İttihat Ve Terakki

Bahaddin Şakir Bey Şehzâde Yusuf İzzeddin Efendi’nin Özel Doktoru İdi

Bahaddin Şakir Bey Şehzâde Yusuf İzzeddin Efendi’nin Özel Doktoru İdi

 

1904 ve 1905 senelerinde Paris’te Cemiyetin muhabere işlerini Sami Paşazade Sezai Bey deruhte etmişti. Sezai Bey arada sırada “Şûra-yi Ümmet” Gazetesi’ne makalelerde yazıyordu. Cemiyetin İstanbul’daki azası arasında en faal olanı Doktor Bahaddin Şakir Bey’di. Bahaddin Şakir Bey o esnada Şehzade Yusuf İzzettin Efendi’nin hususi tabibi olduğundan onun sarayına sık sık gidip geliyor ve Yusuf İzzettin Efendi’nin arada sırada cemiyete nakden yardımını da temine muvaffak oluyordu. İstanbul ahvali hakkında Paris’e haberler gönderiyor ve bu haberlerin Mısır’da neşrolunan Şûra-yi Ümmet gazetesinde çıkmasını temin ediyordu.

1905 senesi iptidasında Abdülhamid Mısır’da çıkan Şûra-yi Ümmet gazetesine dahi el uzatmağa muvaffak olmuş ve onun müdahalesi üzerine gazete kapatılmıştı. Sami Paşazade Sezai Bey 13 Şubat 1905 tarihinde İstanbul’a yazdığı bir mektubunda bu hadiseden bahsederken diyordu ki:

“Şûra-yi Ümmet bir sekteye uğradı. Abdülhamid’i8n teşebbüsü ve Hidiv ile Muhtar Paşa’nın tavassutu üzerine, Mısır’da nezaret eden Ahmet Saip Bey tevkif ve gazete tatil edilmiştir. Buradan Lord Cromer’e çektiğimiz bir telgraf üzerine hemen Ahmet Saip bırakıldı, Gazete intişara başladı. Gazete’de “Ahmet Saip Bey’in mevkufiyeti, ünvanile yazdığım makalede tefsilatımı görürsünüz.

İstanbul’a gönderilecek gazetelerimizin yüksek makamlara isali, sizce şayanı emniyet olanlara tevzii en büyük hizmettir. Gazeteye ne kadar isterseniz yazınız…

Bilmem gazete’de gördünüz mü? Ben bir iki defa “Hamidiler” diye makale yazmış ve o haşaratın hal ve hareketlerini, ahval-i ruhiyetlerini bildirmiştim. Onlar da cevap olarak bize: “Reşadiler, Reşadiyun!” diyorlar.

Gerek Reşat Efendi, gerekse Yusuf İzzettin Efendi milletin gaspedilen haklarını ve Kanun-ı Esasisi’ni iade iade edecekleri cihetle onlara hizmet etmeği bir iftihar biliriz…

Sezai Bey 10 Nisan tarihli diğer bir mektubunda Şûra-yi Ümmetin neden Avrupa’da çıkamadığını izah ederek diyordu ki:

“Gazetemizin dahili havadisler kısmı lütuf ve himmetinizle fevkalade bir ehemmiyet kespediyor. Sefaretler bile dahili havadis almak için gazetelerimizin çıkmasını bekliyorlarmış. Maatteessüf gazetemiz Mısır’da çıktığı için biraz geç kalıyor. İngiltere’de, hatta İsviçre’de çıkarmağa düşündük. Bilir misiniz en büyük mani nedir? Mürettip bulmak! Çünkü Avrupa’da çıkacak gazete için öyle bir mürettip bulmalı ki Hükûmet-i hamidiye satın alamasın. Onu nereden ve nasıl bulalım? Çünkü burada sefaret bizim mürettibi almak için binlerce frank vermeye hazır. İşte sırf bundan dolayı gazetemizi Avrupa’da çıkarmıyoruz.”

Sezai Bey Yusuf İzzettin Efendi’nin Paris’e para göndermek istediğinden bahis olan bir mektuba verdiği cevabında şunları yazıyordu:

“Cennet mekanın varisi maalisi olan zat-ı maalisemat tarafından mesleki acizanemizi lütfen takdirlerine bir nişanı olmak üzere ihsan buyrulacak bin frangı “Kredi Liyone”ye teslim ile alınacak çeki bir zarfa koyarak her zaman yazdığınız adrese, yani bendenize gönderirsiniz. Biz de “Şûra-yi Ümmet”e, geldiği makam-ı ali anlaşılmasın diye: “Bir zarf içinde gazetemize bin frank geldi. Gelen yer malum olmadığından paranın alındığını bildirmek için gazetemize yazmağa mecbur olduk.” Mealinde bir şey dercederiz. “Kredi Liyone”den alacağınız çek isterseniz nam-ı hakikimi, yahut “H. Tefels” ismine yazılsın.

Bizim para hususunda ne kadar kani, ne kadar müstağni olduğumuzu alem bilir. Hatta Abdülhamid ile etrafı buna hayrette kalıyorlar. Fakat gelecek bin frank bir zat-ı maalisematın nişane-i takdir ve iltifatı olduğu için hakikaten hazineler değer.”

Sezai Bey bu mektubu yazdıktan üç gün sonra 13 Nisan 1905 tarihinde bin frank yerine iki bin franklık bir çek almıştı. Bunu kısaca İstanbul’a bildirerek diyordu ki:

“Şimdi bir mektubunuzu ve melfufu olan iki bin franklık çeki ahz ile kesb-i mefharet ettim. İki bin frank alındığını gazete’ye yazacağım…”

Bu paranın “Şûra-yi Ümmet”le ilan edilmesi meselesi Ahmet Rıza, Doktor Nazım ve Sezai Bey’ler arasında biraz münakaşa edilmişti. Ahmet Rıza Bey neşrolunmasını, parayı İstanbul’dan gönderen Doktor Bahaddin Şakir Bey’in tehlikeye maruz kalmaması için istemişti. Fakat Ahmet Rıza Bey’in sözü geçmemiş ve paranın geldiği Sezai Bey’in mektubunda anlattığı şekilde ilan olunmuştu.

Nisan 1905’te Paris’te bazı zevat daha bulunuyordu. Bunlar doğrudan doğruya Abdülhamid’in bendelerinden oldukları halde güya hayatlarının tehlikede olduğunu zannederek İstanbul’dan kaçmağa mecbur olmuşlar ve Paris’e kadar gelmişlerdi. Bu yeni firarilerin birisi Mabeyinci Arif Bey, ikincisi Ahmet Şevket Paşa ve üçüncüsü Rıza Paşa idiler.

Sami Paşazade Sezai Bey bu zatların Paris’te ne yaptıklarına dair İstanbul’da Doktor Bahaddin Şakir Bey’den mektupla sorulan bir suale 15 Nisan tarihli mektubunda şu cevabı vermişti:

“Mabeyinci Arif Bey, Ahmet Şevket ve Rıza Paşalar bir müddetten beri Paris’te iseler de, bizim semtimize uğramadılar. (Biz dediğim Ahmet Rıza Bey, Prens Mehmet Ali Paşa, Nazım Efendi, bir de hamiyetinizin, vatanperverliğinizin şükürgüzarı olan bu senakarınızdır.)

Ben zannediyordumki kendilerini ölümle tehdit eden istibdattan kaçar kaçmaz bizim fırka-i hürriyette müracaat ederler. Bize değil, Sefarete gittiler. Paris’te, aynı Yıldız da oturur gibi havf ve ihtiraz içinde ömür geçiriyorlar.

Münir’in daire-i nüfuzundan uzak kalmalarını nasihat ve ihtar suretile diyorsunuz ki bu sözünüz aynı hakikat ve kendilerine büyük bir hizmettir. Öyle bir mektup gönderirseniz hemen kendilerine isal ederim.

Bunların yaşayış suretlerine ve bizden terakki ve ihtirazlarına bakılırsa, onlardan bir şey beklenmemek lazım geldiği anlaşılıyor. Münir’in daire-i nüfuzundan uzak kalmaları arzu-yu hamiyetinde bulunuyorsunuz. Halbuki tamamile o nüfuzu meş’unun altında, o daire bir demir halka gibi boyunlarına takılmış.

Beni meyus eden bir şey var. Arif Bey, Abdülhamid’i, Yıldızı ve bahusus Yıldızda hamisi olduğu için Sefir Müniri herkesten iyi bilir. Demek bile bile yapıyor. Bir çok tecrübeler yapmadıktan sonra hüviyetinizi onlara tanıtmamanızı suret-i mahsusada rica ederim. “Şûra-yi Ümmet” muhabirini kimse bilmesin. İnşallah tanınacak zaman gelir. O zaman açık olan alnınızı istikbal takdir ve takbil eder.

“Anjin de puvatrin” den vefatını ve yahut menzul olduğunu işittiğiniz Daire-i Belediye Müdürü Koca Mustafa, başında şık bir şapka, ağzında bir sigara ve elinde eldiven, Paris bulvarlarında dolaşıp duruyor. Bir kere bana gösterdiler, görüp de gülmemek mümkün değil!

Söylemeği unuttum: Sefaret, Arif Bey, Şevket ve Rıza Paşaların yanına meşhur-u alem Ermeni Kantar Zeki’yi tayin etmiş, yanlarında bir iki katip de varmış. İstanbul’da nasıl tarassut altında iseler burada da arzu-yu mahsussalarile kendilerini bu yolda tarassut altında bulunduruyorlar. Bu zevata dair bir makale-i mahsusa yazacağım. İş’ar ve ihtarınız veçhile aleyhlerinde bulunmayacağım, hali tasvir edeceğim.

Sizden gelen mektupları ben beyaz ederim. Ondan sonra mektubun aslını yakarım. Gazeteye gelen mektup için ittihaz ettiğim usul budur.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: Content is protected !!