27 Mayıs’dan 12 Eylül’e

Prof. Şakir Berki

PROF. ŞAKİR BERKİ

27 Mayıs öncesi perşembeyi cumaya bağlayan geceler radyoda din sohbetleri vardı. Çok muhterem hukuk alimlerimizden Prof. Şakir Berki’yi evinde ziyaret ederek bu din sohbetleri saatini değerlendirmesini kendisinden rica ettim. Kabul etti ve sohbetlere başladı. Bu işlere komite üyelerinden aynı zamanda Basın Yayın Genel Müdürlüğü’nü de yürüten Ahmet Yıldız bakıyordu. Bir gün Yıldız bana, “Siz bana gerici, yobaz birini göndermişsiniz.” Dedi.
“Kim o” dedim, cevap verdi:
— Radyoda dini sohbetler saatinde konuşan Prof. Şakir Berki’dir.
“Peki onun yobaz ve gerici olduğuna nasıl hükmettiniz?” diye sordum.
Cevap verdi:
— Bu benim fikrim değil ben kendisini tanımam bunu bana Doç. Muammer Aksoy söyledi.
Bizim ilmine, irfanına, ahlakına, hürmet duyduğumuz insan başkalarının lügatında “gerici ve yobaz” diye geçiyordu. Bu ayrı ve farklı görüş giderilmelidir. Bu mübarek zat bir gün evime geldi. Kendisiyle dertleştik. Vazifeden affını ve benim bu işin arkasına düşmememi istedi. Benden söz aldıktan sonra o görevden istifa edip ayrıldı. Sebebini de söylemedi. Sanıyorum ki kendisine baskı yapıldı.
M.B.K. çalışmaları sırasında Komite Sekreteri Orhan Erkanlı ile İstanbul’da buluştuk ve Refik Tulga’yı ziyarete gittik. Tam biz içeriye gireceğimiz sırada Vali Refik Tulga’da dışarıya çıkıyordu. Bizi kapıda görünce içeriye buyur etti. Girmedik. Ben kendisine sordum:
— Paşam nereye?
Uğur cevap verdi:
— Efendim, Ali Fuat Başgil denen adam evine oturmuş Anayasa taslağı hazırlıyormuş. Bu hareketinin suç teşkil edip etmediğini Sıddık Sami Onar, Hıfzı Veldet Velidedeoğlu ve Hüseyin Nail Kubalı hocalara sormaya gidecektim.
Erkanlı’ya döndüm:
— Bizde çoktan beri hocalarımızı ziyaret edemedik, fırsatı değerlendirelim. Paşamla biz de gidelim.
Vali Refik Tulga, Orhan Erkanlı ile beraber üç kişi üniversiteye geldik. Sayın hocalar bir salonda bekliyorlarmış. Vali, Paşa Sıddık Sami’ye sordu:
— Efendim Ali Fuat Başgil denen adam evinde bir Anayasa taslağı hazırlıyormuş. Oysa Anayasa Komisyonu olarak bir heyet oluşturulmuş olup çalışmalarına devam etmektedir. Bu durumda Ali Fuat Başgil’in bu tutumu suç teşkil eder mi, etmez mi? Sizlerin bu husustaki yüksek mütealanızı almaya geldim.
Sıddık Sami Onar cevap verdi:
— Ali Fuat Başgil’in böyle bir çalışması yanlıştır.
Söz aldım ve Sıddık Sami Onar’a sordum:
— Ali Fuat Başgil Hoca Anayasa taslağı üzerinde değilde tarımla ilgili bir kanun taslağı üzerinde çalışsaydı mütealanız ne olurdu?
Prof. Sıddık Sami Onar şu cevabı verdi:
— Efendim Anayasa taslağı ayrı, tarımla ilgili kanun taslağı ayrıdır.
“Hocam sorumu değiştiriyorum” dedim ve devam ettim:
— Bu Anayasa taslağını hazırlayan şahıs Prof. Ali Fuat Başgil olmasaydı da Aksaray’da bir berber çırağı olsaydı mütealanız ne olurdu?
Hoca sustu sözü Hıfzı Veldet Velidedeoğlu aldı:
— Efendim Anayasa’yı hazırlayan bir Heyet-i Ali varken bir şahsın evinde Anayasa’yı hazırlaması fitneye sebep olur, suç teşkil eder.
Ben cevap vermek üzereyken Prof. Hüseyin Nail Kubalı söze girdi:
— Ben Ahmet Er Bey’in mütealasına iştirak ediyorum. Böyle bir çalışma ne fitne ne de bir suçtur.
Böylece mesele çözüme kavuştu. Ali Fuat Başgil hocayı tutuklama niyetleri akim kaldı. Bu minval üzere üniversiteden ayrıldık.
27 Mayıs 1960 İhtillali’nin ilk aylarıydı. Bir gün İstanbul Merkez Komutanı General Faruk Güventürk’ü nezaket ziyareti için Merkez Komutanlığı’na gittim. Komutanlık makamına girdiğim zaman şu durumla karşılaştım. General masasının başında ve ayakta duruyordu, Milli Birlik Komitesi Üyesi merhum Orhan Erkanlı ayakta idi. Masanın önünde sandalyede merhum Peyami Safa oturuyordu. Paşanın Peyami Safa’ya şunu sorduğunu duydum:
— Siz Çetin Altan için soyalist demişsiniz bunu hangi hakla ve hangi delile dayanarak söyleyebiliyorsunuz?
Merhum Peyami Safa’nın verdiği cevabıda hatırlıyorum:
— Evet Çetin Altan sosyalisttir. Ben delilsiz konuşmam.
Paşa başka bir soru sordu:
— Bu memlekette milliyetçi yalnız siz misiniz?
Bu soruya merhum Peyami Safa’nın cevabı şu oldu:
— Hayır benim aziz milletimin her ferdi milliyetçidir.
Bu arada müdahele ettim ve söze karıştım:
— Muhterem paşam bir sorgulama halindesiniz görüyorum. Fakat Çetin Altan’ı burada göremiyorum. İhtilaflar taraflar dinlenerek çözülür, müsaade ederseniz bu muhterem hocamla biraz görüşmek istiyorum.
Müsaade aldım. Merhum Peyami Safa ile bir odaya girdik. “Hocam müsaadenizle elinizi öpebilir miyim?” dedim ve devam ettim:
— Türk Gençliği’ni aydınlatan kişiliğiniz ve yazılarınızdan sizi tanıyoruz. Allah razı olsun. Sizi müsaade ederseniz evinize uğurlayayım, yorulmuşsunuz.
Beraberce Merkez Komutanlığı’ndan çıktık bir taksiye bindirerek evine uğurladım. Olayın birinci bölümü budur.
İkinci bölüme gelince, 13 Kasım 1960’da yurt dışına Devlet Müşaviri olarak görevlendirildik. Esasında bir devlet görevi değil, sürgün cezasıydı. Bu husus Milli Birlik Komitesi Üyeleri arasında çıkan bir ihtilafın sonucuydu. 14’ler olarak 1962 senesi Kasım ayında Türkiye’ye döndük. Çok sevdiğim, kişiliklerine daima sevgi, hürmet duyduğum Prof. Dr. Süleyman Yalçın ve Merhum Prof. Dr. Ayhan Songar’ı ziyarete gittim. Yanlarında sevdiğim diğer bazı dostlarım da vardı. İki yıldan sonra birbirimize kavuşmanın verdiği heyecanla kucaklaştık. Sohbetimiz esnasında merhum Prof. Dr. Ayhan Songar, “Ahmet” dedi ve devam etti:
— Hepimizin senden bir ricası var. Biz iki yıldan beri orduda orta boylu, bıyıklı, esmer bir jandarma yüzbaşısı arıyoruz. Olsa olsa bize sen yardımcı olursun.
Rahmetli Peyami Safa hoca bir gün bize geldi ve şöyle bir vaka anlattı:
— Bir gün evime geldiler ve beni Harbiye’de ki Merkez Komutanlığı’na götürdüler. Komutan mevkiindeki general bana şunları söyledi: “Sen Çetin Altan için sosyalist demişsin. Senin senetsiz, delilsiz başkalarına iftira etmeğe hakkın var mıdır?” Ben soruları cevaplarken odaya bir yüzbaşı girdi ve konuşmaları dinlemeye başladı. Bir ara söz arasına girerek generale şöyle seslendi: “Paşam ihtilaflar taraflar dinlenerek çözülür” dedi ve paşadan izin alarak beni boş bir odaya davet etti. Bana iltifatta bulunarak elimi öptü ve beni Merkez Komutanlığı’nın arka bahçesinden yola kadar gelerek bir taksi çağırdı ve beni evime uğurladı. Ben bu subayın adını, adresini dalgınlığım sebebiyle alamadım. Yalnız size tarif ediyorum. Orta boylu, esmer, bıyıklı, rütbesi yüzbaşı sınıfı da jandarma idi. Ama kimdi bilmiyorum. Hepinizden rica ediyorum bu subayın kim olduğunu araştırarak onunla arkadaş olun. Size büyük tavsiyemdir. Şayet ben bu arada ölürsem bu tavsiyem size vasiyetimdir. dedi. Merhum Peyami hocamızın tarif ettiği bu subay kim olabilir? Siz o dönemde Milli Birlik Komitesi Üyesi idiniz. Bu subayı bulmakta bize yardımcı olunuz…
Ve ben kendilerine sordum:
— Bu subayı bulursanız ne yapacaksınız?
Hazır olanların hepsi aynı cevabı verdi:
— Biz onunla arkadaş ve kardeş olcağız.
Ayağa kalktım hafif bir tebessümle hepsine şunu söyledim:
— Siz o subayla çoktan arkadaş ve kardeşsiniz.
Hepimiz hislenerek birbirimizle kucaklaştık.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: Content is protected !!