Cem’ Kavramı
CEM’ KAVRAMI
Kelime olarak, “parçaların bir araya gelişi, toplama, birden fazla, çoğul, birlik” gibi manalara gelen cem’, tasavvufî olarak ise “tevhid-i ef’al, halksız Hakk’a işaret” eder.
Tasavvufî olarak cem’ şöyle açıklanır: “Öncesiz (kadîm) ile sonradan olan (hâdis) arasındaki ayrılığın ortadan kalkmasıdır. Zira cem’ halindeyken, ruh bâsireti, Allah’ın Zât’ı cemâlini müşahedeye doğru çekilir. Eşyaları ayırdedici akıl, kadîm olan zât nurunun gâlip gelmesiyle örtülü kalır. Hâk geldiğinde bâtıl kaybolduğu için hâdis ile kadîm arasını ayırdetmekten uzaklaşır. Bu hale cem’ adı verilir. Sonra izzet perdesi, zâtın vechi üzerine örtülünce, ruh, madde alemine dönüş yapar. Bu hale de tefrika hali denir. Cem’e makam halinde yerleşmemiş müridler cem ve tefrika arasında gelir giderler”.
“Cem, Herşeyi Allah’tan bilerek halkı yok, Halık’ı var görme halidir. Cem; toplamak, dikkat ve iradeyi bir noktaya teksif etmek demektir. Cem’ fark (veya tefrika) ile birlikte kullanılır. Hücvûrî, ‘cem’ ve ‘fark’ anlayışının en önemli temsilcisininin Ebu’l- Abbas Kasım es-Seyyâri (ö.342 /953) olduğunu ve bu görüşün taraftarlarına bu yüzden Seyyâriyye adının verildiğini belirtir.
‘Mutasavvıflardan bazılarına göre, insanın yaratılışı ile cem arasında bir ilgi vardır. Cem’ yaratılış sırasında Hakk’ın konuşmasıdır. İnsanlar o zaman kendilerinde değillerdi (gaybet). Bu yüzden konuşan da cevap veren de, kendisiydi. Hakk, insanlara peygamberler aracılığıyla hitap edince fark hali ortaya çıktı. Bu farklılıktan sonra Allah’ın kulu kendisiyle birleştirmesi cem’ adını aldı. Bu açıdan kulun kendisine bakması fark, Rabbına bakması cem’dir.”
“Allah adaleti ayakta tutarak şu hususu açıklamıştır ki, kendisinden başka ilah yoktur. Melekler ve ilim sahipleri de bunu ikrar etmişlerdir. Evet mutlak güç ve hikmet sahibi Allah’tan başka ilah yoktur,“ 3 ayet-i kerîmesi ile “Biz Allah’a ve bize indirilene; İbrahim, İsmail, İshak, Ya’kub ve esbata indirilene, Musa ve İsa’ya verilenlerle, Rableri tarafından diğer peygamberlere verilenlere, onlardan hiç birisi arasında fark gözetmeksizin inandık ve biz sadece Allah’a teslim olduk deyin.” Ayet-i kerimesi cem’ ve tefrikaya delil gösterilen ayetlerdendir.
Birinci âyet-i kerimede, ‘Allah, kendisinden başka ilah olmadığına şehadet etti, ‘ifadesi cem’; ‘Melekler ve ilim sahibleri de şahitlik etti, ‘kısmı fark olarak açıklanmıştır. İkinci âyet-i kerime de: ‘Biz Allah’a inandık’… deyin ibaresi cem’, ‘bize indirilene de… inandık’ ibaresi fark olarak izah edilmiştir. Cem’ asıl, tefrika ise fer’dir.”
Birinci âyet-i kerîmede, öncelikle Allah’ın kendisinden başka ilah olmadığına şehadet etmesi ve Allah’ın şehadetini müteakiben, melekler ve ilim sahiplerinin de aynı şehadete katılmaları bir öncelik sırasıyladır. Öncelik Allah’a aittir. Melekler ve ilim sahipleri Allah’ın bildirmesiyle şehadet etmektedirler. İlk şehadette, Allah’tan başka kimse yoktur. Allah’ın şehadeti diğer varlıkların şehadetini de içermektedir.
Allah’ın kendisiyle ilgili şehadeti diğer varlıkların şehadetini gerektirmekte ve onlara dâvetiye çıkarmaktadır. İşte cem’ olayı da budur. Diğer varlıkların Allah’la birlik olması her hususta Allah’a katılmasıdır. Hâdiseye Allah’tan başka öznelerin katılmasıyla fark durumu ortaya çıkmaktadır. Bu Allah’tan başka öznelerin de fiile katıldığının ifadesidir.
“Kişi cem’e erdiği zaman sadece Allah der; başka bir şey demez. Fark halinde ise; dünya, âhiret ve kâinatı birbirinden ayrışmış olarak görür.”
“Geçmiş şeyhler cem’ ve tefrika konusunda farklı görüş beyan etmişlerdir. Nitekim kendisine: ‘Sufiler cem’ ve tefrika kelimesiyle neye işaret etmişlerdir?’ diye sorulan Ebu Bekir Abdullah b. Tahir Ebheri şu cevabı vermiştir: ‘Sufiler cem’ ile Adem (a.)’e fark ile de O’nun zürriyetine işaret etmişlerdir. Cem ile marifeti, fark ile de halleri kasdetmişlerdir.”
Cüneyd-i Bağdâdi’ye göre cem, kurbiyyetin vecd ile bulunmasıdır. Kulun beşerî özellikler içerisinde kaybolması ise, tefrikadır.
Cüneyd-i Bağdâdi cem’ ve farkla ilgili düşüncelerini bir şiirinde şöyle açıklar:
“Gönlüm seninle tahkike erince lisânımla Sana münâcat ettim,
Bizim cem’imiz de bir takım ma’nâlar içindir, fark hâlimiz de.
Ta’zim duygusu, eğer Seni gözümden uzaklaştıracak olsa,
Hemen vecd duygusu Seni bana iç organlarımdan yakın yapar.”
el-Vâsıti cem’ ile tefrikayı, “Nefsine baktığında tefrika, Rabbına baktığında da cem yapmış olursun. Eğer sen kendinden başkası ile, yani Hakk’la kaimsen ortada cem’ de, tefrika da yoktur.” şeklinde açıklamıştır.
“Allah onları zâtı ile cem’, sıfatları ile de tefrik etti” denilmiştir. Bunlar cem’ ve tefrika ile ilgili sözleriyle şunu açıklamak istiyorlar:Kul, amellerine kesb nazarıyla bakacak ve nefsine bir şeyler izafe edecek olursa tefrika’da, her şeyi Hakk’a izafe edecek olursa cem’dedir. Varlıklara bakıp onu gören tefrika halinde, Cenab-ı Hakk’a bakan ve O’nu gören cem’ makamındadır. Çünkü varlık âlemi tefrikayı, varlığın sahibi cem’i gerektirir. Tefrika, ubudiyyet; cem’ ise tevhiddir. Kendi gayretine bakarak taatını ortaya koyan kimse farkda, taatını Allah ile isbat ve izhar eden kimse ise, cem’dedir. Cem’ fena ile tahakkuk ederse, cem’u’l-cem adını alır. Denilebilir ki; Hakk’ın fiilerini görmek tefrika, sıfatlarını görmek cem’, zâtını görmek de cem’u’l cem’dir.”
“Bir müridde yerleşene kadar cem’ levaihi parlamaya devam eder. Yerleştikten sonra bir daha ayrılmaz. Bu kişi tefrika nazarı ile baksa bile, cem’ bakışı ondan kaybolup gitmez. Cem’ nazarı ile bakması, aynı şekilde tefrika bakışını yok etmez. Bilakis müridde bu iki bakış bir araya gelmiştir sağ bakışı, cem’ nazarı olarak Hakk’a, sol nazarı tefrika bakışı olarak halka bakar. Bu hâle, sahv-ı sânî (ikinci ayıklık) veya fark-ı sânî (ikinci ayırma) hâli denir. Cem’ halindeki sâhv pek yüce bir mertebedir. Zira, bu mertebede iki zıt birleşmiştir. Yâni bu mertebede hem fark nazarı, hem de cem’ nazarı vardır. İşte bu yüzdendir ki, sırf cem’ sahibi tefrikadan tamamen kurtulmamıştır. Bu tür cem’ tefrikanın bir çeşidi olarak görülür. Bu tür de cem’ veya tefrika aynı anda bulunur ve bu tefrikanın tam karşılığı olan cem’ değildir. İşte bu sebeble tam tefrikanın karşıtı olan cem’e ‘cem’u’l-cem’ adı verilmiştir. Cem’u’l-cem durumunda olanın yanında, bir olanla hâlita halinde olan müsâvidir. Sırf cem’ sahibi halk ile karışma halinde iken, cem’u’l-cem sahibinde bir karışma yoktur. Bu, şöyle izah edilir: Sırf cem’ halinde mürid, âlemdeki olaylara baktığı zaman, olayların gerçek sahibi olan Bir’i, bâzan görür, bâzan göremez, ama cem’u’l-cem sahibi kişi dâima Bir’i görür. Olayları, Bir’den ayrı ve müstakil olarak vuku buluyor olarak görmez. Yapılan her şeyi Allah’ın yapması, bütün sıfatları da, O’nun sıfatı olarak görür. O, kendini bâzan O’nun yani, mâbudun sıfatı olarak veya ilminin aleti olarak görür. ‘Ben O’nun eli, kulağı, gözü olurum… ‘ hadis-ı kudsisindeki durum tecelli eder. Sekrin sahva uğramadığı gibi bu cem’ haline de tefrika uğramaz. Zira, bu cem’in doğuş yeri, mücerred zâtın ufkudur. Buna ufk-ı â’lâ denir. Sırf cem’in (tefrika ile beraber olan cem’ halinin) doğuş yeri ise, el- Câmi isminin ufkudur. Buna da ufk-ı ednâ denilir. Sırf cem’ ilhad ve zındıklığa sebeb olabilir. Sırf cem’de olan mürid, şeriâtın zâhirî hukumlerini kaldırarak hükmedebilir. Sırf tefrika hâline sahip kişinin, mutllak Fâili aradan kaldırıp yok saydığı duruma benzer. Tefrika ile beraber cem’ ubudiyyet ve rububiyyet arasındaki hükümlerin ayrımının ve tevhidin hakikatını ifade eder. Bu sebeble sûfiler, tefrikası olmayan cem’, zındıklıktır, cem’siz tefrika ise, ta’til (hakiki Fail olan Allah’ı görmemek) dir derler. Tefrika ile beraber cem’ tevhiddir. Cem sahibi, varlıkta zuhur eden her eseri, kendi nefsine izêfe eder. Cem’ Kaside-i Fâridiyye, şerhinde denildiği gibi tevhid ummânına açılan bir vâdidir.”
Bektaşîlikte de cem kavramı halk içinde Hakk’la birlikte olmak şeklinde yorumlanmıştır. Cem törenlerine bakıldığında bu net bir şekilde görülebilir. Halkın bir araya toplanması, Allah’ın el- Câmî’ isminin bir sonucudur. Bir araya toplanan halk, törende Allah’la cem olma gayreti içerisindedir. Bektaşî inancına göre, Dede ya da baba, orda bulunanların hepsinin önderidir. Hakk’la cem olan öncelikle odur. Onun cem’ halinde olduğu peşinen kabul edilmekte ve ona niyaz edilmektedir.
Bektaşîlerin en çok tepki çeken erkanlarından birisi olan niyaz, dedenin cem halinin devamlılığı inancından başka bir şey değildir. Tören boyunca Dede’nin Allah’la cem’ olduğu varsayılmaktadır. Bektaşîler insana yapılan bu secdenin; insanın yer yüzünde Allah’ın halifesi olması, insan-ı kâmil olması, diğer bütün varlıklardan üstün olması ve meleklerden bile şerefli bir makamda bulunması gibi gerekçelerle yapıldığını savunurlar. Bu durumun tepki çekmesinin en önemli sebeplerinden birisi de hiç şüphesiz ki, Dede’nin cem’ halinden çıkmayıp bu durumu en azından tören boyunca sürdürmesidir. Çünkü tefrikası olmayan cem’, mutasavvıfların çoğu tarafından zındıklık olarak değerlendirilmiştir.
Kendisi de bir Bektaşî olan Mir’atü’l Makâsıd müellifi Ahmet Rıfat niyaz’ın aslını şu şekilde açıklamaktadır:
“Bektaşî tarîkatının erkânından olan niyaz, (yalvarıp yakarır bir eda ile mürşidin elini eteğini öpmek) rica ve yalvarmak manasındadır. Secde görünüşte Âdem’e ise de gerçekte Allah’a ibadetti. Çünkü o secde Allah’ın emrine uymaktan başka bir şey değildi. Meleklerin Âdem’e secdesi onu ululamak ve onun önünde boyun eğmekti. Yusuf Peygamber’in kardeşlerinin secdeleri de bu cümledendi… denmiştir ki, Adem’e secde olayında Âdem kıble idi ve secde Allah’a gidiyordu.
‘Mürşidin huzurunda, onu hak ermiş bilerek hayır duasına almak için yüzünü gözünü yerlere sürmek yani niyaz etmek tarîkat edeplerindendir… Bu secde değildir. İnsan bütün ilahî isim ve sıfatların zuhur alanıdır. Bütün varlıklar insan için yaratılmıştır. Allah, insanda tecelli ettiği gibi başka hiçbir varlıkta tecelli etmemiştir. Bunun içindir ki insan varlıkların en seçkinidir. İbadete layık olan ancak Allah’tır, ama her gönülde Allah’tan gayri maksut yoktur. İnsan kendi maksudunu Allah’tan gayrı zannetse bile, hakiki maksut yine Allah’tır. Ârifin her şeyde hakkı görmesi, şeytan gibi, varolmayı kendi nefsine vermesinden değil, varlıkta Allah’tan gayrı şeyi görmemesindendir.” Ahmet Rıfat’ın bu ifadeleri bize niyaz olgusu’ndaki cem’ düşüncesinin ipuçlarını vermektedir.
Şurası bir gerçektir ki; Bektaşîlerin yaptıkları âyin-i cem’ler, çalışmamızın bir sonraki bölümünde de göreceğimiz gibi, bu cem’ düşüncesinin sosyo-ritüel tezahüründen başka bir şey değildir.