgütlenmeyi savundukları için “Türk sol örgütleri” olarak gösterilen devrimci örgütlerin Kürdistan’daki faaliyetinden duyulan rahatsızlık biçiminde hemen her zaman var oldu. İlkesel olmayan, ama tümüyle güncel mücadelenin durumuna bağlı olarak ve pragma tik (yararcı) bir anlayışla zaman zaman değişime uğrayan bu tutum, gelişmelere bağlı olarak yeniden saldırı biçimine dönüştü. Devrimcilere karşı olmakla sınırlı değildir; çünkü, PKK eylemciliği ve mücadele çizgisi, halkın mücadelesi ve örgütlenmesine gereken değeri vermeyen, halktan uzak bir anlayış üzerinde yükselmektedir. Gene olgulara başvuracağız ve detaya girmeden, PKK’nın şu ünlü “cezalandırma” eylemlerini örnek göstermekle yetineceğiz. Tipik olmayan son örnek, Dersim halkına karşı yayınlanan tehdit bildirisidir. Yasak listeleri diğer bir örneği oluşturuyor. Şu sözlere bakalım: “İznimiz ve onayımız dışında kepenk ve kontak kapatma suçtur ve bu suça bulaşanlar cezalarını çekeceklerdir. Hangi gerekçeyle olursa olsun kontak ve kepenklerini kapatanların tümünü biliyor ve elebaşlarını tanıyoruz. Bunlar en sert şekilde cezalandırılacaklardır. Çünkü bunu yapan polistir. ” Bu satırların altındaki imza “PKK Dersim Eyaleti Askeri Konseyi”dir. Bu tehdit bildirisi, Dersim halkının, TDKP militanlarının katledilmesini kepenk ve kontak kapatarak ve gösteri yaparak protesto etmesi üzerine yazılmıştır. Doğrudan halka yönelen, “kurtarılacakları” iddia edilen Kürt emekçilerinin dize getirilmesini amaçlayan gözdağı bildirileridir. “Devrimcilik” ve “ulusal kurtuluşçuluk” adına, halkın her tür eyleminin izne tabi olduğu belirtilmektedir. PKK, bunun “savaş koşulları gereği olduğunu ve anlayışla karşılanması gerektiğini” söylemektedir. Bu savaş kime karşı? diye sormamız zorunlu oluyor. Savaş, diktatörlüğe karşı mı, halka karşı mı veriliyor? Yoksa bu, PKK dışındaki herkse karşı bir savaş mı?

Bir örgütün kurmayı tasarladığı iktidarın niteliği, verdiği iktidar savaşı sırasında biçimlenir. PKK’nın bugün ortaya koyduğu bu yasakçı pratik, kurmayı tasarladığı iktidarın niteliği hakkında yeterince veri sunmaktadır. Eylem ve somut pratik, her zaman sözlerden daha inandırıcıdır.

Devrimci mücadele, zorbalık ve “gerillacılık” PKK, Kürt halkının, kurtuluşunu kendi eliyle gerçekleştirmesini sözde savunurken, gerçekte, halkın rolünü küçümsüyor, yada tümüyle yadsıyor. Halkın eğitilip aydınlatılması çabasına girmeden, tehdit ve şantajla “halk desteği” sağlamaya çalışıyor. Hiçbir gönüllülük payı olmayan, adaletsiz “vergilendirme” ve askere alma uygulamasıyla halkı sindirmeye yönelirken, devletin Kürdistan’ı insansızlaştırma politikasına, izlediği eylem çizgisiyle güç verme durumuna düşüyor. Halka dayattığı şudur: “Vergiyi bana vereceksin, çocuklarını bana asker vereceksin, burjuva gazeteleri okumayacaksın, çocuklarını okula göndermeyeceksin. Televizyon izlemeyeceksin vb. vb. ” biçiminde sürüp gidiyor. PKK “Eyalet Komutanlıkları” bununla da yetinmiyor, “bu kararların ihlali halinde ERNK ve ARGK kurumlarına bilgi vermek bir yurtseverlik görevidir” diyerek ihbarcılığa çağrı da çıkarıyor. PKK’nın “generalleri”nin, açıklamalarında, bir tek “ihbarcıya ödül verileceği ve kimliğinin gizli tutulacağı” söylenmiyor. PKK’ya vergi ve asker vermeyen Kürdistanlının bu dünyada yeri yok” Ne kaçabiliyor, ne kalabiliyor. “Kaçınca” evinden, tarlasından da oluyor. Çünkü PKK, “gidenin evi, tarlası, bahçesi bizim olur” diyerek bir çeşit “mecburi iskan”ı dayatıyor. Kalmak ise “bir başka bela”! Diktatörlüğün zulüm ve baskısının yanı sıra, PKK’nın yasakları ve talepleri var. Çünkü PKK, çocuklarını vermeyen ailelerin evlerini yakıyor, yada onları öldürmeye yöneliyor, bu türden bir “ulusal kurtuluşçu” politik pratik çizginin Kürt işçi ve emekçilerinin çıkar ve beklentileriyle ilişkisi yoktur. Kürt halkının bu yolla kazanacağı herhangi bir özgürlük yoktur ve o, “Kürtlük” adına zapturapt altına alınmaya çalışılıyor.

PKK’nın yasakçı politikası Kürt ulusal hareketinin bugünkü platformuyla doğrudan bağlantılıdır. Ulusal hareketin aktif gücünü oluşturan Kürt emekçilerinin PKK saflarında mücadeleye katılan kesiminin, harekete ulusal hak talebinin ötesine geçen sınıf talepleriyle katıldıklarını ve özgürlük mücadelesini sosyal kurtuluş için mücadeleye bağlayarak sürdürdüklerini söylemek henüz mümkün değildir. PKK, yasaklarla, üzerinde bulunduğu burjuva reformcu platformun aşılması ve Kürt işçi ve emekçilerinin devrimci platformunun esas alınması yönündeki çabaların önünü kesmeye çalışmaktadır. Onun halka ve devrimci komünistlere dayattığı “onay ve izin”in önemli bir nedeni de, işçi ve emekçilerin, burjuva platformu aşma yoluyla, harekette yeni ve devrimci bir yönelişin önünü açma olasılığının giderek güçlenmesi ve henüz cılız da olsa halk devrimine doğru genişleme eğiliminin görülmesidir. Yığınların en devrimci kesimlerinin, sınıf sorunlarını öne alarak harekete sınıfsal bir karakter kazandırmaya yönelmeleri, bu yönlü çabalar PKK’yı rahatsız etmektedir.

PKK, halka zarar verenler eylemini “savaşıyoruz” gerekçesine bağlıyor. Ama bu savaş, halk için savaş olmaktan çıkıp, halka karşı savaş da olabiliyor. “Savaş” halkın baskıdan kurtulması için en yoğun fedakarlıklara katlanma boyutunu çok kolay biçimde kaybederek, halk üzerindeki baskının el değiştirmesine, “Türk olandan”, “Kürt olana” geçmesine hizmet eden bir eyleme dönüşebiliyor. Bu durum, Kürt halkının ve onun evlatlarının katlandığı bunca acı ve fedakarlığı haksız biçimde lekeliyor, bizzat Kürt emekçilerinin umutsuzluğa ve gelecek kaygısına kapılmasına yol açıyor.

Bütün bu uygulamalar, korunması ve geliştirilmesi gereken tüm devrimci değerlerin, PKK’nın “gerillacılık” anlayışına kurban edildiğini gösteriyor. Tüm eylemlerini “gerilla savaşı”yla izah etmeye çalışan PKK, bu anlayış ve uygulamalarıyla gerilla savaşını da yozlaştırıyor. İşçi ve emekçi halk yığınlarının, burjuvazi ve diktatörlüğe karşı mücadele biçimlerinden biri olan “gerilla savaşı” PKK’nın pratiğinde, halkın mücadelesini darbeleyen, halkı mücadeleden uzaklaştıran, devrimden soğutan bir eyleme dönüşebiliyor. Halkın mücadelesinin bir biçimi olarak, dahası genel siyasal mücadeleye tabi olarak ele alınması gereken bu mücadele biçimi, halkı dışlayan ve halka karşı da uygulanabilen bir biçime büründürülüyor. Engels bu durumu, “Bir durumda yurtseverlik olan şey, başka bir durumda eşkıyalık ve katilliğe dönüştü” biçiminde değerlendiriyor. Engels’in bu değerlendirmesi günümüz Kürdistan’ın da yaşana vahim duruma da açıklık getirmektedir. Gerilla savaşının Marksist ele alınışıyla, Marksizmin gerilla savaşına bir mücadele biçimi olarak biçtiği rol ile, PKK’nın gerilla savaşı anlayışı ve uygulamaları arasında da uçurum vardır. PKK, gerilla savaşını, hem tüm mücadele biçimlerinin başına almak ve her koşulda geçerli bir biçim olarak görmekle, hem de halktan kopuk ve halk adına “öncülerin eylemi”ne dönüştürerek güçten düşürmekle, Marksizm dışına düşüyor. PKK, gerilla savaşının devrimci işlevine darbe vuruyor.

Gerilla mücadelesi PKK ve bazı küçük burjuva sol örgütler tarafından “başlıca savaş yöntemlerine” uyması gereken, “ötekilerden aşağı tutulması” gereken bir mücadele biçimi olarak değil, “sosyalizmin örgütleyici ve aydınlatıcı etkisiyle soylulaştırılması” gereken bir biçim olarak değil, ama halktan, sosyalist sınıf partisinden ve üretimden kopuk insanların “gerilla yaşamı”nı idame ettirme kaygısını başa koyan ve onu “başlıca savaş yöntemlerinin” başına geçiren bir anlayışla ele alınmakta ve işte tam da bu nedenlerle “gerilla” halka karşı sorumsuz davranabilmektedir. PKK’nın, Kürdistan halkına yönelik despotça tutumunun önemli bir nedeni de, halka yabancı bu mücadele ve “gerilla savaşı” anlayışıdır. Ve “Öncü örgüt kendi içinde yürüttüğü büyük savaşta halka diktaca, despotça ve düşmanca yaklaşımlara büyük savaş açmıştır. ” (Ali Fırat, Özgür Gündem) diyen PKK önderliğinin bu sözleri, inandırıcı olmamaktadır. PKK’nın “demokrat” ve “hoşgörülü” olduğunu vurgulamaya çalışan Ali Fırat, gerçeği ifade etmemektedir. Bu sözler ve yaratılmak istenen “demokratlık” imajı PKK’nın pratiğine çarparak “hava almak”tadır. Daha bugünden, otorite hastalığına tutularak, halkın üzerinde “despotça”, “diktaca” bir yönetim kurmaya çalışanların, Kürt halkının geleceğini Polpot Kamboçya’sına çevirmeyeceklerinin hiçbir garantisi yoktur. Dersim’de, Serhat’ta ve Kürdistan’ın diğer bölgelerinde, halkın yaşamının zorla düzenlemesini esas alan yasak listeleri ve “cezalandırma” eylemleri, bunun, bugünden görülebilecek kanıtlarıdır. Bu tür bir anlayışın “despotça” olmadığını, aklı yerinde hiçbir devrimci söyleyemez.

Burjuva basını, asimilasyoncu eğitim ve PKK yasakları

PKK’nın, devletin asimilasyon politikasına, asimilasyoncu eğitime, bunun bir yanı olarak burjuva basın yayın faaliyetine karşı seçtiği “mücadele” yöntemi, halkın yasaklar yoluyla okuldan ve basından uzak tutulmasıdır. PKK, asimilasyoncu eğitim verdikleri için okulları yakıyor, öğretmenleri öldürüyor, yanı sıra, okula gitmeyi, gazete okumayı ve televizyon seyretmeyi yasaklıyor. Yağa uymayanların cezalandırılacağını ilan ediyor ve halkı, yasağa uymayanları ihbar etmeye çağırıyor.

PKK’nın, burjuva okula ve asimilasyoncu eğitime karşı seçtiği bu yöntemin “devrimci yöntem” olduğunu söylemek mümkün değildir. Kendini “modern kurtuluş hareketi” olarak tanıtan bu örgütün, anlayış ve uygulamaları, modernlik şurada dursun, kavimsel geriliğin damgasını taşımaktadır. PKK, asimilasyoncu eğitimi ve burjuva basının işlevini, ekonomik, siyasal sistemden soyutlayarak ele almakta, kapitalist eğitim ve burjuva okulun etsisini, onun toplumsal dayanaklarına dokunmadan – halka dayatılan yasaklarla – ortadan kaldıracağını zannetmektedir. Oysa; burjuvazi ve diktatörlüğün dayattığı yaşam biçimi ve kültürel köleleştirmeyi tasfiye etmek, burjuva kapitalist koşullarla sınırlanmayan bir perspektifle, köleleştirmeyi olanaklı kılan toplumsal ilişki biçimlerinin tümden tasfiye edilmesini öngörmek ve buna uygun bir mücadele sürdürmekle mümkündür. Halkın bilinçlendirilmesi gibi zahmetli bir iş yerine, halka yasaklar koyarak, okulun Kürdistan’daki rolünün değişimi için bilinçli bir faaliyet yürütme yerine, okul ve öğretmeni cezalandırma yoluyla asimilasyoncu eğitime son verileceğini düşünmek, bunu bekleme vahim bir yanılgıdır. Burjuva basının, okulun ve eğitimin Kürdistan’da üstlendiği rol, köleleştirilmiş Kürt ulusunun kölelik statüsünde tutulmasını kolaylaştırmak, meşrulaştırmak ve sağlamlaştırmaktır. Burjuva basını “beşinci kol” göreviyle yükümlüdür. Türkiye’de, burjuva parlamentosunun işlevsizliği dikkate alındığında, burjuva basının yerini MGK, MİT ve Genelkurmay’la birlikte anlak daha doğrudur. Burjuva basın yayın organları, “gerçeklerin açıklanması, halkın aydınlatılması” demagojisinin eşliğinde işgal, ilhak ve asimilasyonu meşrulaştırma, “milli birlik ve bütünlük” yaygarasıyla Kürt kimliğinin ve ulusal haklarını inkarını içeren bir faaliyet yürütmektedir. Türk burjuva basını bu işleviyle “Mehmetçik basın” adını almıştır. Burjuva basın yayın organları, halkın aldatılması, uyuşturulup aptallaştırılması ve bu yolla düzene uysal köle olarak bağlanması göreviyle yüklüdür. Tüm faaliyetlerinin içeriği bu görev tarafından belirlenmiştir.

PKK’nın Dersim’i ‘ehlileştirme’ politikası

Türkiye egemen sınıflarının Kürdistan politikasında Dersim’in özel bir yeri var. Irkçı şoven literatürde, Dersim “çıban başı”dır. Hangi taş kaldırılsa “altında Dersimliler çıkmakta”dır. Devlete muhalefetiyle güvenilmezdir, yola getirilmelidir. Dersim’in “yola getirilmesi” için devlet tarafından gerçekleştirilen katliamları konu edinen birçok kitap yazılmıştır ve katliamları yeniden anlatmaya burada gerek yoktur.

Dersim, ’38 katliamından sonra da boy hedefi olmaya devam etmiştir. Tarihsel nedenler bir yana, coğrafi koşullar ve geçim olanaklarının son derece kıtlığı, Dersimli emekçilerin – topraklarından demek bile fazla olacak – dağlarından kopmalarına, okumaya ve başka ülke ve şehirlerde çalışmalarına neden olmuştur. Bu durum, Dersim’de kültürel gelişmenin diğer Kürdistan bölgelerine göre daha hızlı olmasına neden olurken, bununla birlikte, haksızlıklara karşı mücadeleye atılmanın yolunu da açmıştır. Dersimli yeni kuşaklar, bulundukları yerlerde işçi emekçi mücadelesine katılmış, on yıllar boyunca devletin doğrudan siyasal baskısıyla yüz yüze kalmanın sonucu olarak, devrimci fikirlere kitlesel denilebilecek biçimde eğilim göstermiş, ve bu süreçte Türkiye devrimci hareketinin çeşitli siyasal gruplaşmaları içinde yoğunlukla yer almışlardır. Dersim halkı, henüz uluslaşma sürecinin yeni başladığı dönemlerde ve sonraki yıllarda, kavimsel yapının damgasını taşıyan birçok kalkışma hareketine girişmiş, “dış güç”lerin topraklarına girmesine, vergi ve asker talep etmesine direnmiş ve yenilginin yada yenginin tecrübeleriyle, “devleti yenme”nin küçük çaplı ayaklanmalarla mümkün olamayacağı sonucuna ulaşmış, demokratik devrimci fikirlerin hızla yayıldığı ‘60’lı, ‘70’li yıllarda da faşizme karşı yığınsal karakterde mücadeleler içine girmiştir. Toplumsal iktisadi gelişme, geçim zorluğu içindeki Dersimli emekçileri, Türkiye’nin sanayi şehirlerine ve Batı ülkelerine savururken, öte yandan onların, sermaye ve gericiliğe karşı mücadelenin zaferi için, tüm milliyetlerden işçi ve emekçilerin birleşik eylemi ve ortak mücadelesinin zorunluluğunu – bulanıklıklar içerse de – görmelerine yol açmıştır. Dersimli işçi, köylü ve gençlerin, burjuva reformcu ve milliyetçi düşüncelere prim vermemesinin, “ayrı örgütlenme”ye yakınlık göstermemesinin başlıca nedeni budur. Açıkça söylemek gerekir ki, Dersim halkı, acıyı, yalnızlığı, mücadeleyi ve devleti, ona “kimlik hatırlatma” ayağına yatanlardan daha iyi bilmektedir. Dersim halkını tanıma fırsatı bulanlar, o halkın bireylerinin, tarihi tecrübelerine dayanarak, devrimcilere, “devleti yıkmak için en az devlet kadar güçlü olmak ve bunun için de Türk Kürt ayırmaksızın birleşmek gerekir” diyerek, adeta yol gösterdiğini de bilirler.

Kürt burjuva milliyetçileri ve PKK ise, Dersim halkının bu durumunu, bu halkın “kimliğini yitirmesi”ne, Kemalizm’in etkisinde olmasına yormaktadırlar. Burjuva milliyetçi ve “ayrı örgütlenme”ci Kürt grupları, Dersim’de taban bulamamanın nedeni olarak, Dersim halkının, bu grupları geride bırakan kültürel düzeyi ve demokratik mücadele geleneğini değil, bu halkın “Kemalizm’e bağlanması” ve “asimilasyonu kabul etmesi”ni görüp göstermektedirler. PKK’nın, Dersim’de taban bulamamanın acısını baskı ve yasaklarla çıkarmaya çalışmasının temelinde, Dersimli emekçilere burjuva milliyetçi ve reformcu çizgisini kabul ettirememesi yatmaktadır. Yıllar öncesinden, Dersim’i “ihanet yuvası” olarak gösteren broşürler kaleme alan PKK yönetiminin, bugün bu yöre halkına “Dersim kimliğine sahip çıkmalıdır” çağrısında bulunmasının nedeni Dersimli emekçilerin “kimlik kaybı” değil, PKK çizgisinin Dersim’de tutmamasıdır. Dersim’deki son olayları, TDKP militanlarının PKK tarafından katledilmesinin ardından halkın, binler halinde bir araya gelerek, PKK’yı protesto etmesini ve ardından PKK’nın halkı tehdit bildirileri yayınlamasını bütün bu gelişmelerle ve Dersim’e ilişkin PKK düşüncesiyle birlikte değerlendirmek zorunludur.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: Content is protected !!