Bozkırın Ortasındaki Gece
Bozkırın Ortasındaki Gece
Artık karanlık iyice çökmeye başlamış, hızımız da düşmüştü. Abay Mirza, Kazıkurt Dağına kerametler yüklüyordu. Ne kadar kutlu bir dağ olduğunu anlatıyordu. Hatta bizim gelişimizden memnun olup olmadığına dair bize işaretler vereceğinden bahsediyordu. Ali Ağabeyle tekrar göz göze geldik. Geceyi geçireceğimiz yerle ilgili endişelerimiz yetmezmiş gibi, rehberimize ne kadar güvenmemiz gerektiğinden de tereddüde düşmüştük. Gerçi Gök Tanrı dininin halk arasında yaşayan ritüel ve inanışlarına Kazaklar arasındaki sık rastlanmasını bilmemiz, bu durumu nispeten rahatlıkla karşılamamıza imkan veriyordu. Yolumuza devam ediyorduk ve her taraf iyice kararmıştı. Abay Mirza birden bakın işte belirti orda gözüktü. Bu Kazıkurt’un bizi kabul ettiği, kendine gelişimizden memnun olduğunun işareti diye heyecan içinde parmağıyla gökyüzünü gösteriyordu. İşaret ettiği yerde, buluta benzer bir şey duruyordu. Kuyruklu yıldızın kuyruğuna benzetmekte mümkündü, şehzade serpuşuna da. Sanki Kazıkurt’un zirvesi şehzadenin başıydı da yere doğru başına bağladığı serpuş sarkıyordu. Ama Abay Mirza “işte belirti bu. Bakın bu bulut değil. Bulut olsa yere yatay dururdu. Bu ise yere dik. Siz hiç yeryüzüne dik duran bulut gördünüz mü?’’diye sorarak kendi görüşünü güçlendirmeye çalışıyordu. Bir bacadan çıkan duman olabilir mi diye etrafta bir ev ya da fabrika aramaya başladık. Hayır bozkırın ortasındaydık. Civarda ne ev görünüyordu ne de fabrikaya benzer bir yapı. Dostumuz, kendisiyle aynı fikirde olmadığımızı anlamış ve bunun Kazıkurt’un işareti olduğu yönündeki kanaatini pekiştirecek olaylar anlatıyor,daha önceki gelişlerinden de benzer belirtiler gördüğünden bahsediyordu. Ali Ağabeyle, bunun bir bulut olduğundan emindik ama nasıl olup ta böyle dik durduğunu izah edemiyorduk. Abay’ın görüşünü kabullenir görünmekten başka çaremiz kalmamıştı. Üstelik dostumuza göre Kazıkurt herkesi işaret göstererek karşılamazdı. Bu işaret bizim temiz kalpli ve iyi niyetli insanlar olduğumuzun da belirtisiydi. İtiraf etmeliyim bu yorumda hoşuma giden yönlerde yok değildi. Ama yine de bu garip duruşlu şey bir buluttu, herhalde.
Abay Mirzanın “işte bu köyde geceyi geçireceğiz’’ dediği yere geldiğimizde saat gece on biri geçmişti. Yol zaten köyün içinden geçiyordu. Evlerin pencerelerinden sızan ışığın gücüne bakılırsa köyde elektrik vardı. Kazakistan’ın şu ekonomik sıkıntılarının içinde şehirlerde bile elektrikler sık sık kesilirken elektriği olan bir köye gelmek büyük şanstı. Köyün sokakları bomboştu. Arabamızın sesi ve ışığı ile köşelerine çekilmiş köpekler, birer birer başlarını kaldırıp ortalığı gürültüye boğmuşlardı. Abay’ın yönlendirmesiyle bir evin avlusunda durduk.
Kazaklar uzun yıllar çadırda yaşamanın acısını çıkarırcasına geniş evler yapıyorlar. Elbette evlerin genişliğinde akraba ilişkilerinin hâlâ çok kuvvetli olmasının önemi de çok fazla. Evin önündeki eyvana 8–10 basamaklı bir merdivenle çıkılıyordu. Belki Kazakistan’daki köy evlerinin tamamına yakını bu eve benziyordu. Tek katlı geniş bir evdi burası. Evde hiç ışık gözükmüyordu. Burada da bizi ev sahibinin iki köpeği karşılamıştı. Şu bozkırın ortasında gece yarısı kalma ihtimalimizin bulunduğu evde kimse yok muydu? Türkistan’da iken “kalacağımız yerlere telefonla haber verelim’’ teklifimize “gerek yok diyerek” karşı çıkmıştı; Abay. Kazıkurt sevdasının peşinde tam bir bozkırlı gibi davrandığım için biraz da mahcup oluyordum. Bu yüzden Ali Ağabeyle göz göze gelmeden göz ucu ile onun halini anlamaya çalışıyordum. Beklemek ve evde bizi güler yüzle karşılayabilecek birilerinin bulunmasını dilemekten başka yapacak bir şey yoktu. Ali Ağabey de tevekkülle bekliyordu.