Öcalan’ın Kadın Tacizleri

Hatice Yaşar Tacizleri Anlatıyor

Hatice Yaşar Tacizleri Anlatıyor

1951 Ankara Haymana doğumlu Gazi Eğitim Enstitüsü mezunu Hatice Yaşar 12 Mart öncesi Dev–Genç’te ve siyasi Kürtçü DDKO’nun Ankara şubesinde çalıştı. 12 Mart’tan sonra Ankara Dev–Genç davasından yargılandı ve Yıldırım Bölge Askeri Hapishanesinde yattı. 1974 affından sonra Kürtçülük faaliyetlerine kaldığı yerden devam etti. 1976’da yayınlanmaya başlayan Rızgari dergisinin sorumlu müdürlüğünü yaptı. Rızgari grubunun 1978’de bölünmesiyle kurulan “Kurtuluş Bayrağı” Ala Rızgari’de yine sorumlu yazı işleri müdürlüğünü sürdürdü. 12 Eylül 1980 darbesiyle 150 kadar örgüt arkadaşıyla birlikte Kuzey Irak’ta Talabani’nin hakim olduğu bölgeye gitti. Talabani vasıtasıyla önce Suriye’ye oradan da Avrupa’ya geçti. Halen yurtdışında mülteci olarak yaşayan Hatice Yaşar, yine Ala Rızgari çevresinde bölücülük faaliyetlerini sürdürmektedir. 12 Eylül öncesinden günümüze bir çok Kürt örgütü gibi Ala Rızgariciler de PKK’ya sıcak bakmıyorlardı. Ala Rızgaricilere göre PKK “ajan provokatif bir çeteydi”. Öcalan ise “despot, diktatör, psikopat bir manyak”tı. Daha da ileri giden Ala Rızgaricilere göre “Öcalan’ın ellerinde devrimci kanı” vardır. Hatice Yaşar yurtdışından yazılarını gönderdiği Ala Rızgari grubu tarafından Türkiye’de çıkartılan “Sterka Rızgari” adlı derginin Mayıs–Haziran 2002 tarihli 7. sayısında “Stratejiye Dönüşen Bir Siyasi Taktiğin İflası” adlı makalesinde PKK lideri Öcalan’ın örgüt içindeki kadın militanlara yönelik tavrını ve PKK tarafından “örgüte ihanet” suçundan infaz edilen ve PKK’dan kaçan bayan militanları şöyle anlatıyor:

 

Saime Aşkın ve Ayten Yıldırım: (3 yıl sonra tekrar Apoculara teslim olan Hami Yıldırım ile örgüt kararı sonucu evlenmiştir); PKK’nın ilk militanlarından ve Apocu sultanlığa ilk başkaldıran grubun içindedirler. Suriye ve Irak istihbaratları her ikisinin de tutuklanmalarına göz yumar. Saime, kurşuna dizilirken bile cellatlarını dize getirmiştir. Ayten ise işkence ile katlettirilmiştir.

 

Cemile Merkit: (Seher) PKK’nın ideallerine ilk elden gönül bağlayanlardan. Örgüt önermesiyle Ali Haydar Kaytan ile evlendirilmişti. Öcalan ve efendilerinin nasıl bir sistem yaratmak istediğini ilk kavrayıp tavır koyanlardan. Örgüt ‘kocası’ tarafından yarı yolda bırakıldı ve 82’de gerçekleştirilen kongrede hain ilan edildi. Abisi ve babası Apocular tarafından katledilen sevgili Seher direnmeye devam ediyor.

 

Aysel Çürükkaya: İnandıkları uğruna ailesi ile karşı karşıya gelmeyi göğüslemiş ve mücadeledeki kararlılığı sonucu aynı ailenin saygısını kazanarak yanına almış, bacısını faile meçhul cinayette feda etmiş, 20 yaşında bir genç kadınken işkencecilerini ve Esat Oktay’ı teslim almıştı. Diyarbakır zindanındaki yıllar, direnişçi Aysel’i ideallerini gerçekleştirmek için mücadele konusunda daha bir bilemiş, zindandan çıkar çıkmaz işkencelerin tüm sonuçlarını bedeninde yaşamaya devam etmesine rağmen dağın yolunu tutmakta tereddüt etmemişti. Dışarıdan hiçbir yardım almadan hayvan türünün bile yaşamını idame ettirmesi mümkün olmayan koşullarda, NATO donanımlı Türk ordusuyla her göğüs göğse savaşta yer almıştır. Apocu sistemin özgür dağlara saldırdığı 1990’da, çekildiği alanlardaki koordinatörler ve Şam, o güne kadar korkma sonucu susmayı tanımayan Aysel’i korkutmuş ve susturmuş, çarkın bir dişlisi haline getirmişti. 1993’de Apocu sistemden ayrıldı ve hemen hain ilan edildi. Onun, 3 yıllık susma nedenlerini kendinde değil, düşmanda arayacağı günlerin uzak olmadığına gönülden inanıyor ve Türk işkencecilerini teslim alan Aysel’in, Apocuları da layık oldukları yere yerleştireceğinden kuşku duymuyorum. Tabii ki mücadeleye devam ediyor.

 

Gönül Atay: Türk işkencecilerini teslim aldığını biliyoruz. Öcalan’ın Şam’daki evinde kısa bir süre yaşadıktan sonra aynı Gönül, bir gün önceki cellatlarına teslim olmayı yeğledi. Gönül gidip Şam’daki Türk Konsolosluğu’na sığındı. Hiçbir itirafta bulunmadı. Ama bizler kadın olarak, sevgili Gönül’ün kendisini celladına teslim ettiren gerekçeleri aday Gönül’lere anlatacağı günleri beklediğimizi bilmesini isteriz.

 

Fatma Çelik: Zindandan sonra kendince yarattığı örgütüne döndü. Nelerle karşılaştığını tahmin ediyor ama kendisiyle ilişki kuramadığımız için somut bir şey diyemiyoruz. Devrimci kadınlara yönelik ithamlardan biri olan ‘delilik’ten muzdarip olduğunu duyduk. Akıllı olup teslim olmaktansa deli ilan edilip direnmeyi savunanlardanım. Dolayısıyla Fatma Çelik, yıllar önce Diyarbakır zindanında başlattığı ölüm orucuna devam ediyor. Direniyor.

 

Cahide Şener: Özgür bir sosyalist Kürdistan yaratılmasına gönül veren ilk kadrolardan. 10 yılı aşkın zindanlarda direnerek bu inancını devam ettirdi. Türk sömürgecilerine karşı direnirken hapishane arkadaşı olan.Rıza Altun, Şam’da gardiyanına dönüştü ve önderi ile birlikte sevgili Cahide’yi ‘kaçırtmayı’ becerdi. Cahide de şimdilik suskun. Dilerim, yeni Cahide’ler yaratılmasın diye bir gün konuşmaya başlar.

PKK adlı bir örgütün varlığına inanmış ve programına gönül beyin bağı ile bağlanmış kadınların Apo’culuk ile karşılaştıklarında neler yaşadıkları ile ilgili örnekleri çoğaltmak mümkün. Umarım bir gün araştırmacı kadınlar, tüm bu militan kadınların tarihini araştırırlar. Bu yazı sınırlarını zorlayarak ancak bu kadarını örnek veriyorum. Militan PKK’lı kadınlar yukarıda değindiğimiz uygulamalara maruz kaldılar ve Apocu resmi tarihten silindiler. Ama hala binlerce kadın var bu hareketin saflarında. Devrimci direniş tarihi açısından yukarıda saydığımız militanlarla mukayese edildiğinde son derece dezavantajlı koşullarda bu harekete katılan bu yeni kadınlar APO’culuğu nasıl yaşıyorlar”?

Yukarda saydığımız ilk günden PKKlı kadınların hiçbiri Merkez Komite üyesi olmadı. Ama bir kadın, hem de hayatında bir bildiri bile dağıtmamış iken sevgili Seher’in örgütünün Merkez Komite üyesi oldu. Sadece Öcalan ile evlenmeyi kabul ettiği için, Kesire Yıldırım PKK’nın merkez üyesi idi. Bildiğim kadarıyla Kesire Yıldırım, Öcalan’ın bu teşkilat içindeki ilk atamasıdır. Yerine yeni biri bulununca hain ilan edildi. İkinci olarak tayin edilen Meral Kıdır’dır. Bu gün her ikisi de Apocu sistem tarafından hain ilan edilmiş durumdalar. Sultanlığını ilan etmeye hazırlanan Abdullah Öcalan’ın kadınları olarak, Apocu sistemin kadınlara nasıl bir tuzak hazırladığını en iyi Kesire ve Meral bilirler. Osmanlı kapı–kulu sisteminde devşirilen kadınlara, hanım sultan bile olsa ne ad verildiğini ve ne kadar saygıya şayan görüldüklerini her ikisi de biliyor. Öcalan tek tanrılığını ilan ettikten sonra, yeni Kesire Meral’lerini koordinatör olarak tayin etmeye devam etti. Bu nedenle Apocu resmi tarih dışında hiçbir şey bilmeden Apocu harekete katılan kadınlara nasıl bir Mavi Sakal devrettiklerini en iyi Kesire ve Meral bilir. Kesire Yıldırım, Ayten Yıldırım’ın nasıl ‘delirtilip’ katledildiğini ve kendinden sonra gelecek kadınlara nasıl bir ‘mutfak’ devrettiğini mutlaka anlatmak zorundadır. Meral ise, kendisinin gözde olduğu bir dönemde işkencelere maruz bırakılan Akkız ve Karakız’ın tüm işkencelere rağmen Öcalan’a niye ‘başkan’ demediklerinin nedenini artık itiraf etmek zorundadır. Hayali olarak yaşatılan ulusal kimliğin teslimiyeti pek can acıtmaz ama, aynı öneme haiz cinsel kimlik aşağılandığında, her aynaya bakıldığında bu taciz, KADININ SURATINA ŞAMAR GİBİ İNER. Bu nedenle Kesire ve Meral, kendilerinden sonraki kadınlara nasıl bir Mavi Sakal devrettiklerini açıklamamaları halinde, kendi kadın kimliklerini özgürleştirebilmelerinin ilk koşulunu yitirirler. Böyle olunca da, her aynaya baktıklarında Ayten, Roza ve Sakine’yi işkence altındayken ve yüzlerce hamile genç kadının taş altı edilme anındaki yüz ifadelerini görmeye devam ederler. Çünkü, hala bu teşkilatın saflarında yer alan ve bu teşkilatın radikal söylemlerine inanarak katılmaya hazırlanan binlerce Kürt kadını var. Bu kadınların bundan böyle kadın olarak maruz bırakılacakları her aşağılanma tacizde Kesire Meral Dilan suç ortağıdır.

Kendi yaşamını idame ettirme dışında hiçbir zevk ve değer yargısı tanımayan Öcalan ve onun taklitlerinin, kendilerinden de aşağı telakki ettikleri kadınlara nasıl bir yaşamı layık gördüklerini biliyorum. Ama, insanlık ve demokrasi geleneğine katkıda bulunan kadın hareketi, binlerce yıl süren bir mücadele sonucu ‘başkası adına konuşmama’ prensibini bilince çıkardı. Bu ilkenin bilince kavuşması uğruna canlı canlı yakılma. ya göğüs gerenlere saygı gereği bu konuda daha fazla yazmıyor ve sözü, bu sistemin içinde yer almış, sultanlık rejimi gereği gözde Olduğu dönemlerde hak etmediği mercilere atanmış, atandığı bilindiğinden gerçek anlamda asla saygıya mahzar olmamış ve gözden düştüğü anda da her türden hakarete maruz bırakılmış kadınların kendilerine bırakıyorum. Bundan sonra bir süre için söz onların. Ama bu kadınca saygı, ne benim ne de diğer kadınların suçluların yakasını bırakacağımız şeklinde anlaşılmamalıdır. Kadın olarak maruz bırakıldığımız cinsiyetçi uygulamaları teşhir ve sorumlularının yargılanması talebimiz devam edecektir.”

Çünkü, Öcalan’ın, mutfağına aldığı kadınların konuşmaları sonunda ilk olarak Mehmet Şener’in açığa çıkardığı tacizleriyle ilgili açıklamalarında bile, emri altında tuttuğu çocuk kadınları hor görmeye ve taciz etmeye devam etmektedir; Bu adı geçen kızlar diyelim, bilemiyorum. Benim binlercesiyle ilişkim olur, kim nasıl anlarsa anlasın, bazıları ile yakınlıklarım olmuşsa acaba nasıl olmalıydı. Bu utanmazlar hem çok şey vermek istiyorlar, hem de ardından bu tip şeyler geliştiriyorlar. Adı geçen bazı tiplerden bahsediliyor, insaf yani, kendileri çok ihtiyacımız var, çok iyi olur’ diyor, ardından bu tip fiskos geliştiriyorlar.Yine açıkça söylüyorum; ben bir savaşçıyım. Kızları çok severim; çok değer veririm; hepsini severim, inanılmaz ölçüde her kızı bir tutku derecesinde, bir sevgili haline getirmeye çalışırım. Yani fiziğinden tut, ruhuna, düşüncesine kadar şekil vermeye çalışırım… Kendimi açıkça tanımlıyorum, tehlikeli bulursanız yaklaşmayın.

Bu sözleri ve yaptıkları en azından son 30 yıldır ensest içinde telakki ediliyor ve insanlık suçu kavramı içinde ele alınıyor.

 

Nazime Aktürk: 2000 yılının Haziran ayı başından itibaren, resmi göğüs cebimde, 3 ay boyunca her yerde aradığım gönül kızım Devran’ı ayrı tutuyorum. Apocu sistemin kişiliğini öğütemediği, özgürlük talebini karartamadığı ender örneklerden birisidir. Gerçek adı Nazime Aktürk ve 28 Şubat 1975 Ardahan doğumludur. 1987’de katledilen dayısı Turgut Yıldız’ın (Piro) devrimci yolunda devam etmek üzere 16 yaşındayken, 1991’de dağa çıktı. Yaralandı. Öcalan’ın ‘dağları teslim edin’ çağrısı yaptığı günlerde Erzurum dağlarındaydı. Bu çağrının sonuçlarına gerçek anlamda katlanan gerilla gruplarından birinin içindeydi. Adres ve tarihi önderi tarafından ihbar edilen bir geri çekilişin pek de kolay olmayacağı açıktı. Aylarca süren ve düşman ile sıcak çatışmaların sıkça yaşandığı bu geri çekilme eyleminde 21 kişilik grup, 3’ü panzerler tarafından ezilmek üzere 7 kayıp vermişti. 7. Kongre ve sonrasında Devran, İmralı sürecine tavır koyanların arasındaydı. 19 Mayıs 2000 gecesi Apocu teşkilatı terk etme kararı aldılar. Hiç tanımadıkları bir alanda, her birinin değişik kamplarda olması, Devran’ın yoldaşlarıyla kararlaştırdıkları randevuya ulaşamayarak Apocuların eline düşmesine neden oldu. Esat Oktay’a direnebilen Sakine Cansız’ı teslim alan Apocu işkence yöntemleri Devran’ın granit direnişiyle karşılaştı. Özgürlük konusundaki görüşlerini, İmralı’dan emredilen teslimiyet talimatına karşı durduğunu ve ayrılan grubun hem de organizatörlerinden biri olduğunu açıktan ilan etti. Yüzlerce savcı hakimin infazcının, kadın kimliği dahil tüm değer yargılarına saldıran, aşağılayan, horlayan yüzlerce Apocunun karşısında başı dik durdu. Ağustos sonunda, esareti kabul etmeme özgürlüğünü kullanılıp, 10 yıl boyunca sömürgecilere karşı elinden düşürmediği silahı ile beynini ebediyen özgürleştirdi.77

 

Eski PKK’lı Aysel Çürükkaya: “Apo Bütün Evli Çiftlerin Düşmanıydı.”

20 yıllık PKK’lı Tunceli öğretmen okulu mezunu, 1979’da PKK mensubu olmaktan dolayı yakalanmış, 10 yıl hapis yattıktan sonra örgütünün emriyle dağa çıkan, buradan da El–Bekaa’ya geçerek örgüt kampında 6 ay eğitim gördükten sonra Avrupa örgütüne tayin edilen burada eşi Selim Çürükkaya’yla birlikte PKK lideri Öcalan ve Avrupa’daki örgüt mensuplarıyla ters düşen, daha sonra PKK tarafından hain ilan edilen, haklarında infaz emri çıkartılan, Aysel Çürükkaya çok yakından tanıdığı Öcalan’la ilgili Milliyet Gazetesinin 15 Eylül 1994 tarihli “PKK yok, Apo’nun diktatörlüğü var” başlıklı haberinde şunları söylüyor:

Artık PKK’lı değilim. PKK Devrime ve sosyalizme ihanet etmiştir. ben artık yoldaş katili olmak istemiyorum diyerek PKK’dan ayrıldım. Süreç içinde bir çok arkadaşın öldürüldüğünü görüyordum, ama soramıyordum. Cezaevinde dost olduğum, görüşebildiğim Sakine ve eşimle Bekaa’da konuşamadım. Birbirimize düşman edildik. Demokrasi yok, fikrini söyleyince ihanetle damgalanıyorsun. Kadınsan bir de fahişelik damgası yersin. Kendisi (Apo) bütün evlilikleri bitirmiş, kirletmiş. Bir tek temiz kalan bizim evliliğimiz. Bunu da bitirmek istiyordu.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: Content is protected !!