Kürt Solu İç Çatışmaları

DEHAP’lı Dr. Naci Kutay: “Sait Elçi”

DEHAP’lı Dr. Naci Kutay: “Sait Elçi

Rahmetli Sait Elçi, katıksız bir yurtseverdi. Fakirdi, yüksek tahsil yapmamıştı –liseyi de okuyamamıştı– ve sağlığı bile yerinde değildi, ama, dağlar kadar yüce bir inancı ve engin bir yüreği vardı. Güzel konuşan, terbiyeli ve çevresindekilerde iyi bir etki bırakırdı. Sağ görüşlüydü, ancak, gerici değildi. İleriye açık öneri ve görüşlere çabuk adapte olurdu. Onun konumundaki birisinin sağcı oluşu şaşırtıyordu beni çoğu kez. Savunacak malı, mülkü yoktu. Şeyh yada molla bir aileden de gelmiyordu. Katı dindar da değildi. Üstelik o dönemde, sağcı Kürt önderleri, O’na, herkese verdikleri kadar değer veriyorlardı. Çoğu kendisinden başkasını görmeyecek kadar bencildi. Tüm sosyal koşulların olumsuzluğuna karşın, Sait Elçi sağcıydı. Belki de solcularda aradığını bulamamıştı. Kim bilir? “Solcular da bilgiç, üstten bakan ve pozlarından geçilmiyor” derdi bazen.

1959 yılındaki 49’lar tutuklanmasının ardından Sait Elçi, Haziran 1963’te 22 arkadaşı ile birlikte Kürtçülük yaptıkları savıyla yeniden tutuklandı. Mamak Askeri Tutukevi’ndeydiler. 21 Mayıs 1963 askeri darbecilerinden Talat Aydemir, Fethi Gürcan ve arkadaşları da aynı tutukevinin aynı bir bölümünde tutukluydular. Banyo sinema ve cuma namazlarında bu iki grup bir araya gelebiliyorlardı. Emekli Binbaşı Fethi Gürcan idam edilmeden önce mescitte Sait Elçi ile birlikte Cuma namazını kıldıktan sonra volta atarlar. Bir ara Fethi Gürcan durup Sait Elçi’ye:

Elçi Bey, siz Kürtler hakkında diğer asker arkadaşlarımız gibi biz de iyi düşünmüyorduk. Bu tutukluluk döneminde, sizi tanıdıktan sonra yanıldığımı ve bu fikirlerimin yanlış olduğuna inandım. Allah’ın huzuruna gideceğiz. Şahsen, kendi adıma hepinizden özür diliyorum” diyor.

Sait Elçi, sonraları bana bu konuşmayı anlatmıştı. 4 Aralık 1997 günü Canip Yıldırım, kendisine de iletildiğini söyledi.

Sait Elçi’yle, O’nun sağcı ve benim solcu olmama karşın, iyi ilişkilerimiz oldu. ilişkilerimizde karşılıklı saygı ve sevgi egemendi. 1970–71 yıllarında, Diyarbakır’da eski “Cihan Palas Oteli” binasında, Dr. Şerif Karakoyunlu ile birlikte muayenehanemiz vardı. Sait de bize yakın, aynı cadde üzerinde bir ticarethanede muhasebeciydi. Sık sık görüşündük.

Evlerimiz de yakındı. Çocukları da sessiz ve cana yakındılar. Celadet’in avukat, diğerinin, Fuat olmalı adı, mühendis olduklarını duydum. Kızına ilişkin bilgilerim olmadı. Celadet, fizik olarak babasına çok benziyordu. 12 Mart 1971 Muhtırası’ndan sonra daha sıkça buluşuyorduk. Bana ne yapıp yapıp Kuzey Irak’a kaçmayı öneriyordu. Askeri Cuntanın çok kötülükler yapacağı, büyük zararlar vereceği ve hatta biz bazı Kürtleri ortadan kaldıracağını söylüyordu. “Her şey hazır, ertesi gün Kuzey Irak’ta olacağız” diyordu. Beni bir türlü ikna edemedi. Nedense, ben de bir şey olmayacağı, birinci tutuklamada olduğu gibi, bir süre sonra işleri yoluna gireceği kanısı vardı. Üstelik tutuklanmamıştı, bizi de alacakları kesin değildi. 17 Mayıs 1971, saat 15: 30–16: 00 sıralarında muayenehaneme yeniden uğradı Sait Elçi. Bir kez daha önerdi ve ben yine olumsuz yanıt verdim.

İsrail’in İstanbul Konsolosu “Elrom”un kaçırılışı üzerine, büyük tutuklamalar oldu, ben ve birçok Kürt aydını tutuklandık o gece. Kürt illerinde ne kadar ilerici öğretmen ve TİP’li varsa tutuklandı. Uyanık genç ve halktan ilerici kimseler… Tutukluları alacak yer bulunmuyordu. Diyarbakır’dan tüm arkadaşlarım vardı, gözümü gezdirdim, Sait Elçi yoktu. Demek bir gün önce bana uğradıktan sonra, o akşam gitmişti. Kısa bir süre sonda Irak Kürdistan’ında, Sait Kırmızıtoprak ve arkadaşlarınca öldürüldüğünü, önce gelen ziyaretçilerden, sonradan da radyodan duyduk. Bugün de ne anlayabiliyorum ve ne de akla uygun bir neden bulabiliyorum olanlara. Herkes bir şeyler söyledi. 12 Eylül 1980 Faşist Askeri Cuntası’nın yönetime el koymasının ardından Avrupa’ya çıktığımda, olayları daha ayrıntılı öğrenebildim. Bölük pörçük olan bu bilgileri, en yetkin ağızlar hep gizli tuttular. Bugüne dek yazılmadı. Ancak, zaman zaman kendime sordum, ben de Sait Elçi ile gitseydim, ne tür bir durumla karşılaşacaktım? Benim de çok yakın arkadaşım olan Sait Kırmızıtoprak’ın Sait Elçi’yi öldürmesine engel olabilecek miydim? Yoksa, ben de O’nunla birlikte öldürülecek miydim? Bugün bile bu iki olasılıktan bazen birincisinde ve bazen de ikincisinde takılıp kalıyorum.

Musa Anter anılarında, MİT yetkililerinin Elçi’nin mezarını açtıklarını ve resimlerini kendisine gösterdiklerini söylüyor. Doğrusu olay karışık mı karışık. Musa Bey içerde, MİT yetkilileri O’na bunları nasıl, niçin ve nerede iletiyorlar? Neden Musa Bey’e özel olarak duyuruluyor? Neyse, burada işler biraz karışıyor.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: Content is protected !!