İttihat Ve Terakki

II.Meşrutiyet’in İlanı’nın Birinci Yılının Dış Politika Açısından Bilançosu ve Alman Dostluğu’nun Pekiştirilmesi

II.Meşrutiyet’in İlanı’nın Birinci Yılının Dış Politika Açısından Bilançosu ve Alman Dostluğu’nun Pekiştirilmesi

 

Meşrutiyet’in ilk birinci senesinin bilançosu çıkarıldığı takdirde, Bosna-Hersek’in ilhakı, Bulgaristan’ın istiklali ve Girit’in Yunanistan’a verilmesi gibi İttihat ve Terakki’yi çok küçük düşüren üç hadisenin o bilançoyu doldurduğu görülür. Bundan başka Avrupa’nın, liberal Avrupa’nın dahi, Abdülhamid devrinde olduğu gibi Türkiye’nin dahili işlerine karışmakta devam ettikleri de anlaşılır. Meşrutiyet’in ilanına rağmen Rusya yine Türkiye’yi yutmak isteyen bir Rusya kalmış, Fransa’ya Girit meselesinde olduğu gibi, itimat edilemeyeceği anlaşılmış ve İngiltere de genç Türklüğe ihanet eylemişti. Bidayette dost gibi görünen bu üç devletin Meşrutiyet erkanını derin bir inkisarı hayale uğratması üzerine İttihat ve Terakki ricali bu üç devletin teşkil ettiği gruba hasım olan tarafa başvurmağa mecbur kalmıştı. Bu taraf ise Almanya ve Avusturya idi. İlticada boş bir iltica idi, çünkü Meşrutiyet’e ilk darbeyi vuran Avusturya olmuştu. Almanya ise Avusturya’ya sımsıkı bağlıydı.

Bununla beraber İttihat ve Terakki, Bosna-Hersek hadisesinden dolayı Türkiye ile Avusturya arasına girmiş olan soğukluğu ortadan kaldırmak için elinden geldiği kadar çalışıyordu. Bu aralık, yeni Sadrazam Hüseyin Hilmi Paşa, Türkiye ile Avusturya arasındaki münasebetlerin yalnız iyi değil, aynı zamanda fevkalade olduğunu ilan ediyordu. İş yalnız bu gibi beyanata da inhisar etmiyor ve Türkiye ile Avusturya arasında bir ittifak vücuda getirilmesine de çalışılıyordu. Bu maksatla Berlin Sefirimiz Osman Nizami Paşa, Avusturya Hariciye Nazırı Baron Ereutal’a müracaatla iki devlet arasında bir itilaf akdini teklif etmişti. Babıali daha evvel Romanya ile de bir ittifak akdi için Bükreş’e müracaat etmiş olduğundan bu yeni itilafa Romanya’nın da sokulması teklif olunmuştu. Bu itilafı tasvip edenlerin birisi de Avusturya’nın İstanbul Sefiri Pallaviçini idi. Bu diplomat daha Bosna meselesinde demişti ki: “Türkiye’nin kuvvetlenmesi bize karşı yeni bir rakip doğurabilir, fakat bu rakip kıymetli bir müttefik de olabilir.”

Fakat Türkiye tarafından yapılan bu teklif Viyana’da büyük bir ihtiyatla karşılanmıştı. Çünkü Avusturya Hariciye Nazırı, bu meselenin İstanbul’da ifşa edilmesinden ve böyle olduğu takdirde Londra ve Petersburg’ta müşkilat çıkarılmasından korkuyordu. Bununla beraber Ereutal, her iki memleket harici siyasetinin müşterek menafi takip edildiğine müdrik olmasını istediğini ve fakat Türkiye’nin merkezi Avrupa devletlerine iltihakı anının başka bir zamana taliki muvafık olacağını zannettiğini, söylemişti.

Almanya’nın İstanbul Sefiri Baron Marşal ile bu hususta fikri sorulan Von Der Golç Paşa dahi aşağı yukarı aynı fikirde bulunmuşlardı. Türk ordusundaki ıslahatın henüz yapılmamış olmasından ve devletin vaziyeti karışık bulunmasından dolayı askeri ve diplomasi nokta-i nazarlardan düşünen bu zevat, Türkiye’nin henüz ittifaka girecek kadar olgun olmadığını söylemişlerdi. Avusturyalıların ittifakı başka bir zamana talik etmelerine İtalya’nın Trablusgarp üzerindeki emellerinin henüz tahakkuk etmemiş olması ve İtalya’nın Avusturya ve Almanya ile ittifakı meselesini teşkil etmesine sebep oluyordu. Diplomatlar, yalnız ipin koparılmamasını Türkiye’nin avutulmasını ve münasip bir zamanda bu ittifak teklifinden istifade olunmasını istiyorlardı. Bu münasip zamanın umumi harp patlak verince hulul etmiş olacağı tabii o zaman düşünülemezdi.

Umumi harpten evvel Avrupa’daki büyük devletler arasında cereyan eden diplomasi muhaberatına dair o devletler tarafından neşrolunan resmi vesikalardan iktibas ettiğimiz bu hakikatlerde en ziyade nazar-ı dikkati celbeden şey, İttifaka dair Türkiye tarafından yapılan teklif hakkında Berlin’e gönderilen ve İmparator Wilhelm’e gönderilen raporlara, İmparator’un yazdığı derkenarlardır. Bu derkenarlara bakılacak olursa Türkiye’nin Avusturya ve Almanya ile bir arada hareket etmek istemesinden dolayı Almanya İmparatoru çok memnun görünüyor ve diyordu ki:

“Biz bu işin arkasındayız!” siyasi ittifaklar değil, askeri İttifaklar yapılmalıdır. Çünkü devlet adamlarına inanılmaz ama, Türk zabitlerine inanılır.”

Almanya İmparatoru’nun bu fikrinden doğan netice aradan birkaç sene geçtikten sonra General Liman Von Sanders Paşa’nın riyasetinde bir Alman askeri heyetinin gönderilmesi olmuştu. Fakat ondan evvel de Mayıs 1909’da Babıâli’de toplanan Vükela Heyeti, Türk Ordusu’nun ıslahıyla meşgul olmak üzere Von Der Golç Paşa’nın senede dört ay Türkiye’de bulunmasına müsaade etmesi için Alman İmparatoru’ndan müsaade istenilmesine karar verilmişti. Golç Paşa bu müracaatı samimiyetle kabul etmişti. Yalnız Berlin’de bazı yüksek hariciye memurları onun Türkiye’ye gönderilmesini pek muvafık bulmuyorlardı. Alman Başvekili Prens Bülow, Golç Paşa’nın Türkiye’ye gönderilmesinden hasıl olacak faydaları şu suretle izah ediyordu: “Kendisini küçük düşürmemelidir, fakat Türkleri bizim için askeri, siyasi ve iktisadi nokta-i nazarlardan yükseltmelidir, kazanmalıdır ve bize bağlamalıdır!”

Bunun üzerine Gloç Paşa Temmuz 1909’da gelererek üç dört hafta ve sene nihayetinde de tekrar gelerek üç dört ay İstanbul’da kalmıştı. Onun Türkiye ile Almanya arasındaki dostluğu takviyeye yardım ettiğine şüphe yoktur. Türk-Alman münasebatı, umumi harp başlangıcında silah arkadaşlığıyla neticeleninceye kadar o devirden itibaren ikinci ve yeni bir safhaya girmiş oluyordu. Bu münasebetler hem siyasi, hem de iktisadi idi. Esasen Abdülhamit devrinde ve meşrutiyet zamanında Türkiye’yi alakadar eden iktisadi meselelere daima siyasette de karışırdı. Avrupa büyük siyasetinin gölgeleri hep İstanbul’da görülürdü. Fakat bu gölge, artık daha ziyade kararmağa başlamıştı. Siyasi hadiselerin ehemmiyeti gittikçe artmıştı. Çünkü milletler arasındaki zıddiyetler daha ziyade şiddetlenmişti. Bu ahvali yakından takip edenler müthiş bir felaketin çıkmak üzere olduğunu evvelinden haber vermekte tereddüt etmiyorlardı.

Meşrutiyeti müteakip memleketimizde gelip geçen hadiselerin her birisi bütün Avrupa’yı alakadar eden bir mesele şeklinde telakki olunuyordu. Hatta bu hadiseler cihan siyasetine bir taraftan tesir yapıyor ve diğer taraftan da cihan siyaseti bizdeki hadiseler üzerinde müessir oluyordu. Babıâli eskiden beri Avrupa devlet gruplarını biribirlerine karşı oynamakla, o gruplar arasındaki zıt menfaatleri biribirlerine çarpıştırmakla geçinirdi. Meşrutiyetten sonra devletimizi alakadar eden meseleler bir kat daha vahimleştiğinden bu siyasete eskisinden daha fazla riayet etmek lazım geliyordu. İttihat ve Terakki erkânı, İtilaf Devletlerinden ümitlerini kestikten sonra sıkıştıkça Almanya’ya başvurmaktan başka çare kalmadığı kanaatini hasıl etmişlerdi. Halbuki Alman diplomatları, Babıali’nin sıkıntılı zamanlarındaki müracaatında kendileri için iktisadi bir menfaat temini mümkün olan meseleleri ciddiyetle telakki ediyorlar, yoksa atlatılması kabil olmayan müziç bir iş muamelesine tabi tutuyorlardı. Türk-Alman münasebatı ikinci devreye girdikten sonra, Almanlar Türkiye’ye ait meselelere daha ziyade ehemmiyet vermeği kararlaştırmışlardı.

Fakat bu ehemmiyet vermenin çizilmiş hududu vardı. O hududu Almanlar aşmıyordu. Mesela Girit meselesinde hâmi devletlerin hareketlerini İstanbul’daki Alman sefiri şiddetle tenkit ediyordu, fakat bu tenkit hami devletlerin Babıâli’ye karşı yaptıkları tazyiki akim bıraktıracak kadar şiddetli olmuyordu. Yalnız bir defasında İngiltere Devleti, Girit meselesini bir tazyik vasıtası olarak kullanıp Türkiye’den iktisadi imtiyazlar koparmağa çalıştığı zaman, Almanya Hariciye Nezareti Girit’e ait statünün yalnız dört hami devlet arasında değil, Berlin Muahedesi’ni imzalayan devletlerin muvaffakatıyla tadil olunabileceğini söylemeye İstanbul’daki sefirini mezun kılmıştı. Hiç şüphe yoktu ki bu beyanatta Türkiye’yi himayeden ziyade Türkiye’nin âtisi hakkında İngiltere’nin daima Almanya ile anlaşmağa mecbur olduğunu İngilizlere anlatmak için yapılmıştı. Ortada mevzu-u bahs olan Türkiye’ye yardım değil, İngiliz hücumlarına karşı Alman müttefiklerinin müdafaasıydı. Bu maksatla Almanya’nın İstanbul Sefiri Baron Marşal Babıâli ricalini Türkiye’nin maruz kalacağı tehlikeler hakkında tenvir etmekten geri durmuyordu. Bu “tenvir”de tabii Almanya lehine ve İngiltere aleyhine oluyordu. Bağdat hattı meselesinde İngiltere ile Almanya arasına çıkan ve uzun senelerce müzakerelere zemin teşkil eden ihtilaf ta Alman sefirinin Babıâli’de yaptığı ikazlar, dahil bulunuyordu.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: Content is protected !!