1960 İhtilal Gecesi
İHTİLAL GECESİ
İhtilal gecesi yani 26 Mayıs 1960 günü örgüt subayları ve ihtilalde görev alacak birlik komutanları Istanbul Üniversitesi bahçesinde toplandık. Görev bölümünü Kur. Bnb. Ahmet Yıldız yapıyordu. O gece hatırlayabildiğim isimler şunlardı: Numan Esin, Muzaffer Özdağ, Mucip Ataklı, Ahmet Yıldız, Orhan Erkanlı. Benim görevim İstanbul Radyoevini teslim almaktı. Ahmet Yıldız görev bölümü ve kuvvet tahsisi yapıyordu. “Görevinizi yapabilmek için ne kadar birliğiniz var diye sordu?”
Cevap verdim:
— Görevi ifa edecek kadar bir güce sahibim.
Oysa ben radyoevine bir onbaşı bir de erle gidiyordum. Bir tank da beni destekleyecekti. Diğer birliklere de görev yerleri bildirildi. Gece yarısından sonra hareket başladı. Bir onbaşı bir erle beraber Orhan Erkanlı’nın cipindeydik. Arkamızdan tank taburu bizi takip ediyordu. Programa göre ben onbaşı ve erle radyoevi önünde cipten inecektim. Cip radyoevinin önüne geldi. Onbaşı, er ve ben cipten atlayarak radyoevinin kapısına geldik. Tanklar yolda arıza yaptığı için beni destekleyecek tank gelemedi. Radyo evinin arkasında ve köşelerde nöbetçi erler vardı. Belediye otobüsünün içinde de elli kişiye yakın silahlı er vardı Bu radyoevinin güvenliğini sağlayan birlik giriş kapısındaki iki nöbetçiye şu emri verdim:
— Radyoevi’nin güvenliği bizim birliğimize teslim edilmiştir. Siz de yerlerinize marş marş!..
Otobüsteki erlere de aynı emri verdim, silahlarındaki mekanizmaları çıkararak bir çantada topladım. Kapıya diktiğim onbaşı ile ere de kimseyi içeriye sokmayın, içerden de kimsenin dışarıya çıkmasına müsaade etmeyin. Radyoevinin içine girerek daha önceki günlerde nöbetçi olduğunu tespit ettiğim binbaşı Ramazan’ı buldum. Yatıyordu yatağından kaldırdım:
— Binbaşım Türk Silahlı Kuvvetleri idareye el koymuştur. Siz de silahınızı kuşanın ve beni takip edin.
Kendisiyle kucaklaştık ben radyoevinin önüne çıktım. Daha önce kararlaştırdığımız işareti verdim. Bu işareti alan teknik subaylar radyoevine koşarak geldiler. Bunların sayısı on onbeş kişi kadar vardı. Bunlar radyo ile ilgili teknik işlemleri yerine getirmeye başladılar.
Bu arada bir topçu yüzbaşı ile radyoevinde görevli bir kızın koridorda tartıştığını gördüm. Yüzbaşı bu kıza hakaretamiz sözler sarfediyor, bağırıyordu. Yanına yaklaştım, kolundan tutup fırlattım ve sonra emrettim:
— Olduğun yerde kal!…
Kıza döndüm:
— Bu yüzbaşının yaptığı kabalıktan ötürü sizden özür diliyorum. Kusura bakmayın..
Yüzbaşı’ya döndüm:
— Radyoevindeki çalışmalarda lütfen yardımcı olunuz. İnsanlara kötü muamele ederseniz, sövüp sayarsanız birlik ve beraberliği huzur ve güveni nasıl sağlarsınız?
O an Radyoevi’nde rütbem yüzbaşı olmasına rağmen en yetkili insan bendim bütün yetkiler bendeydi. İstanbul Radyoevi çalışır hale geldi. Plana göre müstakil yayın yapmayacaktı Ankara’ya bağlanacaktı. Ankara’dan da ses seda yoktu. Arkadaşlar endişelendiler. Ankara’ya kuvvet kaydırılmasını teklif ettiler. Derken Ankara Radyoevi’nden ilk mesaj verilmeye başlandı. Mesajı veren Alpaslan Türkeş’ti. İstanbul Radyosu’da Ankara Radyosu’yla bağlantıyı sağladı. Bu işler tamamlandıktan sonra Zeytinburnu’ndaki birliğime döndüm.
Merkez Karakol Komutanı Kıdemli Başçavuş Ali Eroğlu odama geldi:
— Komutanım vatandaşlar dışarıda bekliyor sizi tebrik etmek istiyorlar.
Odamdan perdeyi aralayıp dışarıya baktım. Vatandaşları elektrik ışığı altında fark edebiliyordum; hepsi CHP’lilerdi… DP’den tek kişi yoktu. Başçavuşa emir verdim:
— Vatandaşlara söyle beklesinler. Sen de dört beş devriye hazırla, yalnız silahlarını almasınlar sadece palaskalarını kuşansınlar hepsi o kadar.
Bu devriyeleri DP’nin ocak, bucak ve ilçe başkanlarını ve idare heyeti üyelerini, ilçe jandarma komutanlığına davet etmek için gönderecektim. İhtilal içinde göreve gönderdiğim bu askerleri neden silahtan tecrit ediyordum? Çünkü çağırmaya gittikleri D.P’li üyeler kapılarında teçhizatlı asker gördüklerinde korkabilirlerdi. Devriyelere D.P’lileri çağırmak üzere görevlerini bildirerek askerlerin gidecekleri adresleri biliyorlardı. Onlara şu emri vermiştim:
— Gittiğiniz şahsın kapısını çalacaksınız ve şunu bildireceksiniz: “Türk Silahlı Kuvvetleri idareye el koymuştur. Komutanım görevin başındadır ve sizleri davet etmektedir. Gelmek mecburiyetinde değilsiniz, gelirseniz memnun olacaktır sizlere selam ve muhabbetlerini bildirdi.” Bunu söyledikten sonra da beklemeden geri döneceksiniz. Kapıyı yumuşak şekilde çalacaksınız.
Her devriye erine üçer defa kapı çalma talimi yaptırdım. Biraz daha yumuşak, biraz daha işte öyle .
Bu kapı çalma talimini niçin yaptırıyordum? Davet ettiğimiz kimseler korkmasınlar ürkmesinler diye. Sayın okuyucularım hangi ihtilal tarihinde komutanlar askerlerini silahtan tecrit ederek göreve göndermişlerdir ve askerlerini göreve giderken kapı çalma talimi yaptırmışlardır. Hiçbir ihtilalde bu inceliğe dikkat edildiğini tahmin etmiyorum. Hareketimizin tamamen saygıya, sevgiye, birliğe, beraberliğe ,kardeşliğe dayandığını bu hareketlerimiz ispatlamaktadır. Az sonra DP’nin ocak, bucak ve ilçe başkanları geldiler. Topluluk şimdi karma bir topluluk haline gelmişti. Başçavuşu çağırdım:
— Dışarıda bekleyen vatandaşların hepsini salona al ve bana haber ver…
Vatandaşlar salondaki yerlerini almışlar beni bekliyorlardı. Başçavuş toplantının hazır olduğunu haber verdi. Salona girdim ayağa kalktılar, selam verdim ve “Buyurun oturun” dedim. CHP’liler ön sıralara oturmuşlardı. Aşırı sevinç içindeydiler şımarıklık çehrelerinden okunuyordu. DP’liler arka sıralarda oturmuşlardı başları öne eğikti ve ağlamaklı idiler. “Arkadaşlar” dedim ve devam etti:
— Tebriğinizi kabul edebilmem için iki yanlışı düzeltmenizi rica ediyorum. C.H.P.’li vatandaşlarım ön sıralarda aşırı sevinç içinde D.P.’li vatandaşlarımız arka sıralarda üzgün ve ağlamaklı durumda ve başları eğik. Bu hareket bir kısım vatandaşlarımızın şımarması, diğer bir kısım vatandaşlarımızın ağlaması için yapılmamıştır. Lütfen bu hatalı durumu düzeltmenizi rica ediyorum.
Vatandaşlar birbirleriyle karıştılar. Halk Partililer D.P.’liler yanyana oturdular. Bir kısmının yüzündeki şımarıklık bir kısmının çehresindeki ağlamaklı durum gitti. Fakat gayretime rağmen o çehreler arasındaki fark tamamen giderilemedi. Bundan sonra tebrik için gelen topluluğa 27 Mayıs’ın niyet ve hedeflerini kendilerine izah ettim. Ülkede yapmak istediğimiz işleri tamamladıktan sonra demokrasiye döneceğimizi ve kışlaya çekileceğimizi kendilerine izah ettim. Bu konuşmalarımızın sonunda ağlamaklı olanların çehresinde neşe, şımarık olanların çehresinde ciddiyeti okudum.
Birliğimde bu tebrikleri kabul ettikten sonra diğer hizmetlere yöneldim. Vilayet Jandarma Komutanlığı içinden daha önce ismini tespit ettiğimiz Jnd. Bnb. Ekrem Derinçay’ı Eyüp’te ki evinden aldım. Vilayet Jandarma Komutanlığı’na getirdim ve kendisine Vilayet Jandarma Komutanlığı görevini tebliğ ettim. Kendisi emin bir insan, dürüst bir subaydı. Sabahleyin Vilayet Jandarma Komutanı Faik Evranasoğlu geldi. Kendi makamının işgal edilmiş olduğunu gördü. Kendisine Türk Silahlı Kuvvetleri’nin idareye el koymuş olduğunu bu münasebetle Vilayet Jandarma Komutanlığı görevinin Bnb. Ekrem Derinçay’a verilmiş olduğunu kendisinin de izinli sayıldığını bildirdim.
Ben ihtilalin ilk günü İstanbul Emniyet Müdürlüğü Yardımcılığı, ertesi günde İstanbul Vali Muavinliği görevini yüklendim. İstanbul Valiliği’ne de Tuğgeneral Refik Tulga getirilmişti. İhtilalin ilk günü iktidar mensupları aranıyor ve tutuklanıyorlardı. Ben de vilayete davet etmek üzere Mükerrem Sarol’un adresine gittim. Yanımda Kd. Başçavuş Ali Sadi Dolaş ile iki er vardı. Mikerrem Bey’in evi Dolmabahçe yolu üzerinde Alman Konsolosluğu’na yakın bir yerde idi. Kapının ziline bastık, kapı açıldı. Üç beş kişilik bir hanım grubu bizi karşıladı. Mükerrem Bey’in evde olup olmadığını sordum. Mükerrem Bey arka planda göründü. “Buyrun, buradayım.” dedi. Ses tonuna dikkat ederek kendisine nazikane bir şekilde şöyle hitap ettim:
— Mükerrem Bey, Türk Silahlı Kuvvetleri idareye el koymuştur. Zatı alinizi vilayete davet görevi bize verilmiştir. Rica ediyorum.
Kendisi üzgün ve sıkıntılıydı. Yüksek sesle bağırarak; “Peki peki geliyorum.” dedi. Evden ayrılacağımız sırada hanımlara döndüm ve dedim ki:
— Efendim Mükerrem Bey hukukun teminatı altındadır. Yiyecek, giyecek için muayyen gün ve saatlerde görüşmeniz için sizlere imkan sağlanacaktır.
Artık tam merdivenlerden iniyorduk o önde biz arkada idik, Başçavuş Ali Sadi Dolaş elindeki sten marka tabancayı havaya kaldırarak dipçiği ile Mükerrem Bey’in sırtına vurmaya davrandı. Kendisine işaret ettim, yapmamasını istedim. Başçavuş Ali Sadi Dolaş böyle bir harekete neden teşebbüs ettiğini bana sonradan açıkladı:
— Komutanım, siz kendisini vilayete en nazik bir şekilde davet ettiniz; fakat o size son derece sert bir şekilde cevap verdi. Onun için kızdım. Bu başçavuş yurt dışı sürgün hayatımda Libya’ya bana bir mektup göndermişti. Mektubunda bu olayı hatırlatıyor ve “Komutanım Mükerrem Sarol Bey’e vurmak istediğimde bunu engellediniz. Şimdi daha soğukkanlı düşünüyorum ve size teşekkür ediyorum. O hareketinizle beni bir günah işlemekten de uzaklaştırdınız. Benim hayatta kardeşim yoktur. Size bundan sonra ‘komutanım’ yerine ‘ağabey’ diye hitap edebilir miyim? Lütfen beni kardeşliğe kabul ederseniz; bu benim için büyük bahtiyarlık olur.” Diyordu…
Mükerrem Sarol Bey’le merdivenlerden indik yola çıktık. Ve bizi getiren askeri araca bindik. Hareket etmek üzereydik tam o sırada arkamızdan bir askeri araç süratle bize yaklaştı ve önümüze geçip durdu. İçinden üç Kurmay Binbaşı arabadan indi ve bize yaklaştı. Biz de arabadan indik. İçlerinden biri bana sordu:
— Bu adam kim?
Cevap verdim:
— Mükerrem Sarol beyefendidir.
Aynı subay:
— Bu herifi biz alacağız.
“Mükerrem Bey’i vilayete davet görevi bize verildi” dedim ise de ısrar ediyor “Bu herifi biz alacağız” diyorlardı. Baktım ki iş kavgaya doğru gidiyor. “Peki buyrun alın” dedim. Mükerrem Bey bizim arabadan indi. Kolundan tutarak kendi arabalarına götürdüler ve “Geç ulan” diyerek arabaya bindirdiler. Kendileri de arabaya binerek Dolmabahçe’ye doğru uzaklaşıp gittiler.
Bu manzarayı üzüntü ile seyrettikten sonra “Doğmadan önce ölen çocuk” diye seslendim ve sonra yanımdakilere dönerek emir verdim:
— Haydi çocuklar arabaya.
Burada yine Ümit Özdağ’ı anıyorum. Bu olayda iki grup ve iki ayrı anlayış var. Bunun hangisine 27 Mayıs diyeceksiniz? Takdirini ve yorumunu sayın okuyucularıma bırakıyorum.
Ertesi gün, yani ihtilalin ikinci günü Vali Refik Tulga’nın odasındaydık. İçeriye Numan Esin girdi. Benimle görüşeceğini bildirerek validen izin istedi. Numan’la dışarıya çıktık. Derhal Ankara’ya gitmemiz gerektiğini ifade etti. Ankara’da ihtilalle hiçbir ilişiği olmadığı halde bazı subayların Orgeneral Cemal Gürsel’le Genel Kurmay Başkanlığı’nda toplantı yapmak istediklerini Alb. Türkeş’in, İrfan Solmazer’in bunu engellediklerini ve Orgeneral Gürsel’i Başbakanlığa getirerek çalışmaya başladıklarını, ihtilale katılan subayların dışında diğerlerinin binaya sokulmadıklarını ifade etti. Numan Esin’le derhal Ankara’ya hareket ettik ve Başbakanlık’taki çalışmalara katıldık. İhtilalin ilk günlerinde Başbakanlık’taki çalışmalara elli civarında subay katılıyordu. Bir gün bir teklif sunuldu: “Bu kadar kalabalığa lüzum yoktur. İçimizden bir grup subay seçelim. Bu seçeceğimiz subaylar devleti yönetecek olan kadroyu mevcut sayıyı daha aşağıya çekerek tespit etsinler.”
Aramızdan dokuz subayı seçtik. Bunlar arasında hatırlayabildiklerim şunlardır: Alb. Sami Küçük, Alb. Orhan Kabibay, Bnb. Orhan Erkanlı, Alb. Alpaslan Türkeş, Yzb. Numan Esin, Yzb. Muzaffer Özdağ, Bnb. Ahmet Yıldız.
Bu dokuz kişilik ayrılan komisyonun kararı kesin olacaktı. Bu dokuz kişilik grup bir odaya girdiler. Elli kişiyi aşkın subaylar arasında bir değerlendirme yaptılar. Toplantıdan çıktılar, listeyi okudular. Bu listede 38 kişilik isim yer alıyordu. Bu 38 kişinin ismi Milli Birlik Komitesi Üyesi olarak ilan edildi. Listede yer almayan diğer subaylar birliklerine döndüler veya istifa ettiler. Bunların kim olduklarını tek tek bilemiyorum. Orduda kalıpta bilahare Orgenerallikten emekli olan Mithat Ceylan bunlardandı.