Kanlı 1 Mayıs

Devrimci Yol 1 Mayıs Değerlendirmesi

MARKSİST SOL GRUPLARIN 1 MAYIS DEĞERLENDİRMESİ

DEVRİMCİ YOL:

1 Mayıs 1977’nin Sorumlusu Sol İçerisine Gizlenmiş ve Yerleşmiş Maocu ve Sosyal Faşizm Safsatası Yapan Oportünist ve Revizyonist Gruplardır.”

Bir Mayıs günü egemen güçler, ülkemiz tarihinin en büyük katliamlarından birisini daha yaratıyordu.

Olayların dökümü yapıldığında en kör gözler bile bu KANLI BİR MAYIS KATLİAMI’nın halk düşmanı egemen güçlerin emekçi yoksul halka karşı düzenledikleri haince bir tuzak ve sinsi bir tertip sonucu yaratıldığını gördü.

Bu suretle, sömürüsüz, soygunsuz, herkesin emeğinin karşılığını alarak özgürce ve insanca yaşayabildiği bir dünya isteyen ve böyle bir düzen için mücadele edenlerin, emekçi halkın umutları karartılmak istendi. Aydınlık bir geleceği inananların mücadele azmi kırılmak istendi.

Kanlı 1 Mayıs
Kanlı 1 Mayıs

Ve bu amaçla kanlı BİR MAYIS KATLİAMI solcular arası bir çatışma olarak solcuların birbirini öldürmesi olarak gösterilmek istendi. Bu amaçla TRT’si, TV’si ve renkli basını ile birlikte halkı kandırmak için, olayı çarpıtmak için büyük bir gayret sarf ediyorlar… Onlar kendi vahşetlerini ve kanlı cinayetlerini solcuların üzerine atarak gerçekleri bulandırmaya ve suçlarını örtbas etmeye çalışıyorlar.

Söylenen bütün yalanlar Kanlı Bir Mayıs pazarında yaratılan katliam halk düşmanı güçlerin bir TERTİBİ OLDUĞUNU GİZLEYEMEZ.

Bir Mayıs mitinginde yaratılan olay, halk düşmanlarının ajanları tarafından alandaki halk yığınlarının üzerine ateş edilmesi sonucu meydana gelmiştir.

Hakim sınıfların ellerindeki basın araçları, radyo ve televizyonlarıyla yaymaya çalıştıkları gibi mitingi meydanında mitinge katılanlar arasında bir çatışma asla olmamıştır.

Miting alanının çok uzağında sorumsuz unsurlar arasında meydana gelen bir olay ve uzaktan duyulan bir silah sesi adeta bir işaret olmuş ve miting alanı çevresindeki binalarda, Intercontinental Otelinde, Sular idaresi binasında pusuya yatmış kişiler tarafından, alandaki yüz binlerce insanın üzerine otomatik silahlarla kurşun yağdırılmaya başlanmıştır.

Bu yoğun ateşle birlikte kalabalık üzerine panzerlerin hücumu başlamış, hızla geçen otomobillerden ateş açılmıştır.

Alandaki çok büyük kalabalık üzerine yönelen yaylım ateşi sonucu onlarca insan vurulmuştur. Yaylım ateşi ile birlikte panzerlerin hücumu çok büyük ses çıkaran ses bombaları ve otomatik silahların ateşi meydanı bir anda savaş alanına çevirirken büyük bir paniğin doğmasına neden olmuştur.

Panik halinde yüz binlerce insan içinde onlarca insan köşelerde sıkışarak, panzerlerin altında ezilerek can vermiştir.

Mitinge katılanlar arasında en ufak bir çatışma meydana gelmemiştir.

Olayın başlangıcındaki sürtüşmeyi yaratan sorumsuzlar ise miting alanına bile yaklaşamamışlardır. Onların yaptığı şey, sadece oligarşinin halka hazırladığı kanlı tuzağa malzeme hazırlamak olmuştur. O kadar.

İşte MC faşistlerinin yüz binlerce emekçiye karşı tertiplediği bu kanlı tuzak çarpıtılarak solcular arası bir çarpışma olarak gösterilmek isteniyor.

Elbette ki halk düşmanı MC ortaklarının yaymaya çalıştıkları bu yalanlar onların kanlı tertiplerinin içyüzünü halkımızın görmesini önleyemeyecektir.

Onlar radyolar, TV’leri ve renkli basınlarıyla yalan kusmaya devam etsinler… Gerçekler halktan asla ve asla gizlenemeyecektir.

Kanlı Pazar İçin Provokasyon Zemini Nasıl Hazırlandı?

İşte bu yüzden, Bir Mayıs Katliamının başlangıcı ve nedenleri 1 Mayıs günü olup bitenlerde aranmamalıdır. Kanlı Bir Mayıs Pazarı ülkemizde oligarşinin emekçi halklara karşı sürdürdüğü faşist saldırı ve cinayetlerin en son halkasıdır. Bir Mayıs Katliamı dün Şiran’da, Erzincan’da, Niksar’da tezgahlanan kanlı tuzakların bir devamıdır. Bu tuzak, bu katliam emekçi halkların aydınlık bir geleceğe olan umudunu kırmak; sömürüsüz, soygunsuz insanca ve özgürce bir dünya kurmak için mücadele edenlerin, mücadele azmini köreltmek içindir. Bu katliam emekçi halklarımız üzerindeki gelenekselleşmiş baskı ve tahakkümün ulaştığı en uç noktalardan bir tanesidir. Başka bir şey değil.

Ve özel seçim ortamına girilen şu günlerde, bir süredir tezgahlanan bilinçli ve planlı senaryonun gelişiminde aranmalıdır bu katliamın ip uçları. Oligarşi, günlerdir faşist baskı ve pasifikasyon uygulamalarını yoğunlaştırarak, kendi arzusuna uyumlu bir seçim ortamı yarata çabasındaydı. Yükselen halk muhalefetine saldırarak, bir yılgınlık bir pasifikasyon ortamı peşinde koşmaktaydı. Bu amaç için her türlü aracı mubah görmesi kaçınılmazdı. Faşist milisler, devletin kolluk kuvvetleri desteğinde gittikçe artan bir terör havası estiriyorlardı. CHP mitinglerine kanlı saldırılar düzenleniyor, sinsi tuzaklar kuruluyordu. Kitle eylemlerine geniş katılımı engelleyebilmek için elden gelen arda konmuyordu. Ne var ki, oligarşi, bunu yalnız kendi tescilli araçlarıyla uygulamıyor, ayrıca, sol içindeki uzantıları sayesinde kendi bilinçli provokasyonlarına çanak tutan zavallı şaşkın “solculardan” da yararlanıyordu. Kısacası, emekçi halklara karşı sürdürülen bu terör programı, bir yanda oligarşinin kendi öz güçleriyle (sivil ve resmi faşist güçlerle), diğer yandan da bu politikasına dolaylı yoldan hizmet etme durumunda olan sol içindeki yedek güçleriyle hayata geçirilebiliyordu.

Bunu kavrayabilmek için aylardır burjuva basınında kamuoyunun nasıl “Maocu Leninci çatışmaları” teraneleriyle hazırlandığı hatırlamak yeter özellikle Şubat TÖB–DER mitinginde uç veren gelişmelerden bu yana revizyonistlerin el birliğiyle oligarşinin hizmetine sundukları siyasi pratikleri bunun “gerekçesi” olmaktadır. Örneğin Günaydın ve Hürriyet gazeteleri (sanki sol içinde bir tarafı tutuyorlarmış gibi) “sosyal faşistlerin bir genci öldürdükleri haberini manşete veriyorlardı. Kanlı Pazar sonrasında ise aynı gazeteler (bu kez “sosyal faşistlerin” tarafına geçerek ve hatta Bahar Bayramı yerine İşçi Bayramı gerçeğini de kabullenmiş görünerek) “Vatan haini Maocuların işçi bayramına saldırdığı” manşetini atıyorlardı. İşte, kanlı pazardan önce burjuva basınında çarpıtılarak manşetlere geçen sol içindeki bu çatışmalar ve bunların resmi makamlarca istismarı senaryonun ilk sahnelerini oluşturmaktaydı. Nihayet, İstanbul’da bir devrimcinin bir ihanet pususunda kalleşçe katledilmesinden sonra, bütün “Şaşkın” gözler polisin bu gelişmelere neden etkin şekilde “Müdahale” etmediğinin cevabını bulmaya çalışıyordu. Ve artık aleni bir şekilde İGD’lilerin Halkın Kurtuluşçularını afiş yapıştırırken kurşunladıkları, “sosyal faşistlerden” hesap sorulacağı açıklanıyordu.

Ne var ki, oligarşi varacağı noktayı iyi belirlemişti: CIA’nin emrindeki hünerli taktisyenler, MİT’çiler, kontrgerillacılar, “Düşmanı” (halkı ve halkın öncülerini) ufak darbelerle zayıflatmak yerine onu can evinden vurmayı kafasına koymuştu. Bütün bu provokatif gelişmelerin patlama noktası, Mayıs’a dek ertelenmesiydi: En geniş halk yığınlarının yüz binlerle katılacağı Mayıs’a “Maocular”, “revizyonist zinciri kırmaya” azmettikleri Mayıs’a… “Sosyal faşistlerin”, “Maocuların ve goşistlerin mitinge katılmalarını engellemek için her türlü önlemi aldıklarını” açıkladıkları Mayıs’a…

Mayıs 1977…

Kanlı Pazar diye anılacak olan 1 Mayıs 1977 sabahı yüz binlerce emekçi, işçi, aydın, memur, öğrenci, genç İstanbul’un çeşitli yerlerinde toplanmaya başladı. Devrimciler, en önde DEVRİMCİ YOL pankartı olmak üzere Beşiktaş’ta bir araya geldiler. DEVRİMCİ YOL ve DEVRİMCİ GENÇLİK pankartları arkasında Anadolu’dan ve Trakya’dan gelen 63 halk ve gençlik derneğine mensup kırk bini aşkın halk kitlesi yer alıyordu.

Yürüyüş başladığı zaman DİSK yöneticilerinin DEVRİMCİ GENÇLİK kortejini, önceden hesaplanmış bir şekilde oyalama ve engelleme taktiği dikkati çekti. Daha önceden yürüyüşe geçen kortejlerin yürüyüş temposu yavaş tutuluyordu. Devrimci Gençlik’in hemen önünde yer alan gruplar da bekletilmeye başlandı. Daha sonra bu kuruluşların ve grupların aralarında da uzun mesafeler bırakıldı. Mitingin sona erme vakti yaklaşmasına rağmen, bu kuruluşlar yarım saate ulaşan aralıklarla harekete geçiriliyorlardı. Amaç belli idi. Devrimcileri uzun süre bekletmek ve mitingin sona ermesine yakın harekete geçmelerine “izin” vermek. Açıkçası, devrimciler oyuna getirerek mitinge katılmaları engellenmek isteniyordu. Devrimcilerin en geniş kitlelerle kucaklaşması, devrimci sloganların revizyonist sloganları boğması ucuz burjuva metotlarla, . Basit aldatmaca gerekçeleriyle engellenmek isteniyordu. Saatler geçtiği halde sahtekarların, devrimcilerin kortejini yerinden kıpırdatmaya niyetleri olmadığı belli olunca, , devrimciler bu revizyonist engeli geçersiz kılmak için vakit kaybetmeden kendi güzergahlarını değiştirdiler. Dolmabahçe’den geçmesi gereken yürüyüş yönlerini bırakıp arka semtlerden dolanarak ve bu yürüyüş boyunca İstanbulluların coşkun desteğini ve sempatilerini kazanarak Cumhuriyet caddesinden Taksim meydanına ulaştılar. Ve işçilerin sevgi gösterileri arasında alandaki yerlerini aldılar. DEVRİMCİ YOL ve DEVRİMCİ GENÇLİK pankartları Taksim anıtının çevresini tuttu. Binlerce devrimci bu büyük mitinge ağırlığını koydu ve devrimci sloganları haykırdılar. “Tek Yol Devrim”, “”Devrim İçin Tek Yol Devrimci Yol”, “Oligarşi İktidarda Bir Avuç Zorba”, “Katil Oligarşi”, “Kahrolsun Faşizm”, “Devrimci İşçiler Sendika Yönetimine” vb. en çok atılan sloganlardandı.

DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler mitingin sonuna gelindiği halde konuşmasına henüz yeni başlamıştı. Cılız sesi devrimci sloganlar arasında kaybolarak konuşmasını sürdürmeye çalışırken alana başka gruplar gelmeye devam ediyordu. Son olarak TEP’liler, KSD, Emeğin Birliği, Proleter grupları alana girdikten sonra, işte tam bu sırada meydanın Tarlabaşı’na açılan yol ağzından ilk önce iki el silah sesi geldi ve sonra yaylım ateşi başladı. Provokasyonun son perdesi açılmış ve kanlı katliam gündeme gelmişti.

Bir Mayıs Katliamı Oligarşinin Gözü Dönmüş Provokatörleri Tarafından Gerçekleştirildi.

Evet, iki el silah sesi perdenin açılmasının işareti olan gonk sesi görevini görmüştü. HK, HY, HB grupları ‘ki “Maocu” denilenler bunlardır.) mitinge girmek istediklerinde, miting alanının dışında DİSK görevlilerinin barikatlarıyla karşılaşmışlar, her iki taraf arasında başlayan tartışma sırasında kimin attığı belli olmayan iki el silah sesi duyulmuştu. Bu silah sesi üzerine HK vs. grupları önce gerileyip yere yatmışlar, panzerlerin harekete geçmesi ile birlikte direnemeden Tarlabaşı civarından daha aşağı kesimlere doğru uzaklaştırılarak dağıtılmışlardı. İşte burjuva basınının ve DİSK vs. sözcülerinin ifşa ettikleri “Maocu Saldırısı” bundan ibaretti.

Ne var ki, asıl saldırı ve panik miting alanında oldu. Yaralanmaların ve ölümlerin meydana geldiği yer miting alanı idi. Çünkü, ilk silah sesi ile birlikte PROVOKATÖRLER VE POLİS alanı yaylım ateşine tutmaya başlamıştı. Miting alanında bulunan çoğu kimsenin gördüğü üzere ve Ahmet İsvan’ın basında çıkan açıklamalarında ifade edildiği gibi, Sular İdaresi ve İnterkontinental Otelinin üst katlarında mevzilenmiş çelik yelekli provokatörler uzun menzilli silahlarla, makineli tüfeklerle alanı tarıyorlardı. Ayrıca, arabaların arkasına mevzilenen sivil polisler ve simitçi kılığında alanda buluna diğerleri de simit tablalarını devirerek bu ateş salvosuna eşlik ettiler. Bu sırada alanı boydan boya hızla dolanan beyaz bir otomobilden de ateş açıldığı görüldü. Çeşitli yerlerden polislerin ve provokatörlerin açtığı bu ateşe esas olarak maruz kalanlar, otobüs durağının yanında ve anıtın çevresinde toplu bulunan DEVRİMCİ YOL, DEVRİMCİ GENÇLİK taraftarları oldu. İlk ateş salvosu ile birlikte, devrimciler kendilerini korumak için yerlere yattılar. Yaralananlar, ölenler oldu. Alanın diğer kısımlarında ise korkunç bir panik başlamıştı. Bir ara kesilen yaylım ateşinden sonra, devrimciler ayağa kalkıp sloganlar atarak paniği durdurmaya çalıştılar. Ne var ki bu kez panzerlerin eşliğinde ikinci ateş salvosu başlatıldı. Devrimcilerin bir kısmı alanın ortasına doğru çekilirken, bir kısmı da Kazancılar yokuşuna doğru yöneldi. İşte asıl katliam burada oldu. Çok dar bir sokak olan Kazancılar Yokuşu bir araba tarafından tıkanmıştı. Arkalarından gelen kurşunlardan korunmak isterken bir çok devrimci bu daracık yolda kurşunlanarak ve ezilerek hayatlarını kaybetti.

Makineli takırtıları ve silah atışları hala kesilmemişti. Üstelik polisin ses bombaları kullanmaya başlaması mevcut paniğin bir kat daha artmasına neden oldu. Panzerler halkın üzerine acımasızcasına hücum etti. Ama kısmen de olsa derlenmeyi başaran devrimciler polise karşı direnmeye devam ettiler. DEVRİMCİLER alanın ortasına giren panzerlere karşı ellerindeki sopalarla yiğitçe karşı koydular. Panzerlerin alan içinde halkın üzerine üzerine hızla sürülmesi yüzünden panzer altında kalan ve panzerlerin açtığı panik sırasında yaralanan ve ölenlerin sayısı artmaktaydı.

Yalnızca gövde gösterisine önem veren DİSK yöneticilerinin, bütün iddialarına rağmen, kitleyi korumak için yeterli tedbir almadıkları apaçık bir olguydu. Yirmi bin görevlinin varolmasına rağmen, bu görevlilerin fonksiyonu, polisin saldırısına direnmek yerine, teslimiyetin gerçekleşmesine yardım etmekten başka bir şey olmadı.

Miting sırasında halka ve devrimcilere karşı “işçi sınıfı” disiplini (!) uygulamaya kalkışan İGD’li besleme görevlileri ise kürsü kenarına sığınmışlardı. Besbelli ki onlar faşist saldırılara karşı değil, halka ve devrimcilere karşı tedbir almışlardı. “Maoculara” karşı şartlandırdıkları görevli işçilere ise polisler karşısında ne yapacaklarını öğretmemişlerdi. Bu ihmallerini ese sıcak mücadelenin içinde gidermeye kalkıştılar. Direniş devam ederken DİSK yetkilisi, mikrofondan titreyen sesiyle polise karşı çıkılmamasını buyuruyordu! devrimcilere direnmemeleri için yalvarıyor, görevlilere polise yardım etme çağrısı yapıyordu. Devrimciler ateşin ortasında ihanetin en çirkinini yaşıyorlardı. Pek çok görevli işçi üstlerindeki görevli önlüklerini fırlatıp atarak devrimcilerle birlikte panzerlere karşı yiğitçe direndiler. Yine bir çok işçi kürsüye dönerek, “hani faşizme geçit vermeyecektiniz! İşte faşizm, üzerimize üzerimize geliyor” diye bağırmaktaydılar. “Tek Yol Devrim”, “Kahrolsun Faşistler” sloganlarını atan binlerce devrimci meydanın ortasında polisin kanlı saldırısına direnmeye devam ettiler. DİSK yetkililerinin, görevlerini yerine getirmediğini söylediği polisler, devrimcilere hunharca saldırarak görevlerini oligarşi adına layıkıyla yerine getirmekteydiler.

Bir süre sonra polis, jandarma eşliğinde saldırısını yoğunlaştırdı. Bu durum karşısında devrimcilerin bir kısmı ara sokaklarda barikatlar kurarak iki saate yakın polisle çatıştılar. Büyük bir kısmı ise polis ve jandarmanın yoğun kuşatması yüzünden, bir yürüyüş kolu oluşturarak Gümüşsuyu caddesi yoluyla Kabataş’a indiler. Bu iniş sırasında yüzlerce jandarma ve polis, yokuş aşağı olmanın avantajını da kullanarak devrimcilere saldırmaya devam ettiler. Bir çoğunu copladılar ve yakaladılar…

Sonuç, halkımız ve devrimciler açısından gerçekten de büyük bir yenilgi olmuştu. 25 ŞEHİT… YÜZLERCE YARALI… KİTLE MÜCADELESİ AÇISINDAN KÖTÜ BİR DENEY. Ama devrimciler bilmekteler ki, her kötü yenilgi bağrında yeni başarılara gebedir. Yeter ki, bu yenilgiden çıkarılacak dersler ileri ki mücadelelerde gereğince hayata geçirebilsin…

 

DEVRİMCİ YOL: “Sosyal faşizm” ve “Maocu Bozkurt” safsataları provokasyona nasıl hizmet etti?

Bir Mayıs katliamından sonra çeşitli kuruluşlar bildiriler yayınlayarak görüşlerini açıkladılar. Bu çok önemli olay karşısındaki tavırları çeşitli siyasi görüşlerin muhtevasını açığa kavuşturan bir özellik taşımaktadır.

Esasen teorik ve siyasi görüş ayrılıkları sınıf çatışmasının keskinleştiği dönemlerde ve somut pratik siyasi tutumlar çerçevesine girdiğinde gerçek muhtevasını açıklıkla sergileyen bir görünüm kazanmaktadır. Eskiden bir takım fikir aykırılıkları olarak görünen ayrılıklar pratik siyasi tutumlar söz konusu olduğunda tam bir netliğe ulaşmakta ve sol içindeki ayrılıklarını özü belirginleşmektedir. Somut olaylar karşısındaki tavırlar çeşitli görüşlerin niteliğini açığa çıkaran bir turnusol görevi görmektedir.

Bu son olayda da bu böyle olmuştur. Oligarşinin BİR MAYIS KATLİAMI ve bu katliamı solcuların birbirini vurması olarak göstermeye çalışan demagojisi karşısında takınılan tavırlar bu bakımdan ülkemiz devrimi karşısındaki çeşitli görüşlerin ne gibi bir fonksiyon yerine getireceklerinin ipuçlarını vermesi bakımından zengin derslerle yüklüdür.

DİSK ve TİP Yöneticileri Emperyalizmin Provokasyonunu Kavramıyorlar!

İşçi sınıfının mücadelesi ve devrimci hareket tarafından tarihsel bir öneme sahip olan BİR MAYIS KATLİAMI sonrası DİSK ve TİP yöneticilerinin tavırları bu akımların siyasi kimliğini çok net bir şekilde açığa çıkarmıştır.

Her şeyden önce bu iki revizyonist akım bir yılı aşkın bir süredir sürdürdükleri “goşist”, “Maocu Bozkurt” teraneleriyle ülkemiz solu açısından çok olumsuz bir ortamın doğuşunda (kendilerine sosyal faşist diyen muarızlarıyla birlikte) önemli rol oynamışlardır. Karşıtlarını faşistlikle özdeş tutan bir düşünce tarzı egemen sınıfların üzerinde provokasyonlarını inşa edecekleri çok müsait bir zemin oluşturmuştur. Bir yandan halk yığınlarına ve devrimcilere karşı her gün alçakça cinayetler tezgahlayan faşizm öte yandan bu cinayetlerini “Lenincilerle”, “Maocuların” çatışması sonucu olarak gösterebilmek için büyük çabalar sarf etmiştir. Bu ayrılığı alabildiğine körüklemiş, “büyük basın”ın imkanlarını bunun için sık sık seferber etmiştir. Gerek TKP ve TİP yanlılarının, gerekse de Halkın Sesi ve eklentilerinin sürdürdükleri ideolojik ve siyasi hat üzerinde geliştirilen provokasyon zemini en son BİR MAYIS KATLİAMI ile doruk noktasına ulaşmıştır. Bir Mayıs provokasyonu bu şekilde yaratılmıştır.

DİSK yöneticileri Bir Mayıs hazırlıkları sırasında ve o gün bu tutumlarını sürdürmüşler ve böyle bir olayın meydana gelmesini önleyebilecek önlemleri alamamışlar ya da almamışlardır. Evet, her şeye rağmen DİSK yönetimi diğer grupların törene katılmasını önlemek istiyorsa bunu alanın çok uzağında Saraçhane’de de yapabilirdi. Belediye kanalıyla Unkapanı köprüsünü açtırarak da önleyebilirdi. Bunu niçin yapmamıştır da tam alanın yakınında bir yerde bunu yapmaya kalkışmıştır. Belki kendi “masum” niyetleri işçi sınıfının gözleri önünde “işçi sınıfına yabancı unsurlar”ı işçi sınıfına karşı saldırgan bir pozisyonda göstererek mahkum etmektir. Belki de başka sebepleri vardır. Ama işte tam da bu tutum provokasyon için böyle bir fırsatı kollayanlara, bekledikleri kıvılcımı tutuşturacak fırsatı vermemiş midir? Ve bundan provokasyona alet olan Halkın Kurtuluşçuları ve takipçileri kadar bu ortamın doğmasının önüne geçemeyen DİSK yöneticileri de sorumlu değiller midir? Hiçbir art niyetleri olmasa da, alandaki yüz binlerce emekçinin güvenliğini sağlamak için yapmaları gereken en basit şey bu sürtüşmeye (hangi şekilde olursa olsun) meydan civarında olanak tanımamak değil miydi? DİSK yönetimi bu sorumluluktan “Maocuların” sorumsuzluğu sayesinde kurtulabilir mi?

Öte yandan DİSK yöneticileri olay sırasında da sorumsuz tutumlarını sürdürmüşlerdir. Kanlı BİR MAYIS provokasyonunun bugünden ortada olan en açık yanı bu olay sayesinde faşist güçlerin kendi cinayetlerinin sonuçlarını bir ölçüde solcuların üzerine atabilmek, işlenen cinayetleri solun üzerine suç atarak örtbas edebilmek ve yığınların sola yönelen açılımını bir ölçüde önleyebilmektir. Bu uluslar arası deneyim sahibi karşı devrim güçlerinin bugün herkes tarafından gözlenebilen bir çabasıdır.

Kanlı BİR MAYIS pazarının hemen ertesinde bu amaçla bütün karşı devrim güçleri harekete geçerek basını, TRT’si ile provokasyonun siyasi çalışmasına girişmişlerdir. Bir Mayıs’ta solcuların birbirini kırıp geçirdiğini, “Maocuların” halkın üzerine yaylım ateşi açarak 34 kişiyi öldürdükleri yaygarasını koparmışlardır.

Yüreği devrim davası için çarpan tüm devrimciler bu provokasyonu açığa çıkarabilmek için, karşı devrim güçlerinin yalanlarını boşa çıkarabilmek için didinirken DİSK yöneticileri ne yapmışlardır? Fırsat bu fırsattır diyerek “Maocuları” mahkum etmeye çalışmaktan öte? Açıkça söyleyelim ki o ortam içinde, provokasyonu açığa çıkaracak, halka yapılan açık faşist saldırıyı ve faşizmin bu vahşetini teşhir edecek yerde, provokasyonun bahanesi olanlarla uğraşmak ortalığı bulandırmaya yarayan ve sadece karşı devrimin işine yarayan bir sorumsuzluktan başka bir şey değildir.

Hemen belirtmeliyiz ki, kendi dışlarındaki sol’u fırsattan istifade mahkum etmeye çalışırken burjuva basınını yayını paraleline düşen DİSK yöneticileri bu tutumlarında yalnız kalmamışlardır. Bu günlerde seçimlerde işçi sınıfını temsilen sosyalizm bayrağını meclise dikmeye çalışan(!) TİP Genel Başkanı sayın Behice Boran Bir Mayısın hemen ardından TRT’ye verdiği demeçte DİSK yöneticilerini yalnız bırakmamıştır. Oligarşi bütün güçleri ile provokasyonu, solcular arası bir çatışma sonucu olarak göstermeye çalışırken, Behice Boran bu demeciyle “Maocuların” kötülüklerini sayıp dökmeye uğraşmıştır. Olay karşısındaki bu tutumun GÜNAYDIN, HÜRRİYET gazetelerinin ve Karataş TV’sinin takındığı tutumdan zerre kadar fark yoktur. Olayın hemen arkasından TRT’deki bir Mayısla ilgili demecinde Maoculuğa, maceracılığa, DİSK yöneticilerine ve CHP’ye çatan ama emekçi halka kurşun yağdıran faşistlerden tek söz bile etmeyen Behice Boran bu tutumuyla, olayda yabancıların parmağı olduğunu söyleyen Erbakan’dan bile geri kalmıştır.

Bir Mayıs Katliamı karşısında oligarşinin dilini kullanan, onların tavrını takınan, GÜNAYDIN HÜRRİYET’in paraleline düşenler, adları ister İşçi Partisi olsun ister Komünist Partisi olsun, böyleleri değil devrimci, demokrat adına bile layık değillerdir.

ÇKP Revizyonizmi’nin Takipçileri de Aynı Körlük İçindeler!

BİR MAYIS KATLİAMI bir yanıyla da “sosyal emperyalizme karşı mücadele” yaftası arkasında inşa edilen ÇKP çizgisindeki ideolojik eğilimlerin ne kadar sağlıksız bir temel üzerinde yükseldiğini de açığa çıkarmıştır. Son olaydaki provokasyon malzemesi olma durumu tesadüfi bir olgu değildir. Halkın Sesi ve eklentilerinin takip ettikleri siyasi hattın nesnel içeriği böylesi bir provokasyon malzemesi olmaya son derece açık bir nitelik taşımaktadır. Yoksa bu görüşleri savunanların pratik hatalarının sonucu olarak böyle bir durum ortaya çıkmış değildir.

Halkın Sesi Dergisi olaydan sonraki yazılarında böyle bir provokasyonun bağıra bağıra geldiğini önceden gördüklerini mitinge toplu olarak katılınmamasını savunduklarını, bu yüzden çete dediği Halkın Kurtuluşu, Halkın Yolu ve Halkın Birliği gruplarının yol açtığını söyleyerek üçlü çetenin kumarbaz tekke yöneticilerini provokatör olarak ilan etmektedir.

Öte yandan Halkın Kurtuluşu da kendi görüşlerini şu şekilde ifade ediyor:

“Faşist MC iktidarının bu kanlı tertibİ, DİSK yönetiminde bulunanlar tarafından yaratılan ortamda en uygun zemini bulmuştur. DİSK yayın organları ve sorumlu ağızları bir ay öncesinden Maocu Bozkurtlar dedikleri devrimcilerin mitinge saldıracaklarını ilan ediyorlar(dı). Halkın Kurtuluşu ise (…) mitinge katılacaklarını ve saldırgan kendileri olmayacaklarını belirtmişlerdir.

Açıkça görülecektir ki haftalardır DİSK yönetimi tarafından sürdürülen Maocular hayaletini kullanmak için polisin bu sürtüşmeyi beklemesi gerekmiyor. Alanın içine sızan bir ajan her an alandaki herhangi bir sürtüşmeyi bahane ederek, silahını ateşleyebilir ve DİSK yönetiminin yardımıyla bütün suç Maocuların olabilir. DİSK yönetiminin yarattığı ortam CIA için işte böyle aranıp da bulunamayan bir ortamdı.” (Halkın Kurtuluşu Adına Vatan Gazetesine Verilen İlandan).

“Halkın Kurtuluşçuları” günahlarından kendilerini işte böyle arındırıyorlar! Olaydan önce kendilerinin saldırmayacaklarını açıklamışlar ya! O halde baylarımız da sorumlu tutulamazlar! Açıklamaları Halkın Kurtuluşu’nun provokasyon malzemesi olan şaşkın mantığını sergilemekten öteye gidememektedir.

Ortamın CIA için arayıp da bulamayacağı bir oram olduğu gerçekten doğrudur. Ne var ki böyle bir ortamın doğuşunun nedenlerini iyi saptamak gerekir. Bunun nedeni olarak sadece DİSK yöneticilerinin birkaç haftadır sürdürdükleri “Maocular mitinge saldıracak” teranelerini göstererek işin içinden çıkacağını sanmak herhalde tam bir şaşkınlık olabilir. Oysa apaçık ortada olan bir şey varsa bu da şudur ki; gerek DİSK yöneticilerince birkaç haftadır değil, 12 yıldır sürdürdükleri “Maocu Bozkurtlar” teraneleri, gerekse karşıt uçtaki “sosyal emperyalizm teoricileri”nin “sosyal faşistler” şarlatanlıkları böyle bir ortamı kendiliğinden yaratmaktadır. İki yıldır, devrimcilerin defalarca uyardıkları gibi tamamen anti Marksist bir temelden kaynaklanan oportünist sorumsuz siyasetler böyle bir provokasyon ortamını hazırlayıp geliştirmiştir. Halkın Kurtuluşu ve takipçileri eğer bir parça samimi bir devrimci inanç taşıyorlarsa bu olay karşısında DİSK yöneticilerini suçlayarak işin içinden çıkmaya çalışmayı bir kenara bırakarak oturup düşünmeli ve büyük olayın derslerinden izledikleri siyasi çizginin yanlışlığını kavramalıdırlar. Ve anlamaya çalışmalıdırlar ki Marksizm’den uzaklaşmak insanı daima burjuvazinin yanına götürür. Devrimcilikten uzaklaşmak daima halka ihanete götürür. Temelinde “sosyal emperyalizm” safsatalarının yer aldığı, revizyonizmle, faşizmi ve emperyalizmi özdeş tutan, ülkemizde yanlış bir ideolojik hat izleyenlere sosyal faşistler diyerek “sosyal faşizme karşı mücadeleyi” (faşizme karşı mücadeleyi bir yana bırakarak) baş mesele yapan ve Sovyetler Birliği’ne karşı olan her siyasi akımla işbirliği yapmayı esas alan bir siyasi çizginin Angola’da olduğu gibi CIA ve karşı devrim güçlerinin yanında yer almaktan öte bir yere varamayacağı ortadadır.

Halkın Kurtuluşu Bir Mayıs provokasyonu için kendilerinin yarattıkları sürtüşmeye aslında ihtiyaç olmadığından, alana sızan bir ajan tarafından da havaya bir el sıkılmasının aynı işi yapabileceğinden bahsediyor! Ne kadar şaşkın bir savunma mantığı! Aynı işi ajan provokatörler bile yapabileceğine göre Halkın Kurtuluşu ve takipçilerinin de bu işi yapmalarını mazur göreceğiz! Eğer bu baylar ajan provokatörlerin de yapabileceği işlerle uğraşmaya devam ederlerse yakında karşı devrim güçlerinin ajan provokatöre ihtiyacı kalmayacak demektir.

Bir başta nokta da şu; Halkın Kurtuluşu böyle bir provokasyona açık bir ortamda mitinge niçin katıldıklarının sorulabileceğini söyleyerek şöyle diyor:

“DİSK’in yarattığı ve polisin tertibine ortam hazırlayan bu zeminde, niçin mitinge katıldığımız da sorulabilir. Kitle mücadelelerine on binlerce halkın katıldığı büyük mitinglere, kimse katılamazsınız diye ambargo koyamaz.”

Ne var ki Halkın Kurtuluşu tutarlı değildir. Söz konusu miting, onların en tehlikeli düşmanlar saydıkları “sosyal faşistler” tarafından düzenlenmiştir. Hal böyle olunca Halkın Kurtuluşu, aynı mantıkla daha az tehlikeli buldukları faşistlerin mitinglerine de katılması gerekmez mi? Çünkü bunların mitinglerinde “Rus emperyalistleri” daha etkin şekilde lanetlenmiyor mu? İşte tam da bu noktada Halkın Kurtuluşu vs çizgilerinin düşünerek değil, fakat içgüdüleriyle hareket ettiklerini tespit etmek mümkün oluyor…

Kanlı Pazar’ın vebalinden kurtulabilmek için şaşkın açıklamalara başvuranlar arasında Halkın Yolu dergisi de yer alıyor. Bu şaşkınlığın bizim açımızdan müdahale edilmesi gereken önemli bir yanı var: Halkın Yolu Dergisi miting alanında İGD’lilerin Devrimci Gençlik’çilere saldırdığından ve her iki taraf arasında çatışma çıktığından söz ediyor. Bir kere, olaylar başlayınca, ortalıkta tek bir İGD’linin kalmadığını herkes görmüştür. İkincisi devrimcilerin uyduruk düşmanlara karşı değil, asıl düşmana faşizme karşı mücadele verdiği yadsınamaz bir gerçektir. Diğer yandaşları gibi Halkın Yolu’nun da “sosyal faşizm” şarlatanlığını ve bunun bilinen sonuçlarını mazur gösterebilmek için bu türden yalanlara ihtiyacı olduğu ise artık tekrarlanması gereksiz bir gerçektir.

 

Öte yandan Halkın Sesi de Halkın Kurtuluşu ve takipçilerinin kumarbaz tekke şeflerinin provokatörlüğünü ilan etmekle, mitinge katılmamayı savunmakla sorumluluktan kurtulamaz. Üçlü çete dediklerinin siyasi çizgileri Halkın Sesi’nin savunduğu siyasi çizginin bir kopyasıdır. Yukarda da değindiğimiz gibi Bir Mayıs provokasyonuna alet olanların sorumluluğunun kaynağı siyasidir. Onların karşılaştıkları sonuç savundukları ideolojik ve siyasi hattın nesnel bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Halkın Sesi’nin yegane “olumlu” yanı savunduğu siyasi çizginin “sosyal faşizme karşı” cihad çağrılarının bir sonucu olarak pratikte ortaya çıkacak kötü sonuçları önceden görebilmesi ve hiç değilse bir günlük o siyaseti terk ederek “sosyal faşizme karşı” savaşmaktan – bir gün için – vazgeçebilme basiretini gösterebilmesidir. Ama bu “basiret” kendi siyasi görüş açısından bir oportünizmin sonucu olarak doğabilmektedir. Halkın Kurtuluş ve eklentilerinin Bir Mayıs Katliamında ortaya koydukları provokasyona alet olma tutumu, daima makyavelist siyasetin mükemmel örneklerini sergileyen Halkın Sesi’nin siyasi çizgisinin varacağı noktayı işaretlemektedir.

Marksizm’den, devrimcilikten uzaklaşmanın, oportünizmin varacağı başka bir yerde yoktur!

“Maoculuk” Suçlaması Oligarşiye Hizmet ediyor

1 Mayıs katliamından sonra her kuruluş olayı yorumlayan bildiriler yayınlardı. Bildiriler bu kuruluşların yönetimindeki siyasi yoğunlukların olaya bakış açılarını yansıtma yönünden birer belge niteliğini taşıyordu. Ve büyük çoğunluğunun ortak noktasını “Maocu” terimi oluşturuyordu. DEVRİMCİ YOL siyasetini benimseyen devrimciler, bulundukları demokratik kuruluşların bildirilerinde bu terimin kullanılmasına karşı çıktılar. Devrimcilerin bu tavrı şu noktalardan kaynaklanıyordu: Her şeyden önce devrimciler bir olayı ele aldıkları zaman, esas vurulacak hedefi saptar ve darbeyi ona indirirler. 1 Mayıs Katliamının emperyalizm ve oligarşi tarafından tezgahlandığını görmemek için insanın kör olması gerekir. Ve eğer bir olay emperyalizm tarafından tezgahlanmışsa, buna kim zemin hazırlarsa hazırlasın, devrimcilerin teşhir edeceği şey emperyalizmin oynadığı rol olmalıdır. (Ecevit’in İzmir mitingindeki açıklamaları dahi, hala bu oyunu üç beş sorumsuza yüklemeye çalışanlarla, faşizmin devlet dışında tezgahlandığını savunanlara ders olmalıdır) Çünkü bugün devrimciliğin ön şartı, emperyalizme ve faşizme karşı savaşmaktır. Bu savaşa halkımızı katmanın yolu onu en geniş şekilde teşhir etmek olduğu gibi emperyalizmin oyunlarının açığa çıkması da ona karşı savaşanların düşmanı iyi tanımasına yarayacaktır.

“Maoculuk” edebiyatına hız verenler burjuva basını ile aynı ağzı kullanmaktan gocunmayabilirler; fakat biz devrimciler, bizzat revizyonistler tarafından da körüklenen, faşist cinayetlerin “Maocu Leninci çatışması” şeklinde örtbas etmek isteyen kampanyaya 1 Mayıs Katliamını da alet ettirmeyeceğiz.

“Maoculuk” kampanyasının başını çekenler uyguladıkları şark kurnazlığıyla otomatik olarak kendilerini “Leninci” ilan etmiş oluyorlar! Ama bu o kadar kolay değildir! Burjuva basını insana Leninci diyor diye kim Leninci(!) olamaz. Lenincilik devrim için savaşmayı gerektirir ki, böylesi “ilerlemeci” baylarımız için çok zahmetli ve çok zor bir yoldur. Tıpkı Halkın Sesi vs. türünden bir dizi tekkeye devrim ustası Mao Zedung’un adını zedeleme imkanı vermeyeceği gibi. ÇKP’nin son yıllardaki revizyonist politikası Başkan Mao’nun şerefli hayatını lekeleyemeyeceği gibi, birkaç devrimci lafazan ve sahtekar da kendine Mao Zedung’un adını siper edip her türlü şımarıklığı yapma hakkını elde edemez…

Biz devrimciler kabaca bu nedenlerden dolayı bildirilerde” Maoculuk” kelimesinin kullanılmasına karşı çıktık. Ama bu tavrımız Halkın Sesi, vs. akımlarının bu olaydaki konumunu ve tutumunu perdelemek veya onları korumak için değildir. Tam tersine, yalnız kastedilen bu akımların değil 1 Mayıs’ta yer alan her kesimin olaydaki sorumluluğunun açığa çıkmasını istiyoruz. “Maoculuk” adlı bir günah keçisi yaratıp kendi sorumluluklarından sıyrılmak isteyenlerin de onların ikiz kardeşi Halkın Kurtuluşu vs. ’nin de 1 Mayıs’ın somutu içinde ve Marksizm Leninizm dışı dünya görüşlerinden kaynaklanan hatalarıyla değerlendiriyoruz. Ve 34 şehidi basamak yapıp ucuz siyasi kazanç elde etmeye çalışan ve bu iş için burjuva basınından medet umanları da nefretle seyrediyoruz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: Content is protected !!