31 Mart Vak’ası’ndan Sonra İngilizlerin Politika Değişikliği
31 Mart Vak’ası’ndan Sonra İngilizlerin Politika Değişikliği
Türk-İngiliz dostluğuna gelince bu da Kâmil Paşa’nın sukutiyle soğuyu vermişti. Esasen İngiliz diplomatlarının ve bilhassa İstanbul’daki İngiliz Sefiri’nin Kamil Paşa ile olan dostluklarını lüzumundan fazla meydana vurmaları Kamil Paşa’nın aleyhine olmak üzere gittikçe şüpheyi davet ediyordu. Kamil Paşa’nın sukut etmesi İngiliz politikasının bir hezimeti suretinde telakki edildi. Çünkü İngiliz politikasını munhasıran Kamil Paşa temsil ediyordu. Bir de İngilizleri 31 Mart Hadisesi’ni müteakip Abdülhamid’in tarafını iltizam etmeleri İttihat ve Terakki erkanını İngilizlerden tamamiyle uzaklaştırmıştı. İngilizlere karşı hasıl olan şüphe o kadar ileri vardırılmıştı, 31 Mart Hadisesi’ne iştirak eden asilerin üzerinde bulunan paraların İngiliz Hükümeti tarafından verildiği bile iddia olunmuştu. Çünkü deniliyordu, Hindistan’da vesair müstemlekelerinde İslâm tebaaya malik olan İngiliz, Abdülhamid’i Halife olarak nüfuzu altında bulundurmak istiyor.
İttihat ve Terakki, İngilizler hakkında böyle düşünürken diplomatları da Genç Türkleri başka bir surette tahlile diyorlardı. İngilizler, Genç Türkler hakkındaki düşüncelerinde yanıldıklarını söylüyorlardı. Meşrutiyet’in ilanını takip eden günlerde İngilizler, İttihat ve Terakki ricali tarafından neşredilen hürriyet beyannamelerine, demokrasi fikirlerine hayran kalmışlardı. İttihat ve Terakki bütün kelimelerinin Osmanlı unsurlarına şamil olduğunu hepsinin ittihadına, hepsinin terakkisine birden çalışacağını, Genç Türklerin, Nasyonalizm ve Pan-İslâmizm fikirlerinden azade olduklarını zannetmişlerdi. Mısır’da ve Hindistan’da milyonlarca İslâm tebaaya malik olduklarından, Abdülhamid tarafından takip edilen, Pan-İslâmizm fikrinin ortadan kalkmış olmasına sevinmişlerdi. Halbuki İttihat ve Terakki’nin Abdülhamid’ten ziyade ve İslâm ittihadı taraftarı olduğu ve üstelik bir de fazla milliyetperverlik gördüğü görülünce İngilizler güya çok fena bir inkisar-ı hayale uğramışlardı. Böyle bir iddianın doğru olduğunu kabul etmek için İngilizlerin, Meşrutiyet’i müteakip Türkiye’yi taksim etmek fikrinden tamamiyle vazgeçmiş olduklarına inanmak lazımdır!
Fakat her ne hal ise Türk-İngiliz dostluğu, 31 Mart hadiselerini müteakip suya düştükten sonra İngiliz politikası da, İttihat ve Terakki’nin başına bela kesilmişti. İngilizler siyasi maksatlardan ziyade Türkiye’de iktisadi gayeler takip ediyor gibi görünüyorlardı. Halbuki bu iktisadi gayeler de Türkiye’de İngiliz politikasına karşı hissedilen itimatsızlığı gittikçe artırıyordu. İngiliz inşaat-ı bahriye tezgahları hiçbir kar getirmeyen Marmara havzasında vapur işletme imtiyazını alıyorlar, bu imtiyazları Suriye ve Kızıldeniz sularına kadar uzatıyorlar, Makedonya’ya Arnavutluk’a ve Irak’a giden deniz yollarını ellerine geçirmeğe çalışıyorlardı. Bu yollar Osmanlı Devleti’nde isyan çıkabilecek olan sahalara giden askeri nakliyata mahsus yollardı. Aynı zamanlara İngilizler, Fırat ve Dicle nehirlerinde de vapur işletme imtiyazının kendilerine verilmesine tehditler yaparak istiyorlardı. Esasen bütün İngiliz projeleri Irak’ta temerküz ediyordu. Ortaya Mühendis Wilcooks çıkarak, birtakım yanlış tetkik edilmiş hatlar inşası ve Irak’ın irva ve iskasını üzerine almak istiyordu. Irak’a Hindistan’dan muhacir getirilmesi arzu olunuyordu.
“İngilizler tarafından sarfedilen bu mesai herşeyden evvel Almanların Bağdat hattı imtiyazına karşı alınmak istenilen tedbirlerden ibaretti. Fakat Türkiye ricali, bu noktayı ikinci derecede telakki ederek İngilizlerin evvelce Mısır’da, Aden’de ve Kuveyt’te takip ettikleri gayeleri şimdi Irak’ta da tatbike kalkıştıklarını kabul ediyorlardı. Doğru veya yanlış olan bu telakki yüzünden gazeteler şiddetli neşriyat yapıyorlar. Fırat ve Dicle vapurlarında çalışan İngiliz gemicilerinin Arap kabilelerini isyana teşvik ettiklerini ilan ediyorlar ve İstanbul Meclis-i Mebusan’ın da bazı mebuslar hep İngilizlerin fasit niyetlerine karşı kıyamet koparıyorlardı. Fırat ve Dicle imtiyazları hakkında Babıali tarafından mutedil bir lisanda hazırlanan cevap bu kıyameti teskin etmeğe kafi değildi. Bununla beraber İngiliz dostluğu zail olduğu halde İstanbul’daki İngiliz nüfuzu azalmamıştı. Umumi harpten sonra neşredilen diplomasi vesikalarından birinde bu hususun korkudan ileri geldiği iddia olunarak deniliyordu ki:”Türkiye bugün İngilizlerden korktuğu kadar Rusya’dan bile hiçbir zaman korkmamıştı.”
Bu korku, Fransa ve Rusya Devletlerinin, yüksek vaatlere rağmen, ciddi ihtilaflarda Babıali’ye müzaheret etmelerinden dolayı artıyordu. Mesela Girit meselesi bu hususta acı tecrübeler vermişti. Babıali’nin şiddetli protestoları büyük devletlerin hiçbirisi tarafından nazar-ı dikkate alınmamıştı. Bilakis devletler Meşrutiyet’in ilanından tam bir sene sonra, Girit’teki askerlerini çekeceklerini resmen ilan etmişlerdi. 1909 senesi nihayetine Türk-Yunan zıddiyeti çok gerginleştiği zaman; Fransa, Başvekili Clemanseau’nun Yunan taraftarlığından mahirane bir surette sıyrılarak İstanbul’da yine Türk dostu olarak meydana çıkmasına muvaffak olmuştu. Onun için İttihat ve Terakki’nin bütün düşmanlığı İngiltere’ye dönmüş oluyordu.