Ahmet Rıza Grubu Acaba Tasviye mi Ediliyordu?
Ahmet Rıza Grubu Acaba Tasviye mi Ediliyordu?
Bu esnada cemiyetin vücude getirmek istediği teşkilatta oldukça büyük karışıklıklar çıkıp duruyordu. Evvelce Paris’te çalışmış olan birçok hamiyetli zatlar Anadolu’nun muhtelif yerlerinde şubeler açmağa teşebbüs ediyorlar, fakat bu şubelerin Selânik merkezi tarafından tanınmadığı görülüyordu. Tabii ki o şubeleri açanlar, kendilerine karşı gösterilen itimatsızlıktan dolayı gücenerek eskiden beri tanıdıkları Ahmet Rıza Bey’e müracaat ediyorlardı. Ahmet Rıza Bey, Eylül iptidasında Paris’ten İstanbul’a gelmişti. Kendisine çekilen böyle bir şikayet telgrafnamesinde deniliyordu ki:
“Siz Paris’te iken istibdat devrinin en ateşli zamanlarında mukaddes cemiyetinizin hadimi biz idik. Her türlü tehlikelere göğüs germiş, her fedakarlığı göze aldırmış, Anadolu’daki şubelerinizin hizmetine koşmuş, mağdur ve mazlum milletin muavenetine çalışmış olanlar gene bizdik. Hürriyet ilan edildiği zaman burada bulunuyorduk. Herkes gibi biz de istibdat ateşini söndürmek için memleketin en fedakâr, en namuslu zatlarından mürekkep olarak bir cemiyet teşkil ettik. Maksadımız, öteden beri bize Paris’ten telkin ettiğiniz adalet fikrini takip idi. Cemiyetimiz iane toplamağa da başlamış ve bankaya teslim etmişti. Halbuki buranın müstebidleri hırsızları, hainleri içinde memurlar korkularından mütegallibe ise ümitsizliklerinden bizim teşebbüsümüzü kendi hesaplarına kaydetmeğe ve meseleye başka bir renk vererek bizi merkeze şikayete başladılar. Biz kendimizi onlara bir türlü anlatamadık. Bugün Selânik’ten bura mutasarrıflığına gelen bir telgrafnamede cemiyetimizin vücudu reddediliyor.
Böyle bir şey beni müteessir etmez. Çünkü cemiyet teşkili menfaat fikrine müstenit değildir. Biz terakki ve tefeyyüz fikriyle çalışmış olsaydık, istibdat devrinde bir çık fırsatlar elimizde idi. Birer rütbede biz kapardık. Sizin Şûra-yı Ümmet’leriniz, Meşveredleriniz Erzincan’da iken benim adresime gelir ve Anadolu’ya o suretle dağılırdı. Bu fedakârlığımızı bugün ayaklar altına alarak istibdat devrinde çektiğimiz hakaretler az geliyormuş gibi, bugün de mütegallibenin kanlı pençesine teslim edilivermemize teessüf etmekten başka bir şey yapamayız. Şayet Selânik’teki umumi merkez kendi tanıdıklarını kabul ediyorsa, biz de sizin hadiminiz idik, siz bizi, neden tesahüp etmiyorsunuz? Umumi Merkez, neyimizi tahkip edip beğenmedi ki cemiyetimizi lağvettiriyor? Kabahatimiz Anadolu’da bulunmaklığımız mıdır? Biz de Rumeli’nde olsaydık, belki onlardan bir adım daha ileri atardık. Acaba Selânik hürriyeti temin etmekle Anadolu, Irak, Arabistan saadete nail olabildi mi? Evvela buralara gelmeli de ondan sonra bizim burada hakikaten lazım olup olmadığımıza hükmetmeli! Buraya bir heyet gönderilmesi için feryat edip duruyoruz. Fakat hala bir semeresini göremedik. Hakkımın iadesi mukaddes cemiyetinizde beni tanıyanların inayetine tevdi olunur.
İşte Selanik’ten nereye bir heyet gönderilmişse orada kendi başlarına çalışanların hizmetleri boşa gidiyor ve bu yüzden büyük karışıklıklar hasıl oluyordu. Paris’teki harici merkezle Selânik’teki dahili merkez Meşrutiyet’ten evvel birbirlerine sıkı bir surette bağlı olan iki teşkilat değildi. Her iki merkez ayrı ayrı istikametlerde memleket dahilinde çalışıyordu. Her iki tarafın kendi adamları vardı. Meşrutiyet ilan edilince bu hadimlerden Paris’e merbut olanlar ekseriyetle açıkta kalmış ve Selanik’e merbut olanlar ise ön sıraya geçmişti.