Ahmet Rıza Bey’in Paris’ten Dikkate Değer Üç Mektubu
Ahmet Rıza Bey’in Paris’ten Dikkate Değer Üç Mektubu
Selanik ve İstanbul bin türlü gaile içinde çalkalanırken Paris’te kalan eski merkez unutulmuş ve ihmal edilmişti. Sezai Bey gelip, Vaniköyü’nde yalısına yerleşmişti. Doktor Bahaddin Şakir Bey de Selanik’ten İstanbul’a geçmiş ve Heyet-i Mebuse’ye, iltihak etmişti. Paris’te yalnız Ahmet Rıza Bey’le Mısırlı Prens Mehmet Ali Paşa kalmışlardı. Ahmet Rıza Bey’in Paris’ten pek güzel anlattığı için 7, 10 ve 24 Ağustos 1908 tarihli olan üç mektubu sıra ile aşağıya dercediyoruz.
“On bir gün devam eden gayet şiddetli ve hiddetli bir intizardan sonra kartınızı ve mektubunuzu aldım. Müsterih oldum. Selanik’e üç mektup yazmıştım. Vusülünü bildirmiyorsunuz. Sağlam bir adres bulmak nasip olursa mütalealarımı tekrar yazarım. Bahusus diplomasiye ait vereceğim malumat pek mühimdir.
Sezai Bey’e Vaniköy’deki adrese mektup gönderdim, cevap alamadım. Cemiyete gelen mektupları açıyorum. İcap eden muameleyi Nihat Bey’le birlikte yapıyoruz. Lakin namınıza gelen, bahusus Monges Sokağı’na gönderilen mektupları açmadım, ne yapacağım?
Şerif Paşa’yı görmek için Nişantaşı’daki konağına lütfen gidiniz. Reşit Bey’i de orada bulacaksınız. Hiç ruy-i infial göstermemek Cemiyetimiz hakkında iyi olur.
Dün Prens Sabahattin Bey’le görüştüm. Birkaç güne kadar İstanbul’a gidecek ve orada bir kongre yapacaktır. Terakki, gazetesini yevmi olarak İstanbul’da çıkaracaktır. Kendisi artık umuru siyasiye ile uğraşmayacağını söylüyor. Fakat fırkasından ayrılmıyor ve bir de intihap zamanında Adem-i Merkeziyet fikrini müdafaa edeceğini söylüyor.
Tafsilatını sonunda arzederim. İstanbul’da birçok gazete çıktığını işitiyorum. Bazılarını burada ötekinin berikinin elinde görüyorum. Bana ve cemiyete bir gazete bile gönderen olmuyor.
Dün Sebahaddin Bey, bazı efalimizi muaheze sırasında: “Sizin aranızda da ittifak yok. İstanbul Heyeti, Paris’i tanımıyor dedi. Delil olarak 5108 numaralı İkdam gazetesini gösterdi. İkdam’a İttihat ve Terakki Cemiyeti tarafından gönderilen bir tekzipnamede İstanbul’daki Cemiyet’in Paris’te münasebeti olmadığı bildiriliyor. Vakia bundan maksat merkezin umur-u dahiliyesince demek olacak, lakin ifadeden o anlaşılmıyor.
Manyasizade Refik Bey’in “Tan” gazetesi muhabirine verdiği mufassal malûmatta Paris Cemiyeti, hiç kaale alınmıyor. Bunları bir sitem olarak yazmıyorum. Biz methedilmek, mükâfat almak için çalışmadık. Ancak Paris Heyeti’ni bir yabancı gibi tutmak halk arasında kilukali mucip olur. Ahassi emelimiz olan ittihada sekte verir.
“Bu sabah gazetelerde Manyasizade Refik Bey’in, Zaptiye Nezareti’ne tayin edildiğini büyük bir sevinçle okudum. Ancak bana muhabere için onun adresini bırakmıştınız. Şimdi o nazır olduktan sonra mektupları kime göndereceğim.
Burada, Paris’te iken işler biraz acele gidiyordu, onun için muntazam olmuyordu. Bundan sonra temenni ile hareket buyurmanızı rica ederim. Namınıza gelecek mektuplardan hangilerini açabileceğimi bildiriniz.”
“İngiltere Hariciye Nazırı’ndan cevap geldi. Sir Grey hakkımda tatlı birkaç kelimeden sonra benimle konuşmak istediğini yazıyor. Fakat bugünlerde Londra’ya gelemeyeceğinden seyahatimin bir müddet tehiri mümkün olursa memnun kalacağını bildiriyor.
Mülâkatın böyle geri kalması iyi oldu. Dün bir şey işittim. Alman Sefiri, beni bilen bir zatla konuşurken “Evet, Ahmet Rıza’yı tanıdım, pek memnun oldum. Lâkin Jön Türklerin birkaç reisi var ve harici politikada bunların biri diğeriyle müttefik değil” demiş.
Reisler, Prens Sabahattin, Ali Haydar Mithat vesaire olacak. Bu rezalete nihayet verilmedikçe benim Sefirlerle, hariciye nazırları ile görüşmem hata olur. Çünkü her kafadan bir söz çıkarsa cemiyetin hariçte itibarı kalmaz.
Bu akşamki “Tan” gazetesinde Cemiyetin beni Fransa Hükümeti’ne karşı mahcup edecek büyük bir hatasını daha gördüm ve okudum.
Jön Türkler, Fransa Sefareti’ne gitmişler, içlerinde İttihat ve Terakki Cemiyeti tarafından da mebus varmış; Mösyö Constans’a Türkiye’ye yaptığı hizmetlerden ve bilhassa Mekteb-i Sultani’nin inşasından dolayı teşekkür etmişler.
İngiltere Hariciye Nezareti tarafından gelen zatın Marsilya’da Sefir Mösyö Constans’a Jön Türkler tarafından yapılan nümayiş hakkındaki sitemini size söylemiştim. Bu yeni nümayişe dair fikrimi soran olursa ne diyeceğim?
Ah arkadaşlar, arkadaşlar! Abdülhamid beni sizin kadar üzmedi! İngiltere Sefiri’ne Şerif Paşa ile birlikte gitmiştik. O da bizden Cemiyetimizin Müdür-ü Mes’ulü kim olduğunu sordu.
Dünkü “Matin” gazetesi şu havadisi neşretti.
“Reisi Prens Sabahattin Bey olan Adem-i Merkeziyet Komitesi ile İttihat ve Terakki Cemiyeti tarafından neşredilen bir beyannamede müşterek gaye için iki cemiyetin müştereken çalışacakları bildirilmiştir.
Akşam çıkan “Tan” gazetesi ise işi büsbütün karıştırarak Paris’teki Cemiyet’le İstanbul’daki Cemiyet’in birleştiklerine dair bir haber neşretti. Bu muğlâk ve müphem şeyleri gazetelere kim veriyor?
Prens Sabahattin Bey’in bana söylediklerini size tekrar edeyim: “Biz artık politika ile uğraşmayacağız. Milletin terbiyesiyle meşgul olacağız” dedi. Fakat arası çok geçmeden, intihap zamanı gelince Adem-i Merkeziyet fikrini müdafaa edeceğini söyledi. Şimdi “La Turquie Nouvelle” gazetesini de İstanbul’da yevmi olarak neşredecektir. Sabahattin beyin bu hareketiyle sözlerinde hiç samimiyet olmadığı anlaşılıyor. Hınçaklar bir Arnavut Fırkası ve Arabistan Araplarındandır” diye Necip Azuru gürühu hep Sabahattin Bey’le birleşmişler.
Bizimle ittihat ettiğini ilan eylemesi şu maksatlara müstenittir.
1-Sabahattin Bey, Çarşamba günü deniz tariki ile İstanbul’a geliyor.
2-Hakiki hale vakıf olmayan cemiyetimiz muhiplerini birleştik diye aldatmak istiyor.
3-İntihap zamanında gene bu desise ile refiklerini Meclis’e sokmak niyetindedir.
İki cemiyetin birleştiği ilân edilmeden evvel aşağıdaki şeyler mutlaka yapılmalıdır.
1- Adem-i Merkeziyet cemiyeti kâmilen lağvedilmelidir.
2-Öyle bir fırkaya mensup olmak üzere “Terakki, namında bir gazetenin neşri men olunmalıdır.
3- Bugüne kadar Adem-i Merkeziyet Fırkası’na mensup olanların İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne alenen girmeleri ve yemin etmeleri lâzımdır.
Ben İstanbul’a geri döndüğüm zaman önüme büyük bir haset ve garez bataklığı çıkacak, beni vatanıma huzur-u kalple çalışmaktan menedecek sanıyorum.
Vatanı cidden sevenlere söyleyiniz: Bende cüz’i bir kuvvet görürlerse, o kuvveti milletin malı, manevi bir sermayesi farzederek vatanın hayrına kullansınlar.
Niyetim on, onbeş gün sonra İstanbul’a girmek, fakat kimseye haber vermeyerek girmek, doğruca Makriköy’üne gitmektir. Cemiyetin bundan sonraki vazifeleri hakkında muntazam bir program ve intihaplar için de bir beyanname tertip edildikten sonra Eylül’ün nihayetine doğru gene Avrupa’ya dönmektir. Eğer o vakte kadar cemiyetimiz mükemmel bir program dahilinde yekvücut olarak hareket etmenin lüzumunu takdir eder ve anlarsa Almanya, Fransa ve İngiltere hariciye nazırlarıyla görüşmenin başka türlü tesiri olacağına şüphe yoktur.
Lâkin bana öyle geliyor ki bu lüzumu bir çok kimseler anlamayacak ve Paris’te on üç sene beni harap eden münazaalar orada vatanda da başlayacaktır. Size şifahen söyledim tahriren de tekrar ediyorum: Yaşım artık bu gibi cenk ve cidalle uğraşmağa müsait değildir. Şu aralık cemiyetten istifa ederek çekilmek hem çirkin ve hem fena olur. Pek yorgun ve biraz hasta olduğumu öne sürerek artık cemiyete müteallik işlere karışmak istemiyorum. Vatan tehlikeden kurtuldu. Bundan sonra hisseme düşen vazifeyi başka yolla ifaya çalışacağım, kardeşim”
Yukarıya yazdığımız Ahmet Rıza Bey’in bu üç mektubu, ancak birkaç haftadan beri alenen ortaya çıkmış olan İttihat ve Terakki Cemiyeti üzerinde karanlık bulutların nasıl toplanmağa başladığını uzaktan yapılan bir bakışla pek güzel anlatıyordu. Türk olmayan unsurların nam ve hesabına hareket eden ve memleket için muzır olacağı muhakkak addedilen Adem-i Merkeziyet usulüne taraftar olan Prens Sebahattin Bey’in İstanbul’a hareket etmesi vatan ufuklarında görülen tehlike bulutlarına dahili bulutlarını da katmağa başlıyor demekti.
İzmir civarında bir teftiş seyahati yapan Doktor Nâzım Bey, Doktor Bahaddin Şakir ve Talat Beylere yazdığı bir mektubunda diyordu ki:
“Sabahattin Beyefendi ne âlemde? Burada onun sakim mesleğine karşı efkâr-ı umumiye pek şiddetlidir. Kendisine lânet edenler pek çok. Hattâ bu havalide Sabahattin’e suikast yapmayı düşünenler, bu suretle fedakârlık göstermek için İstanbul’a gitmek isteyenler de bulunduğunu işitiyorum.”