Yaşam

Ve Çimkent

Ve Çimkent
Çimkent’e yaklaşırken önce Çimkentlilerin “daçaları” görünür. Daça, apartman hayatından bunalan insanların baharla birlikte kaçmaya başladıkları, toprakla, ağaçla, çiçekle haşır neşir oldukları mekanlardır. Hemen her Sovyet şehrinin civarında böyle yerlere rastlamak mümkündür. Genellikle herkesin beş yüzer metre kare yeri vardır buralarda. Altmış ila yetmiş metrekaresine mütevazı evler yapılmış, kalan alan bahçeye ayrılmıştır. Tabi hali vakti yerinde olanların daçaları, güçleri ile mütenasip birer villa şeklindedir. Fakir, zengin hemen her daçanın ortak özelliği ise bahçenin bir kenarına yapılmış saunalardır. Sovyetlerin her yerinde insanlar saunaya girmeyi çok seviyorlar. Hatta saunalar yüzünden daçalar kışın da kullanılan yerler haline geliyor.
Çimkent çok eski bir Türk şehri olmasına rağmen şehrin içinde bununla ilgili intiba almak hiç mümkün değildir. 13. Asır Karahanlılar döneminden kalma camii gibi birkaç tarihi eser de ancak meraklılarının aramakla bulabilecekleri yerlerdir. Buraya ortalama bir Sovyet şehri havası hakimdir. Büyük ve hiçbir mimari özelliği olmayan apartman bloklarının arasında yürürken geniş caddeleri ve merkeze yerleştirilmiş parklarıyla nispeten rahatlık kazanır şehir.
Yol boyunca Abay Mirza bizlere Kazıkurt’un kutsallığını anlatıyordu. O tatlı Kazakçası ile “Khasiyetli Tav” diyordu. Çok önemli özellikleri var bu dağın diye anlatıyordu. Gün akşama yakındı. Ali Ağabeyle geceyi Çimkent’te geçirmeyi konuşuyorduk. Bu fikrimizi Abay Mirza’ya açtık. Fakat onun kararlılığı ve kendine aşırı güvenli tarzı karşısında ısrarcı olamadık. Doğrusu bizleri bir tedirginlik kaplamaya başlamıştı. Bu Derviş tipli Kazak’ın peşinden gidiyorduk, istikametimiz nihayet bir dağdı. Nerede kalınır orada, nerde yatar nerde kalkarız! Abay Mirzanın bahsettiği yerler gerçekten kalınabilecek yerler miydi? Yoksa Kazıkurt sevdasını biraz abartmış mıydık?
Çimkent çıkışında terk edilmiş gibi duran devasa fabrikanın görüntüsü de tedirginliğimizi arttırmıştı sanki. Burası eskiden beş bin işçinin çalıştığı bir gübre fabrikasıydı. Yüksek bacaları ve devasa görünümüyle yolumuzun kenarında duruyordu. Bir süre kapalı kalmış, şu günlerde ise çok düşük kapasite ile çalışıyordu. Amerikan filmlerindeki mafya hesaplaşmalarının yapıldığı mekanları andırıyordu. Artık yollar da bozulmuştu. Her an bir çukur veya asfaltın üzerine oturmuş tümsekler karşımıza çıkabilirdi. Yolların bozukluğu süratimizi düşürüyordu. Çimkent’in ana asfaltından çıkmış ara yollara sapmıştık. Güneş iyice alçalmış, havanın kararması yaklaşmıştı. Çimkent’te kalmayı konuşmuyorduk ama ikimizin aklını hiç terk etmeyen düşünce de “niye geceyi Çimkent’te geçirmediğimizdi.”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: Content is protected !!