CKMP’ye Girişimiz
C.K.M.P.’YE GİRİŞİMİZ ( 31 MART 1965 )
Bir gün Numan Esin, Mustafa Kaplan ve ben İstanbul’dan Ankara’ya gelmiş diğer üç arkadaşımızı aramıştık. Türkeş Bey’in evine gittiğimizde eşi Muzaffer hanım haber verdi:
— Bugün, Aslan, Dündar bey, Muzaffer bey üçü buluşup C.K.M.P.’ye gireceklerdi.
Muzaffer Özdağ ve Dündar Taşer’in evlerine uğradık. Oralardan da aynı cevabı aldık. Demek ki arkadaşlarımız C.K.M.P.’ye girmeye karar vermişler. Oysa böyle bir kararı müştereken verecektik, öyle görüşmüştük. Şimdi yapılan bu hareket yanlıştı. Kaplan’da Numan’da öfkelenmişlerdi. Ben de üzülmüştüm. Kaplan ve Numan’a teklifte bulundum:
— Haydi, C.K.M.P.’ye gidelim. Arkadaşları orada buluruz.
Her ikisi de gitmek istemiyordu. Zar zor gönüllerini yaptım. Üçümüz C.K.M.P. Genel Merkezi’ne gittik. Arkadaşları orada bulduk. Çok ihtişamlı bir merasim yapılmış, Türkeş, Taşer ve Özdağ partiye girmişler. Biz partiye ulaştığımızda merasim de bitmişti.
Altı arkadaş bir odaya çekildik. Türkeş’e döndüm:
— Albayım ne yaptınız böyle? Hani hep beraber karar verecektik?
Son derece mahçup bir vaziyette cevap verdi:
— Oldu bir kere Ahmet’ciğim ne yapalım…
Üçü de mahçup bir vaziyetteydiler. Esin Kaplan ve ben başka bir odaya çekilerek bu meseleyi görüşmeye başladık. Kaplan’la Esin’in öfkeleri artmıştı.
— Arkadaşlar gelin bizde girelim, diye teklifte bulundum.
“Katiyyen” dediler. Ben yalnız başıma düşündüm. Partiye giren arkadaşlarımız bize haber vermemekle hata etmişlerdi. Fakat biz de onları partide yalnız bırakmakla başka bir hata etmemeliydik. Ben bu sebeple partiye girmeye karar verdim. “Gelin siz de girin” dedim.
Esin ve Kaplan öfkelerini yenememişlerdi:
— Katiyyen biz bir partiye girmeyiz…
Ben partiye girme kararımı Türkeş, Özdağ ve Taşer’e bildirdim. Çok sevindiler. Esin ve Kaplan’ın girmeyişine de üzüldüler. Parti yetkilileri, “Yarın bir merasim düzenleyelim” dediler. Bu teklifi kabul etmedim. Aynı gün giriş beyannamesini imzalayarak partiye girdim. Böylece siyasete adım atmış oluyorduk. 15.06.1965 tarihinde de Mustafa Kaplan, Numan Esin, Şefik Soyuyüce, Fazıl Akkoyunlu da C.K.M.P.’ye girdiler.
SİYASİ HAYATIMIZ
C.K.M.P.’ye girmekle siyasi hayatımız başlıyordu. C.K.M.P. Genel İdare Kurulu Üyeleri’nden Cevat Odyakmaz partiye girdiğimiz gün şunları söylemişti:
— Hasan Dinçer (Milli Savunma Bakanı) bana dedi ki, “Ben 14’lerden Türkeş grubunu araştırdım. Devlet bunlara teslim edilebilir.” Hepsinin emin ve vatansever insanlar olduğunu öğrendim. Tam çalışabileceğimiz, beraberce hizmet verebileceğimiz kimseler.
Partiye girdiğimiz günler parti yöneticileri bizlere çok mültefid davranıyorlardı. Aradan bir müddet geçti. Bizim partiye hakim olabileceğimiz söylentileri yayılmaya başladı. İlk samimiyet de ortadan kalktı. Partiye girer girmez bizim için bir statü aradılar. Taşer, Özdağ ve ben bölge müfettişi, Türkeş’te genel müfettiş oldu. Ben Manisa, Balıkesir, Çanakkale illerini içine alan bölgenin müfettişi idim. İlk günlerdeki itimat kuşkuya, sevgi ve saygı husumete dönmeye başladı. Özellikle en çok kuşkulandıkları Türkeş’ti. Parti kongreye hazırlanıyordu. Yavaş yavaş usul ve esas bakımından siyaseti öğrenmeye başlamıştık. 14’lerin 8’ler grubu olarak anılan Orhan Kabibay’a bağlı bulunan arkadaşlarda bize ve dolayısıyla C.K.M.P.’ye katılmaya başladılar.
Kongre öncesi hazırlıklar devam ediyordu. Alpaslan Türkeş grubu ile C.K.M.P.’nin eski yöneticileri kongrede karşı karşıya geliyorlardı. Bu hazırlıklar cümlesinden olmak üzere Türkeş grubu Ankara’da, Ziya Tansu’nun evinde toplanmıştı. Her iki grupta kongre divan başkanlığını ele geçirmek için çalışma yapıyorlardı. Türkeş grubunun kongre divan başkan adayı Gökhan Evliyaoğlu idi. Ziya Tansu’nun evindeki toplantıya o da iştirak etmişti. Bu toplantıda C.K.M.P.’den İsmail Hakkı Yılanlıoğlu gibi bazı şahıslarda Türkeş’ten yana idi. Türkeş ve Evliyaoğlu yan yana oturuyorlardı. Toplantıya iştirak edenler teklifler ileri sürüyorlardı.
Bu tekliflerden bazıları şöyleydi:
* Delegeleri hareket noktasından itibaren takip edip ağırlayalım. (Allah rızası yok.)
* İllerin delege sayısından fazla bazı kimseleri de delege imiş gibi göstererek oy kullandıralım. (Hile)
* Kudret Gazetesi’nin hesabını soralım. (Sana ne?)
* Gençlerden yuh ekipleri çıkaralım. (Ayıp değil mi?)
Buna benzer teklifler ortaya sürülüyor, Gökhan Evliyaoğlu da not alıyordu. Sinirimden bana bir gülme geldi. Bütün dikkatler bana çevrilmişti.
“Arkadaşlar” dedim ve devam ettim:
— Bu teklifleriniz bizim kimliğimize yakışıyor mu?
Evliyaoğlu söz aldı:
— Ben Ahmet Bey’in görüşüne katılıyorum. Böyle hareket edilirse polisiye hadiseler doğabilir.
Sözünü bitirir bitirmez kendisine sordum:
— Beyefendi polisiye hadiseler doğmamış olsa bu teklifleri kabullenecek misiniz?
Bu sorum cevapsız kaldı. Bu duygular bu ölçülerle kongreye gidildi. Bu kongre Ankara’da Sıhhiye ile Kızılay arasındaki bir sinemada yapıldı. Sanıyorum bu sinema o zamanlar Ankara’nın en büyük sinemasıydı.
Kongre başlamıştı. Kongre divan başkanlığına Gökhan Evliyaoğlu seçildi. Evliyaoğlu tarafsız, adaletli bir çizgi takip etmedi. Bulunduğum yerden bağırarak adaletli ve tarafsız olması hususunda kendisine ikazda bulundum. Fakat o tutumunu değiştirmedi. Türkeş, Evliyaoğlu’nun bu tutumu karşısında sessiz kalıyordu. Bu kongrede arka sıralarda oturdum ve kongreyi takip ettim. İstanbul İl Başkanı Em. Kur. Alb. (İsmini hatırlayamıyorum) kongre devamınca bana daima sükunet tavsiye etti. Genel Başkanlık seçiminde Türkeş genel başkan olmuştu. Fakat ben ondan da fazla oy alarak GİK Üyeliği’ne seçildim. Türkeş teşekkür konuşması için kürsüye çıktı. Kongre esnasında kongre divan başkanının tutumu Türkeş’in yapılan hatalar, yanlışlar ve kötülükler karşısında sessiz kalışı canımı sıkmıştı. Genel Başkanlığı’nı tebrik konuşmasını da dinlemek istemiyordum. Sinemadan çıkıp gitmek üzere kapıya doğru ilerliyordum. Bu sırada arkamdan iki kişinin koşarak bana doğru geldiğini gördüm. Bunlar Dündar Taşer ve Turgut Öztaşkın’dı:
— Ahmet nereye gidiyorsun? Bak Genel Başkan konuşacak.
Cevap verdim:
— Ben Türkeş’i dinlemek ve tebrik etmek istemiyorum. Çünkü bu kongrede adaletli davranmadık, zulmettik
Ve dışarıya doğru yürümeye devam ettim. Dündar Taşer, Turgut Öztaşkın sağıma soluma girerek ve beni sürükleyerek zorla sinemaya soktular. O esnada kürsüde Türkeş konuşuyordu. Konuşması bitince herkes tebrik için kürsüye doğru koşuştu. Ben de serbest kalmıştım. Sinemadan çıktım. Dışkapı’da Uzun Otel’e döndüm. Ertesi gün istifa dilekçemi hazırlayarak Parti Genel Merkezine gittim. Dilekçemde şu ibareler vardı:
— Seçilmiş olduğum Genel İdare Kurulu Üyeliği’nden ve C.K.M.P.’ den istifa ediyorum. Saygıyla arz ederim.
Bu dilekçeyle yeni Genel Başkan Alpaslan Türkeş’in odasına girdim, kendisine şunları söyledim:
— Albayım bu kongre adaletli bir kongre olmadı. Temeli çürük attınız; korkarım bu bina başınıza çökebilir. Ben bu nedenle dünkü kongrede seçildiğim Genel İdare Kurulu Üyeliği’nden ve partiden istifa ediyorum. Ve istifa dilekçemi de zat—ı alinize arz ediyorum. Hakkınızı helal edin. Allah’a ısmarladık.
Konuşmasına fırsat vermeden odadan çıktım, gittim. Meğer siyaset bu imiş. Siyasetin karakteri içeride de dışarıda da değişmiyor, gördüm. Aynı gün Ankara’dan ayrıldım. İstanbul’a döndüm. İstifamı haber alan Rıfat Baykal arkamdan İstanbul’a geldi. İstifa dilekçemi geri almamı rica etti:
— Yolun başındayız. Sen ne yapıyorsun? dedi.
Meğer dilekçemi yırtmış, atmışlar.
NOT: Ne garip tecellidir ki yıllar yıllar sonra Baykal, Özdağ partiden istifa edecekler. Bu sefer ben onlara istifa etmeyin diye yalvaracaktım.
Siyasi hayatımda kendi kendime şu kararı verdim: Siyasetin çirkinliklerine bulaşma, partiyi bir kültür merkezi gibi düşün. Sohbetler, seminerler, konferanslarla evvela kendini yetiştirmeye çalış sonra topluma Türk İslam Kültür ve Medeniyet davasını anlat. Siyasette daima siyasetin çirkin ölçülerinden kaçtım.
C.K.M.P.’ye girdiğimiz ilk günler Genel İdare Kurulu bildirileri için bir bildiri taslağı hazırlar kurula sunardım. Kurul gerekli değişiklikleri yaptıktan sonra bildiriyi yayınlardı. Yine bir gün hazırladığım bildiri taslağına “Müslüman Türk Milleti” diye başlamıştım. Kurul oradaki “müslüman” kelimesini çıkarmış, Türk kelimesi yalnız kalmıştı. Ne gariptir ki Av. Zeki Hacıibrahimoğlu 1995’ler de yani 25–30 sene sonra sosyal bir kurumla ilgili bir bildiri taslağı hazırlıyor. O da “Müslüman Türk Milleti” diye başlıyor. İlgili kurul bu sefer “Türk” kelimesini çıkarıyor “müslüman” kelimesi yalnız kalıyor.
Bir kısmı sırtını İslam’a dönmüş, bir kısmı sırtını Türk’lüğe dönmüş. Her ikisi de vazgeçemeyeceğimiz değerlerdir. Ne dinimizden vazgeçeriz ne de soyumuzdan merhum Seyyid Ahmet Arvasi’nin ifade ettiği gibi; “İslamiyet ve Milliyet duygusu birbirine zıt iki değer ve varlık değildir. Bilakis bunlar cemiyete hayat veren kaynaklardır.“
Parti hayatında gençlik önemli bir unsurdur. Gençliği milli ve manevi mefkure ve inanç etrafında toplamak gayesiyle Ülkü Ocakları açıldı. Ülkü Ocakları’ndaki gençlere alel acele 9 ışık takdim edildi. Bu yurt dışındaki Türkeş grubunun başta Türkeş olmak üzere hazırladıkları öz bir fikir demetiydi. Gençleri doyuracak muhtevada değildi. Bu boşluğu doldurmak için Kurt Karaca mahlası ile bir arkadaşımız “Milliyetçi Toplumcu” diye bir eser yazdı. Bu eser, “national sosyalizm“ manasına geldiği iddiasıyla okunması yasaklandı. Ülkücü Gençlik milli ve manevi değerlere bağlı olarak yetişiyordu. Fakat kendilerini doyuracak bir eser, bir not ellerine verilmemişti. Özellikle hareketlerinde doğru ölçüyü kendilerine öğretecek kaynaklara ihtiyaçları vardı. Bir örnek sunmak istiyorum.
Manisa’da Ülkücü gençlerden bir grup bir manifatura esnafına gidip makbuz karşılığında Ülkü Ocakları’na yardım rica etmişler. O şahıs da yardımda bulunamayacağını ifade etmiş. Bunun üzerine gençler öfkelenip dükkanın camlarını kırmışlar. Bu olay bana intikal etti. Gençleri buldum, çağırdım. Olayı teyid ettiler. Bunun üzerine, “Yarım iş yapmışsınız” dedim ve devam ettim:
— Size para vermeyen o terbiyesiz adamın evini neden bombalamadınız?
Gençler sustular ve düşünceye daldılar. İçlerinden biri sordu:
— Efendim evi de bombalanır mı?
Bunun üzerine gençlere sordum:
— Evinin bombalanmayacağını bildiniz. Dükkan camlarının kırılacağına nasıl hükmettiniz? Şimdi şu ikisinden birini seçiniz. Zalim misiniz, korkak mısınız?
Bu genç yiğitler ne korkak ne de zalim idiler. Ölçüyü bilmiyorlardı bunun için. Şu eserler onlara hareketlerinde ölçü bakımından yardımcı olurdu:
1. Resulullah ( S.A.V. ) efendimizin örnek hayatı. Böyle bir eserin sonuna günümüzde çok ihtiyaç duyduğumuz Ayet-i Kerime’lerin, Hadis-i Şerif’lerin ilavesi
2. Ehli Beyt’in Fazilet Dolu Hayatı
3. Sahabe-i İkram’ın Fazilet Dolu Hayatı
4. İlmihal
5. Bediüz-zaman’ın İhlas ve Uhuvved Risaleleri
Bu eserler cep kitabı halinde yazılmalı ve gençlere dağıtılmalıdır diye düşündüm. Merhum Prof. Erol Güngör’den bu kitapları hazırlamalarını rica ettim. Kabul etti. Kendilerinin “Kalem” isminde bir matbaaları vardı. Aynı gün İstanbul’da Sultanahmet semtinde Seyyid Ahmet Arvasi, Ahmet Karabacak ve arkadaşlarıyla karşılaştık. Onlara durumu anlattım. Arvasi dedi ki:
— Efendim müsaade ederseniz bu eserleri biz hazırlayalım.
Erol Bey’e söz verdiğimi söyledim; ısrar ettiler:
— Merak etmeyin biz Erol Bey’le görüşür meseleyi hallederiz ve sizi de sıkıntıya sokmayız.
Böylece anlaşmıştık. Bu ara M.H.P. Genel Merkez binası alt bölümünde Mehmet Doğan Bey’in idare ettiği büyük bir kitabevi açıldı. Gençlerde büyük bir okuma, araştırma arzusu vardı. Parti hayatında ne komünizm ne kapitalizm üçüncü yol, gerçek yol denge düzeni bütün bunlarla İslam ruhuna dayalı yeni dünya düzenini ifade etmeye çalışıyordum. Milliyetle İslam’ın iki kavgacı unsur olmadığını şöylece özetliyordum: “Türklük Şuur ve Gururu İslam Ahlak ve Fazileti.”
İslam ve Milliyet konusunda Türk İslam sentezini ortaya koydum.
Merhum Seyyid Ahmet Arvasi Türk İslam Sentezi görüşüne itiraz etti:
— Ahmet abi, mütecanis (Homojen) olmayan nesnelerin bir araya gelmesine sentez denir. Oysa Türk deyince benim aklıma behemehal İslam geliyor. İslam deyince de Türk geliyor. O bakımdan Türk İslam Sentezi uygun bir ifade değildir. Gelin bu ifadeyi değiştirelim, şöyle yapalım: Davamız Türk İslam Kültür ve Medeniyeti davasıdır…
Kendisini tebrik ettim, kucaklaştık.