Bektaşilik Erkanı

Cem Âyini nasıl yapılır?

Cem Âyini nasıl yapılır?

Bütün bu farklılıklara rağmen cem törenlerinin iskeleti genelde aynıdır. Bu durum cem çeşitleri için de geçerlidir. Ufak uygulamalarla birbirlerinden ayrılırlar. Burada bir fikir vermesi bakımından Ankara-Mamak’ta Dede Mehmet İnanç tarafından yönetilen ve bizim de katılarak izlediğimiz bir cem törenini anlatacağız.
Alevî dedesi Mehmet İnanç’la, Alevî vatandaşlarımızın yaşadığı Yozgat’ın Kababel Köyü’nde imamlık yapan Ebuzer Bakır vasıtasıyla bağlantı kurarak bir cem törenine katılmak istediğimizi kendisine söyledik. Kendisine maksadımızı anlattık. Memnuniyetle kabul ederek bizi Ankara Mamak’ta bulunan bir cem evine davet etti. Kendisi Yozgat’ın Kababel köyünde ikamet ediyordu. Ancak, Ankara’da da bağlıları olduğundan buradaki cem törenlerine de katılı-yordu. Bu durum, biraz da dedelerin azlığından kaynaklanıyordu.
Cem, perşembe akşamıydı ve cuma gününe hazırlık niteliğini taşıyordu. Cem evini bir hayırsever vatandaşımız yaptırmış ve alevî-bektaşî vatandaşlarımızın hizmetine vermişti. Kendisi de alevî olan bu vatandaşımız beş vakit namazını aksatmıyordu.
Cem töreni için verilen adrese gittik. Kapıda bizi bekçi karşıladı. Kimi aradığımızı sordu. Biz, Dede’yle daha önceden konuştuğumuzu ve töreni izlemek üzere geldiğimizi söyleyince, müsaade isteyip içeri girdi. Dede’ye sormak için girdiği belli oluyordu. Tekke ve zâviyeler kapa-tılınca bir çok tarîkatta olduğu gibi, alevî-bektaşîlerde cemlerini gözcü nezaretinde gizli yapmak zorunda kalmışlar, bilahere de bunu adet edinmişlerdi. Zamanla bekçilik, yazılı bir kaynak olmadığından törenin ayrılmaz bir parçası durumuna gelmişti.
Bekçi gelerek, bizi içeri davet etti. Selam vererek uygun bir yere oturduk. Henüz cem başlamamıştı. Sohbet faslındaydı herkes. Dede, dini bir şeyler anlatıyor, orada bulunanlar da dinliyordu. Kapıdan girenler, önce kapının sağ tarafını sonra sol tarafını öpüyor, bilahere kapının eşiğine niyaz ediyor cem evine öyle giriyordu. İnanca göre, kapının sağ tarafı Peygamberimizi, sol tarafı da Hz. Ali’yi simgeliyordu. Kapının üstü Hz. Fatma’yı simgelerken eşikler de, Hz. Ali’nin vefat eden çocuklarını temsil ediyordu. Bilahere içeri giriliyor, selam veriliyor, Dede’ye niyaz ediliyor ve eli öpülerek uygun bir yere oturuluyordu.
Öğrendiğimize göre herkesin gelmeden önce abdest alması, mümkünse boy abdestli olması ve dargın olduğu kimselerle barışması gerekiyordu. Abdest, Hanefî mezhebi’nin kurallarına göre alınıyordu.
Sağ başa Dede oturmuştu. O’nun yanında da diğer hizmet sahipleri oturuyordu. Hizmet sahiplerinin belinde, kırmızı ve yeşil renkli bir kemer bulunuyordu. Ortada geniş bir halka teşkil edilmişti. İkinci bir halka da birinci halkanın etrafına yapılmıştı. Yan tarafta da kadın ve çocuklar oturuyordu. Çocuklar ceme alınmıyordu. Ancak, bu görgü cem’i olduğu için, gençlerin ve çocukların da gelenek ve görenekleri öğrenebilmesi maksadı ile cemin kapısı çocuklara da açılmıştı.
Kadın ve çocuklar kendi aralarında konuşuyorlardı. Gözcü, “Gerçeğe uy hâ!..” diyerek herkesi sükunete davet etti. Tören başlayacaktı. Önce etrafı aydınlatmak için çerağ yakılması gerekiyordu. Gerçi etraf elektirikle gayet net bir şekilde aydınlanıyordu. Ancak eski bir gelenek olarak da çerağ yakma işlemi sürdürülüyor ve tören litera-türünde “delil” olarak yerini alıyordu. Çerağ; aydınlanmayı, geleneği, yolunu şaşırmış bir adama delil olmayı simgeliyordu.
Orta yere duayla büyük bir seccâde serildi. Seccâde serenler meydanda “dâr”a durdular. Dede, “Allah… Allah… hayırlar fethola, şerler def ola, maksadınız hâsıl ola” şeklinde dua etti. Seccâde serenler bilahere niyaz ederek geri çekildiler.
Çerağcı, bir beze tuz koyarak bağladı. Tuzlu bezi ortaya, iki de fitil yanlara gelecek şekilde boş bir şamdana yerleştirdi. Daha sonra Şamdan’ın haznesine zeytinyağı konuldu. Bazan zeytinyağı yerine kurban yağı da konulduğu söyleniyordu… Bazı yörelerde ise, bunun yerine mum yakıyorlarmış. Tören bitene kadar çerağın yanması gereki-yordu.
Dede, cemaata hitap ederek, aralarında küs, kırgın, dargın olup olmadığını sordu. Herkesi birbirleriyle helalleşmeye davet etti. Herkes, birbirleriyle helalleşti. Sonra hizmet sahipleri hep birlikte meydana gelerek “dâr”a durdular.
Dâr, sağ elleri parmakları açık olmak üzere göğüste, sol elleri serbest bırakılmış, sağ ayak baş parmağı, sol ayak üzerinde, vücut hafifce ileri eğik olarak durmak şeklinde yapılıyordu.
Dede, “dâr” a duran hizmet sahiplerine, “Allah… Allah… Akşamlar hayır ola, hayırlar feth ola, şerler def ola, hizmetleriniz kabul ola, muratlarınız hasıl ola…” şeklinde dua etti. Duadan sonra hizmet sahipleri meydana ve Dede’ye niyaz ettiler. Niyaz bir secdeyi andırıyordu. Alevîlik ve Bektaşîliğe yöneltilen eleştirilerin önemli bir kısmı da bu durumdan kaynaklanı-yordu. Bunun sebebini sordum. Niyazın, aslında Dede’ye olmadığını, Peygamberimize vekaleten ona yapıldığını, seccâdenin bir tarafının Peygamberimizi, bir tarfının da Hz. Ali’yi simgelediğini, diğer köşelerinin de, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’i temsil ettiğini söylediler. Yapılan bu niyazlar onlaraymış. Hizmet sahipleri duadan sonra yeniden “dâr”a durdular. Dede, “Tevella, tevellâ hakka yazıla, tecellânız temiz yükünüz ak ola. Tecella gören cehennem nârı görmeye, erenlerden himmet şey’en lillah, eyvallah” şeklinde dua etti. Bilahare hizmet sahipleri hizmetlerinin başına yöneldiler.
Ferraş, elindeki küçük bir süpürgeyle meydana gele-rek simgesel olarak meydanı üç kere süpürgeledi. Sonra süpürgeyi koltuğuna alarak “dâr”a durdu. “Allah… Allah… Güruh-u Naciyim. Kırklar meydanında süprgeciyim. Pir divanında durucuyum. Âli Muhammed’den üstadımız Seydi Ferraş’tır. Allah, Eyvallah” diye bir dua okudu. Dede de, “Allah… Allah… Hizmetin kabul ola, muradın hâsıl ola, seyyid Ferraş Efendimizin himmeti üzerine ola, gerçek erenler demine hû…” diye dua etti. Ferraş, bulunduğu yere niyaz edip geri geri çekilerek yerine geçti.
Çerağcı, çerağ malzemesini Dede’ye yakın bir yere koyarak “dâr”a durdu. Dede, Nur Suresi’nin 35. Âyet’ini okudu: “Allah, göklerin ve yerin nûrudur. O’nun nûru, içinde ışığı bulunan bir kandil yuvasına benzer. O ışık bir cam içindedir. Cam ise, sanki inci gibi parlayan bir yıldızdır. Bu ne doğuda, ne de batıda bulunan bir zeytin ağacından yakılır. Ateş değmese bile, nerdeyse yağın kendisi aydınlatacak. Nur üstüne nurdur. Allah dilediğini nûruna kavuşturur. O, herşeyi bilir.”
Âyet bittikten sonra çerağcı çerağı yaktı. Daha sonra Dede, “Çerağı-ı rüşan, fahr-ı dervişan, zühr-i iman, himmet-i piran, pir-i Hüseyin, küşad-ı meydan… Gerçek erenler demine hû… çerağ-ı evliya nuru’s-semavat, Muhammed Ali’ye candan salavat” şeklinde cemaatı salavata davet etti. Cemaat da:
“Allahümme Salli Ala Seyyidina Muhammed Mustafa.
Allahümme Ala Seyyidina Aliyyel Mürteza.
Allahümme Ala Seyyidina Hasen-el Mücteba…” şeklinde On iki İmam’ı da içine alacak şekilde salavat getirdi-ler.
Salavatdan sonra, zâkir sazını eline aldı ve çalmaya başladı. Zâkir, sazın tellerine vurdukca, herkes aşka geliyor ve vecd içerisinde dinliyorlardı. Çerağla ilgili düvaz söylenmesi gerekiyordu. Zâkir saz eşliğinde söylemeye başladı:
Hata ettim Hüda yaktı delili
Muhammed Mustafa yaktı delili
Ol Al-i Âba’dan Haydar-i Kerrar
Aliyyül Mürteza yaktı delili

Düvaz; Hz. Hatice, Hz. Fatıma ve On iki İmam’ı da kapsayacak şekilde sürüyordu. Düvaz üç kere tekrar edildikten sonra bitti. Zâkir sazının üstüne eğildi. Dede dua ederek Zâkir’in hizmetinin makbul olmasını diledi. Ondan sonra Ferraş yine gelerek üç kere meydana süpürge çalarak “dar”a durdu. Dede onu da, dualadıktan sonra sıra tarîkat abdesti almaya gelmişti.
Sakka, bir elinde ibrik bir elinde leğen olduğu halde, Dede’den başlamak suretiyle, herkesin eline su döktü. Sakka’nın karısı da elinde havlu tutarak Sakka’ya yardımcı oluyordu.
Sembol olarak abdest alma işi bittikten sonra, Sakka da havlu tutan karısıyla birlikte “dâr”a durdu. Dede, dua edip, hizmetlerinin makbul olmasını diledi. Sakka ve yardımcısı niyaz edip yerlerine çekildiler.
Sıra tevhid bölümüne gelmişti. Zâkir, Dede’den destur isteyip Kul Himmet’e ait şu düvazı okumaya başladı:

Bu gün pir bize geldi
Güllleri taze geldi
Önüsıra kanberi
Ali Mürteza geldi

Lâ İlahe illallah

Ali Mürteza şahım
Yüzüdür Kıblegâhım
Miractaki Muhammed
Âlemde padişahım

Lâ İlahe İllallah

Düvaz bittikten sonra cemaat, hep bir ağızdan elleriyle dizlerine vurup tempo tutarak yeni bir düvaza başladılar:
Lâ İlahe İllalah
Ali mürşid Ali şah
Eyvallah Şahım Eyvallah
Hak Lâ İlahe İllallah
Cemaat bunu üç kere tempoyla okuduktan sonra, secdeye vardılar. Dede bir dua okuduktan ve “Allah… Allah… dâr çeken didar göre, didar gören cehennem nârı görmeye, erenler sefasına vara, gerçeğe hû…” diyerek bir mola verdi. Molayla birlikte oradan buradan konuşma başladı. Zaman zaman Dede’ye sorular soruluyordu. Dede de bunlara cevap veriyordu.
Gürültü fazlalaşınca gözcü, “Gerçeğe hâ…” diyor ve sessizliği sağlıyordu. Bir müddet sonra Dede, “Edep erkan hû…” diyerek töreni yeniden başlattı. Bütün cemaat dize geldiler. Sonra Ferraş meydana gelerek duasını yaptı ve meydana üç kere süpürge çaldı. Dâr’a durarak Dede’nin duasını aldı ve tekrar yerine döndü. Dede bir dua ederek cemeatı salavata davet etti. Cemaat da, “Allahümme Ala Seyyidinâ Muhammed ve Ala Âli Muhammed” şeklinde salavat getirdi. Sıra miraclama bölümüne gelmişti. Zâkir düstur istedi ve Feyzullah Çelebi’nin miraclama bahsini saz eşliğinde söylemeye başladı:
Mirac okudu Cebrail
Muhammed Mustafa Mâh’ı
Hak emrine oldu kail
Eyledi hem azmi râh’ı

Gayibden yandı bir çerak
Çünkü yakın oldu ırak
Cebrail getirdi Burak
Bindi ol Habibullah

Bir nida erişti Hakk’dan
Ya Muhammed in Buraktan
Göz kamaşır şerer- nak’dan
Mü’minlerin kıblegâh’ı

Burak Kâdim bastı arş’e
Erişti fevka-ül Ferş’e
Hakk kadirdi cümle işe
Eyledi bu gez-nigah’i

Yolda rast geldi bir şîr
Ya nedir bu işe tedbir
Hatem’ini ağzına vîr
Sundu iki cihan Şâh’ı

Çıktı sidr-el Müntehâya
Erişti İla nihaya
Kavuştu sırr-ı Hüdaya
Seyretti Cemalullâhı

Onda gördü bir nev-civan
Yüzü şems-i mâh-ı taban
Cemaline oldu hayran
Nazar kıldı âl- Allahi

Sordu doksan bin kelâmı
Hakk ile nik-nâmı
Bir dem eyledi aram’ı
Bu ne sırdır Ya İlah’ı

Gayibden geldi yeşil el
Verdi si-pâre engûr asel
O dem de gördü bir mahfel
Selman’ın Şey’en Lillahi

Ayak üstü kalktı server
Oldu gözü enver
Sır ile oldu münevver
Dedi bu hikmet ilah’ı
Sıra bu beyte gelince bütün cemaat ayağa kalkarak “dâr”a durdular. Zâkir sazını ayakta çalmaya devam etti. Bir yandan da düvaz okumaya devam ediyordu:

Oldu miracın mübarek
Hakk kıldı Kur’an tebarek
Şanına levlak-e levlak
Padişahlar padişah’ı

Vardı kırkların cemine
Oturdu hak makamına
Hu… dedi gerçek demine
Dem be dem Rasulullah’ı
Sıra, “Vardı kırkların cemine, oturdu hak makamına, hu…” mısralarına gelince herkes oturdu ve oldukları yere secde ettiler. Secdeden sonra düvaz devam etti:
Buyurdu ol nur-ı vâhid
Size armağan bu tevhid
Cümlesi de oldu sâcid
Zikretti kelamullah’ı

Kırklar bir şerbet içtiler
Can ile baştan geçtiler
Cezbe-i aşka düştüler
Elliler-kırklar semah’ı

Gözler-i Kurret’ül ayn’ı
Ali bin Hasan Hüseyin
İmam Zeyn’el Âbidin
Gürüh-ı nâci güvah’ı

İmam Bâkır İmam Cafer
Kâzım Musa Rıza server
Taki ba Nâki Askeri
Muhammed Mehdi Penâhi
Ata-bahş eyle lütfundan
Dûr eyleme rahmetinden
Mahrum koyma şefkatinden
Gedâ feyz-i pür- günâh’ı

Bir an Süleyman Çelebi’nin mevlidini hatırladım. Veladet bahsi de aynen böyleydi:

Geldi bir akkuş kanadı ile revan
Arkamı sığadı kuvvetle heman
Doğdu ol saatte ol sultan-ı din
Nura gark oldu semavat-ı zemin.

Mısralarında ayağa kalkılıyor. Salavat okunup dua ediliyor ve bilahere oturuluyordu. Feyzullah Çelebi’nin miracnâmesi şekil itibariyle mevlidi andırıyordu. Uygulama da mevlid merasimindeki uygulamanının aynısı idi.
Miracname okunmaya devam ederken semahlar destür isteyerek semaha başladılar Miracname bittikten sonra Dede semahcılara ve zakire dua etti. Bilahere düvaz-lar eşliğinde, kırklar semahı yapıldı. Dualardan sonra sıra sakka suyuna gelmişti. Dede’nin cemaatı edep ve erkana çağırmasıyla birlikte herkes yeniden diz çöktü. Sakka su dolu bir kapla “dâr” a durdu. Dede, Enbiya suresi’nin 30. Âyetini okuyarak dua etti. :
“Bismillahirrahmanirrahim. Ve Cealna min-el Mâi Külli şey’in Hay. (biz canlı olan her şeyi sudan yarattık) allahümme ‘ec’alhü, Şifaen min külli Dain, Selamüllahi Ala İmam Hüseyin… Lânetüllâhi Alâ kâtil-i İmam Hüseyin”
Dede’nin bu duasını müteakip Sakka, suyu Dede’ye verdi. Dede, sudan bir yudum aldı. Bilahere ordaki cemaat da sudan birer yudum aldılar. Sudan biz de içtik. Su normal bir su idi. Daha sonra Sakka, cemaatın üstüne, o sudan az miktarda serpti. Bilahere, içine bir damla üzüm sıkılmış limonatalar sakka ve yardımcısı tarafından önce Dede’ye, sonra da tüm cemaata dağıtıldı. Dede’nin duasından ve desturundan sonra limonatalar içildi. Daha sonra Sakka ve yardımcısı meydanda “dar”a durarak Dede’nin duasını aldı. Duadan sonra çekilerek yerlerine oturdular. Sıra lokma hizmetine gelmişti. Ceme gelenler tarafından hazırlanarak getirilen çörek, börek, tatlı vs., ve daha önce kesilmiş kurban etlerinden yapılmış yemekler yenilecekti.
Lokmacı meydanda “dâr”a durarak, “Evvel Allah diyelim… Kadim Allah diyelim… Geldi Ali sofrası… Hakk versin biz yiyelim… Allah eyvallah… Gerçeğe hû…” dedi. Dede de, “ Allah… Allah… Hayır hizmetin kabul, muradın hasıl olsun. Sofran Kanberin serdiği sofra olsun. Gerçek erenler demine hû…” diyerek dua etti.
Duayı müteakip meydana sofralar serildi. Herkes ellerini sofraya koydu. Dede besmele çekti. Ve İnsan Suresi’nin 8 ve 9. Âyetleri’ni okuyarak duaya başladı:
“Allah… Allah… Elhamdülillah, Elhamdülillah, Sümme Elhamdülillah. Nimeti Celil, bereket-i Halil, şefaat-ı Rasül, inayet-i Ali, himmet-i Veli… Bu gide gânisi gele. Hak Muhammed Ali kabul ede… Yiyene helal, yedirene delil ola. Yiyeni, yedireni, pişirip getireni hak saklaya, Hızır Bekleye. Şey’en lillah, Allah, Eyvallah Hû… ” Cümle sonlarında cemaat, “Allah, Allah” diyerek duaya iştirak ediyorlardı. Dua bittikten sonra yemek yenildi. Yemekte oradan buradan konuşulmaya devam ediliyordu.
Yemekten sonra sofra kaldırıldı. Ferraş adet olduğu üzere meydana gelerek üç kere süpürge çaldı. Duasını alarak tekrar yerine döndü. Cem yavaş yavaş sona eriyordu. Zâkir yeniden sazını eline aldı ve düvaz söyledi. Tabi bu düvaz isteğe göre söyleniyormuş. Dede bir dua daha okudu. Bu “cem birleme duası”ymış.
Dua bittikten sonra, cümle cemaat meydanda niyaz ettiler. Bilahere çerağ, Dede tarafından bir dua okunarak söndürüldü. Cem töreni çerağın söndürülmesiyle resmen bitmiş oldu. Herkes birbiriyle vedalaşarak dağıldı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: Content is protected !!