İttihat Ve Terakki

Büyük Devletlerin Bağdat Demiryolları Hattı Üzerinde Oynadıkları Oyunlar

Büyük Devletlerin Bağdat Demiryolları Hattı Üzerinde Oynadıkları Oyunlar

 

İngiltere, Bağdat hattının inşasını menetmek için her türlü çareye başvurmaktan geri durmuyordu. Mesela Osmanlı Devleti müthiş bir malı müzayaka etmekte olduğundan, Mayıs 1909’da büyük devletlere müracaatla gümrük varidatının yüzde dört zam ile yüzde onbir den onbeşe çıkarılmasına müsaade olunmasını rica etmişti. Babıâli’nin bu talebi, Fransa ve Rusya tarafından kabul olunduğu halde, İngiltere Hükümeti kabul etmek için bir takım şartlar koşmuştu. Bu şartların başlıcaları şunlardı: “Gümrük resminin artmasından hasıl olacak fazla varidat Abdülhamit devrinde akdolunan mukavelelerle Bağdat hattı kasdediliyordu. İngilizler, İngiliz ticaretinden hasıl olacak kâr ile bir demiryolu inşa edilmesini ve bu demiryolunun da İngiltere’ye rakip olan Almanya’nın eline geçmesini istemiyorlardı. İngiltere, koştuğu bu şartı takviye etmek için de sefiri Sir Gerard Gowtlen vasıtasıyla Sadrazam’a İngilizler tarafından yeni bir hat yapılmasını teklif etmişti. Bu hat hükümet tarafından hiçbir teminat verilmesine lüzum olmadan Dicle Ovası’nı takip ederek Basra Körfezi’nden Bağdad’a kadar gidecekti. Fakat imtiyaz sahipleri hattı ileride Marmara denizine kadar uzatmak hakkına malik olacaklardı.

İngilizlerin bu talepleri, Babıali’yi müşkül bir mevkide bırakmıştı. İttihat ve Terakki erkânı, harici siyasetle doğrudan doğruya alakâdar olmadığı için vaziyeti layıkıyla kavrayamıyordu. İngiltere Hariciye Nazırı Sir Edvard Grey, gümrük varidatı artmayacak olursa Bağdat hattının da inşa olunmayacağını iyi hesap etmişti. Çünkü Osmanlı Hükümeti’nin parası olmazsa Almanlara kilometre garantisini temin edemezdi. Kilometre garantisi olmadan da şimendifer yapılamazdı. Babıâli iki cami arasında kalan bir binamaza benzemişti. Bir taraftan Almanlara verdiği imtiyaza ve imzaladığı mukaveleye riayete mecburdu diğer taraftan İngilizlerin teklifi bilhassa Mebusan Meclisi’nde bir meyil uyandırıyordu. Çünkü, İngilizler hattı garantisiz inşa edeceklerini söylüyorlardı. Fakat böyle olduğu halde İngilizlerin teklifini kabul etmeye imkan yoktu. Çünkü Irak üzerindeki İngiliz emelleri herkesçe malumdu. Bununla beraber İngiliz teklifini büsbütün reddetmeğe imkan yoktu. Sadrazam, hat imtiyazı meselesinin gümrük resmi artırılıncaya kadar geri bırakılması için İngiliz Sefiri nezdinde beyhude teşebbüslerde bulunduktan sonra nihayet bir hal çaresini bulduğunu zannetmişti. Bu çare, İngilizlere Bağdat hattının Cenup kısmına yüzde 50 nisbetinde iştirak teklifi yapmaktı. Bu hususta kendisine yardım edilmesi için Sadrazam Hüseyin Hilmi Paşa, Alman Sefiri Baron Marşal’a müracaat etmişti.

Fakat Hüseyin Hilmi Paşa’nın bu müracaatı uzun ve Osmanlı Devleti için yeniden tehlikeler doğuran neticeler hasıl etmişti. Çünkü İngilizlerin yüzde elli nisbetinde hattın inşasına iştirak etmeleri fikri ortaya çıkınca Berlin’de İngilizlerle Almanlar arasında uzun müzakereler başlamıştı. Bu müzakerelerde İngilizler Bağdat ile Basra Körfezi arasındaki kısmın, tamamiyle İngilizler tarafından ve İngiliz malzemesiyle inşaasına ısrarla istiyorlardı. Almanlar buna yanaşmayınca ortaya derhal başka tavizler meselesi çıkıyordu. İngilizler, taleplerinden vazgeçmek ve Almanlara karşı müsaadekârane davranmak için Irak kıtasının İngilizler tarafından işgal olunmasına Almanların muvafakatini istiyorlardı. Şayet Almanlar, Irak’taki İngiliz menafiini tasdik ederlerse İngilizlerin de Almanlara Bağdat meselesinde yardım edeceklerini söylüyorlardı.

Bu aralık Paris ve Petersburg dahi işe karışıyor ve Almanlarla İngilizlerin kendi kendilerine anlaşmaya kalkışmalarına itiraz ediyordu. Ruslar ve Fransızlar, Bağdat hattı meselesinin Avrupa’yı alakadar eden bir iş olduğunu ve kendilerinin muvafakati olmadan o işin halledilemeyeceğini hatırlatıyorlardı. Onların muvafakati de gene Osmanlı Devleti’nin sırtına yükletilecek bir takım metalipten ibaretti. Devletler, Türkiye’nin gümrük resmine yüzde üç zammı ile vaki olan bir müracaatı üzerine bu suretle birbirlerine girivermişlerdi. Onların anlaşamamaları yüzünden Türkiye mali müzayika içinde çırpınıp duruyordu. Esasen anlaşmaları da o mali müzayikayı kaldıracak mahiyette değildi. Çünkü gümrük varidatının fazlası Bağdat hattının kilometre garantisine yatırılacaktı ve daha mühim olan cihet bu anlaşma, Irak’ın İngiltere tarafından zaptına Almanya’nın muvafakat eylemesini ve aynı zamanda Fransa’ya ve Rusya’ya da vaatler yapılmasını intaç eyleyecekti.

Görülüyor ki, dahilde fırkalar Hristiyan unsurlarla çarpışan İttihat ve Terakki hariçte de herhangi bir meselede kolunu bile kaldırmağa imkan ve ihtimal göremiyordu. Cemiyet, yalnız Hüseyin Hilmi Paşa’yı tazyik ile iktifa ediyordu. Halbuki bu tazyikten bir fayda hasıl olmasına imkan yoktu. Çünkü Hüseyin Hilmi Paşa, İngilizlerin teklifinde ne gibi maksatlar gizlendiğini anlayamıyordu. Anlayamadığı için o İngiliz teklifi aleyhinde bulunacağı yerde İngilizleri memnun etmeğe çalışıyordu. İngilizler tarafından Irak’ta istenilen imtiyazlar oradaki Araplarda büyük bir galeyan uyandırdığı ve galeyanın İngiltere aleyhine olduğuna şüphe bile etmemek lazım geldiği halde, İttihat ve Terakki dolayısıyla Hüseyin Hilmi Paşa kabinesi, bu galeyandan istifade ederek Türk-Arap Anlaşması için hiçbir teşebbüste bulunmuyordu. İngilizlerin o esnada takip ettikleri ve senelerden beri husulüne çalıştıkları gaye, Türklerle Araplar arasına nifak sokmak idi. Irak’ta İngiliz imtiyazının mevzubahis olduğu bir zamanda Arapların bu imtiyazlar aleyhine kıyam etmelerinden istifade etmemek büyük bir hata idi.

Fakat Hüseyin Hilmi Paşa, o esnada mali işlerde tamamiyle Maliye Nazırı Cavit Bey’in nüfuz ve tesiri altında bulunduğundan ve Cavit Bey de Bağdat meselesini Almanya ile müzakereye memur edilen İngilizlerin önde gelen maliyecilerinden Ernest Cossel ile gayet samimi münasebetler tesis etmiş olduğundan İngiliz arzularına lüzumundan fazla mümaşaat ediliyordu. Hatta Cavit Bey ile Sir Ernest Cossel arasındaki münasebetlerin Meşrutiyet idaresinin tamamiyet-i mülkiyesi, ile kabili telif olmadığını söyleyen diplomasi mahafili İstanbul’da az değildi. Bu münasebetlerden dolayı Hüseyin Hilmi Paşa gerek şahsen tesir icra etmek, gerekse en şiddetli teşvik vasıtalarına müracaat eylemek sayesinde Mebusan Meclisi’nde İngiliz arzularına muvafık bir ekseriyet teminine muvafık olmuştu. Artık Fırat ve Dicle İngilizlere vapur işletme imtiyazı verilmek için lazım olan mukavele akdedilmek üzere bulunuyordu.

Bu vaziyet karşısında Almanya’nın İngiltere’ye karşı fazla inat ve zarar göstermesine hacet kalmıyordu. İngilizlere verilen bu imtiyazın büyük bir hata olduğu Almanya’nın İstanbul Sefiri Baron Marşal tarafından Berlin Hariciye Nezareti’ne gönderilen bir rapordan aşikar bir surette anlaşılmaktadır. Almanya Hariciye Nezareti tarafından neşredilen resmi vesikalar arasında bulunan bu raporda Sefir diyordu ki:

“Bizim için Türkiye hakkında İngiltere ile anlaşmamıza artık bir mani kalmamıştır. Çünkü yeni Türkiye vapur işletme inhisarını İngilizlere vermek suretiyle Irak’ı İngilizlere teslim etmiş oluyor. Çünkü bu imtiyazdan siyasi bir hakimiyet doğacağına şüphe yoktur. Biz Almanlara gelince, bizler Türkiye’den ziyade Türk olamayız. Türkiye tarafından feda edilen, Türk menafiini müdafaa edemeyiz.

“Vaziyet bu merkezde iken 1910 senesi Kanun-u evvel sonlarına doğru Hüseyin Hilmi Paşa’nın istifası ve onun yerine Hakkı Paşa’nın geçmesi üzerine Bağdat Hattı meselesi yeni bir şekil almıştı. Çünkü Hüseyin Hilmi Paşa, İngiltere taraftarı görünürken yani Sadrazam Hakkı Paşa, Almanya tarafını iltizam etmeğe başlamıştı. Hakkı Paşa, eskiden beri Alman Sefiri Baron Marşal ile dost idi. Onun için İngilizlerin Irak’ta iktisadi menfaatler istemelerindeki maksadın hakikatte siyasi olduğunu biliyordu. Baron Marşal’ın o günlerde Berlin’e gönderdiği raporlara bakılacak olursa; Selefinin Liuç ve Vilkoks imtiyazları gibi mirasları bırakıp gitmesinden dolayı Hakkı Paşa’nın müteaddit mülakatlar esnasında Alman Sefiri’ne şikayetler serdettiği anlaşılıyor. Hakkı Paşa, Irak’ta İngilizlerin hakim oldukları bir hatta tahammül edemeyeceğini söylüyordu. Bu meselede nihayet İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin gözleri açılmıştı. Gerek cemiyet, gerekse Hakkı Paşa, Bağdat hattının şimdilik yalnız Bağdad’a kadar inşa edilmesini, Basra’ya kadar inmesinden sarf-ı nazar edilerek, İngiliz metalibinin atlatılmasını ve hat bir kere Bağdat’a kadar inşa edilecek olursa İngilizlere karşı daha kuvvetli bir surette hareket edilebileceğini ve o zaman hattın Türk Hükümeti tarafından inşa olunabileceğini ileri sürüyorlardı.

Vaziyet bu suretle değişince Almanya dahi tavır ve hareketini değiştirmiş ve İngilizlerin lehine, Alman menafiinden vazgeçilmesi muvafık olamayacağını söylemeğe başlamıştı. Almanların maksadı, Almanya için fazla menafi temin etmek üzere İngilizlere doğrudan doğruya anlaşmaktı. Fakat Babıâli’nin muvafakati olmaksızın bir iş yapılamayacağı için Alman-İngiliz Anlaşması’na da imkan göremiyorlardı. Sadrazam Hakkı Paşa:

-“Bağdat ile Basra Körfezi arasında yapılacak kısım hattını, İngilizlere vermekten ise bunu bizzat hükümetin yapması bin defa muraccahtır” diyip duruyordu.

Halbuki İngilizler, buna o kadar ehemmiyet vermiyorlardı. Çünkü Almanya’nın buna muvafakat etmeyeceğini zannediyorlar ve diyorlardı ki: “Sadrazam şayet Almanların tazminat almadan Bağdat hattı imtiyazının on kısmından vazgeçeceklerini zannediyorsa mecnunlar sınıfında yaşıyor gibi görünüyor demektir.” İngilizler, Bağdat ve Basra kısmını inşa ettirmemek için aynı zamanda Fransızları da teşvik ederek Bağdat’tan Humus’a kadar yeni bir hat imtiyazını ortaya attırıyorlardı.

Maamafih, İngilizlerin ve Fransızların elinde Babıâliye karşı kullanılmak için daima iki silah bulunuyordu. Bunlardan birisi; İngilizlerin gümrük resminin tezyidine muvafakat etmemeleri, diğeri de; Fransızların Türkiye tarafından akdedilmek istenilen istikraza siyasi tavizler mukabilinde razı olmaları idi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: Content is protected !!