Yaşam

Aile Fotoğrafı, Kasırga Operasyonu ve Son Büyük Gündeme Geliş

AİLE FOTOĞRAFI, KASIRGA OPERASYONU VE SON BÜYÜK GÜNDEME GELİŞ

Süleyman Demirel’in aile fotoğrafı

Şefika Demirel: Süleyman Demirel’in yengesi. Hacı Ali Demirel’in eşi ve Yahya’nın annesi. Süleyman Demirel başbakan olduktan 6 ay sonra 1992 Martı’nda KKTC’de banka satın alıyor. Bunu takip eden aylarda, Halk Bankası’ndan KKTC’deki bankaya kredi çıkartılıyor ve banka 1994’te batıyor.
Şevket Demirel: Süleyman Demirel’in kardeşi, “2. Yahya” Yahya Murat’ın da babası. Yahya Murat, 1993 ocağında “Başbakan’ın yeğeni, SEKA ürünlerine zam gelmeden bir gün önce 2. 5 milyar liralık duralit aldı” haberiyle basında boy göstermeye başlamış. Yeğen Demirel’in Genel Müdürü olduğu şirketin yönetim kurulu başkanı ise, babası Şevket Demirel.
Cumhuriyet, 1994 Kasım’ında “ORÜS’te temiz eller çelişkisi. Şevket Demirel’le ilgili iddiaları Teftiş Kurulu ve TBMM KİT Komisyonu farklı değerlendirdi” diye yazıyor. “Hazine’den Demirel’lere trilyonluk teşvik”, yine aynı dönemde hemen bütün gazetelerde benzeri başlıklarla yer almış. Sabah’ın 1998 Ağustos’unda Ballı Birader başlığıyla verdiği haberde de “Şevket Demirel’in 1994’te İzmit yakınlarındaki DYP’li Yeniköy Belediyesi’nden aldığı arazi, 4 yılda 100’e katlandı” deniliyor.
Kendi adıyla kurduğu Şevket Demirel Holding’in Yönetim Kurulu Başkanı. Şevket Demirel Holding A. Ş. bünyesindeki firmalar ile EDA Finansal Kiralama A. Ş. ve Üniversal Yatırım Holding A. Ş. ’ye (Firmaların ağırlıklı ortağı yüzde 60 Şevket Demirel A. Ş. ) açılan kredilere karşılık olarak Şevket Demirel Holding A. Ş. ve Murat Demirel’in borçlu ve müteselsil kefil olarak kefaleti yanında 28. 2 trilyon TL ve 45. 5 milyon dolar (toplam 88. 9 milyon dolar) tutarında birinci derecede gayrimenkul ipoteği alınmış bulunuyor. Bunlara arasında İzmit’te 800 dönüm imarlı arsa, Beykoz’da 173 dönüm imarlı villa arsası ve fabrika binası gibi 1041 dönüm gayrimenkul de yer alıyor.
Hacı Ali Demirel: 2000 Ekiminin ilk günlerinde Egebank tartışılırken Süleyman Demirel’in kardeşi Hacı Ali Demirel de, bir başka davadan mahkemede terliyordu. Hacı Ali; Demirel ailesinin kontrolünde olan Orma, Haymak, Terakki Kollektif, Kuştur, Göltaş ve Peraja–Coca Cola gibi şirketlerin ortağı. Süleyman Demirel’in başbakanlığı döneminde devlet bankalarında aldığı krediler kamuoyunda tartışıldı. Dünya Kalkınma Bankası’ndan alınan 2. 5 milyon dolarlık kredinin 1. 2 milyon doları Demirellere ait Terakki Şirketi’ne verdiği öne sürüldü. Kamuoyunda hakkında tartışılan konular arasında usûlsüz ihaleler, kaçak imar ve başbakan kardeşten destek gördüğü yer aldı. Borçlarından dolayı Kasım 1999 ve Nisan 2000’de hakkında iki ayrı tutuklama kararı alındı. İstanbul Tarabya’daki yalısı kredi borcuna karşılık olarak İşbankası’na geçti. Malki davasında Veli Sözdinler cinayetinde azmettirici olarak yargılandı ve Nisan 2000’de delil yetersizliğinden hakkında takipsizlik kararı verildi.
Yahya Demirel: 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in diğer yeğeni I. Yahya 52 yaşında ve Hacı Ali Demirel’in oğlu… Yahya Demirel adını hayâlî sunta ihracatıyla duyurdu. Yahya, cezaevinde yattı, çıktı, vuruldu, iyi oldu. Şekerbank’tan büyük paralar çekti. Kıbrıs’ta bir banka kurdu, sonra kapatıldı. Yahya Demirel, usulsüz teminat mektubu sağlamaktan 1 yıl 3 ay hapis yattı ve sahibi olduğu şirketleri baz morfin kaçakçılığından haksız vergi iadesine kadar bir dizi yasadışılıkla suçlandı.
1988’e gelindiğinde hayali sunta ihracatı olayı çoktan kapandı. Yatırımcı yeğen yerinde durmadı. Bu kez de Şekerbank’ı 20 milyon dolar dolandırdığı gerekçesiyle (amcası Süleyman Demirel’le kucaklaştığı bir fotoğrafın eşliğinde) Sabah gazetesinin 1. sayfasına haber oldu. 1992’de 1. Yahya’nın Kıbrıs Yatırım Bankası’nı satın alması da gazetelere manşet oldu.

Cavit Çağlar: Süleyman Demirel’in “işte ailem “ dediği fotoğrafta yer alan Bursalı işadamı Cavit Çağlar da, İnterbank’ın “kansız” ama “kirli” soyguncusu olarak adlandırıldı. Egebank gibi köklü bir geçmişe sahip olan İnterbank 1988’de Selanikte kuruldu. Bursa bağımsız milletvekili Çağlar’ın kurduğu paravan şirketlere kaynak aktarmada kullanıldıktan sonra 8 Ocak 1999’da Merkez Bankası Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu’nca el konuldu. İnterbank’ın başvurusu üzerine 1999 Ocak’ında, Çağlar’ın beş şirketi hakkında 158. 4 milyon dolarlık haciz kararı alındı.

Aile fotoğrafına sahip çıkan Baba
Süleyman Demirel, demeçlerinde “soygunlar dışında” yakınlarına sahip çıktı. Kamuoyu, her olayda “devletin ve bankaları hortumlayanların yakınında Süleyman Demirel olmasaydı soygunlar başarılı olur muydu?” sorusuna cevap aradı.

*
**
üç hikayecik
Aile fotoğrafını gözönünde tutarak aşağıda basitçe hikayeleştirilen üç olayı okuyalım şimdi de:
1–Birisi, evinizin önünde duran ve alın terinizle aldığınız otomobilinizi sizden habersiz, tamamen kötü niyetle aldı götürdü…
–Nasıl aldı yani!
Kapısını camından tel sokarak açtı, sonra birtakım inceliklerle anahtarsız çalıştırdı ve sizin ruhunuz dahi duymadan bindi gitti…
–Benim haberim olmadan ve anahtarsız çalıştırarak!
Evet, evet aynen o şekilde…
–Kardeşim, niye lâfı döndürüp dolaştırıyorsun, şuna düpe düz arabanız çalındı desene!
Tamam öyle diyelim… Arabanızı çalan zata karşı nasıl bir yaklaşım sergilerdiniz? Eğer aracınızı çalan şahıs bir erkekse bu beyefendinin cezalanıdırılmasını ister miydiniz?
Anlamadım!… Nasıl yani… Beyefendi kim, zat ne, şahıs nasıl! Şunun adını tam olarak koysanız diyorum: Hırsız…
*
**
2–Yolda yürürken bir el kuğu gibi süzülerek cebinize doğru pike yapıyor. İçinde ancak market harcamanıza yetecek miktarda para olan cüzdanınızı sizin en küçük tedirginliğinize mahal bırakmadan çekip çıkarıyor. Sonra onu kendi cebine koyuyor. Markete varıp keyifle alışverişinizi yapıyorsunuz. Kasada hesaplama ve poşetleme yapılıyor. Nihayet işlem bitiyor ve elinizi cüzdanıza götürüyorsunuz ödeme yapmak için. Fakat cüzdan olması gereken yerde, yani koyduğunuza emin olduğunuz cebinizde yok. “Belki diğer cebimde olabilir” ihtimaline sıkı sıkı sarılıp, telaş etmeden diğer cebinizi yokluyorsunuz. Daha bakacak cepler var ama diğer cebe eliniz giderken, olmaması durumunda düştüğünüz ve düşeceğiniz vaziyetin vahameti sizi biraz daha sarıyor. Artık sakinlik yerini sürate, soğukkanlılık yerini telaşa bırakıyor. Baktığınız tüm cepleri tekrar tekrar kontrol ediyorsunuz. Yok, yok… Evde unutmuş olmanızın imkânı yok. Çünkü cüzdanı cebinize yerleştirdiğinizi gün gibi hatırlıyor, adınız gibi onunla beraber evden çıktığınıza eminsiniz. Ya düştü ya da… .
Tabiî olarak, bu süreci tamamlayacak iki ihtimal insanın aklına geliyor. Ya düşmüştür ya da düşmemiştir veya ya düşmüştür ya da çalınmıştır. Bir yankesici, bir hırsız tarafından çalınmıştır.
*
**
3–Yıllardır çalışıp, didinip adeta yemeyip, içmeyip ama hayâliyle zevklenip keyiflendiğiniz evi satın alma teşebbüsüne start verdiniz. Emekli ikramiyeniz, tasarruflarınız artık sizi kiracılıktan kurtarmaya kâfi geliyor. Eşe dosta haber bırakıp kendiniz de gazete ilanlarına göz atarak, emlakçı emlakçı dolaşarak ev arıyorsunuz. Aramalarınız sonuç veriyor. Beğendiğiniz evin pazarlağına oturuyorsuz. Üç ağaşı beş yukarı pazarlık da bitiyor. Sonra tapuyu alacağınızdan emin, paranın yarısını sizde itimat uyandıran satıcıya veriyorsunuz. Gün, saat, dakika kararlaştırıp tapu işlemleri için ve paranın kalanının teslimi için randevulaşıyorsunuz. Sabırsızlıkla beklenilen anı, bir ev sahibi olma vuslatını hitama erdirmek için elinizde sıkı sıkı kavradığınız çantanız olduğu halde tapuya geliyorsunuz. Satıcı henüz görünürlerde yok. Saate bakıyorsunuz. 15 Dakika var daha sözleşilen zamana. Bekliyor, sık sık da saate bakıyorsunuz. Dakikalar bazen ne kadar da uzuyor, geçmek bilmiyor, diye sitem ediyorsunuz. Satıcı, vakit geldiği hâlde ortalarda görünmeyince, “gelir az sonra” diye düşünüyor, aklınıza başka bir şey getirmiyorsunuz. Beş, on, onbeş dakika geçiyor, satıcı yok… Yarım saat, bir saat, iki saat geçiyor… Satıcı yok. Açtığınız telefonlara cevap veren de… İyimserliğin “i”si de uçup gidiyor, geçmesini bilmeyen ama geçip giden zamanla. Sabahki derli topluluğunuz yerini gözle görülmüş bir dağınıklığa bırakıyor. Artık düşünceleriniz beyninizi zonklatıyor. O güne kadar teklemeden işleyen kalbiniz tapuda mesai biterken müthiş bir daraltıyla size “artık beni daha fazla heyacanlandırma, yorma!” diye bir ihtar yolluyor…
Hastanede kendinize geldiğinizde eşiniz ve çocuklarınız sevinç ve üzüntü duygularının karışımıyla baş ucunuzda beklemektedirler. Giden paralara üzülüp, atlatılan kalp krizi sonrası tekrar hayata dönüşünüze sevinmektedirler.
Faciaya dönüşebilecek bu drama sebep olan kişiye bir sıfat bulmak gerekirse. Bu sıfatı bulmak için öyle uzun uzun düşünür müydünüz? Veya bu dolandırıcılık eylemini gerçekleştiren kişiyi hangi sıfatla anarsak analım, onun işlediği insafsızlık, vicdansızlık, hak tanımazlık ve ahlaksızlık nasıl tevil edilebilir?
*
**
Aile fotoğrafını ve üç küçük hikâyeyi odak kabul ederek aşağıda anlatılanları okuyama devam edelim…
Hırsızlığı, “yolsuzluk, vurgun, soygun… vs” gibi kelimelerle ifade etmek, işlenilen “adi suça” gizemli bir “büyüklük(!)” havası katıyor. Yolsuzluk yapmakla, hırsızlık yapmak netice olarak aynı kapıya çıkıyor. Ancak, bize öyle geliyor ki, on lira çalan adam hırsız olur, hırsız toplumdan dışlanır, damgalanır… on trilyon çalan, çalmaz da “yolsuzluk” yapar, saygınlığına, kabul görürlüğüne halel gelmez. Çalmak ve yolsuzluk yapmak… Hırsız ve yolsuz… İsimlerdirmede, içerikte, işlenişte farklar olsa bile sonuç aynı ana caddeye çıkıyor…
Türkiye, âdetâ bir “hırsızlıklar bahçesi”… Hırsızlıklar bahçesi, “operasyon”larla öyle bir dönüşüme uğruyor ki, bir anda “hayvanat bahçesi” oluveriyor.
Ne demek istediğimizi netleştirecek olursak, bilgisi ve belgesiyle keşfedilen büyük hırsızlık olaylarının soruşturma, koğuşturma, yakalama, mahkeme ve diğer hukukî süreçlerini “operasyon” olarak adlandırıyoruz. Hırsızı/ları yakalama eylemi değil de “operasyon”. Sonra da bunun başına bir “tamamlanan” buluyoruz. Balina, ahtapot, buffalo gibi. Ve bizim büyük hırsızlık olayı, balina operasyonu, ahtapot operasyonu oluyor. Artık işlenen suçun mahiyeti yani hırsızlık, bu isimlendirme sayesinde kulaklara daha hoş geliyor ve hırsızlığı kabul etmeyen bizler, bilmem ne operasyonunu daha kabul edilebilir buluyoruz. Büyük hırsızlıklara/operasyonlara adı karışanları da pembe dizi kahramanları gibi algılıyoruz. Ayrıca, bu isimlerle olayların içeriklerine de yabancılaştırılıyoruz. “Balina” deniyor; kıyılarımıza kazayla vurmuş bizden olmayan bir “yaratık” hâline geliyor. “Ahtapot”u bilsek de, yine pek haşır neşir olmadığımız tuhaf bir yaratık. “Matador”, sanki bizim er meydanlarından fırlama değil de, bir arenadan yanlışlıkla buraya düşmüş. Biliyorum, mesela “Kasırga”, yerli ve yerli yerinde görünüyor ama o bile pek rastlanmayan bir “doğa” olayı âdetâ. Yani “doğal”, yani sıradan değil, kırk yılda bir başa gelen bir âfet. “Buffalo” da öyle. Tamam, o da adı üstünde; çünkü “buffalo” getirmişler bazı Pekos Bill’ler ve afiyetle yedirmişler. Balina, ahtapot, matador, buffalo, kasırga gibi isimler yabancılaştırıyor. Oysa bunların hepsi “bizim”. 147

Banka batıran yeğene Cumhurbaşkanı torpili
Tüm bu anlatılanların, sistemle, yani Süleyman Demirel’le elbette bir ilgisi var. 10. Cumhurbaşkanı seçildiği günden beri 9. Cumhurbaşkanı sıfatıyla küre–i arzda arz–ı endam eden Süleyman Demirel’in yeğeni, sahibi olduğu Egebank’ın içini boşaltırken, bankadaki paraları kaçırırken, banka hortumlarken, vurgun, soygun, yolsuzluk yaparken (ama tüm bunları yaparken ne hikmetse kesinlikle hırsızlık yapmazken) yakalanıyor. Bilgi, belge herşey tamam. Hatta öyle ki yeğen Demirel’inkinde görüntü dökümü bile var. Banka kameraları paraların çuvallarla kaçırıldığı(çalındığı değil) görüntülüyor. Bu görüntüleri de televizyon ekranları sayesinde tüm Türkiye izliyor. “Bu paralar çalındıysa ispatlanması lâzım” diyen “Baba”ya, bankanın güvenlik kameraları görüntüleri en güzel ispatı sunuyor. Ancak, âdi bir eylemin deşifresi ekseninde yürütülen polisiye ve adliye işlemleri, “operasyon” kapsamında değerlendiriliyor ve operasyonun ismi de “kasırga” oluyor. Böylelikle âdi bir suç, insanların meraklarını cezbeden bir magazin kisvesine bürünüveriyor.
Ombudsmanlığı gerçekleşmeyen Baba, bu kez de hortumcu yeğen Yahya Murat Demirel sayesinde gündeme geldi. Emekli de olsa bir Cumhurbaşkanı’nın yeğeninin banka hortumlamasının ucu Cumhurbaşkanlığı yapmış “amca”ya her halükârda dokunacaktır. Nitekim, Yeğen Demirel’in hortumculuk marifetinin ucu Demirel’e dokunmaktan öte tam manasıyla battı.
“Banka batıran yeğene Cumhurbaşkanı torpili!”148 yapılmıştı. Yeğen Demirel, Cumhurbaşkanı tarafından himaye görmüştü ve bunun kapı gibi belgesi vardı. Türkiye’nin 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel tarafından 29 Şubat 1999 tarihinde Azerbaycan Cumhurbaşkanı Haydar Aliyev’e hitaben yazılmış mektup aynen şöyleydi:
“Aziz Cumhurbaşkanı, Aziz Kardeşim, Ülkelerimiz arasında gelişmekte olan ekonomik ve ticari ilişkilere paralel olarak, finans sektöründe de gelecek vaat eden işbirliği girişimleri gözlemlenmektedir.
Bu çerçevede, Sayın MURAT DEMİREL’in yönetim kurulu başkanlığını yürüttüğü Üniversal Yatırım Holding A. Ş. ’nin Azerbaycan Ticaret ve Endüstri Bankası’nı satın aldığın memnuniyetle öğrendim. Adı geçen, ülkelerimiz arasındaki ilişkilerin pekiştirilmesine yardımcı olacağına inandığım bu ticarî tasarrufun devir işlemlerinin, Zat’ı Alileri’nin onayı alındıktan sonra sonuçlanacağını tarafıma iletmiştir.
Banka sektöründeki tecrübeli, muteber bir işadamı olarak dürüstlüğünden şüphe duymadığım Sayın MURAT DEMİREL’den yakın ilgi ve desteğinizi esirgemeyeceğinizden eminim.
Bu vesileyle Zat’ı Alileri’ne sağlık ve afiyet, kardeş Azerbaycan halkına esenlikler dilerim. ”
Süleyman Demirel

Mektup, 1. 5 yıl önce, yani Egebank’a el konulmasının 9 ay öncesinde kaleme alınmıştı. Yani bankanın fena hâlde hortumlanmakta olduğunun İstanbullu iş çevrelerinde alenen konuşulduğu günlerde.
Kasırga Operasyonu çerçevesinde Baba’ya yöneltilen eleştiriler, imalar ve açık suçlamalar giderek artınca, Baba yine ağırlığını koyarak altta kalma durumuna mukavemet etmekte gecikmedi. Üste çıkamasa bile altta kalmamalıydı.
Egebank’a el konulmadan önce Köşk’ten haber sızdırıldığı imalarına sert çıkan Baba, “Ben 30 yılda bunların hepsini yardım. Beni ima eden delidir” diyerek suçların babadan oğula geçmedğini, akrabalarının ne iş yaptığını bilmediğini ifade etti.
Baba, Murat Demirel’i kayırmış mıydı?
“Bakanlar Kurulu’nun, söz konusu bankalara el koyulacağını bildirir kararnamesini o anda imzaladım. Köşk’teki muamelesi en çok yarım saat sürmüştür. Eğer kayırmak istesem, pekala imzalamayabilirdim. Ama ben devletin işlerini görürüm. Beni 30 yıldır bu çeşit işlerin içine çekmeye çalışırlar. Hukukun genel prensipleri ortada. Suç işlenmiş mi, işlenmemiş mi ortaya çıkar. İşlenmişse sorumluları cezalarını çekerler. Her suçun kanunda cezası vardır. Suç akrabalık ilişkisiyle intikal etmez, şahsîdir. Konu adalete intikal ettiği için söylenecek bir şey yok. Tüm akrabalarının ne iş yaptığını bilmem de mümkün değildir. ”
Baba, köstebek iddialarına ne diyordu? Murat için mektup yazmış mıydı?
“İddia varsa ispat da gerekir. Bana en ufak bir imada bulunan aklını yitirmiştir, delidir, çıldırmıştır. Devletin dışarda iş yapmak isteyen Türk işadamlarına destek vermesi lazımdı. Ben bunların hepsini destekledim. Birçok ülkenin devlet başkanına mektup yazdım. Bu sayede işadamları 51 ülkede tutunur hale geldi. Aliyev’e yazdığım mektup da, bir tane değil birkaç yüz tanedir. Murat için de yazdım. Bunun demogoji konusu yapılacağını bilerek yazdım. Çünkü o da bir Türk vatandaşıydı. Herkes için yazdığım mektubu Murat Demirel için yazmasam, ayrımcılık yapmış olurdum. Tamamlanmış bir muamelenin bitirilmesi olayıdır. Yaptığım şey doğrudur.”149
Fakat Süleyman Demirel’in, yeğeninin banka soyması ile kendisi arasında irtibat kurulmasını, bir çılgınlık olarak değerlendirmesini inandırıcı bulmayanlar oldukça fazlaydı. Örneğin, 6 Ekim tarihli Anadolu Ajansı’ndan geçen, “Halk Bankası eski Genel Müdürü Sezgin Taşkıran, Yahya Demirel’le ilgili davada beraat etti” haberinden yola çıkılarak ucu Demirel’e dayanan ilginç iddialar da ortaya atılıyordu:
“Kim midir Sezgin Taşkıran?
Doğru Yol Partisi’nin 42 kurucu üyesinden biri… Daha önce hiçbir bankada görev yapmamış. Eski bir kaymakam ve Ticaret Bakanlığı bürokratı. Süleyman Demirel, 1991 yılında Başbakan olduktan sonra, dostu Sezgin Taşkıran’ı Halk Bankası Genel Müdürlüğüne getiriyor. 1993 yılı Ocak–Nisan ayları arasında, Sezgin Taşkıran’ın imzasıyla Halk Bankası Kıbrıs Yatırım Bankasına 4, 5 milyon dolar yatırıyor. Kısa bir süre sonra bu banka batıyor ve para yok oluyor!
Kıbrıs Yatırım Bankası kimindir? Bankanın sahibi olarak Hacı Ali Demirel’in eşi Şefika Demirel görünmekte… Yönetimin başında ise, Yahya Demirel bulunmaktadır. 4, 5 milyon dolar Demirel’lerin kasasına giriyor… Bu olayla ilgili olarak Sezgin Taşkıran hakkında dava mı?
Elbette açılıyor…
Fakat dikkat!
Dava, 1998 yılının Ekim ayında açılıyor… Kredinin verilmesinden tam 5, 5 yıl sonra…
Önceki günkü duruşmada(6Ekim 2000) Sezgin Taşkıran zaman aşımından beraat ediyor. Çünkü, 4, 5 milyon dolar kredi 1993 Nisan ayında açılmış… Davanın açıldığı 1998 yılının Ekim ayına kadar zaman aşımını kesecek hiçbir işlem yapılmamıştır. Anlaşılan davayı zaman aşımına sokmak için de özel bir çaba gösterilmiş. Ve para başarıyla deve edilmiştir. Bu olayda sizce Süleyman Demirel’in bir sorumluluğu var mı?
Çılgınsınız…”150
Baba’yı kıyasıya eleştirenler olduğu gibi ona her ahval ve şeraitte sahip çıkmayı kendilerine vazife bilen çevreler de yok değildi.
Türkiye Sanayici ve İşadamları Vakfı (TÜSİAV), 23 Ekim 2000 tarihinde düzenlediği bir törenle Demirl’e “Üstün Hizmet ve Başarı Ödülü” verirken, çeşitli dernek, cemiyet, vakıf ve platform da 12 plaket sundu. TÜSİAV Vakfı Başkanı Veli Sarıtoprak, Demirel’in ülkeye yaptığı üstün hizmetlerden dolayı kendisinin Mustafa Kemal Atatürk ve İsmet İnönü’den sonra üçüncü adam unvanını hak ettiğini ilân etti.
“Dün dündür bugün bugün” diyerek, “günlük unutmayı” siyasî erdem tahtına oturtan Demirel’e 27 Ekim günü de “hafıza” ödülü verildi. Hafıza ve beyin üzerine çalışmalar yapan Memory Centers of İstanbul, Demirel’i siyaset alanında “en güçlü hafıza” ödülüne layık buldu. Merkezin Başkanı Prof. Dr. Nevzat Tarhan, ödülü Demirel’e vermelerinin iki nedeni olduğunu kaydederek, bunları, “İnsanların beyinleri çalıştığı sürece emekli olmamalarının öneminin vurgulanması ve Demirel’in baba–çocuk ilişkisindeki gibi topluma örnek olması” şeklinde sıraladı.

Ve mutlu yıllar Baba
2 yeğen, 1 manevi evlat ve 3 batık bankayla
Siyasette tutunamayanların, küskünlerin ümidi Baba’ydı. Sonbahar ise, ümidlerin yeşerme mevsimiydi bu kesimler için. Çünkü, Baba’nın siyasetteki eylem planına sonbaharda start vereceği beklentisi hakimdi. Bir sonbahar ayı olan Kasım’da dünyaya gelen Baba, doğum gününde ümidini kendisine bağlayanların en büyük hediyesi olan “çıkarlar merkezli koşulsuz destek”lerine mukabil olarak siyasete ağırlığını koyabilir, mevcut merkez sağı dağıtıp sonra yeniden toparlayabilirdi. Baba’ya destek armağanları, ikbal olarak geri dönebilirdi. Ne var ki, 1 Kasım 2000 tarihine yani Baba’nın 77. doğum gününe damgasını vuran 2 yeğen, 1 manevi evlat ve 3 batık banka bütün hesapları da alt üst etti.
Başbakanlık ve Cumhurbakanlığı yaptığı dönemlere göre, bu yılki yaş günü daha sönük geçebilir diye kimsenin hayıflanmasına gerek yoktu! 77. Doğum gününü İstanbul’da The Marmara Oteli’nde kutlayan Baba, geride kalan yılların “rüzgar gibi geçti”ğini dile getirirken 35 yıldır hizmetinde olduğu kadir bilir halkı, kendi içinden çıkarttığı Temizel’ler ve Tantan’lar sayesinde Cumbaba’ya unutamayacağı bir doğum günü armağanı sundular ve beraberinde de şu kutlama mesajını ilettiler:
“Hapiste bir yeğen! Gerçi Baba’nın gözünde yeğeni “bankacılıkta tecrübeli, dürüstlüğünden kuşku duymadığı bir işadamı. ” Hatta Baba’nın yeğeniyle ilgili bu duygularını yazıya döküp başka ülkelerin devlet başkanlarına gönderdiği Cumhurbaşkanlığı antetli mektupların henüz mürekkebi bile kurumamış sayılır.
Ama ne gam! Baba’mızın hazım sorunu yoktur. Bankaları dolandıran, polis tarafından aranan yeğenler konusunda da uzun yıllara dayanan engin tecrübelere sahiptir. Bu şartlarda bile ülkesine hizmet etmeye devam etmesinde, hatta kamu adına ombudsmanlık yapmasında bile bir sakınca yoktur!
Yükseliş Koleji’ni kamu bankalarına borç takarak batıran kardeşiniz Hacı Ali Demirel, son Başbakanlık döneminizde yeğeniniz Yahya ile birlikte KKTC banka kurup batıran annesi Şefika Demirel, hayâlî ihracatın mucidi mahdumları Yahya Demirel, Isparta’da adınıza müze inşa ettiren saygıdeğer işadamı diğer kardeşiniz Şevket Demirel, hapiste olduğu için doğum günü pastanızı yemekten mahrum kalacak Egebank’ı batıran diğer yeğeniniz Yahya Murat Demirel, Interbank’ın içini boşaltarak batıran manevî evladınız Cavit Çağlar, devletin kesesinden Çankaya’nın vekilharçlığını yapan diğer manevî evladınız, işbilir kayınbiraderiniz Ali Şener ve zevceniz Nazmiye Hanım’la birlikte daha nice mutlu 1 Kasım’lara…” 151
*
**

Baba oldu “amca”
Baba’nın doğum gününden iki ay sonra 01. 01. 2001
Yer: Ankara/Ulucanlar Cezaevi
“Şu 5 + 5 kazaya uğramadan parlamentodan geçip Amca’mız da hâlâ Çankaya’da oturuyor olsaydı, 3 kız evladın ardından Isparta’da 01. 01. 1967 günü dünyaya gözlerini açarak tüm aileyi sevince boğan, soyadlarını gelecek nesillere taşıyacak olan Yahya Murat’cık, 35. yaşını herhalde bu şekilde kutlamak zorunda kalmazdı. Yeğen Demirel, kim bilir belki lüks yatında yakın dostlarıyla, belki daha kalabalık görkemli bir davetle adım atardı Cahit Sıtkı Tarancı’nın deyimiyle yolun ikinci yarısına… Hatta belki “kambersiz düğün olmaz, Cavit amcam da bulunsun” deyip Paris’te yapardı doğum günü partisini. Nasıl olsa özel havayolu şirketi bile var. Sadece Demirel ailesinin değil, manevî amcalarının da özel uçakları var… Bendeki de ne akıl! 5 + 5 kazaya uğramasaydı, bazı çevrelerin pek temenni ettiği gibi zaten “istikrar” sürecekti. Böylece, Murat’ın Cavit Amcası da kaçak olarak Paris’te turlamak yerine Bursa’daki malikanesinde manevî evlatlığın keyfini sürecekti. Dolayısıyla, Paris’te doğum günü kutlamak da akıllardan bile geçmeyecekti. Aslında Murat’ın bu yılki doğum günü partisi, Çankaya’da bile kutlanabilir, yabancı ülke devlet başkanlarına “muteber bankacı” olarak tavsiye mektubu yazılan yeğen de Amca’nın aile fotoğrafında küçük bir rötuşla hakettiği şekilde yerini alabilirdi. Kısmet işte! “Baba” oldu Amca.
“Muteber bankacı” diye tavsiye edilen yeğen demir parmaklıklar ardında. Manevî Amca’lardan biri Türkiye’ye dönemiyor. Diğeri, Romanya’da sıkışan bankası için para arayışında.152
*
**
Öyle ince değil, oldukça kaba ve âdetâ göstere göstere yapılan soygunun biçimsel ve hukukî sürecinin tafsilatına girmedik. Çünkü ayrıntılar değil, herkesin bildiği öz ve yine herkesin bildiği sonuç daha önemli. Ege Bank’tan, diğer bankalardan, milletin paraları hırsızlık ekipleri tarafından soyuldu. Büyük şaşalarla başlayan operasyonların sonucunda ise, daha öncekilerden farklı bir şey olmadı.
Milletin paraları hortumlandı, hortumcular ise, o kadar para karşılığı ve o şartlarda kimin olsa seve seve yatacağı güya “ağır” hapis cezalarının ardından saygınlık ve statülerine zerre halel gelmeden salıverildi.

Ve onlar…
Onlar hâlâ zenginler.
Onlar hâlâ büyük sıfatlarının arkasında saygınlar.
Onlar hâlâ gittikleri, girdikleri ortamlarda aşağılık ilişkilerin itibarlıları.
Onlara hâlâ hesap sorulmuyor, sorulamıyor.
Onlar hâlâ ihtiraslarının gem vurulmaz azgınlığında tüm değerleri kırıp dökerek, kimi zaman yok sayarak debelenmelerine devam ediyor.
Onlar hâlâ şehidin kanından, yetimin gözyaşından, anaların ahlarından, sabrın ağır iniltisinden, hastanın çığlığından besleniyorlar, semiriyorlar.
Onlar hâlâ vicdanlarının sesini meşum kahkalarla boğarak, ellerini kollarını sallayarak serbestçe hareket edip, asalak eylemlerini sürdürüyorlar.

Ve o…
Süleyman Demirel mi?
Tutku yolculuğunda hâlâ “ben de varım!” demeyi sürdürüyor. Sesi eskisi kadar gür değil elbet. Ama sesi yok sayılacak kadar kısık da değil. Kriz anlarında, seçim zamanlarında, bunalım dönemlerinde hala kapısı “bir bilen” olarak aşındırılıyor. Aktif siyasete girmesinden endişe edenlerin endişeleri ise yersiz artık. Çünkü, 3 Kasım 2002 seçimleri onları devre dışı bıraktı. Devre dışı kalanlar, olanca gayretleriyle yeniden ayağa kalkmak isteseler bile, artık en azından uzunca bir süre doğrulabilmeleri çok güç görünüyor. Oysa Baba, “Yettim gayrı!” deyip yola çıksa, nisyan ile malul toplum tarafından hüsnü kabul görme potansiyeline hâlâ sahip…
O hâlâ bir bilen,
O hâlâ siyasî hasımları tarafından tereddütle izlenen,
O hâlâ demeçleriyle gündem oluşturma ayrıcalığını taşıyan,
O hâlâ Türk siyasetinin “tipik duayeni”,
O hâlâ “dün dündür bugün bugün, verdimse ben verdim, petrol vardı da biz mi içtik” sözlerinin üstüne söz söylenemeyen demogog,
O hâlâ rakamlar üstadı, açılışlar–törenler aktörü,
O hâlâ ihtiras zirvelerinden inmek istememe mücadelesinin sembol ismi…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: Content is protected !!