Dev–Sol İkiye Bölündü
Dev–Sol İkiye Bölündü
“Karataşçılar Yağancılar”
Dev–Sol adlı kanlı örgüt, 13 Eylü1 1992 tarihinde sonra büyük bir bölünme yaşayacak, bu bölünme daha sonra örgüt içi çatışmalara dönüşecekti. Ard arda birçok militan bu çatışmalarda ölecekti. Dursun Karataş ve Bedri Yağan arasında 1989’da cezaevinde başlayan liderlik mücadelesi daha sonra her iki militanın etrafında oluşacak kadroların, örgütü ele geçirme mücadelesine sahne olacaktı. Dursun Karataş’ın liderliğine karşı çıkan “Haydar” kod adlı “Bedri Yağan” Orta Doğu’dan Berlin’deki örgüt evine gelerek örgütün önemli isimlerinden “Hüseyin” kod adlı “İbrahim Bingöl” ve bazı militanlarla 13 Eylül 1992 akşamı Dursun Karataş’ı sorguya çekerek örgütü hatalı yönetmekle suçlamışlar, tutum ve davranışlarını tenkit ederek güvenlik güçlerinin düzenlemiş olduğu operasyonlar sonucunda çökertilen Dev–Sol’un darbe yemesine neden olduğunu öne sürmüşlerdir. Dursun Karataş, Bedri Yağan ve arkadaşları tarafından Almanya’daki örgüt evinde banyodan çıktığı sırada darbe yapılarak gözaltına alındı. Karataş’ın yerine Bedri Yağan ve arkadaşları geçici bir süre örgüte hakim oldular. Yağan, emrindeki İbrahim Bingöl ve örgütün Avrupa sorumlusu “Süleyman” kod adlı Aslan Şener Yıldırım ile birlikte örgütü idare etmeye çalıştılar. Dursun Karataş’ın imzasını taklit ederek Dev Sol’u yönetmeye çalıştılar. Örgütün arşivine, parasına, dokümanlarına ve silahlarına el koydular.
Dursun Karataş darbeci olarak nitelendirdiği Bedri Yağan ve arkadaşlarına gözaltına alındığının ikinci günü “Saddam’ın ve Esat’ın çocukları olduğunu, sosyalist olmadıklarını” gözaltına alındığı günlerde yazdığı “Kirletilmenin Günlüğü”nde anlatıyordu. Ama aynı Karataş’ın taraftarlarınca çıkartılan “Vatan” adlı derginin 19 Haziran 2000 tarihli 44. sayısında Hafız Esad hakkında “Suriye halkının başı sağ olsun, Orta Doğu halkları ilerici ve devrimci bir önderi kaybetti.” açıklaması yer alıyordu. Orta Doğu’daki örgüt kamplarının hamisinin Hafız Esat olduğunu herhalde bilerek günlüğüne almıyordu Karataş. Dev–Sol’un yurtdışındaki ilk bürosunun 1979 yılında Şam’da açıldığını da Karataş es geçiyordu. Suriye istihbarat servisiyle irtibata geçerek Dev–Sol’un Bekaa Vadisi’nde ilk örgüt kampını açtığını herhalde işine gelmediği için veya hafızasını kaybettiği için Karataş, günlüğünde bahsetmiyordu.
Liderliğini yaptığı Dev–Sol’un kamplarına izin veren, açtıran Hafız Esat değildi de kimdi? Karataş’ın Yağan ve arkadaşları için söylediği “Hafız Esat’ın çocukları” tabiri aslında en çok Karataş’a ve daha sonra diğerlerine yakışıyordu.
Yağancılar 17 Eylül’de “Yoldaşlar” başlığında bir genelge yayınladılar. Arka arkaya gelen darbelerin ye yenilginin sorumlusunun Karataş olduğunu söylediler. Karataş’ı “lüks yaşamakla, kolektivizmden uzak yönetmekle” “tek adam anlayışıyla” itham ettiler. Şu suçlamaları yaptılar:
Örgüt üyesi devrimci arkadaşların hayatları pahasına yaptıkları kamulaştırma eylemlerinden de geçen paralar illegalite, Türkiye çapında yayılma, gizleme, istihbarat ve silah temininde kullanacağı yerde, DK tarafından yurtdışında ve Türkiye’de villa alımı ve kiralanması, lüks arabaların tutulması ve tercüman kadınlara gitmektedir. Bütün bunlar olurken, Türkiye’de şehirlerde ve kırsal alanlarda faaliyet gösteren elemanlarımıza az para verilip her türlü harcamalar kontrol altında tutulmakta, örgüt üyesi arkadaşlarımız dış tehditlerin yanı sıra, yönetim tarafından da tedirgin edilmektedir.”
“Yayın organlarının hemen her sayısında kendi resmini basmaları için üst üste talimat gönderip, her yazıya Hareket Önderliği’ni yücelten cümleler sıkıştırılmasının, resimlerin büyütülüp afiş vb. olarak kullanılması dayatmalarının vb. hepsinin altında kendisini fetişleştirme anlayışı vardı.
… Bu yeni Apo yaratma politikasını ayrıntılarına girmiyoruz… tüm kadroları… kadın, erkek ayrımı yapmadan, küfretmeyi, hakaret etmeyi kendine hak görmesi ve son bir yıldır bulunduğu yurt dışında örgüt karargahı görüntüsü altında masrafları için 6 milyar lira ayırması Devrimci Sol’a nasıl bir hareket önderliğini dayattığının göstergelerinden sadece bir kaçıdır.
Devrimci Sol’un ve Türkiye haklarının yeni bir Apo’ya ihtiyacı ve tahammülü yoktur.36
Yine Yağancılar tarafından hazırlanan “örgüt irademizle kendimizi yenilemeyi başaracağız” başlıklı bir yazıda DK çetecilik yapmakla suçlanıyor söz konusu yazıda özetle şu görüşler öne sürülüyor:
…Hareketimizin İçinde Bulunduğu Çözümsüzlüğün Nedenleri:
1. 12 Temmuz 16–17 Nisan ve Bayramoğlu gibi merkezi operasyonlar ile önder kadroları kaybedilmesi ve mevcut işleyişin yeni merkezi darbelere davetiye çıkartır olması.
2. Partileşme Süreci’nin görev ve sorumluluklarının bir kenara itilerek her, şeyin yerine bir tek liderin oturarak örgüt merkezin egemen kılınmak istenmiştir.
3. Tek bir iradeden kaynaklanan, kadro ve kitlelerle yanımızda kaygı yeren boyutlara varan Erime ve Dökülme ortaya çıktı.
4. Ben merkezci ve kadroların kitlelere güvensiz anlayışla savurgan, devrimci ülke ye değerlerle bağdaşmayan, hesap ve denetimden yoksun keyfi yaşam tarzıyla; küçük burjuva feodal yapılarda rastlanabilecek taktik ve uygulamalarla kendini merkez alan bir kişi yetiştirme politikası adım adım gündeme sokularak Türkiye devrimi ve hareketimizin önüne yeni bir Apo tehlikesi dayatılmıştır.37
12 Temmuz operasyonuna DK’nın sabit bir yerden sabit bir yen (yasak olduğu halde) aramasının neden olduğunu iddia eden darbeciler, operasyona uğrayan yerlerin DK tarafından sık sık aranan yerler olduğunu belirterek, 12 Temmuz’da Dikilitaş Askeri Komite’nin toplantı yaptığı sırada basıldığına dikkat çekiyorlar.
Nişantaşı’ndaki atölyenin, örgütün cephaneliği durumunda olduğunu, bazı patlayıcıların burada yapıldığını, ye Bilâl ile İlçin’in burada çalıştığını belirten darbeciler, bu üssü bilen bir militanın yakalanmasından sonra üssün boşaltıldığını ve güvenlik için bir sure kimsenin gitmediğini, ancak, geri dönüldüğünde operasyonun yapıldığını açıkladılar.
Balmumcu’daki evde ise, kurye ilişkilerini yürüten Yücel ile kır gerillası sorumlusu İbrahim Erdoğan’ın kaldığını, kıra gitmek isteyen ve Sinan gibi DK hakkında eleştiri raporu yazan İbrahim’in kaldığı evin polisçe basıldığı bildiriliyor. (İbrahim Erdoğan, 12 Temmuz operasyonundan kısa süre önce, örgüt içi tartışmaları yansıtan 60 sayfalık bir rapor hazırlamıştı. 11 Temmuz’da, DK ile Erdoğan’ın 1,5 saat süreyle telefon görüşmesi yaptığı da dokümanlar arasında yer alıyor.)
12 Temmuz operasyonunda DK’nın uzun süren telefon görüşmelerinin neden olduğunu tekrarlayan Bedri Yağan, bu operasyonun, 1991 Değerlendirme ve Faaliyet Raporu ile 12 Temmuz Broşüründe ele alınmasına rağmen bir sonuca varılamadığını kaydediyor.
Sinan Kukul’un her sabah, gazete ve dergilerde çıkan günlük haberleri DK’ya fakslandığını belirten Bedri Yağan, 12 Temmuz’dan sonra yurtdışına çıkan Karataş’ın mobil telefon aldığını ve Almanya’dan Sinan, Sabahat ve Fazıl ile mobil telefonlar aracılığıyla görüştüğünü belirtiyor. 16–17 Nisan operasyonunun gerçekleştiği gün de DK’nın bu üç kişi ile telefon görüşmesi yaptığını, Sinan Kukul’un, Sabahat Karataş’ın bilgisinde kırsal alanlar ve Anadolu’dan sorumlu olduğu, Fazıl Ercüment Özdemir’in de yine Sabahat Karataş’ın denetiminde SDB’lerden sorumlu olduğunu yazıyor. Örgütün özellikle geçmiş yapısı hakkında önemli bilgileri içeren Yağan’ın yazılarında, Fazıl ile Sinan arasında doğrudan bir ilişki olmadığı; Sabahat’ın her ikisiyle de ayrı ayrı ilişki kurduğu anlatılıyor.
Sabahat Karataş ile Fazıl Özdemir’in takipten kuşkulanarak, operasyon öncesi kuryeleri kontrol ettikleri ve temiz raporu verdikleri belirtilen dokümanlardan, basılan evlerden birinde Sinan’ın kuryesinin kaldığı, birinden de Bursa’dan gelen bir yaralının kaldığı anlaşılıyor. 16–17 Nisan operasyonuna neden olan takibin Anadolu ilişkisinden de gelmiş olabileceğini belirten Bedri Yağan, bunun DK’nın Hollanda’dan yaptığı telefon görüşmelerinden de kaynaklanmış olabileceğini kaydediyor.
Dursun Karataş’ın yurtdışına çıkınca sahte bir kimlik temin ederek iltica talebinde bulunduğu ve evinde kaldığı iki DS’ciye iki mobil telefon aldırtarak, Türkiye’deki görüşmeleri bunlarla gerçekleştirdiği, polisinde bu görüşmelerden sonra operasyon yaptığı öne sürülüyor.
Fazıl Özdemir’in 16 Nisan gecesi de DK ile telefonla görüştüğü açıklanan yazılarda, operasyonlarda sağ yakalanan G’nin takip edilerek katliama neden olmak ve çatışmaya girmekle suçlanıp, cezaevinde yargılandığı ve hareketle ilgili sorumluluğu kaldırarak sadece komin ilişkisinin sürdürülmesine karar verildiği belirtiliyor.
Bayramoğlu operasyonuna ise, DK’nın saatler süren telefon ve faks ilişkisinin neden olduğu, DK’nın her gün sabah 07.30 ile 08.30 arasında Bayramoğlu’ndaki ev ile telefon görüşmesi yaptığı kaydediliyor. Operasyonun yapıldığı 18 Ağustos günü de, 110 sayfalık uzun bir faks geçildiği (7–8 saat) öne sürülüyor.38
Dokümanlarda A arkadaş diye kaleme aldığı DK’yı kendi örgüt üyesi arkadaşlarını öldürtmekle suçlayan Bedri Yağan, kırsal kesimde faaliyet gösteren bazı militanların, çeşitle sebeplerden dolayı merkezin talimatlarına uymadıkları için Bekaa’daki kampa götürülerek infaz edilmek istendiği ve arkadaşlarının devrimci insanların katili olmaya zorlandığı ifade ediyor. Bunun acı örneklerinin bir çok sefer yaşandığını ve DK’nın Apo’ya özendiğini vurgulayan Yağan, devrimci yandaşı olan örgüt üyelerinin DK’nın, eleştirileri için, ihbar edilip yakalatıldıkları konusunda göz ardı edilmeyecek kadar ciddi şüpheleri olduğunu açıklamıştı. DK’yı çevresinde sürekli kız militanlar bulundurmakla ve önderlik süreci içindeki hareketleriyle Apo özentisi içinde olduğunu tekrarlayan Bedri Yağan’ın, Karataş’ın darbecilere yönelik suçlayıcı açıklamasına karşı, yazısı özetle şöyle:
Kirletilme Demagojisi Altında Kirletilmeler üzerine
Yoldaşlar!
Sizlere ulaştırdığımız 306 sayfadan oluşan yazılarda, elimizde bulunan tüm belgelerle tarafların görüşlerini objektif olarak ortaya koyarak, spekülatif ortamda tartışmalara mümkün olduğunca imkan vermeye çalıştık. A arkadaş, tüm ısrarlarımıza rağmen sizlere ulaştırmak istediği tüm yazıların tarafımızdan gönderilme önerisini kabul etmemişti. Bu durumun kendi meşrutiyetine halel getirmemek için yaptığını düşünmüştük, o zaman. Ancak, bugün görüyoruz ki, çok iyi niyetli düşünmüşüz. Çünkü, bizlere vermediği yazıları tartışmalar sürerken, 26 Aralık tarihinde göndermiş, “Kirletilmenin Günlüğü ve Kadrolara Raporumdur Bir Kara Mizah; Hareketimizde Darbe” adlı yazıların her ikisi de ilk nüshalarından oldukça farklıdır. A arkadaş, tarihi ve gerçekleri, kendi kurgularıyla, sübjektifiyle yeniden yazma anlayışını bu yayınlarında da sürdürmektedir. Her iki yazının elinizde bulunan ilk nüshaları ile son hallerini kıyasladığımızda aradan geçen sürede nelerin değiştiğini göreceksiniz. Bunun görülebilmesi açısından el yazılı nüshaları sizlere ulaştırmak kaçınılmaz olmuştur. Her iki belgenin ilk ve son halleri arasında tüm yalan, çarpıtma ve düzmecelere buradan onlarca sayfa yazı ile cevap verme gereği duymuyoruz. Ayrıca biz A arkadaşın üslubu ile cevap veremeyiz. Çünkü bugüne kadar edindiğimiz siyasi ahlak ve Devrimci Sol kültürü buna izin vermez. Bizleri hareketi bölmek ithamı ile yargılamaya kalkan A arkadaş, kafasında her şeyi bitirmiş olmalı ki, bizlere olmadık küfrü, hakareti, hakkımızda sübjektif değerlendirmeyi yapmakta ve yaptırmakta hiçbir sakınca görmüyor. Yüz yüze görüşmelerde bunların hepsi tartışılır diyen A arkadaş, bu küfürbaz çocuk üslubu ile sağlıklı tartışma zeminini de yok etmeye çalışıyor.
Örgütsel gerçeklerimizi yoldaşlarımıza ulaştırmamızdan telaşa kapılan A arkadaş, sonradan eklentiler, çıkartmalar, düzeltmelerle süslediği kimi yerde kendisini zavallı göstererek, kimi yerde yüksek sesle haykıran, kimi yerde ise benim verilmeyecek hiçbir hesabım yoktur türünden gerçeği ifade etmeyen, yumuşak geçişlerle dolu yazılarıyla birlikte, demokratik platformdan 20–30 kadar kişi ile cezaevlerine ve başka alanlara uzanmaya çalışan alel acele herkese önderliğe bağlılık yeminleri yaptırmaya çalışmaktadır.
Bu gün konunun taraflarının sadece Avrupa olmadığı, aynı düşüncenin temel örgütlenmemizde, sorumlu birkaç arkadaşça da savunulduğu düşünüldüğünde mülteci demagojilerin çamur atma, karalama kampanyasının bir parçası olduğu açıktır. Kaldı ki, müdahaleyi yapan arkadaşlardan Haydar’ın Avrupa havasıyla çürüdüğü nasıl iddia edilebiliyor anlamak mümkün değil.
Avrupa sorumlusu arkadaşların böyle olduğu düşünülüyorduysa, o zaman bu sorunu, bu arkadaşı ülkeye göndererek çözmek ve arkadaşı bu bataklıktan kurtarmak gerekmez miydi? Hüseyin… arkadaşı yanına getiren yine kendisidir. Bugün müdahale taraf olup çürümüşlükle suçlanan bütün kadrolar örgüt iradesiyle yurtdışına çıkartılmışlardır. Devrimci Sol dergisi dahil bir çok yapıyı yavaş yavaş yurt dışına taşıyarak Avrupa’da kalıcılaşmacılığın hesabını yapan A arkadaş, mültecilik edebiyatından medet umuyor. Eğer daha önceleri savunduğu gibi, “bir insanı Avrupa’da bir yıldan fazla tutmayacaksın” görüşü doğruysa kendisi de dahil, Avrupa da kimse kalmamalı ve hatta bu örgütlülük dağılmalıdır. A arkadaş bunu diyemiyor ve diyemediği gibi Derya arkadaşına ülkede ihtiyaç olduğunu, ya Haydar’ın yada kendisinin ülkeye gitmesi gerektiğini söylemesine rağmen Haydar’ı da yanına alıyor. Derya arkadaş, tartışmalar için Avrupa’ya geldiğinde ise “ülkeye dönmene gerek yok” diyerek açıkça rüşvet teklif edebiliyor. Arkadaşın kendisine özgün yöntemleri o kadar gelişkindir ki, yalanda, demagojide, pragmatizmde sınır tanımıyor. Tartışmaya taraf olanlara, yönetimin kayıtsız şartsız bırakılması ve 13 Eylül öncesine dönülmesini duyuran A arkadaşın, yönetimi devretmeyi düşündüğü 3 arkadaştan birinin ülkedeyken polis lobisine düşerek, yabancı ülke konsolosluğuna sığınmak üzereyken alınıp getirildiği ve bu durumdaki bir arkadaşın, en azından sorgulanması gerektiği örgütsel kurallarımızın, ilkelerimizin bir gerçeği iken “Malik’i test ettim bir şey yok” diyebilmiştir. Polis lobisinin Avrupa’da test edilebileceği, bu pragmatizmin sonucu olarak örgütsel yaşamımıza girmiş bulunmaktadır.
A arkadaş tartışmaları suni bir operasyonla yaratmaya çalıştığı önderlik kompleksini tatmin aracına dönüştürmeye çalışmaktadır… Peygamberin askerleri olarak gördüğü ve “kadrolarım” olarak söz ettiği yoldaşlarımız, teorinin bu denli çarpıtılması karşısında, A arkadaşın çarpık anlayışını savunma zorunluluğu içerisinde, “tamam öyle ama biz yaratırız bizim özgürlüğümüz” şeklinde suni şeyler üretmeye çalışmaktadırlar. Özgürlük yada savaş gerçeği denerek bunlar savunulma durumuna düşülürse, bunu savunan arkadaşlarıma diyeceğim şudur: O zaman Apo ilgili bu güne kadar söylediklerimizi gözden geçirmeli ve öz eleştiri vermeliyiz.
Bugün tartışılmak istenilen diğer bir konu da “dört aydır bizden habersiz yönetiliyorsunuz” demagojisidir. Dört aydır konunu ilgili arkadaşlara açılmaması ve beklenilmemesi A arkadaşın dışında mı olmuştur? Eğer bu konuda sübjektif isek bütün bu dört ay içinde insanlarımıza (A arkadaşın) yöntemleri ile ulaşıp düşüncelerimizi empoze etmiş miyiz acaba?..39
Dursun Karataş’ın örgütü Dört yıldır Merkez Komitesiz yönettiğini ileri süren Bedri Yağan, MK imzalı bütün yazışmaların sadece DK tarafından hazırlandığını belirterek, “… ve örgütümüzü dört yıldır MK’sız yöneten A arkadaşa, bu örgütte MK oyacak üç beş kişi yok muydu? Diye sormaları gerektiğini ifade ediyoruz. Demokratik platformdaki arkadaşlara, “A arkadaşı tanımayacak insan olmadığı darbe ile görülmüştür” şeklinde gerçekler empoze edilmektedir. Eğer arkadaşlarımız, MK’sız yönetim için sunulan bu gerekçeye inanıyorlarsa, bunun örgütümüzü küçümsemek ve saygısızlık olduğunu söylemek zorundayız… Her ne kadar A arkadaş, düşmanın, DK’sız DS düşünemediğini söyleyerek, kendisi olmasa DS’nin düşman için tehlikeli olmaktan çıkacağını ifade etmek istiyorsa da, bu düşüncenin hiçbir Devrimci Solcu tarafından kabul edilemeyeceği açıktır”40 görüşüne yer vermişti.
Merkez Komite üyesi olarak bilinen ve 12 Temmuz 1991 operasyonlarında ölü ele geçirilen Niyazi Aydın’ın tasfiyesi için “Yolun Neresindeyiz” adlı faaliyet raporunu, Dursun Karataş’ın kendisine göre değiştirdiğini kaydeden Darbeci olarak anılan grup ile, hareket halindeki bir örgütteki her şeyin durdurulamayacağını belirten liderleri Haydar kod adlı Bedri Yağan, zorunlu ilişkiler dışında sübjektif müdahaleler yapmadıklarına söylüyor.
Almanya’da yayınlanan Devrimci Sol dergisindeki röportajlarda Dursun Karataş’ı önderlik çabası göstermek ve sürekli “ben” demekle suçlayan Bedri Yağan, geleneklerine aykırı olmasına rağmen sürekli kendisinden bahsettiğini açıklıyordu.
Dursan Karataş’ın yazdığı günlükleri de eleştiren darbeciler, Karataş’ın kendileri tarafından nasıl tutuklandığını şu şekilde anlatıyor:
… Günlüklere dönecek olursak, A arkadaş kendisini ilişkilerin dışına alma kararımızı, banyo çıkışında olan uygulamamızı insanlara farklı şekilde anlatmaktadır. Ferdi kişiliğinden doğacak herhangi bir olumsuzluğa meydan vermemek kaygısı dışında hiçbir şeyle hareket edilmemiş, ne kendisine hareket edimleş, ne de şiddet kullanılmıştır. Ama bugün arkadaşlarımızdan duyuyoruz ki, ağzı burnu parçalanmış. Silah çekilmiş vb. A arkadaş ilk günlük notlarında Haydar’ın silahsız olduğunu belirterek kendisine küfür veya hakaret edildiğine dair hiçbir şey yazmazken, günlüklerini arkadaşlara gönderirken kurgulamıştır. Üssün en büyük odasında televizyondan klimaya kadar, her türlü ihtiyacı karşılanarak tutulmasını arkadaşlarımıza yeni kurgularla, yalanlarla anlatmaktan ne amaçlıyor. Kapısının vurulmadan içeri girilmediği, gazetelerin bile ilk önce kendisine verildiği ve yemek saatlerini kendisinin saptadığı koşullarda, hücre, zindan, gardiyan edebiyatı ile insanlarımıza cezaevi yılları anımsatılarak duygu sömürüsü yapılıyor. Bunlar basit oyunlardır.
Penceresini kendisinin tuğla ile ördürttüğü (Niçin olduğunu burada ifade edemiyoruz) üç katlı dubleks evin bodrum katında tutulduğu ikinci dönemde ise, aynı koşulların sağlandığı yeri havasız, ışıksız, soğuk diye tanımlıyor. En ufak bir gürültüde polisiye açıdan risk taşıyan (öncesinde böyle bir olay yaşanmamıştır) bir evde slogan atan A arkadaşın kapatılması bir zorunluluktu. Kurumlaştığı evi, arabası, aynı zamanda rehberliğini yapan şoförü, pasaportu ve parası (Çok kısa bir süre önce mutfak dışındaki harcamaları için bizden 15 bin mark aldığını söylemek yeterli) olduğu halde, “hiçbir olanaktan yararlandırılmıyordum” acındırmalarının amacı nedir?41
Örgüt arkadaşları tarafından enterne edildikten sonra Karataş’ın sürekli “Beni ne yapacaksınız? Kafama kurşun mu sıkacaksınız?” diye bir telaş içinde olduğunu ve değişen bir ruh hali gösterdiğini, zehirlenmek korkusu ile yemeklerini kendisinin yapmak istediğini kaydeden Bedri Yağan, Karataş’ın hiç kimseye yanında sigara içirtmediğini de açıklıyor.
Örgütün bir dönem Türkiye sorumlusu Mete Nezihi Altınay’ın yakalandığı Gebze operasyonundan sonra Dev–Sol’un birçok bölgesinin polisin eline geçtiği ve militanlar arasındaki bağların aylarca kopuk kaldığı belirtilen dokümanlarda, Karataş’ın, Sabahat Karataş ve Sinan Kukul’un da dahil olduğu 11 kişinin ölü ele geçirildiği 16–17 Nisan operasyonuyla ilgili dokümanların eline geç geçtiğini öne sürerek kapris yaptığı yazıyor. Bu konuda şu görüşe yer veriliyor:
16–17 Nisan katliamı haberinin bütün engelleri rağmen kendisine saat 08.30’da ulaşmasını çarpıtarak saat 10.00’da ulaştığını yazabilen A arkadaşa göre politikada her yol mubahtır.42
Dursun Karataş’ın kaleme aldığı raporun da eleştirildiği belgelerde, 16–17 Nisan operasyonuyla ilgili örgüt soruşturmasının henüz bitmediği ifade edilerek, operasyona bir örgüt üyesinin takip edilmesinin neden olduğu ve bu kişi hakkında şu kararın verildiği açıklanıyor:
….. hareketle ilişkileri durdurulacak, hiçbir sorumluluğu olmayacak, sadece komin ilişkisi devam edecek. Suçu; Katliama neden olmak, takip getirmek.
Bu örnek, insanlarımın vicdanlarında huzursuzluk yaratacak niteliktedir. Bu konuda, arkadaş ilkesiz kuralsız kalmıştır. Oysa kendi tuttuğu örgüt arşivi ve cezaevine gönderilen kararın açıklığı, yazılıp söylenenleri yalanlar nitelikte.
A arkadaşın bu tür yaklaşımları. Sadece operasyonlar ve kendini savunma noktasından çıkmakta, her adımda onu daha olumsuz bir noktaya götürmektedir.43
Yurt dışında örgüt tarafından yapılan bir çok soygun ve gasp olayının DK’nın talimatıyla gerçekleştirildiği ve bu eylemlerin birinde Dursun Işık adlı militanın Hollanda’da öldüğü anlatılan dokümanlarda, Karataş’ın kendi yaptırdığı bu eylemler için el yazısı ile şu notu tuttuğu yazıyor:
…. Ek olarak da yetkileri olmadığı halde, 8–10 yaşındaki çocukların bile yapamayacağı komiklikte soygun eylemleri yapmışlardı.44
“Bu insanı kahrediyor” diyen Bedri Yağan, konu ile ilgili olarak:
Dernek o dönem yurtdışı siyasi sorumluluğunu yapan Şaban Yoldaş başta olmak üzere herkes akli melikelerini yitirmiş, kendi kafasına göre iş yapıyor. Hatta bir insan şehit veriliyor da bunları A arkadaş bilmiyor. Sabah akşam rapor aldığı Şaban arkadaşla konuşmuyor. Bırakalım bu ülkedeyken verdiği talimatları ve para konusundaki dengesizliğini, yurt dışına çıktıktan sonra dahi, bizzat (Şu iş ne oldu? Hani para) diyen kendisidir. Bunları yazınca, şehitler edebiyatı yapıyor diye atraksiyonlar yapılıyor. Söylenecek fazla bir şey yok”45 diyor.
Bazı örgüt üyelerinin tutuklanarak öldürmek istemi ile Bekaa’daki örgüt kampına götürdükleri Yağan tarafından şöyle anlatılmaktadır:
Doğrusu ben, Devrimci Sol’u kuran, yaşatan, önderliğini yapan biri (Yapanlardan biri değil) olarak bu öne sürülen gerekçelere (ki hiç biri doğru değildir) göre hiç kimseyi en küçük bir nedenden tutuklayın demedim” diyen A arkadaş, bir nedenden başlayıp tartışma ve ceza yöntemleriyle ezip bitirmeye çalıştığı ve sonuçta ‘Kafasına bir kurşun sıkınız’ diye Ortadoğu’daki kamplarımıza gönderdiği savaşçılarımızı unutuyor olmalı. Buna rağmen kamptaki sorumlu arkadaşların çabalarıyla bu insanlar yeniden kazanılmıştır. Öyle ki bunların arasında şehit düşenler vardır.
Tarihi yeniden yazmak için girişilen örgüt değerlerinin dejenerasyonu ve tahribata artık bir son verilmelidir.