İttihat Ve Terakki

Abdülhamid Trablusgarp’ı Türk Münevverleri İçin Sadece Bir Sürgün Yeri Olarak Görüyordu

Abdülhamid Trablusgarp’ı Türk Münevverleri İçin Sadece Bir Sürgün Yeri Olarak Görüyordu

 

Trablusgarp ve Fizan, Abdülhamid devrinde en berbat menfa yerleri olduğundan oralara birçok ahrar nefyedilmişti. Bunlar gizliden gizliye Paris’teki Cemiyetle yine bilvasıta muhabereye muvaffak oluyorlardı. Menfada bulunanlar sıkı bir nezaret altında bulundurulmakla beraber bazen meçhul bir semte doğru kaçıp kayboluyorlardı. Bir defasında Bahriyeli Sami Efendi, Rusya’lı Hafıs İzmail Efendi Sinop Müftüsü, beş Arnavut ve iki Rum Fizan’daki ateşin menfalarından, tüfekleriyle mücehhez ve kafi miktarda para ile yüklü oldukları halde, kaçmağa muvaffak olmuşlardı. Mahalli hükûmet “tavşana kaç, tazıya tut” kabilinden onları takibe kıyam etmişse de izlerini bile keşfedememişti.

Bir taraftan İtaylanlar Trablusgarb’ı yutmağa hazırlanırlarken ve geceli, gündüzlü bunun için tedarikatla meşgul olurlarken Abdülhamid’in orasını genç, münevver fikirli Türk evlatları için ancak bir menfa yeri diye telakki etmesi ve Trablusgarb’ı müdafaa için hiçbir şey yapmaması işlediği en büyük cinayetlerinden birini teşkil ediyordu. İtalyanlar, Bingazi’de iki erkek, bir kız mektebi açmışlardı. Bir de eczahane tesis etmişler ve doktor göndermişlerdi. Doktor meccanen muayene ediyor, eczahane meccanen ilaç dağıtıyordu. Mekteplerde erkek ve kız çocukları İtalyanca ve Arapça okutuluyordu. Çocukların çoğu tanassur ettiriliyordu. Böyle olduğu halde milyonlara baliğ olan İslam alemi Halife ve Zillullah diye Abdülhamid’e secde ediyordu. İtalyan eczahanesi meccanen ilaç vererek halkın muhabbetini celbederken Bingazi’deki Belediye Eczahanesi müracaat eden fukaraya bir parça müshil ilacı vermek için bin türlü müşkülat çıkarıyordu. İtalyan doktoru fakir hastaları büyük bir memnuniyetle muayene ederken Belediyenin Ermeni doktoru onlara gayet fena muamele ediyor ve geceleri çağrıldığı zaman yerinden bile kımıldamıyordu.

Bütün bu müessif hadiseler acı feryatlar halinde Paris’te Terakki ve İttihat Cemiyeti’ne yazılıyor ve Abdülhamid’in yalnız kendi şahsını düşündüğü, o menfur şahsını korumak için memleketlerimizi birer birer feda edeceği hatırlatılıyor ve buna karşı acil bir karar alınması rica ediliyordu. Bunun üzerine Şûra-yi Ümmet gazetesinde Trablusgarp hakkında bazı makaleler yazılıyordu. Bu neşriyatın bazan tesiri görülüyor ve Bingaziye “Mekke” Vapuru ile on altı bin mavzer tüfeği, muhimmatı ve erzak gönderildiği” vaki oluyordu.

Fakat bu ufak tefek tedbirler Trablus’un günden güne daha büyük bir tehlikeye girmesine mani olamıyordu. İtalyanlar şehirlerin haricindeki araziyi emlak sahiplerinden satın alıyorlardı. Bu esnada Abdülhamid Hükûmeti büyük bir gaflet uykusu içinde bulunuyordu. Bingazi’den bir saat uzakta “Fevhat”nam mahalde İtalyan papazları da faaliyete geçerek zenci çocuklarını okutmağa ve Hristiyanlığa göre yetiştirmeğe başlamışlardı. Çocuklar Hristiyan usullerine göre ibadet ediyorlar ve dualar okuyorlardı da Halife olduğunu iddia eden Padişah’ın adamlarından buna karşı sesini çıkaran bile olmuyordu. Bingazi’de büyük bir şube açan “Banko di Roma” da haneleri ve tarlaları satın alıyordu. Bunların satış muameleleri bittikçe İtalya’dan aileler celbedilerek oralar yerleştiriliyordu.

Trablus’a ait olan bu haberler Şûra-yi Ümmet gazetesinde neşredilmeğe başlayınca Abdülhamid, o haberleri okuyarak onlardan ders almak ve icabına bakmak şöyle dursun, derhal Trablus’un mühim noktalarına itimat ettiği casuslardan birkaç tanesini göndererek o haberlerin kimler tarafından yazıldığını meydana çıkarmağa çalışıyordu. Bingazi’den bu meseleye dair Paris’e gönderilen bir mektupta deniliyordu ki:

“Burada tahkikat yapmak üzere Ebülhüda haininin akrabasından sarıklı ve cüppeli şık bir hafiye Bingazi’ye gönderilmişti ise de, iki ay oturduktan sonra bir şey keşfedemeksizin defolup gitti.”

Böyle bir casus hiçbir iş görmeğe muvaffak olmazsa, hiç olmazsa uydurma bir jurnal ile sadakat göstermekten geri durmuyordu. Böyle bir jurnalın bir çok ailelerin mahvına sebep olacağı o vicdansız hafiyeler tarafından hiç düşünülmüyordu. Casuslardan birisi Trablus’a giden ve Genç Türkler tarafından gönderilen muzir evrakın Bingazi’de oturan Ermeniler tarafından dağıtıldığını Yıldız’a bildirmişti Bu jurnalın Bingazi’de ne neticeler doğurduğu oradan Paris’e yazılan bir mektupta şu suretle anlatılıyordu:

“O gün Trablusgarp’tan İtalyan vapuru ile Mabeyinden Mutasarrıflık makamına şiddetli bir emir geldi. Bunun üzerine bütün Ermeni vatandaşlarımızın dükkanları kapatılarak dükkan sahiplerinin hepsi askeri bir müfrezenin muhafazası altında polis dairesine götürüldü. Ondan sonra Polis Komiseri Kürt Hüseyin Bey yanına bir iki polis alarak Ermenilerin evlerini ve dükkanlarını birer birer muayene etti. Fakat oralarda muzir evrak namına hiçbir şey bulamadı. Bunun üzerine Ermeniler uzun bir sorguya çekildiler ve nihayet serbest bırakıldılar. Bu harekete Bingazi’ye fazla miktarda muzir evrak ithal edilmekte olduğunun yeni gelen iki hafiye tarafından Mabeyne bildirilmesi sebep olmuştur. Şimdi gerek İtalyan postahanesi, gerekse buraya gelen İtalyan vapurları sıkı bir tarassut altında bulundurulmaktadır.

İtalyanlar iyi muamele ve yardımla halkı kazanmağa çalışırlarken Abdülhamid yalnız bu gibi zulümlerle tebaasını kendisinden uzaklaştırmağa çalışmıyor, aynı zamanda Arap kabilelerini de birbirleriyle çarpıştırarak ve onlardan zorla vergi almağa çalışarak onları adeta İtalyanların kolları arasına atıyordu. Onlara karşı tabur tabur asker sevkediliyor ve bu askerler bir çok telefat verdikten sonra hiçbir şey yapmağa muvaffak olamadan geri geliyordu.

Arap kabileleri muntazaman Yunan kaçakçıları vasıtasiyle silah ve cephane tedarik ediyorlardı. Bu kaçakçılığa mani olmak için istibdat idaresinin aldığı tedbirler çok gülünçtü. Bu tedbirler hakkında Paris’e yazılan bir mektupta deniliyordu ki:

“Esleha vesaire kaçakçılığını menetmek üzere bugüne kadar Haliç’te lengerendazı meskenet olan Donanma-yı Hümayun’dan bir torpito buraya geldi. Bunun üzerine buradaki Araplar esleha yüklü Yunan gemilerinin başka bir noktadan kaçak eşyayı sahile çıkarmalarını mektupla Yunanistan’a bildirdiler.

İki seneden beri fırtınadan karaya oturan “Şems” vapuru yerine geçmek üzere bairade-i seniye “Hidayet” istimbotu tersaneye girmişse de hala oradan çıkıp ta buraya gelemedi. Burada karaya oturan “Şems” vapuru iki seneden beri kumlar üzerinde istirahat etmektedir. Her Cuma günü vapura sancak çekilerek temevvüç ettiriliyor!”

Abdülhamid’in casusları, elimizden gitmek üzere olan memleketlerde başka suretle kullanılabilirdi. Mesela Trablus’ta İtalyanların nüfuslarını nasıl tevsi ettikleri gizli teşkilat ile tahkik olunabilirdi. Halbuki istibdat casusları bunu yapacakları yerde faaliyetlerini yalnız Abdülhamid’in şahsını alakadar eden meselelere tahsis ediyorlardı. O esnada memleketin bir kısmı daha elden gitse, ne zararı vardı? Elverir ki müstebit Padişah’ın hayatı korunmuş olsun!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: Content is protected !!