DEVRİMCİ YOL – KURTULUŞ ÇATIŞMASI
DEVRİMCİ YOL – KURTULUŞ ÇATIŞMASI
THKP–C Çizgisindeki Devrimci Yol Çizgisinin Oluşumu
12 Mart’tan çıkışta Sol, örgütsüz ve dağınıktı. Darbenin getirdiği yenilgi ve korku psikolojisi 1974–75’lere kadar kendini hissettirmişti. Sol gruplar 1974’ten itibaren Ankara’da “AD–YÖD”, (daha sonra AYÖD) (Ankara Yüksek Öğrenci Derneği), İstanbul’da IYÖKD” (daha sonra İYÖD–İstanbul Yüksek Öğrenim Derneği–) Erzurum’da EYÖD (Erzurum Yüksek Öğrenci Derneği) öğrenci derneklerinde başlayan örgütlenme çalışmalarıyla gençliği merkezi bir örgütlenmeye çekmeye çalıştılar. Özellikle İstanbul’da “İYÖKD” çevresinde militanca faaliyetlere başladılar. Üniversite gençliğine THKP–C çizgisini savunan (cepheciler) adıyla faaliyet gösteren Devrimci Gençlik grubu hakim olacaktı.
12 Mart öncesi Dev–Genç hareketi içerisinde yer alan THKP–C Davası’ndan da yargılanan Oğuzhan Müftüoğlu’nun 74 affıyla tahliye olmasıyla bir araya gelen Cepheciler, hedef olarak gençlik hareketinde önlerine örgütlenme ve yayın faaliyetini koydular.
İlk olarak bu çevre 1 Kasım 1975’te ilk sayısı yayınlanan “Devrimci Gençlik” dergisini çıkarttılar. Daha sonra 9 Ağustos 1976 yılında TDGDF “Türkiye Devrimci Gençlik Dernekleri Federasyonu” kısa adıyla “Dev–Genç”i kurdu. Kurucuları arasında Mehmet Ali Yılmaz, Yasin Ketenoğlu ve Uğur Ayken gibi isimler de vardı. Mehmet Ali Yılmaz Dev–Genç Genel Başkanlığına getirilirken Bülent Uluer sekreterliğe Sedat Kesim ise saymanlığa getirilmişti. Yayınlanmasına devam edilen Devrimci Gençlik dergisinin yurt düzeyinde genişleyen tabana istenildiği ölçüde hitap edememesi ve gençlik kesiminin dışında kalan kitleye seslenecek nitelikte bulunmaması gözönüne alınarak hareketin lideri Oğuzhan Müftüoğlu’nun öncülüğünde Melih Pekdemir, Mehmet Ali Yılmaz, Nasuh Mitap, Ali Başpınar, Ali Alfatlı, Sedat Kesim, Sedat Göçmen, M. Akın Dirik ve Selahattin Karataş gibi önde gelen isimler bir araya gelerek yeni bir derginin yayınlanması ve Türkiye çapında dağıtımını yapacak bir örgütsel yapının teşkili, ayrıca Marksist Leninist bir partinin ülke düzeyinde kurulmasından önce ideolojik ve siyasal temeli kurmak için yayınlanacak bu dergi THKP–C ideolojisini benimsemiş kesime anlatmak üzere bir bildirgenin yayınlanmasını da planlamışlardı. Selahattin Karataş’ın evinde yapılan toplantıda Oğuzhan Müftüoğlu ve Nasuh Mitap tarafından müştereken kaleme alınan “Devrimci Yol bildirgesi” yazıldı. İşte bu bildirge ve ardından 1 Mayısta yayınlanacak Devrimci Yol dergisi Türk sosyalist hareketinin bir dönemine damgasını vuracaktı.
Devrimci Gençlik dergisi etrafında toplanan grup 1977 yılının Nisan ayında “Devrimci Yol” bildirgesini yayınlayacak, bir ay sonra da Devrimci Yol adlı dergiyi çıkartarak burada ideolojik politik görüşlerini ortaya koyacaklardı. Geleneksel Türk solunun yapı taşını oluşturan TKP geleneğinden farklı, içinden çıktığı THKP–C’yi ideolojik ve örgütsel açıdan aşan DEV–YOL Türk solunda ÇKP ve SSCB’nin peşine takılan çevrelerin dışında üçüncü ama güçlü bir gelenek oluşturmuştur. Devrimci Yol bildirgesinde ve dergisinde yayınlanan görüşler SBKP–ÇKP–AEP tezleriyle hesaplaşmaydı. Döneme damgasını vuran birçok sol grup Maocu, Brejnevci, Enver Hocacı (Çin, Sovyetçi, Arnavutluk) olmakla bu ülkelerde sosyalist anlayışı savunan görüşler ortaya koyarken Dev–Genç devrimci yol çizgisi bu sol gruplara nazaran daha bağımsız ve Türkiye’ye özgü bir sosyalizmi savunuyor. Türk solunda Mahir Çayan görüşleri doğrultusunda bir devrim anlayışını benimsiyordu. Dev–Yol’a göre Türkiye devriminin yolu Sovyet, Çin, Arnavutluk ya da Küba devrimlerinin Türkiye’ye “tercüme” edilmesiyle olmaz gerilla fokoculuğu özentileriyle “bu ülkede devrim gerçekleşmez”di. Devrimci Yol dergisinde, yayınlanan teorik yazılar da Sovyet, Çin ya da Arnavutluk yanlısı hareketler “şabloncu”, “takipçi”, “aktarmacı”, “kuyrukçu” gibi olmakla siyasal çözümlemeyi çeviri faaliyetine indirmekle suçlanmışlar ve eleştirilmişlerdir. Dev–Yol “Türkiye’ye özgü Devrimci–Yol” vurgulaması yaparak diğer sol gruplardan farklılığını ortaya koymuştu.
1978 yılının ortalarında İstanbul kanadının ayrılarak Dev–Sol adıyla yeni bir yapılanmaya gitmesi üzerine Devrimci Yol örgütü merkezi yapılanmasını daha disiplinli ve daha düzenli yapabilmek amacıyla yeni bir merkez komite oluşturmasına gidecekti. Hareketin önde gelen isimleri Ankara’da bir araya gelerek Oğuzhan Müftüoğlu’nu MK’nin birinci adamı olarak seçerken Nasuh Mitap, Ali Başpınar ve Mehmet Ali Yılmaz’da dörtlü komitenin saçayaklarını oluşturacaktı. Daha sonra bu dörtlüye 1979 ilkbaharında Ali Alfatlı, 1980 İlkbaharında ise Mehmet Akın Dirik ve Melih Pekdemir’in katılmasıyla Dev–Yol MK 7 kişi olarak 12 Eylül 1980 darbesine kadar örgütsel çalışmalarını sürdürmüştür.
Dev–Yol, Marksist sol hareketlerin 1977–80 dönemine damgasını vuran en önemli halkalarından biridir. Yalnız geçmişteki değil, bugünkü Türk solunun gelmiş ve geçirmiş olduğu dönemler açısından da önemli bir siyasal güç olmuştur. Dev–Yol çizgisi sadece solda gençlik kesiminde değil, solun; işçi, memur ve çeşitli kitle kuruluşlarında (TÖB-DER – TÜM-DER) ciddi bir taraftar kitlesine sahip olmuş, kamuoyu oluşturmuştur. Başta büyük kentler olmak üzere Karadeniz, Akdeniz ve Marmara bölgesindeki birçok illerde Marksist sol hareketin önde gelen temsilcisi olmuştur. DİSK ve TÜRK–İŞ gibi konfederasyonlarda bazı sendikaları eline geçirmiş (YER ALTI MADEN–İŞ Sendikası) ve temsilcilikler oluşturmuştu. Hatta öyle ki 1979 yılında Fatsa’da yapılan belediye başkanlığı seçimini bölgede oluşturmuş olduğu “direniş komiteleri” ve militan kadrolarının desteği ve örgütlenmesiyle Terzi Fikri lakaplı Fikri Sönmez’i aday göstererek kazanmıştı. Sol aydınların da desteğini almıştı. Örgütün 8-14 Ağustos 1980’de Fatsa’da düzenlediği faaliyete katılan bazı solcu yazarlar: Can Yücel, Şükran Ketenci, Mahmut Tali Öngören, Dr. Yazgülü Aldoğan gibi isimler bu toplantıda örgütün çalışmalarını Dev–Yol’a yakınlığıyla bilinen günlük “Demokrat Gazetesi”nde övmüşlerdir.
Dev–Yol’un solun kurtarılmış bölgeler diye nitelendirdiği yerlerde belirli bir kitle desteğine ve gücüne sahip olmasında diğer sol gruplara oranla izlemiş olduğu popülist siyasetlerin ve kitle çalışmalarının etkisi olmuştur. Devletin yeterli hizmet götüremediği yerlerde halkın yol, su ve kanalizasyon gibi çeşitli sosyal sorunlarını çözmek amacıyla çeşitli çalışmalar yapmış, (çamura son kampanyası–gecekondulara yardım) varoşlarda yaşayan ahali ile iyi ilişkiler içerisine girmeğe çalışmıştı (gecekondu yapımında). Dev–Yol’un belirli bir taban bulmasında bu tür çalışmaların etkisi olmuştur. 1977–1980 arası başta Ankara, İstanbul, İzmir, Adana, Bursa, Samsun, Trabzon, Antalya vb. illerde binlerce kişiyi bir araya toplayıp (pahalılığı ve işsizliği baskı yasalarını protesto) mitingleri ve toplantıları yapacak güce gelmişti. Solun düzenlemiş olduğu en geniş toplantılara katılım Dev–Yol’un toplantılarında görülürdü. Dev–Yol’un dışındaki solun çeşitli grupları bu anlamda Dev–Yol ile boy ölçüşecek güce sahip değildi.
KURTULUŞ Hareketinin Doğuşu ve Gelişimi
Kurtuluş hareketi ismini 1971 Kızıldere direnişine damgasını vuran ve Mahir Çayan’ın lideri olduğu THKP–C’nin yayın organından aldı. Kurtuluş hareketini oluşturan kadrolarda THKP–C kökenlidir. Üst düzey Yöneticileri 12 Mart döneminde THKP–C davasından yargılanmış, 1974 affıyla tahliye olup hapisten çıkmışlardı. THKP–C kadroları arasında 1974’den sonra yol ayrımı ortaya çıkacaktı. Ankara Mamak Cezaevi’nde cepheciler arasında başlayan görüş ayrılıkları bu yol ayrımını keskinleştirecekti. THKP–C’liler arasındaki 1974–75 birlik görüşmelerinden netice çıkmayacaktı.
Cepheciler arasında THKP–C’nin yeniden inşasına yönelik ilk toplantı Ankara’daki ŞEH–DER (Şehir Derneklerinin topluca bulunduğu bina) binasında 1975 yılının Haziran ayında düzenlendi. Toplantıya THKP–C kadroları ve sempatizanları da katıldı. Sayıca az olan THKP–C’lilerle daha kalabalık olan Genç Devrimciler’in katıldığı toplantıda THKP–C’liler arasında çıkan görüş ayrılıkları genç kitle üzerinde de menfi etki bırakacaktı. Bu toplantıda geçmişteki THKP–C görüşlerini eleştiren Mustafa Kaçaroğlu, İlhami Aras, Şaban İba gibi bazı THKP–C’lilerle Oğuzhan Müftüoğlu ve Nasuh Mitap’ın başını çektiği yine eski THKP–C kadroları arasında, THKP–C görüşlerinin savunulup savunulmaması konusunda fikir ayrılıkları çıktı. 1975 yılının Eylül ayına kadar devam eden tartışmalarda birlik çıkmadı. Her iki grup da ayrı ayrı yeni örgütlenmelerle sosyalist hareket içerisinde yerlerini alacaklardı.
Cepheciler arasındaki görüş ayrılığı önce Devrimci Gençlik Dergisi etrafında Devrimci Yol örgütünü doğururken bir başka grup olan Kurtuluş’un doğmasına da sebep olacaktı. Diğer THKP–C kökenli küçük gruplar bu iki örgüt kadar örgütsel güce ve tabana hiç bir zaman sahip olamadılar. 1976 Haziran’ında Kurtuluş dergisini çıkartan Mustafa Kaçaroğlu, Mahir Sayın, İlhami Aras, Şaban İba önderliğindeki bu çevreyle Devrimci Yol çevresi arasında sol hareket içerisinde çok büyük çatışmalara sebep olacak siyasi ve ideolojik rekabet yaşanacaktı. İki grup arasındaki görüş ayrılıkları 1977–80 aralarında kanlı cinayetlerle sonuçlanacaktı. Kurtuluşçular 1976 yılının Eylül ayında aylık “Kurtuluş”u, 28 Kasım 1976’da 15 günlük “Kurtuluş İçin İleri” dergisini Ocak 1978’de Haftalık “Kurtuluş” gazetesini haftalık olarak ve düzenli bir şekilde sıkıyönetim emriyle kapatılana kadar toplam 112 sayı çıkarmıştı. Daha sonra 15 Mayıs 1980 tarihinde 15 günlük “Öncü” dergisinin ilk sayısını yayınladılar. Bu dergi toplam 6 sayı çıkmıştı. 12 Eylül darbesinden önce kapandı. Yayın organlarıyla propaganda çalışmalarını sürdüren Kurtuluşçular, 1978 yılında kurmuş oldukları “Dev–Gör” isimli gençlik örgütüyle de gençlik hareketi içerisinde çalışmalar yapmışlardı.
Devrimci Yol’dan sonra cepheci kökenli gruplar arasında en güçlü ikinci hareketti. Aynı zamanda Türk solu içerisinde de kitlesel tabanı olan 4–5 büyük gruptan biriydi.
Dev–Yol: “Kurtuluşçu provokatör hareket Kemal Karaca’yı katletti”
Devrimci Yol’la Kurtuluş grubu arasındaki ilk cinayet Devrimci Yol taraftarı Siyasal Bilimler yüksek okulu 3. sınıf öğrencisi Kemal Karaca’nın 4 Nisan 1977 günü İstanbul Osmanbey’de Kurtuluş Grubu tarafından pusuya düşürülerek öldürülmesiyle gerçekleşti. Kemal Karaca cinayeti sol görüşlü günlük Vatan gazetesinin 5 Nisan tarihli haberinde ülkücülerin üzerine yıkılmaya çalışıldı. Vatan gazetesinde Kemal Karaca’nın öldürülmesiyle ilgili haber aynen şöyleydi; “Komandolar Şişli’de devrimci bir genci öldürdüler” Aslı astarı olamayan asparagas haberin foyası da çabuk çıktı. Katil Devrimci Yol’la aralarında çekişme bulunan Kurtuluşçulardı.
Dev–Genç’in yayın organı Devrimci Yol dergisinin 1 Mayıs 1977 tarihli 1. sayısında Kemal Karaca cinayetine geniş yer verilerek arkadaşlarının katilinin Kurtuluşçular olduğu belirtiliyordu. Devrimci Yol taraftarları İstanbul ve Ankara’da dağıttıkları bildiri de “Kemal Karaca’nın Kurtuluş adlı provokatör çete tarafından katledildiğini” söylüyorlardı.
Devrimci Yol dergisinde Kemal Karaca cinayetini anlatan ve Kurtuluş grubunu suçlayan “sol içindeki mücadelenin sınırı ve provokasyon” başlıklı yazıda şu ifadeler yer almaktaydı:
Sol hareket içindeki gruplar arasındaki mücadelenin sınırı nedir? Mücadele nereye kadar sürmeli ve hangi yöntemlerle çözülmelidir?
Bugün bu sorunun cevabı çok önemlidir. Zira bu sınır çizgisinin aşıldığı yer, halka ihanet çizgisinin provokasyon çizgisinin başladığı yerle bir ve aynıdır.
Bu çizgi sınıflar mücadelesinin somut ve objektif gereksinimleri tarafından belirlenir. Bu da sınıflar mücadelesinin gelişim seyri içinde değişik şekillerde ortaya çıkar. Revizyonizmin karşı devrimci muhtevası “barış” dönemlerinde belirsiz ve muğlaktır. Sınıf mücadelesi keskinleştikçe ayrım çizgileri belirginleşir. Mücadele sertleştikçe nihayet devrim güçleri ile karşı devrim güçleri arasındaki bir nihai hesaplaşma haline gelince oportünizmin içinde taşıdığı öz bütün açıklığı ile ortaya çıkar. Bu zaman devrimcilikle oportünizm arasındaki çizgi devrim ve karşı devrim güçleri arasındaki çizgi olarak net bir şekilde ortaya çıkar. Angola’da böyle oldu. Menşeviklerle Bolşevikler arasında böyle oldu.
Bugün ülkemizde böylesi bir durumun söz konusu olmadığı tartışmasız ortadadır. Bir yanda sol hareket içindeki gruplaşma, ve bölünmenin alabildiğine yaygın olduğu, öte yandan da faşist saldırı ve cinayetlerin en azgın bir şekilde sürdürüldüğü bir ortam içinde yaşıyoruz.
Apaçık ortadadır ki, böyle bir ortam içinde bir yandan devrimci hareketin birliğini bağımsız bir proleter siyasi hareketin, işçi sınıfının öz örgütünün yaratılması doğrultusunda gerçekleştirmek için mücadele etmek, öte yandan faşizmin saldırıları karşısında “birliği” sağlamak ve korumak gerekiyor. Bugün ülkemizde sınıflar mücadelesinin objektif ve somut durumu bunu gerektiriyor. Biz bu konuda, içinde bulunduğumuz bu koşullarda sol hareket içinde hoş görülü bir tartışma ortamının esas alınması gerektiğini defalarca belirttik.
Buna rağmen bu konuda sadece karşı devrim güçlerini sevindiren olaylar eksik olmadı. Bir yanda faşistler her cinayetlerinden sonra solcular birbirini öldürüyor diye ortalığı bulandırmaya çalışırlarken, öte yandan devrimci harekete “macera” olsun diye girmiş hastalıklı ve sorumsuz unsurlar devrimci harekete, karşı devrimcilerin sürmeye çalıştıkları lekeyi sürmekten çekinmediler.
Hainlik derecesindeki en son olay, (buna en son provokasyon demek hatalı değildir) yaratılmadan önce yayınlanan bildiri ve yayınlarda yer alan şu satırları dikkatle okuyalım: “İdeolojik mücadele dışındaki yöntemler şüphesiz karşı devrimcilerin işine yarar. Ne var ki bu konuda bu yönteme başvuran herkes suçlanamaz… Çünkü terminolojide ve sosyal pratikte devrimci terör denen bir şey vardır ve bazen de bu devrimciyim demesine rağmen objektif olarak karşı devrimci durumuna düşen kişi ve gruplara karşı da uygulanır.”
Evet, terminolojide ve sosyal pratikte “devrimci terör” denen bir şey varmış ve bazen de bu devrimci geçinen kişilere karşı da uygulanırmış!
İşte, en son provokasyonun siyasi çalışması önceden böyle yapıldı!
Ötesi, böyle bir provokasyon sonrada sıkılmadan savunulabilmiştir de… Böylesi bir kafa yapısını sergileyen bir bildiriden aldığımız şu satırları okuyalım:
“Küçük burjuva kariyerizminin insanı nasıl devrimcilerin saflarında görünürken birdenbire bir karşı devrim ajanı haline düşürdüğünün örneklerine çok rastlanmıştır. Troçkiler, Zinovyevler, Kanevler bu yolda yürümemişler midir?
Kendisinin Devrim’le özdeşleştiren(!) bayların muarızları “birdenbire Kamanev, Troçki haline, karşı devrim ajanı haline” geliveriyor.
Böylece kendilerini de “birdenbire” Stalin olarak görmeye başlayan(!?) böyle hastalıklı kafaların yaratacağı provokasyonların devrimci harekete daha fazla pislik bulaştırmalarının önüne nasıl geçile bilir? Onlara bu kafayla ortaya çıkarılan provokasyonların terminolojideki devrimci terör değil, karşı–devrimci terör olduğu nasıl anlatılabilir?
Böyle bir kafa yapısı, sorunu “küçük burjuvazi kuvvete tapar, küçük burjuvazi içinde güç toplamanın yolu güç gösterisinden geçer” şeklinde ele almaktadır.
Devrimcilere karşı kullanılacak güç gösterisi kimin işine yarar? Böyle bir kuvvet gösterisinin ve onun yaratacağı “korku”nun sağlayacağı “güç toplama” ne işe yarar? Böyle bir güç, yarın işkence hanelerde, zindanlarda karşı–devrim “güç”lerine tapmaz mı?
Geçmiş bu tür sahte kabadayıların zor koşullarda nasıl karşı devrim saflarına geçtiğinin örnekleriyle doludur.
Gerçekte böyle bir düşünce yapısına sahip olanlar, daha bugünden “devrimci–terör” diye karşı–devrimci teröre baş vuran bir ihanet mantığına varıp dayanmışlardır…
Böyle bir kafa yapısına ve onun sınırsız saçmalıklarına teslim olunamaz. Bu tür insanların yarattıkları saçmalık ve provokasyonlara karşı şüphesiz aynı şekilde ve aynı yöntemlerle hesaplaşma söz konusu olmamalıdır. Sol hareket içinde sadece karşı devrim güçlerini sevindirecek bir ortamın yaratılmaması sorumluluğu sadece DEVRİMCİLERE AİTTİR! Ne var ki bu sorumluluğun devrimci harekete karşı bir silah haline getirilmesine de razı olunamaz. Bunun için karşı devrimci teröre, “güç gösterisine” teslim olunamaz. Bu yöntemlerin kendilerine hiçbir yarar sağlamayacağı, devrimcilerin böyle kuvvet gösterilerine ne tapacaklarını ne de teslim olacaklarını anlatmak gerekir. Bu sakat düşünce ve kafa yapısını teşhir etmek ve yarattığı bütün provokasyonları ile birlikte lanetlemek bu yüzden DEVRİMCİ BİR GÖREV HALİNE GELMİŞTİR.
Devrimciler, sol hareket içinde sağlıksız ortamın gelişmesini önleme sorumluluğunu ancak böyle yerine getirebilirler.
O halde bir kere daha, bir kere daha kahrolsun provokasyon.
KURTULUŞ: “Mustafa Ertan’ın cenazesinde proletarya sosyalistleri haykırdı: ‘ilkelerde savaş devrimci kardeşlik’
Dev–Yol’la Kurtuluş arasında devam eden çekişme ikinci bir cinayetin Adana’da 24 Eylül 1978 günü gerçekleşmesiyle devam etti. Bu sefer öldürülen Kurtuluş taraftarı Mustafa Ertan adlı öğrenciydi. Kıbrıs kökenli Mustafa Ertan’ın Adana’da öldürülmesinden bağlı olduğu örgütü Kurtuluş, Dev–Yol’u sorumlu tuttu. Kurtuluş taraftarları Adana ve Mersin’de dağıttıkları bildiri de “Mustafa Ertan’ın katili Dev–Yolcu çetelerdir” diyorlardı. Mustafa Ertan’ın öldürülmesi Kurtuluş grubunun yayın organı Kurtuluş adlı gazetenin 3 Ekim 1978 tarihli 40. sayısında da geniş bir şekilde yer almıştı. Kurtuluş Gazetesi’nde de Dev–Yol’a yönelik suçlamalar devam edecekti. “İlkelerde Savaş Devrimci Kardeşlik” başlıklı haberin altında Mustafa Ertan cinayetiyle ilgili şu haber yer almaktadır:
Adana’da öldürülen Mustafa Ertan yoldaş toplantılarla anıldı. Ölümünün duyulması üzerine Adana’da devrimciler hastane önünde toplanarak provokasyonu lanetleyen sloganlar atmışlardır. Ertesi gün Mustafa Ertan yoldaşın cenazesi bütün devrimci grupların katıldığı bir yürüyüşle Atatürk Parkı önüne getirildi. Burada yapılan toplantıda devrimciler arasında “şiddet” yoluyla mücadele ve provokasyon lanetlendi. Cenaze daha sonra Kıbrıs’a gönderilmek üzere Mersin’e gönderildi.
Mersin’de polis cenazenin büyük bir kitle gösterisine dönüşmesinden çekinerek cenazeyi şehre sokmadı. Daha sonra Mersin Limanında büyük bir devrimci kitlenin katıldığı bir toplantı yapılmış ve provokatör anlayış bir kere daha lanetlenmiştir. Gerek Adana ve gerek Mersin’deki toplantılarda temel slogan “faşizme karşı omuz omuza” olmuştur.
Mersin’deki gösteriden sonra Mustafa Ertan’ın cenazesi Kıbrıslı arkadaşları tarafından memleketine götürüldü. Burada Dev–Halk–Der’in önderliğinde bir yürüyüş ve miting düzenlendi.
Proletarya sosyalistleri Mustafa Ertan yoldaşın ölümünün ardından dağıttıkları bildirilerle “ilkelerde savaş, devrimci kardeşlik” şiarını anlatmışlar ve devrimcileri içinde yaşadığımız koşullarda her zamankinden daha sorumlu olmaya çağırmışlardı. Yapılan toplantılarda ve dağıtılan bildirilerde provokasyona açık bir siyasi çizgi olan Mustafa Ertan’ı vuranların izleyicisi oldukları siyasette eleştirilmiş ve doğru devrimci tavra çağırılmıştır.
Yine Kurtuluş’un aynı tarihli sayısında yer alan bir başka yazıda da şunlar söyleniyordu:
Yiğit bir devrimci daha toprağa düşürüldü. Ama bu kez oligarşinin resmi ve sivil güçleri tarafından değil, kendini devrimci diye yutturmaya çalışan “lümpenler” tarafından. Ama bu “lümpenler”, aynı zamanda devrimci geçinen bir siyasi hareket içerisinde yer almaktadır. Faşizme karşı mücadele verdiğini iddia eden bu grup, devrimci harekete şimdiye değin verdiği zararların yanında, bir de geliştirmiş olduğu, “Türkiye devrimci hareketi bizden sorulur” şeklindeki hastalıklı, Marksizm’le zerrece ilişkisi olmayan bir mantık yüzünden saflarında lümpenliği, işkenceciliği ve katilliği, geliştirmektedir. Kendi üzerine herhangi bir saldırı geldiğinden bütün bunlara lafta karşı olan, başkalarını devrimci sorumluluğa davet eden bu grup, lafta karşı çıktığı her şeyi, cinayete varıncaya değin bir bir hayata geçirmektedir.
Adana’da son zamanlarda devrimcilik adına devrimcilikle ilişkisi olmayan işler cereyan etmektedir. Bir müddet önce Halkın Kurtuluşu yandaşı iki genç karşı devrimin uzantılarınca öldürülmüştü. Şimdi de yiğit Kıbrıslı devrimci yoldaşımız Mustafa Ertan, Kurtuluş sempatisinin Adana’da gelişmesine tahammül edemeyenlerce Park’ta herkesin gözü önünde ve herkesin bildiği “lümpenlerce”, pusu kurularak katledildi ve bir arkadaşımız ağır yaralandı. Aynı şahıslar, uzun zamandır Kurtuluş sempatizanlarını, “sizi Adana’dan ve bütün Türkiye’den temizleyeceği, sizi Park’tan atacağız” şeklinde tehdit etmekteydiler. “Temizleme” yöntemlerinin cinayet olabileceği belki insanın aklına gelmezdi, ama bu grubu tanıyanlar için pek yadırganacak bir yöntem değildir bu.
Kurtuluş, devrimciler arasındaki meselelerin çözüm platformunun kesinlikle ideolojik olacağını, bunun dışındaki yollara sık sık başvuranlara ve özellikle bu konudaki “sabıka dosyası” oldukça kabarmış olan gruba bunun “Devrimci Yol” olmadığını anlatmaya çalışmıştık. Bu tür devrimci olmayan platformlarda yüz yüze geldiğimizde olayları anında durdurabilmek için bütün gücümüzü kullandığımızı herkes çok iyi bilmektedir. Bu olayda da biz hiçbir zaman için intikamcı olmayacağız. Tüm arkadaşlarımız devrimci sorumluluk içerisinde olacaklardır.
Ancak Türkiye’nin çeşitli yerlerinde olduğu gibi, Adana’da uzun zamandır Kurtuluş’un gelişmesine tahammül edemeyip sık sık arkadaşlarımızı tehdit ve yıldırma yoluna başvuran bu grubun artık dayanılmaz hale gelen bu tavırlarının engellenmesi için gereken her türlü devrimci çabayı göstereceğizdir.
Bu yol Devrimci Yol değildir.
İlkelerde savaş, Devrimci Kardeşlik.
Kurtuluş: “Pantolon hırsızı Dev–Yol’cular bir Proletarya Sosyalisti Sabahattin Çakmak’ı öldürdüler”
3 Haziran 1980 günü Kurtuluş taraftarı Sabahattin Çakmak Antalya’da öldürüldü. Kurtuluşcular arkadaşlarının katilinin Devrimci Yol saflarında yer alan bir hırsız olduğunu iddia ettiler. Kurtuluş hareketinin yayın organı Öncü adlı derginin 16 Haziran 1980 tarihli 3. sayısında “Bir Proletarya Sosyalisti Daha Düştü” başlıklı haberin altında da bu suçlamalar devam etti. Öncü dergisinde Sabahattin Çakmak cinayetine değinilirken Devrimci Yol’a yönelik şu suçlamalar yapılmaktaydı:
3 Haziran 1980 günü, proletarya sosyalisti Sabahattin Çakmak Antalya’da vuruldu. Bir başka proletarya sosyalisti ise karnından ağır bir biçimde yaralandı. Adana’da Kıbrıslı proletarya sosyalisti Mustafa Ertan Kadıoğlu’nun öldürülmesinden sonra birlikte emperyalizme, faşizme ve sömürgeciliğe karşı savaşması gereken insanlar tarafından vurulan ikinci proletarya sosyalisti oldu Sabahattin Çakmak.
Antalya Hal işçilerinden birisinin pantolonu çalındı. Daha sonra işçiler çalınan pantolonu bir Devrimci Yol’cuda gördüler. Durumu proletarya sosyalistlerine söylediler. Gidilip çalınan mal geri istendi ve bir emekçinin malının çalınmasının yanlışlığı anlatıldı. Karşılık bir ölü, bir yaralı.
Proletarya sosyalistlerinin acısı büyüktür. Ama hiçbir şekilde bu çirkin davranışa, bu provokasyona, aynı yöntemle cevap verildi, verilmeyecek:
Mustafa Ertan’ın ardından önceki “onarılmaz hatalar” da kastedilerek böyle tespit ettiler tutumlarını proletarya sosyalistleri. 7 kurşunla yaralanan, makatına şişe sokulan, sürgün gittiği hapishanede provokasyona getirilerek “idam” edilmek istenen yoldaşlarının ardından hep bu anlayışla provokasyonun önüne çıktılar. Cevap, saldırı oldu. Cevap kurşunlanmak oldu vb.
Bu tür olayların sorumluluğu saflarını diğer gruplara ve proletarya sosyalistlerine karşı kışkırtanlardır: Devrimci Yol’dur. Tek bir kez olsun cesaretle, açık yüreklilikle provokasyona karşı çıkmadılar, tek bir kez olsun açık yüreklilikle işledikleri “onarılmaz hatalara” karşı tavır almadılar, aksine her defasında onlarca kez lanetlenen eski hikayeleri tekrarlayıp, saflarına kin ve nefret aşıladılar. Siyaset yasakçılığı yaptılar, çatışmaları engellemek için yapılan her görüşmeyi, her toplantıyı yokuşa sürdüler, sonuçsuz kalması için bu tür görüşmelerin; toplantıların; ellerinden geleni yaptılar.
Bir kez daha uyarıyoruz bütün Devrimci Yol saflarını, en sorumlu yöneticisinden, sempatizanına kadar, provokasyona karşı açık tavır alın. Sol içi şiddet kullanılmasına karşı çıkın, bunun her türlü yansımasını lanetleyin. Saflarınızdan insanlar dahi yapsa, korumayın onları, karşı çıkın. Saflarınızı proletarya sosyalistlerine karşı kin ve nefretle doldurmayın. Anti faşist mücadelenin saflarını bölmeyin. Ayrılıktan yana değil, birlikten yana olun. Tüm Devrimci Yol’cular, siz yöneticiler, siz militan arkadaşlar, siz bütün Devrimci Yol taraftarları; saflarınızdaki işkenceci, kan davası güdücü, hırsız unsurları aranızdan atın. Anti faşist safların lekelenmesine göz yummayın.
Proletarya sosyalistleri, acımız büyüktür. Kurşun düşmandan değil, dosttan gelmiştir. Acınızı yüreğinize, bilincinize gömün. Kurşunun geldiği yer düşman değil, anti faşist mücadelede yandaşlarımızıdır. Onları provokasyona son vermeye çağırın. Onları “ilkelerde savaş, devrimci kardeşlik” ilkesine çağırın.
Ankara’da Dev–Yol ile Kurtuluş arasındaki kanlı çatışmalar: 2 ölü, onlarca yaralı
16 Haziran’da başlayıp 21 Haziran 1980 günü sona eren Ankara’daki Dev–Yol Kurtuluş çatışmalarında iki kişi ölmüş onlarca kişi de ağır yaralanmıştı. Ölenlerden biri Dev–Yol mensubu Şevki Tevfik Kobal diğeri ise Kurtuluş taraftarı Ahmet Özer’di. Dev–Yol Kurtuluş çatışmaları basında da genişçe yer almıştı. Günlük gazetelerde her gün Dev–Yol ve Kurtuluş taraftarları arasında üniversitelerde başlayıp semtlerde devam eden çatışmaların bilançosu veriliyordu. İki grup arasında 1977 yılından beri devam eden çatışmaların en şiddetlisi 5 gün süren Ankara’daki çatışmalardı. Ankara çatışmalarının kıvılcımı 1980 yılının 1 Mayıs öncesinde başlamıştı. Dev–Yol ve Kurtuluş grupları ayrı ayrı 1 Mayıs kutlamaları hazırlıklarına girişmişti. Özellikle Dev–Yol kitlesel gücüyle diğer sol gruplardan ayrı 1 Mayıs’a yönelik eylemlere 28–29–30 Nisan tarihlerinde başlamıştı. Başta Ankara olmak üzere İstanbul, İzmir, Bursa, Kocaeli ve benzeri illerde korsan gösteriler, bombalı pankartlar, afişlemeler, bildiriler ve duvar yazılarıyla kendini göstermişti. Dev–Yol’un 1 Mayıs’ı kendine has eylem biçimiyle kutlaması, meydanlara damgasını vurması başta Kurtuluş olmak üzere diğer sol grupların tepkisini çekti. Kurtuluş yayınlamış olduğu bildiride Devrimci Yol’un tutumunu eleştirdi. Devrimci Yol’u diğer sol gruplarla beraber düzenledikleri 1 Mayıs kutlamalarını gölgelemekle suçladı. Yayınlamış oldukları açıklamalarda Devrimci Yol’u “Hotzopçuluk, hegemonyacılık ve siyaset yasakçılığıyla” suçladı.Devrimci Yol başta Kurtuluş olmak üzere diğer sol grupların eleştirilerini ciddiye almadı.
Her iki grup bu sefer 15–16 Haziran 1970 İşçi Eylemlerinin 10. Yıldönümü olan 15–16 Haziran 1980 tarihinde düzenlenecek olan eylemlerde de görüş ayrılıklarına düştüler. Farklı eylemler ortaya koydular.
Kurtuluş grubu kimi yerde Tirancı, kimi yerde Moskova yanlısı gruplarla birlikte hareket ederken Dev–Yol ise yine kendi başına arkasındaki büyük kitle gücüyle ODTÜ, Hacettepe, SBF, Hukuk gibi çeşitli üniversitelerde ve yüksek okullarda forumlar düzenledi, bildiriler dağıttı. Dev–Yol’cular Mamak, Tuzluçayır, Dikmen, Hasköy, Şentepe, Keçiören, Piyangotepe, Ulus, Sıhhiye ve Kızılay’da çeşitli korsan gösteriler de düzenlediler, afiş ve pankartlar astılar. Dev–Yol ve Kurtuluş arasındaki 15–16 Haziran rekabeti kanlı düelloya dönüşecekti. Dev–Yol taraftarları 16 Haziran günü Ankara’nın çeşitli üniversitelerinde ve semtlerde “Kurtuluş’u cezalandırma eylemi” başlattılar. Kurtuluş grubunun yapmak istediği forumlara engel oldular, bildirilerini dağıttırmadılar. Dev–Yol’la Kurtuluş grubu 16 Haziran akşamı SBF önünde çatıştılar. Çatışmada Kurtuluşçular tarafından yaralanan Şevki Tevfik Kobal adlı Devrimci Yol taraftarı aldığı kurşun yaralarıyla olay yerinde öldü.
Dev–Yol arkadaşları Şevki Tevfik Kobal’ın öldürülmesi üzerine bir bildiri yayınlayarak Kurtuluşçuları ölümle tehdit ettiler. Devrimci Yol bildirisinde “yaşanan çatışmaların ve provokasyonun sorumlusu Kurtuluşçulardır” denilerek şunlar söyleniyordu:
Kendilerini Proletarya sosyalisti olarak nitelendiren Kurtuluşçular Faşizme ve oligarşiye tek kurşun bile sıkmayan soysuzlardır. Bunlar geçmişten beri Devrimci Yol’a husumet besleyen Dar grupçu, sekterci çevredir. Bunların derdi ne faşizmdir, ne de faşist çeteler. Bunların tek derdi diğer oportünist ve revizyonist gruplarda olduğu gibi Devrimci Yol düşmanlılığı ve kompleksidir.
Kendileri ne yaparlarsa yapsınlar nasıl olsa devrimciler. Sorumlu davranarak işi daha fazla ileriye götürmez diye düşünenler, kendilerini her türlü sorumsuzluğu yapmakla serbest görmüşlerdir. Bu yüzden sadece sol içi çatışmaların olumsuzluğundan bahsetmek yalnızca çatışmaların olmamasını istemek bugün için artık yeterli bir tavır olmaktan çıkmıştır.
Kötülüğü defalarca herkes tarafından vurgulanan bir olumsuzluğu yeniden lanetlemek ve sonra da bir kaç kendini bilmezin yarattığı bir duruma boyun eğmekten öteye, yapılması gereken şeyin ne olduğunun ortaya konulması lazımdır.”
Sahte barış çağrıları çıkarıp sonra Devrimci Yol’a savaş ilan etmek ancak faşistlere yakışan bir tavırdır. Kurtuluş faşizme karşı mücadelede ortada yokken direniş komiteleriyle faşizme karşı direniş hattını oluşturan Devrimci Yol’a karşı Devrimci olmayan yola girerek bir kez daha iğrenç yüzünü ortaya koymuştur.
Dev–Yol ayrıca Ankara çapında binlerce bildiri dağıtarak Kurtuluş hareketini provokatörlükle suçlamıştı. Kurtuluş’la birlikte hareket eden diğer sol gruplara da çağrıda bulunarak tutumlarını gözden geçirmelerini de istemişti. Aksi takdirde Kurtuluş’a uygulanan tavrın kendilerine de uygulanacağı bu çevrelerin önderlerine iletilmişti. Dev–Yol grubu arkadaşları Şevki Tevfik Kobal’ın ölümünün hemen ardından Kurtuluşçular’a yönelik Ankara’nın çeşitli semtlerinde saldırıya geçtiler. Bu saldırılarda Hacettepe Üniversitesi öğrencisi Kurtuluş taraftarı Ahmet Özer açılan yaylım ateş sonucu öldürüldü. 15 Kurtuluş taraftarı da yaralandı. Dev–Yol saldırıları 17 Haziran günü de devam etti. Kurtuluş’a yönelik 1 günlük cezalandırma eylemini 3 güne çıkardılar. Çatışmalar 21 Haziran akşamına kadar devam etti.
Kurtuluş: “Kurtuluş’a ölüm haykırılışları arasında devrimci hareket 3 kayıp verdi: Sabahattin Çakmak, Şevki Tevfik Kobal, Ahmet Özer”
Kurtuluş hareketinin yayın organı Öncü Dergisinin 30 Haziran 1980 tarihli 4. sayısı Kurtuluş Dev–Yol çatışmalarına ayrılmıştı. Öncü Dergisi’nde Kurtuluşçular 2 kişinin öldüğü onlarca kişinin yaralandığı 5 gün süren Ankara çatışmalarından Devrimci Yol’u sorumlu tuttular. Kurtuluş’un yayın organı Öncü Dergisi’ne göre “Kurtuluş’u cezalandırma eylemine giren Devrimci Yol devrimcilerin katline sebep olmuştur” Öncü’ye göre “Devrimci Yol tuttuğu yolu terk etmelidir” Öncü Dergisi’nde kapaktan verilen iç sayfalarda da geniş bir şekilde bahsedilen “Kurtuluş’a Ölüm haykırışları arasında devrimci hareket 3 kayıp verdi” başlıklı haberde Ankara çatışmaları kendi bakış açılarıyla Kurtuluşçular tarafından şöyle anlatılmaktaydı:
16 Haziran günü proletarya sosyalistleri, dost bildiği bir siyasi hareketin de ağır bir saldırısına uğradı. Dost bildiklerimizin saldırısı hem proletarya sosyalistlerini, hem de genel olarak devrimci demokratik hareketi düşmanın saldırısından daha çok hırpaladı. 2 devrimci Devrimci Yol’un 16 Haziran saldırısının sonucu olarak canlarını kaybetti, yüzden çok devrimci yaralandı. 1 hafta boyunca, devrimci hareket faşistlerden ve TİKP hainlerinden başka kimsenin işine yaramayan bir çatışma ile boğuşmak zorunda kaldı. Egemen sınıflar köşelerine çekilip kıs kıs gülüp, ellerini ovuştururken, tüm devrimcilerin yüreği kan ağlarken, bir yanda kin ve nefret, öbür yanda yürekli acıyla, bilinçleri birlik anlayışı ile dolu proletarya sosyalistleri karşı karşıya kaldılar.
“16 Haziran Devrimci Yol saldırısı”, beklenmeyen yeni bir olay değil. Daha 1 Mayıs gösterilerinden önce başlayan bir tutumun son halkası. Devrimci Yol’un bütün devrimci hareketin sorumlusu olarak kendisini göstermesinden, anti faşist mücadelede birlik yerine hotzotçuluk ile bütün grupları kendi iradesine tabi kılmaya çalışmasından ve etkin olduğu yerlerde (ve hatta etkin olmasa da birkaç kişi ile var olsa da) diğer hiçbir gruba kendi izni olmadan siyasi çalışma “izni” vermemesinden ileri gelen bir olaydı, “16 Haziran Devrimci Yol saldırısı”. Saldırının genel sloganı “Kurtuluş’a ölüm” idi, sonucu ise Antalya’da öldürülen proletarya sosyalist militan da dahil üç devrimcinin ölümü oldu.
1 Mayıs öncesi Devrimci Yol diğer siyasi gruplarla birlikte proletarya sosyalistlerinin de çeşitli bölgelerde siyasi çalışma yapmasını engellemeye çalışmıştı.
Kurtuluş 1 Mayıs eyleminin hemen ardından, Devrimci Yol, Halkın Kurtuluşu, Devrimci Sol, Ala Rızgari, TEP ve Devrimci Halkın Birliği gruplarını 1 Mayıs öncesinden beri Devrimci Yol’un saldırgan tavrı sonucu olarak çeşitli zamanlarda çeşitli yerlerde Kurtuluş ile Devrimci Yol arasında sürmekte olan çatışmaları tartışmaya çağırdı. Amaç sol içi meselelerin tartışma ile halledilmesi, sürmekte olan çatışmanın durdurulması idi.
Ne var ki Kurtuluş’un bu çağrısı Devrimci Yol tarafından bir oyun olarak değerlendirildi. Devrimci Yol’a göre Kurtuluş çatışmaları bahane ederek 1 Mayıs olayını unutturmaya çalışmaktaydı. Ve bu tespiti yapan Devrimci Yol sol içi çatışmalar yerine 1 Mayıs’ın tartışılmasını önerdi. Önerisi diğer gruplar tarafından kabul edildi. Bu durumda toplantının devamında 1 Mayıs çeşitli gruplar (öncü’nün 2. sayısında yayınladığı gibi) tarafından değerlendirildi. Her grup kendi görüşlerini açıkladı. Kurtuluş ve TEP dışında bütün gruplar “1 Mayıs Eylem Birliği”ni savundular. Fakat Devrimci Yol’un bu eylem birliğini bozucu davranışlarını kınadılar. Kurtuluş ve TEP ise 29 Nisan eylemini bozguncu olarak niteleyerek 1 Mayıs 1980’i bir kez daha proletarya sosyalizmi ile küçük burjuva çizgilerini ayırt ettiğini anlattılar. Daha sonra “çatışma” üzerine görüşler belirtildi. Devrimci Yol bu konuda “Kurtuluş’un tabanını dağılmaktan kurtarmak için çareyi saldırmakta bulduğunu” belirterek kendilerinin hiçbir yerde saldırgan olmadıklarını anlattı. Kurtuluş’un “ortak bir Protokol imzalayalım” önerisini ise reddetti.
1 Mayıs sonrasında düzenlenen bu toplantıda Devrimci Yol‘un tutumu gerçekte neyin göstergesi idi? Devrimci Yol neden sol içi çatışmaları tartışmaktan kaçınmaktaydı, neden tek yanlı olarak Kurtuluş’u saldırgan olarak suçlayıp, tartışmalardan kaçıyordu, neden ortak bir protokol imzalamak istememekteydi? Bütün bu soruların cevabı daha sonra gelişen olaylar içinde kendiliğinden ortaya çıktı.
Proletarya sosyalistlerinin 1 Mayıs sonrasında başlayan 15–16 Haziran kampanyaları oligarşinin çeşitli engellemelerinin yanı sıra Devrimci Yol’un da çeşitli engellemeleri ile karşılaştı. Ankara’da birçok birimde proletarya sosyalistleri bildiri dağıtırken, afiş, duvar gazetesi asarlarken Devrimci Yol taraftarlarının saldırısına uğradılar, kendilerini korumak durumunda kaldılar. Çatışmalar sürdü gitti. Böylelikle devrimci hareket bir yandan düşmana karşı savaşırken, öte yandan da ne yaptığını bilmez dostuna karşı kendini savunmak, onun siyasi çalışmalarının önüne diktiği engelleri aşmak zorunda kaldı.
Özellikle Ankara’da bu gelişmeler olurken 3 Haziran günü Antalya’da bir proletarya sosyalisti hırsız, lümpen bir Devrimci Yol’cu tarafından katledildi, bir başka proletarya sosyalisti ise ağır yaralandı.
Proletarya sosyalistleri Antalya’da öldürülen Sabahattin Çakmak yoldaşın katlinden dolayı kin ve nefret duygularını yaymadılar. Acıları büyüktü ama yüreklerine, bilinçlerine gömdüler. Kimseyi “cezalandırmaya” kalkmadılar. Aksine anti faşist mücadelede yanlarında görmek istedikleri Devrimci Yol’a birlik çağrılarını yinelediler, sol içi mücadelede şiddetin kullanılmasını lanetlemeye çağırdılar.
Öncü’de yayınlanan bu yazının daha mürekkebi kurumadan Devrimci Yol’un 16 Haziran saldırısı ise proletarya sosyalistlerinin yeniden ve yeniden yüreklerinin acıyla dolmasına ve dost bildikleri ile uğraşmak zorunda kalmalarına neden oldu.
16 Haziran Saldırısı üzerine Devrimci Yol’un yayınladığı bir bildiri bu hareketin sorumlu önderlerinin soruna nasıl baktığını bir kez daha bizlere gösteriyor. Onlar daha önce de defalarca yaptıkları gibi, işin özüyle değil, tali kısımlarıyla uğraşıyorlar. Açık yüreklilikle Sabahattin yoldaşın öldürülmesine karşı çıkmıyorlar, bu provokasyonu lanetlemiyorlar fakat büyük bir utanmazlık içinde Sabahattin yoldaşın kendi yoldaşları tarafından proletarya sosyalistleri öldürüldüğünü kanıtlamaya çalışıyorlar. Aynen Adana’da katledilen bir başka proletarya sosyalisti Mustafa Ertan Kadıoğlu’nun ardından yaptıkları gibi, aynen Çorum’da, Elazığ’da ve daha birçok yerde bu grubun taraftarı başı bozuklar tarafından çeşitli gruplardan devrimcilerin katledilmesinden sonra yaptıkları gibi. Bütün çabaları öldürdükleri devrimcilerin aslında kendilerince değil ölenlerin arkadaşları tarafından öldürüldüğünü ispatlamak. Bir kere böyle olsun veya iki kere böyle olsun ama hep mi böyle? Devrimci Yol’cularla çatışan bütün siyasi grupların taraftarları daima hep kendi yoldaşlarını mı öldürüyorlar? Devrimci Yol’cular daima “bir kez havaya ateş ederken diğer grupların taraftarları hep birbirlerine ateş ederek kendi kendilerini mi öldürüyor? Biraz aklı selim sahibi bir kişi bunun hiç değilse hep böyle olmayacağını kavrar. İnanıyoruz ki Devrimci Yol’un taraftarlarının büyük bir kısmı da bu yalana, bu alçakça iftiraya itibar etmemektedir.
Sorunun can alıcı noktası bu da değil. Ölen devrimciler kim tarafından öldürse provokasyon kim tarafından başlatılsın karşı çıkmak bu olayı lanetlemek gerekir. Bu tür olaylara karşı çıkmak gerekir. Taraftarlara, kadrolara böylesi bir anlayışın egemen kılınması gerekir. Doğru olan tutum budur.
Proletarya sosyalistlerinin bu tutumu karşısında Devrimci Yol ne yaptı? Onlar her olayın arkasından olayda kendilerinin haklılığını kanıtlamaktan ve mütemadiyen Devrimci Yol’cu arkadaşlarımız arasında Kurtuluş’a karşı kin ve öfkeyi, nefreti körüklediler. Kurtuluş’a karşı en ağza alınmayacak hakaretlerde bulundular. Sık sık Kurtuluş’u faşistlerle aynı saflara koydular. En olmadık iftiralarda bulundular. Zaman zaman devrimci hareketin içinde bile saymadılar. Böylesi bir propaganda elbette ki geniş Devrimci Yol taraftarları arasında bir etki yarattı. ve sonucunda o taraftarların hiç değilse bir kısmı “Kurtuluş”a ölüm” diye devrimci arkadaşlarına saldırabildiler. 15 gün içinde iki proletarya sosyalistinin ve bir Devrimci Yol taraftarının ölümüne neden oldular.
16 Haziran Devrimci Yol saldırısı, Devrimci Yol Hareketinin önderlerinin Kurtuluş’a karşı bu politikasının doğal bir ürünü idi. Onlar birlikten yana değil, devrimciler arasında silahlı çatışmadan yanaydılar ve sonuçta istedikleri oldu. Devrimci hareket üç kayıp verdi: proleter sosyalistleri Sabahattin Çakmak, Ahmet Özer ve anti faşist savaşçı, Devrimci Yol taraftarı Şevki Tevfik Kobal bu çatışmada düştü. Her üçü de proleter sosyalistlerinin kaybıdır. Her üçünün acısı da proleter sosyalistlerinin acısıdır. Ve inanıyoruz ki bu üç kaybın hiçbirinin, ama hiçbirinin acısını paylaşmak Devrimci Yol’un önderlerine düşmez. Hiç birisinin acısını paylaşmak “ceset istiyoruz” diye haykıran lümpen çetelerine düşmez. Ama proletarya sosyalistleri her üç devrimcinin kaybından dolayı Devrimci Yol grubunun en geniş kitlesinin acı çektiğine, her şeye rağmen acı çektiğine inanıyorlar. İşte birlik çağrımızın temel nedeni de bu ortak duygumuzdur. Kayıplarımızın ortak oluşudur.
Sabahın alaca karanlığında, saat 6’da Hacettepe Yurdu, Hacettepe Merkez Binaları, Hamamönü semti, Cumhuriyet Öğrenci Yurdu, Basın Yayın, Hukuk, Eğitim fakülteler, Bankacılık ve gazetecilik okulları, DTGF, Ziraat fakülteleri ikişer üçer kişilik Devrimci Yol grupları tarafından “işgal” edildi. “İşgal” eylemi 10 metre ötede bekleyen polis ve jandarmanın gözleri önünde gerçekleşti. Devrimci Yol bu kez faşizme, oligarşiye karşı değil, devrimci harekete karış silah kuşanmıştı.
Hacettepe ve Cumhuriyet yurtlarında ve Hacettepe Asistan Lojmanlarında ise proletarya sosyalistlerinin odaları basıldı. Birçok devrimci yaralandı. Birçok devrimci yaralandı. Bir proletarya sosyalistinin kolu demir çubuklarla sayısız yerinden kırıldı. Yaralılar, Hacettepe Hastanesinden içeri sokulmadı.
Daha geç saatlerde her şeyden habersiz çeşitli fakültelere gelen proletarya sosyalistlerine saldırıldı. “Merkezi bir kararla Kurtuluş’u 1 gün demokratik mevzilere almama cezası verdik” dendi.
Akşam üstü ise SBF önünde çatışma çıktı. Yaralananlar oldu. Çatışmada yaralanan Devrimci Yol taraftarı Ş. Tevfik Kobal akşam öldü.
Hemen belirtilmesi gereken bir nokta ise SBF önünde yaralanan ve hastanede ölen Tevfik Kobal’ın nasıl ve kim tarafından vurulduğudur. Eğer Öncü, Devrimci Yol’un çizgisini izleseydi iyi bir hikaye uydurur ve Tevfik arkadaşın kendi arkadaşları tarafından vurulduğunu ilan ederdi. Ama proletarya sosyalistleri böyle bir tutum içinde bugüne kadar olmadılar. Bundan böyle de olmayacaklardır. Elimizde balistik raporları yok. Polis gibi araştırmalar yapılmadı. Ama Tevfik arkadaş Devrimci Yol ile Kurtuluş taraftarları arasında çıkan çatışmada öldü. Bu onarılmaz hatanın sorumluluğunu proletarya sosyalistleri paylaşmaktadırlar. Ve bir kere daha ilan ediyoruz: provokasyonu başlatmak kadar ona düşmekte hatadır. Kayıp bizim kaybımızdır.
Evet. Tevfik arkadaş Devrimci Yol Hareketinin kaybı değildir. Onu devrimcilerin üzerine süren, ona devrimcileri demokratik mevzilere sokmama görevini veren bir hareketin sorumluları onun ölümüne sahip çıkıp, acı duyamazlar. Olsa olsa ancak onun ölümünü kendi saflarında yeni bir kin ve nefret konusu yapmak için istismar ederler. Nitekim yaptıkları tam anlamı ile budur.
Tevfik arkadaşın 16 Haziran akşamı ölmesi üzerine Devrimci Yol önderleri bu kez “cezalandırma”nın dozajını değiştirdiler. Dört bir yana silahlı saldırlar düzenlediler. Tevfik arkadaşın yerine Cebeci bölgesini üstlenen Devrimci Yol’un önderlerinden biri “ceset istediği”ni haykırıyordu. Kin ve nefretin esirleri kısa zamanda istenen cesedi getirdiler. Hacettepe üniversitesinde proleter sosyalist Ahmet Özer açılan yaylım ateşte öldü. 15 proleter sosyalisti ise yaralandı. Kana kan isteyen, ceset isteyen, Kurtuluş’a ölüm diye bağıran Devrimci Yol’un önderleri böylelikle son 15 gün içinde üçüncü bir devrimci ölümüne neden oldular.
17 Haziran günü Devrimci Yol, “Kurtuluş 1 günlük cezalandırma eylemine direnmeseydi, bu iş 1 günde biterdi. Ama şimdi cezayı 3 güne çıkardık” diyerek Ankara çapında saldırıya geçti.
Hacettepe, Maltepe ve Emek’te Devrimci Yol okullara saldırdı. Okulların yanı sıra mahallelere de saldırıldı. Tuzluçayır, Şehitlik, Aktaş, Dikmen, İncirli, Telsizler, Hasköy Devrimci Yol’un saldırdığı mahallelerdi. Birçok devrimci yaralandı. Hasköy’de saldırganlar mahalle halkı tarafından kovuldu.
Kızılay, Sıhhiye ve İzmir caddesinde dolaşan bir kısım Devrimci Yol taraftarları proletarya sosyalistlerine saldırdılar
20 Haziran günü Halkın Kuruluşu, Devrimci Yol’un saldırgan tutumunu teşhir eden ve kınayan bir duvar gazetesi yayınladı. Tuzluçayır ve Demetevler’de gene bir kısım Devrimci Yol taraftarı Halkın Kurtuluşu taraftarlarına saldırdı. Çatışma çıktı: 1 devrimci yaralandı.
Kurtuluş; Halkın Kurtuluşu, Devrimci Sol, Alâ Rızgari ve TEP’i ikinci kez toplantıya çağırdı. Halkın Kurtuluşu’nun isteği üzerine toplantıya çağırılan Devrimci Yol “Kurtuluş’un olduğu hiçbir toplantıya katılmayacağını” belirterek toplantıya gelmedi.
Devrimci Yol’un katılmayı red ettiği toplantıda TEP ve Al”a Rızgari Devrimci Yol’un da mutlaka bu toplantıya katılması gerektiğini, kendilerinin tarafsız kalmak durumunda olduklarını, bu tür olaylarda itidalli davranıp geri çekilmek durumunda kalınabileceğini, Kuruluş’un ise böyle davranmadığını, aksine sokulmak istenmediği yerlere ısrarla gittiğini belirttiler. Ayrıca bu iki grup ortak bir bildiriye imza atmaktan yana olmadıklarını da açıkladılar.
Halkın Kuruluşu ve Devrimci Sol ise daha önce edindikleri bilgileri Kurtuluş’un önceki toplantıdaki açıklamalarından sonra yeniden araştırdıklarını, SBF önünde bir silahlı taramanın söz konusu olmadığına, bir çatışmanın olduğuna, ev baskını gibi olayların Kurtuluş tarafından yapılmadığına dair bilgiler topladıklarını söylediler.
Daha sonra Kurtuluş, Devrimci Sol ve Halkın Kurtuluşu ortak bir bildiri kaleme almaya ve dağıtmaya karar verdiler. Bu arada Halkın Kurtuluşu Devrimci Yol ile ikili olarak görüştüğünü, ancak onların böyle bir toplantıya katılmayı reddettiklerini bildirdi.
Sonuç olarak TEP ve Alâ Rızgari dışında diğer üç grup ortak bir bildiri kaleme aldılar.
Saldırılar boyunca Devrimci Yol mahallelerde “Kurtuluş Saldırıyor” diye propaganda yaparken okullarda, (özellikle ODTÜ’de öğrenci gençlik arasında ise “Kurtuluşu cezalandırdık, her yerde ezdik” biçiminde bir propaganda sürdürdü.
Çatışmalardan sonra ise yayınlanan bildirilerinde gene komünist harekete en edepsiz bir dille saldırdılar. Yalan ve iftiranın yanı sıra devrimci bir harekete (hiç değilse anti faşist bir harekete) “soysuzlar” dahi dendi.
Hiçbir devrimci, Devrimci Yol’un bir avuç önderi ve çevrelerindeki bir avuç zorbanın dışında, geniş Devrimci Yol’cu kitlenin komünist harekete “soysuz” damgasını vurmadığından emin olmalıdır. Anti faşist mücadelede onurlu bir yere sahip olan Devrimci Yol kitlesi bu denli çirkin bir dili tasvip etmeyeceklerdir.
Böyle bir dille, en çirkin iftiralarla neden Kurtuluş’a saldırılmaktadır? Neden Kurtuluş hareketi “Faşizme ve oligarşiye ek kurşun bile sıkmayan” bir grup olarak nitelenmektedir?
Acımız büyük. 3 ölü yüzlerce yaralı. Ama tutumumuz kesin ve açık. Provokasyona provokasyonla cevap verilmeyecek. Korkudan mı? Ankara’da 5 gün süren Devrimci Yol saldırısı bunun en açık cevabıdır. Tüm demokratik mevziler bugün “işgalden” arındırılmıştı. Saldırganlığa saldırganlıkla cevap ermeden “işgaller” kırıldı.