Yaşam

Ağaran Saçlara İnat Gençleşen Yürek

Ağaran Saçlara İnat Gençleşen Yürek

Arabada beş kişiydik: Bir Kazak, bir Kırgız, bir Uygur ve iki Türkiyeli. Bişkek’e gidiyorduk. Bişkek’te Kırgız ve Uygur dostlarımız kalacak diğerleri, Almatı’ya geçecektik.
Türkistan şehrinden ayrılalı epey vakit olmuştu. Özel araçla 8–9 saat süren Türkistan–Bişkek yolculuğunda Türkiyeli Ağabeyimiz, mola vererek yemek yememize müsaade etmiyordu. Bişkek’e varınca Adana kebap yiyecektik.
Kırgız sınırından geçtik. Herhangi bir problemle karşılaşmamıştık. Derken biraz ilerde polis arabamızı durdurdu. Pasaportlarımızı kontrol etti ve Uygur dostumuzla, benim pasaportumda kendince eksiklik buldu. KGB’nin yabancılar şubesi olan ovür’ e gidecektik.
Ovürdeki görevliler meseleyi daha da büyütme niyetinde idiler. Kazak dostumuz da bizimle beraberdi. Diğerleri ovür binasının önünde arabada bekliyorlardı. Üç saate yaklaşan ovür macerasından sonra Türk–Kırgız kardeşliğine istinaden serbest bırakıldık ve hemen Bişkek’ten ayrılma tavsiyesi aldık.
Yarı tavsiye yarı talimat olan ikaza rağmen on bir saattir beklediğimiz Adana kebabımızı yiyecektik. Bir saate yakın kebapçıda verdiğimiz moladan sonra, Kırgız ve Uygur dostlarımızı Bişkek’te bırakarak Almatı’ya doğru yola çıktık.
Bişkek’in Almatı çıkışına yakın bir yerde yol sormak için durmuştuk ki, bir araç hızla gelerek önümüzde durdu. Bize yaklaşan biri, direksiyondaki Kazak dostumuza Amerikan filmlerindeki gibi bir kimlik çıkarıp gösterirken “polis” dedi ve hemen ardından arabamızın arka koltuğuna oturarak öndeki aracı takip etmemizi söyledi. Gece yarısı olmak üzereydi.
Biz, ovürdeki görevlilerin oyununa geldiğimizi düşünüyorduk. Arabamızın plakasını vererek bizi tekrar durdurmuşlardı.
Önümüzde giden araç anayoldan saptı ve eski bir binanın önünde durdu. “İnin” dedi yanımızdaki. İndik. Bana bagajı açmamı söylerken Ağabeyi içeriye doğru aldılar. El çantalarımızdan başka birşeyin bulunmadığı bagajı gösterdikten sonra beni de aynı istikamete götürdüler.
Sağda solda kasa kırıklarının yattığı loş bir koridordan geçerken, “bu nasıl karakol” diye düşüyordum ki, küçük bir odaya girdik. Ellerimi kaldırmamı ve duvara yaslamamı istediler. Burasının polis karakolu olmadığı belliydi ya bu adamlar gerçekten polis miydi? Ben duvara yaslanmış üzerimin aranmasını beklerken Ağabey, adamlara bağırmaya başladı. Üzerimi arayan adamı kenara iterek Ağabeye yaklaştım. Onun üzerini arayan kişi Ağabeyin yanındaki dolarları “ kontrol ederken” bir ikisini çalmaya kalkışmıştı.
İkimiz beraber, bir yandan adamlara çıkışıyor, bir yandan da odadaki “kontrol edilen eşyalarımızı” toplayarak dışarı çıkıyorduk.
Kazak dostumuz arabanın yanındaydı. Onu içeri almamışlardı. Hemen arabayı çalıştırmasını söyleyerek oradan ayrıldık.
Polis kılığındaki mafyadan kurtulmuştuk. Ağabey tekrar yanındaki parayı saydı 100 dolar eksikti. Onu çalarken fark edememiştik. Bir yandan da ucuz atlattığımızı düşünüyorduk.
Arka koltukta oturan Ağabey yorum yapmaya başlamıştı: “Ama Kırgız Devleti bu gibi gruplara mani olmazsa, yabancı sermayenin gelişi yavaşlar. Zaten kendi sermaye birikimi olmayan Kırgızistan’ın kalkınması gecikir. . .”
Dudaklarımda ince bir tebessümle, hemen arkamda oturan Ağabeyi dinliyordum. Nihayet dayanamadım: “Bir günde iki kere canımızı zor kurtardık. Şu mafya bozuntularının yaptıklarından sonra müsaade et de bir–iki saat olsun Kırgızlara kızalım. Sonra yine Kırgızistan’ın nasıl kurtulacağını ve Türk Dünyasını konuşmaya devam ederiz.”
Türkiye Türkçesini gayet iyi anlayan Kazak dostumla birlikte gülmeye başladık. O da biraz durakladıktan sonra gülüşmelere katıldı.
Sinirlerimizin son derece bozuk olduğu o gerilim anında dahi Kırgızları ve Kırgızistan’ın iyiliği için düşünebilen Ağabey, Özer Revanoğlu idi.
Özer Ağabey, ilk gençlik yıllarından itibaren kendini Türklük ve Türk dünyasına adayan örnek bir şahsiyet. İstanbul’da Ötüken Yayınevinin kurulması, pek çok dernek ve dergi faaliyetleri, “Türklük” diyen partinin saflarında aç–susuz mücadeleler, Azerbaycan ve Kırgızistan’da Osmanlı mimarisiyle yapılan iki caminin harçlarına karışan alın terleri. . .
Şimdi altmış yaşı aşan bedeninde dizleri Ağustos ayında dahi üşüyor. Sebebi Bişkek’te Lenin Meydanında kılınan bayram namazı. O günü hatırlayınca gözleri parlıyor Özer Ağabeyin: “On binler meydanı doldurmuştu. Eksi 15–20 derece soğukta, karın buzun üzerinde bayram namazına koşuyordu insanlar. Hem de Lenin heykeli hâlâ meydanda dururken. O ne muhteşem manzaraydı.”
O soğukta dizlerini ne kadar şiddetli üşüttü ise damarlarda oluşan problemden dolayı hâlâ ısınmıyor. Ama o her bayram yaklaşırken “ Ah mümkün olsa da bayram namazını Lenin Meydanında kılsak”diyor.
Son günlerde onun en büyük arzusu “Şabdan Batur”la ilgili bir belgesel kitap yazmak.
Bir gün Bişkek’te tanıştıkları Kırgız Hanım kendisinden ricada bulunur: “Bende bir yazı var; Araplara gösterdim okuyamadılar, İranlılara gösterdim bir şey anlamadılar; bir de siz bakar mısınız?” Elbette der Özer Ağabey.
Her anlatışında hâlâ çok heyecanlanıyor: “ Kadıncağızın getirdiği metine bir baktım ki altında Abdulhamit Hanın tuğrası duruyor. Kadıncağızın getirdiği bir tarihi eserdi, bir padişah fermanı; hem de Anadolu ile Tanrı dağlarını birbirine bağlayan bir ferman”.
“Aile mirası” diyor kadıncağız.
Belgede; Kırgız beylerinden Şaduman Batır övüldükten sonra “hacca giderken bütün Osmanlı topraklarında seyahatinin emniyet içinde geçmesinin temin edilmesi” emrediliyor.
Kırgızların kısaltarak “Şadman Batur” dedikleri Şaduman Batır, hacca giderken İstanbul’ a uğramış, bir medreseye yüklü miktarda bağışlarda bulunmuş, cennet mekan Abdulhamit Han tarafından huzura kabul edilmiş ve bu ferman kendisine verilmiş.
“Benim büyük dedem” diyor kadıncağız Şaduman Batır için.
Özer Ağabeyin aklına hemen “Asya’da Beş Türk” kitabındaki Hüsamettin geliyor. Kırgız Hanım, Şaduman Batırın torunu Hüsamettin için “Babam” diyor.
Türkiye’den Teşkilatı Mahsusadan beş genç Türk subayının da katıldığı Kırgızların en büyük istiklal hareketini servetinin son kurşuna kadar destekleyen Hüsamettin’in kızı, karşısında oturan bu hanım.
Şu günlerde, Özer Ağabeyin en heyecan duyduğu konu, Anadolu ve Tanrı Dağları arasında gidip gelen bu büyük ailenin kitabını yazmak. “İşlerden fırsat bulamıyorum” diye hayıflanıyor.
Saçlar ağarırken yürek nasıl genç kalır! Bunu herkes senden öğrenmeli Ağabey.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: Content is protected !!