İttihat Ve Terakki

Abdülhamid’e Yeni Bir Suikasd Hazırlığı

Abdülhamid’e Yeni Bir Suikasd Hazırlığı

 

Diran Kelekyan Efendi Dr. Bahaddin Şakir Bey’in Abdülhamid’e karşı yapılacak bomba suikasti için lazım olan paraya tedarik edebileceğini ümit ettiği için o işle meşgul olmakla devam ediyordu. Terakki ve İttihat Cemiyeti faaliyete karar vermiş olduğundan Diran Kelekyan Efendi bu suikast meselesinin de o faaliyet programına dahil olduğunu tahmin ve parasının da hazır bulunduğunu zannediyordu. Onun bu faaliyet meselesindeki son tetkikatının neticesini Dr. Bahaddin Şakir Bey’e yazdığı ve üzerine “gayet mahremane ve nefsinize muhsustur” kaydını ilave ettiği mektubunda şu suretle bildiriliyordu:

“Sigara kutusu hacminde bir kutuyu veyahut bunlardan birkaç adedini Yıldız’a veya Hamidiye Camii’nin münasip yerlerine vazedecek bir adam tedarik edeceksiniz. Bu zat bittabi Müslüman olmalıdır. Yapacağı hizmet, eğer kendisi zaten tanınmış ve emniyeti celbetmiş bir adam ise, tehlikeden tamamile aridir. Çünkü infilak kendisi avdet ettikten çok zaman sonra ve – evvelce arzettiğim üzere -/ telsiz telgraf usulü ile verilecektir.

Bu usul kat’iyyen emindir. Yalnız icap eden aletlerin bir sigara kutusu kadar ufak bir kutuya sığdırılıp sığdırılamayacağı henüz tecrübe edilmemiştir. Sığdırılabilmesi kaviyyen memuldür. Yalnız bu iş için tecrübeler yapmak lazım geliyor ki bu da yüz yirmi, yüz otuz liralık bir masrafa mütevakkıftır.

Demek oluyor ki bu hediyeleri yerine götürüp bırakacak zatı eğer siz bulabilirseniz, düşünecek başka iş kalmayacaktır. Tecrübeler için mesarif-i iptidaiyeyi göze aldırmalı ve ondan sonra da müteaddit kutuları hariçte, mesela, Beşiktaş veya Beyoğlu’nda bulunacak olan bizim adamımızın getireceği aletlerin imal ettirilmesi lazım gelir. Benim hesabıma göre bu iş başa çıkarılıncaya kadar yüz bin frank, belki daha ziyade masraf gidecektir.

Tarafınızdan tedariki lazım gelen şahıs yalnız yukarıda tarif ettiğim vasıtadır ve aletleri yerlerine koymak vazifesile mükelleftir. Diğer cihetler için benim vasıtalarım vardır. Bu vasıtaların gayet ciddi olduğu da ifade ederim. Bu işin bugüne kadar gelebildiği hal, mahza fenni tetkikat için bazan kendi fedakarlıklarımızla yapılan şeyler, bazan da başkalarının himmetinden istifade sayesinde mümkün olabilmiştir. Meydanda para olmazsa, işi bundan daha ziyade ileriye götürmek mümkün değildir.”

Evvelce de yazmış olduğumuz veçhile böyle yüz bin frangı göze alarak sarfedecek bir babayiğit mevcut olmadığından o suikastin yapılması mümkün olamayacağı aşikardı. Ahmet Celalettin Paşa da artık o kadar parayı veremeyecek bir hale gelmişti. Esasen kendisine böyle bir şeyin açılmayacağına şüphe yoktu. Çünkü her teşebbüs ondan gizli olarak yapılıyordu. Diran Kelekyan Efendi, yavaş yavaş iflas etmek üzere olan Ahmet Celalettin Paşa’nın halini Dr. Bahaddin Şakir Bey’e şu suretle anlatıyordu:

“Paşa’nın ahvalini hiç sormayınız. Biz taraftan kumar, bir taraftan borsa oyunu, üçüncü taraftan da israf öyle bir hal husule getirdi ki bundan sonra ıslahı behemehal bir mucizeye mütevakkıftır. Geçenlerde yeni bir istikraz akdettiği halde o da tükenmiş gibidir. Paris’e gelebilmesi pamuk fiyatına bağlıdır. Şimdi borçları hemen seksen bin lirayı buldu. Eğer çiftliği satarsa eline ancak seksen bin lira geçecek ki onun gibi bir zat içn bu da pek ehemmiyetsiz bir şeydir.

Vakıa bundan evvel bahsettiğim altın madeni işi ciddi olup onda büyük ümitler varsa da, henüz bir çok ameliyata, mühendisler göndermeğe, sermayedar bulmağa, elhasıl on, onbeş bin lira masrafla bir buçuk sene sabretmeğe lüzum vardır.

Size para gönderilmesi için bir iki defa söyledim. Vadetti ise de şimdiye kadar asar-ı fiiliyesini göremedim. İşleri istediği gibi gitmediğinden ekseriya konuşulamıyor. Onun için ya doğrudan doğruya yazmanızı, yahut geçen defa ki gibi telgrafla istemenizi düşünüyorum. Eğer bu mektubun muvassalatına kadar parayı alabilirsem telgrafla bildiririm.

İstanbul’da Hüseyin Bey ile refikası hakkında fena haberler dolaşıp duruyor. Bunların ahvali, yazdığınız gibi gittikçe şüpheyi davet ediyor. Bir zaman Ahmet Celalettin Paşa’nın dairesinde vekilharçlık etmiş olan bir Yusuf vardı. O da bilhassa bizlere ait işlerle iştigal etmek üzere casus yazılmış. Elhasıl bu cihetlerle de halimiz tamamile gayrimüSaidtir.

Yusuf İzzettin Efendi sayfiyesine taşınmış, pek rahatmış. Kendi rahatına diyecek yok ama acaba başkalarını da düşünüyor mu? Düşünüyorsa niçin bir meveddet eseri göstermiyor? Düşünmüyorsa, şimdi bize karşı olan şu muamele tuhaf tuhaf mülahazalara meydan açmaz mı? Her ne hal ise bunlar ne sizi, ne de beni ümitsizliğe düşürecek ahvaldendir. Fakat o gibi ahvali bittabi muhakemeden kendimi alamam.”

Ahmet Celalettin Paşa ve Diran Kelekyan Efendi 906 senesi temmuz ve Ağustosunda Paris’te bulunmuşlardı. Diran Kelekyan Efendi’nin orada Dr. Bahaddin Şakir Bey’le neler konuştuğu malum değildir.

Bu müzakerelerin atideki görülecek işlere, Yusuf İzzettin Efendi ile olan münasebata ve Ahmet Celaletin Paşa’nın karanlık istikbaline ait olduğuna şüphe yoktur. Ahmet Celalettin Paşa ise biraz da israf yaptıktan ve altın madeni için tetkikat yapmak üzere bazı Fransız maden mühendisleriyle mukaveleler akdettikten sonra yine Mısır’a dönmüştü. Fkat Paşa, gayet elim bir vaziyette bulunuyordu. Paşa, Mısır’a avdetinde vekili Mösyö Tomson’u azletmişti. Çünkü Paşa’nın gaybubetinde Tomson, yaptığı muameleler yüzünden Paşa’yı on üç bin lira kadar bir zarara sokmuştu. Paşa bundan başak gizlice Amerika pamuğu muamelatına girişmiş ve üç gün zarfında altı bin lira daha kaybetmişti. Avrupa’da iken yaptığı bir kağıt işinde kaybettiği onbirbin lirayı da henüz ödememişti. Diran Kelekyan Efendi diyordu ki:

“Malumualiniz olduğu üzere bu paraların cümlesi çakıltaşı değil, Paşa’nın merhum zevcesi biçare prensesten mevrus İngiliz liralarıdır. Üç seneden beri o canım liralar işte çakıltaşı gibi israf edildi. Nihayet çiftlikte elden çıktı. Bana kalırsa Paşa’nın ancak yirmi bin lira kadar, belki de daha eksik, bir serveti kalmıştır. Altın madeninin kar getirmesi iki seneye mütevakkıf. Paşa ise her gün bir fikir ve bir müşavir değiştiriyor. Paşa, yalnız vekili Tomson’u azletmekle kalmadı, “tedarik-i ıslahiyesini, daha ileri götürerek şimdi ihtiyar Reşit Bey’i de gücendirip istifaya mecbur etti. Daha doğrusu öyle baridane muamelede bulundu ve o kadar bilvasıta haberler gönderdi ki Reşit Bey namusunu kurtarmak için istifaya mecbur oldu. Şimdi daire müdürü Nuri Ahmet Bey’dir. Cenab-ıhak muvaffak eylesin. Fakat iş bu yine müşavirler sırasına geçti. Böyle bir adamla konuşan zatın hususile bizim Ahmet Celalettin Paşa gibi bir sade dil olursa, daha ne belalar göreceğini kolaylıkla takdir edersiniz.

Koskoca Türk milletini ıslah etmeğe kalkışan ve bazı zevat-ı kiramca Mabeyin Müşürlüğü’ne layık görülen Ahmet Celalettin Paşa’nın zati işlerini bu hallere getirdiği nazar-ı dikkate alınırsa, Allah vermesin eğer eline en ufak bir millet kuvveti geçerse o milletin hali ne olacağı kolaylıkla takdir olunur.

Maamafih, bunun böyle olacağını düşünerek bulup çıkarmağa lüzum yoktur. Çünkü Türkiye’nin bugünkü bulunduğu hali Padişah’ın etrafında olan adamlar yaptılar. Hatta Ahmet Celalettin Paşa’nın o cihetle ebedi mes’uliyetler altında olduğunu, velev bazı hürriyetperverlerimiz unutsalar bile, vicdanı umumi hiçbir zaman unutamaz. Paşa Bursa’da son bir altı bin lira zarara düçar olalıdan beri hastadır.”

İşte Diran Kelekyan Efendi ile Dr. Bahaddin Şakir Bey arasında cereyan eden muhabere hep Ahmet Celalettin Paşa, Veliaht Yusuf İzzettin Efendi ve maişet derdi etrafında dönüyordu. Bu meyanda arada sırada, bilhassa kulağı delik olan Diran Kelekyan Efendi tarafından memleket hadiselerini dair bazı kayda şayan haberler de veriliyordu.

Yusuf İzzettin meselesi ile çok alakadar olan Dr. Bahaddin Şakir Bey bir gün Figaro Gazetesi’nde ona dair bir makale görmüş ve bunun kimin tarafından yazıldığını Diran Kelekyan Efendi’ye sormuştu. Bahaddin Bey Paris’te ve Diran Kelekyan Efendi Mısır’da oldukları halde Paris’te çıkan bir makalenin kimin tarafından yazılmış olduğunu Kelekyan Efendi daha doğru olarak tayin edebiliyordu. Mektubunda diyordu ki:

“Yusuf İzzettin Efendi hakkında Figaro’da neşrolunan makalenin muharriri (yahut o makaleyi yazdıran) kanaatime göre Paris Sefiri olduğu şüpheden azadedir. Mithat Paşa davasının mürettiplerinden olduğundan dolayı hürriyet devrinde taht-ı muhakemeye alınması tabii ve zaruri olan bu zat birkaç aydan beri hürriyetperverlerin fırkasına çatmak, daha doğrusu istikbalde kol ve kanat bulmak için bir takım siyasi entrikalara müracaat ediyordu. Bu husus bendenizin keşfiyle değil, bazı diplomasi raporlarile sabittir, siyasi devair-i ecnebiyenin malumat-ı tahtındadır. Böyle cinayetlere bilfiil karışmış adamlara yüz vermek milletin kalbi üzerinde çizmelerle yürümek demektir.

Yusuf İzzettin Efendi’ye bendeniz için bazı şeyler yazmanıza teşekkürler ederim. Fakat bundan sonra bu gibi müracaatlarda bulunmamanızı çok rica ederim. Bundan böyle artık kendisine her müracaatle öyle bir tavrı vardır ki ben okadar yüzsüzlüğü kabul edemem. Böyle sadaka vermekten daha büyük istiğnalarla gönderilen bir parayı beklemek gibidir küçüklüğü de kabul edemem. Badema Efendi ile münasebatımızı iade etmek onun tarafından bir adım atılmasile kabil olabilir. Ben bir adım değil, bir parmak bile ilerleyemem. Her ne kadar onunla aramızda mevki itibarile büyük bir fark varsa da izzet-i nefis mevkiine değil, insanın zati hislerine bağlıdır. Eğer ben para için öyle yüzsüzce her kapıyı çalan bir adam olsaydım şimdi bu halde bulunmazdım.

O esnada Arnavutluk’ta yine bir kıyam olmuş ve Arnavutlar bermutat bazı metalipte Yıldız’a müracaat etmişlerdi. Diran Kelekyan Efendi bu fırsattan bilistifade merkeziyet ve adem-i merkeziyet meselelerini ortaya atarak diyordu ki:

“Arnavutlar bu kıyamlarında Saraya gönderdikleri tekliflerde mekteplerini kendileri idare etmeleri ve Arnavut lisanının tedrisi şartı da mevcut olduğu hakkında mevsuk olarak aldığım malumata nazar-ı dikkatinizi celbederim.

Bunlar Terakki ve İttihat Cemiyeti’nin iddiasına göre İslam ekseriyetine mensup ve merkeziyet taraftarı olacaklardı. Halbuki iş öyle çıkmıyor. Her hangi bir yerde ahali uyanırsa mahalli idare istiyor. Nitekim Erzurumluların son hareketi hakkındaki tafsilatta vilayetin hukuku müdafaa edilmiş olduğunu gösteriyor.

Gerek Rusya Ermenileri arasında, gerekse buradaki Ermenilerde İslamlarla ittifak için ciddi bir meyil vardır. Nitekim son bir ay zarfında bu maksatla Tiflis’te altı gazete tesis edilmesi ve burada bir Cemiyet teşkil olunması buna delalet eder. Bunların hepsi umumi ıslahatı kabul ederler. Fakat bu umumi ıslahat tabirinden bir çok hususi ıslahat manasını çıkarırlar. Umumi ıslahat işte o hususi ıslahatın, adem-i merkeziyetin, neticesi yahut heyet-i mecmuası olacaktır.”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: Content is protected !!