Yaşam

Biznig Ulug Türkistan Bar

Biznig Ulug Türkistan Bar

Türkistan coğrafyasında, ne zaman, hangi şuurda insanlarla karşılaşacağınızı tahmin etmek zordur. Bu topraklarda yapılan seyahatler gibi, insanlar da beklenmedik olaylarla doludurlar adeta. Buralarda bir yolculuğa çıkarken, hiçbir şeyin beklediğiniz ve planladığınız gibi gitmeyeceğine baştan hazırlıklı olmalısınız. Seyahatin başarılı geçmesinin belki ilk ön şartı bu olsa gerek. Tanıştığınız insanlar için de, önyargılı olmamalısınız. Onlar da, tıpkı seyahatler gibi, sürprizlerle sizi şaşırtabilirler.
Yine bir gün, pastanede oturmuş kahvemi yudumluyordum. Hemen her gün aynı saatlerde uğradığım bu mekanda, garsonlar artık sormadan kahvemi getiriyorlardı. Tatlı bir bahar ikindisinde, duvarın dibindeki masamda günden ve güneşten keyif almaya çalışırken, birden tanımadığım iki kişinin masamın başında dikildiklerini fark ettim.
“Oturabilir miyiz” diye sordular. Doğrusu şaşırmış hatta biraz da tedirgin olmuştum. Diğer masaların çoğu boştu. Neden benim oturduğum masaya oturmak istiyor olabilirlerdi ki? Olmaz demek pek işime gelmiyordu, zoraki “buyurun” dedim. Oturdular.
Onlar benim Türkiyeli olduğumu biliyorlardı. Bunu tahmin etmek zaten çok zor değildi. O zamanlar üst dudağımın üzerinde kalın ve simsiyah duran bıyıklarım kendilerini hemen tanıtıyorlardı. Onlar da kendilerini tanıştırdılar: Biri Özbek diğeri Kazaktı.
Bu zoraki misafirperverliğime tepki olarak mı, yoksa bozkır adamlarının, pehlivanların birbirlerine el ense çekmesi gibi, karşısındakini yoklayarak başlayan sohbet geleneğinden midir bilmem Özbek olanı:
Emir Timur benim atam! Diyerek söze başladı. Bir Özbek böyle başlarsa sohbetin nasıl seyredeceği de bellidir. Bu oyuna düşmemek ve ona bir başka açıdan bakmayı göstermek için pek oralı olmamışçasına:
– Emir Timur benim de atam. Dedim.
Yapmak istediği iğnelemeyi anlamadığımı düşünerek, “damarıma” basmak istiyordu:
– Emir Timur, Anadolu’ya giderek Beyazıt’ı yendi. Dedi ve şöyle bir arkasına yaslandı.
Gayet sakin bir tavırla;
– Doğru, dedim. Emir Timur, Beyazıt’ı Ankara’da yenmiş. Beyazıt benim atam ama Emir Timur da benim atam. Tarihte olmuş böyle işler.
O ana kadar sohbete hiç katılmayan Kazak,
– Durun bakalım dedi, Özbek’e dönüp “Emir Timur senin atan ise”, sonra benim yüzüme bakarak; “senin de atan ise, o zaman siz birbirinizin nesi olursunuz?
– Bana sorma dedim, ona sor!
Özbek biraz durakladı, taktiği tutmamıştı. Bu sefer başka bir yol denemeye karar verdi:
– Bizim Ulu Türkistanı’mız var. (Biznig Ulug Turkıstan bar)
İşte bu söz beni canlandırmıştı. Yetmiş yıl boyunca Ulu Türkistan sözünü ağzına alanların Turancılık, Pantürkizm suçlamalarıyla başlarına gelmeyenin kalmadığı bu coğrafyada, hiç beklemediğim bir anda, bir adam masama oturuyor ve Ulu Türkistan’dan bahsediyor. Nasıl heyecanlanmazdım; fakat genel tavrımı bozmamaya çalışarak;
– Ulu Türkistan’ı biliyorum dedim.
Özbek dostum, benim Ulu Türkistan kavramından haberdar olabileceğime hiç ihtimal vermiyordu. Öğretmek isteyen bir tavırla;
– Türkistan demek bu şehir demek değil. O çok büyük. Ulu Türkistan, bugünkü Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan ve Türkmenistan’ın hepsi demek. Hatta Tacikistan’ı bile saymak mümkün.
Artık bu beklenmedik misafirlerden ziyadesiyle memnundum. Şimdi atak sırası bendeydi:
– Peki dedim, şimdi sen cevap ver: Türkistan ne demek?
O hâlâ bana, Ulu Türkistan’ı anlatmak derdindeydi. “Bir zamanlar” diyordu “buralar tek devletti. Sonra Stalin, biz güçlü olmayalım diye böldü, ayrı devletler yaptı”.
Beni tanıyanların kolayca tahmin edebilecekleri gibi, bir Türkistanlıdan bu sözleri duymakla mest olmuştum. Ama yine de bu halimi belli etmemeye gayret ediyordum.
– Tamam dedim, bu söylediklerinin hiç birisine itirazım yok; ama sen söyle, Türkistan ne demek?
Bu cevaba yanaşmak istemiyordu, benim sorumu duymamışçasına devam etti:
– Emir Timur da “Biz ki Emür–ül Türkistanız/ Biz ki Turanın başbuğuyuz” demiş. Ulu Türkistan çok büyük bir ülke.
Sabrımın son noktasındaydım, kalkıp sarılıp öpebilirdim bu adamı, ama Bektaşi misali iş bir kez inada binmişti:
– Tamam da dedim, Kazakistan, Kazak’ın yurdu demek. Özbekistan, Özbek’in vatanı demek. Ya Ulu Türkistan’ın manası ne?
Mesele gayet açıktı, yine o ana kadar hiç söze katılmayan Kazak araya girdi:
– Mesele anlaşıldı ağa (ağabey) dedi. Bu Özbek’in inadı tuttu. Sen, bize birer yüz gram söyle, o her söylediğine mutabık olur.
“Yüz gram” bu coğrafyalardaki argo söyleyişlerde, duble votka anlamına geliyordu. Ama işte bu sürpriz değildi çünkü hemen pek çok sohbetin başı da sonu da “yüz grama” çıkabilir buralarda.
Bu hoş sohbetin de ceremesi yüz gram olsun, ne yapalım!
Garsona seslenip, misafirlerime “ne istediklerini sormasını” söyledim.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: Content is protected !!