Devrime ve halka zarar veren eylemler terk edilmelidir.
EMEĞİN BAYRAĞI (TKP–ML Taraftarı):
“Devrime ve halka zarar veren eylemler terk edilmelidir.”
9 Ekim günü Dersim’in Hozat ilçesinde 4 devrimci (Yunus Aybar, Özgür Çakmak, İbrahim Dışkaya ve Hidayet Dumru) öldürüldü. Bu katliamı gerçekleştiren, az sayılmayacak bir zamandan beri bir ulusal özgürlük mücadelesi yürüten; her gün onlarca savaşçı yitirerek ilerleyen ve Kurt ulusal özgürlük davasını dünya kamuoyu nezdinde bir yerlere taşıyan ve haklı bir saygınlık ve sempati de kazanan PKK oldu. Sıradan bir işçinin, memurun, emekçinin, devrime ve sosyalizme sempatiyle bakan herhangi bir toplumsal kategoriye mensup bir insanın bu paradoksu anlaması elbette ki çok zordur. Tabii ki zordur. Yürüttüğü haklı savaşla Türk egemen sınıflarını, onların devletini ve bu devletin militarist güçlerini çözümsüzlüğe ve acze sürükleyen yurtsever bir örgüt nasıl olur da 10 devrimciyi, her gün işgalci güçlerin üzerine ateş kusan makineli tüfeklerin ateşi altına alarak ortadan kaldırabilir. Ne yazık ki, yaşananlar gerçektir. Bu manzara, devrim ve ulusal özgürlük mücadelesinin karşı karşıya bulunduğu yeni oyunların boyutlarını da anlatıyor.
Türk egemen sınıfları, Kürt halkıyla sürdürdükleri bu kapışmayı en kısa bir zaman dilimi içerisinde noktalamak istiyorlar. Pis savaşın genelkurmayı bu talimatı bütün toplumsal tabakalara verdi. Herkesin savaşta kendilerinin yanında yer almasını da zorla dayattı. “Bu kış” ulusal özgürlük mücadelesini bastırmak için çok yönlü ve ç ok değişik saldırı taktikleriyle saldırıyor. Bu saldırı taktiğinin içinde her türlü hile, komplo ve provokasyon vardır. Böyle olmasa buna “top yekun” saldırı demenin bir anlamı da kalmıyor.
İçinde bulunduğumuz bu özgün koşullar çok iyi tahlil edilmeden; “top yekûn saldırı” taktii, onu oluşturan tek tek öğeleri, bunların ayırt edilmiş özellikleri anlaşılmadan soyut bir “top yekun” saldırı söylemi; PKK’’in yaptığı gibi yalnız ulusal hareketin içinde bulunduğu “ateş çemberi”, tarihte eşine az rastlanmış zorluklarla karşı karşıya bulunulduğu edebiyatı; faşist diktatörlüğün saldırı, komplo ve provokasyonlarını boşa çıkararak zafere ilerlemek için hiçbir şekilde pratik bir değer taşımayacak.
Kürt ulusal hareketi ve PKK, gerçek dostunu ve düşmanını stratejik olarak saptamak ve buna uygun bur pratiği, dönem dönem değil ama bütün süreçlerde ve kesintisiz olarak yaşama geçirmek gibi bir görev ve tarihsel sorumlulukla karşı karşıyadır. Orta ve uzun vadeler için ulusal hareket bakımından dayanışma içinde olunacak güçleri, devlete ve faşist diktatörlüğe karşı ittifak/güç birliği içinde olunacak, siyasal hareketleri saptayıp bütün süreçlerde bu stratejik ve temel saptama ve tanımlamalara uygun bir pratik yaşam ortaya koymalıdır. Böyle yapılmadığı için, bazı özgün tarihsel koşullarda en iyimser dostluk ve dayanışmanın gerekliliği tablosu veriliyor. Ama bir başka tarihsel süreçte, daha önce söylenenlerden çok daha farklı şeyler söylenebiliyor. Veya söylem eskisi gibi devam ediyor olmasına karşın pratik yaşamda tam tersi ve başka şeyler oluyor. yada yer ve zamana göre biçim alıyor.
Kürdistan’ın tarihsel ve toplumsal yapısı, tarihsel olarak oluşan insan bilinci ve ilişkileri, belki bugün “devrimcilik”, “ilericilik”, “Kürt ulusal kurtuluş davası” adına yapılan bir dizi yanlış pratikleri kaldırabilir. Dünyanın gelişmiş herhangi bir ülkesinde bir devrimci, ilerici veya ulusal kurtuluşçu bir örgüt, ayrım yapmadan, hedef seçmeden bir ailenin veya bir yerleşim biriminde yaşayan –burası devrimci çalışma karşısında bir tavır da almış olsan – insanları toplu olarak cezalandırırsa, bunu yapan örgüt kuvvetli bir olasılıkla ondan sonra o ülkede yaşama ve gelişme şansı bulamayacaktır. Ama PKK korucu ailelerine ve köylerine karşı “cezalandırma” yöntemleri uyguladığı halde Kürdistan’da yaşama ve gelişme imkanlarını yitirmiyor. Yani Kürt toplumu, yapılanları bir biçimde ve şimdilik kaldırıyor. Ama bu Kürdistan gerçekliğinden kaynaklanan durumun şimdilik olduğu bilinmelidir. PKK’nın ve onun çeşitli birimlerini Kürdistan’da yaptığı uygulamaların, uzun vadede Kürt emekçi kitlelerinin ulusal ve toplumsal kurtuluş davasına kaybettireceği çok şey olacaktır.
Bugün Kürt emekçi kitlelerinin çektiği katmerli baskıda, yapılan yanlış işlerin katkısı küçümsenemez. Faşist Türk devletinin militarist kuvvetleri, PKK’nın halka karşı izlediği yanlış kazanma yöntemlerinin oluşturduğu ortamı kullanarak zulmediyor.
Gerek dünya kamuoyunda olsun, gerek Türk Kürt proletaryası, ezilen halklar ve devrimci hareket içerisinde olsun yaygın bir kanı var. Bu kanı, PKK’nın çocuk ihtiyar gözetmeden kitlesel katliamlar yaptığı biçimindedir. Gerçekten bunun yaşanan örnekleri az değil. İşte faşist diktatörlük ve onun değişik biçim ve adlar altındaki örgütleri bu durumu iyi kullanmasını biliyor. Birçok köyü PKK gerillası kıyafetine girerek yakıyor. Birçok katliamı gerçekten aynı biçim ve yöntemlerle gerçekleştiriyor. PKK yanlış yöntemler kullanmasa, halkı zor yöntemleriyle “kazanma” biçiminde bir yol takip etmese devlet böyle pervasız saldırılar için her zaman zemin bulamaz. Bu zeminin önemli bir bölümü PKK’nın yanlışlarından oluşuyor. PKK’nın genel bir yanlış politikasının olmasının yanı sıra, merkezi olarak kontrol edemediği bir dizi halka yönelik saldırı da yaşanıyor.
PKK kendi bütün tarihinde kurulu düzene karşı mücadele eden pek çok siyasal akımla sancılı/sorunlu süreçler yaşamıştır. Bu çelişki ve çatışmaların boyutları her bir süreçte kendine özgü olarak farklılıklar göstermiştir. 1975’lerden sonra siyasal yaşama yerleşmek için faaliyet başlattığı her alanda, kendisinin gelişmesi için hangi güce somut olarak yönelmesi gerekiyorsa bunu saptamış ve arkasından no yapıyı dağıtmak için değişik cephelerden yönelmiş/şiddet uygulamıştır. Bu saldırıların arkasından “davanın çıkarları” için kurulması gereken teori kurulmuştur. Kendisi dışındaki siyasal akımların varlık hakkı PKK için problem olmuştur. Kurulu düzene, onun siyasal rejimine karşı olan bütün güçleri bir bilinçlendirme ve gönüllülük esasına göre kendi etrafında toplayamadığı durumlarda, onlarla birlikte yaşama ve asgari ortak paydalar etrafında birlikte mücadele etme noktasında PKK hiçbir zaman demokratça davranma anlayışına sahip olmamıştır. Geçmişte yerleşmek istediği alanlardaki akım veya akımları zorla dağıtmaya çalışmış, bunları sömürgecilerin yarattığı ilhakçı ve asimilasyoncu örgütlenmeler diye tanımlamış ve bunlar dağıtılmadan sömürgecilere karşı mücadele edilemeyeceğini ağırlıklı olarak propaganda yapmıştır.
Bütün pratik saldırılar, böyle bir teorinin üzerinden yöneltilmesine rağmen, 12 Eylül’den sonra sol için çatışma ve insan öldürmeleri üzerine yapılan değerlendirme ve özeleştirilerde, devlet ve bazı güçlerin bir provokasyon ortamını hazırladıklarını, partilerinin – PKK’nın – ise genç ve deneyimsiz olmasından ötürü provokasyon ortamını bozamadığını ve bir an kendisini bu ortamda bulduğunu ama yine de bu çatışmalar ve insan kayıplarının devrime zarar verdiğini yazmışlardır.
Bugün ise “Tarihin en zorlu savaşlarından birini veriyoruz. Savaş koşullarını bilmek, anlamak gerekiyor. Savaş alanında devrimi ve gerillayı zorlayan koşullar” diyerek saldırılarını gerekçelendirmeye çalışıyor. devrimin güçlerine ve halka yönelik hiçbir saldırı “savaş koşulları”, “savaş gerçekliği” gibi “kutsal” kavramlar ardına gizlenerek masum ve daha önemlisi haklı gösterilemez. ERNK Avrupa Örgütü, 4 TDKP’linin öldürülmesinden sonra bu katliamı, “Tüm sol’un savaş gerçekliğini kavraması gerekir” diye açıklamıştı. Söz konusu bildiri, dağıtılan bildirilerin içinde en ılımlı olanı. Ama katliamı lanetleyerek özeleştiri vermiyor. Bir “savaş gerçekliği”dir diyerek, bunu anlayışla karşılamamız ve kendilerinin söylediklerine itiraz etmememiz gerektiğini söylüyor.
Evet çok doğru. Ortada bir “savaş koşulları”, “savaş gerçekliği” var. Ulusal özgürlük mücadelesi yine kendi ifadeleriyle, “kan ateş içinde tarihin en zorlu” dönemlerinden birini yaşıyor.
Nedir bu “savaş koşulları, savaş gerçekliği?” faşist diktatörlük, ulusal hareketi yalnızlaştırarak yere çalmak istiyor. Ulusal hareketin, işçi sınıfı hareketi, devrimci ve komünist hareketle dayanışmaya girmesi bugün “savaş gerçekliği”nin en temel ihtiyaçlarından biridir. PKK ne yapıyor? Bu bağı koparıyor bugün. Devrimci ve komünist harekete karşı bir anlayış ve pratik birliği içinde başlattığı saldırıya doğal ve haklı olarak devrimcilerin, komünistlerin ve geniş emekçi kesimlerin gösterdiği tepkiyi, Türk egemen sınıfları, kendi karşı devrimci amaçları için kullanma ve sonunda ulusal harekete karşı geniş bir “cephe” çıkarmayı amaçlıyor. Böyle bir durumun tek sorumlusu PKK’dır. Dersim’de 4 devrimcinin PKK tarafından öldürülmesinden sonra devlet güçleri sisli dumanlı havadan yararlanarak Dersim halkını PKK’ya karşı kışkırtmaya çalışmıştır. Hiçbir zaman tutmayan koruculuk sistemi bu olaydan sonra devreye ısrarla sokulmaya çalışılmış, birçok yerde köy muhtarları karakollara çağrılarak koruculuk yapmaları için baskı yapılmıştır. Bütün bu sonuçların tek sorumlusu PKK’dır. Zira kendisinden başka hiçbir devrimci akıma hayat hakkı tanımayan PKK’dır. Aslında “savaş gerçekliği” üzerine çok laf eden PKK, 4 TDKP gerillasını, bu 4 devrimciyi öldürdükten sonra devletin daha sistemli bir şekilde geliştirmeye çalıştığı PKK düşmanlığının tek sorumlusunun kendisi olduğunu da kavramıyor. İşte savaş gerçekliği budur. Devletin ulusal hareketi yalnızlaştırma politikasına söz konusu eylemlerle muazzam bir destek vererek “savaş gerçekliği”nin gerekleri yerine getirilemez.
Bütün bu saldırıların kaynağı ve sorumlusu şu anlayıştır:
“Kendisine ‘sol, ilerici, devrimci, demokrat’ diyen ve Kürdistan’da faaliyet yürütmek isteyen her güç, PKK ve halk gerçekliğini kabul etmek zorundadır. Egemenlik sahamızda yürütülecek tüm faaliyetlerden sorumlu tek güç PKK’dır. Diğer güçler, alacağı tüm kararlardan partimizi bilgilendirmek ve onay almak durumundadırlar. ” (Ekim 1993 PKK Dersim Eyaleti Askeri Konseyi bildirisinden)
Bu temel ve çarpık anlayış mahkum edilemediği için, 6 TDKP savaşçısının katledilmesi, sürekli birbirini reddeden açıklamalarla kamuoyuna duyuruluyor. İlk olarak Dersim Eyaleti ARGK Askeri Konseyi’nin KURD-HA’ya yaptığı açıklama “… TDKP’lilerin… bir gerilla birliğimize saldırmaları üzerine çıkan çatışmada 8 kişilik TDKP grubundan 4 kişi ölüyor… ” derken, Avrupa örgütünü dağıttı bildiride “hiçbir sol gruba karşı özel bir tavrımız yok” denilerek ortam yumuşatılmaya çalışılıyor. Tepkilerin büyümesi karşısında gerçekten devrimci bir özeleştiri yapmaları gerekiyorken 4 devrimcinin katledilmesi “eylemi”, yukarıda aktardığımız temel antidemokratik anlayış üzerinde oturtuldu. Yazıyı kaleme aldığımız günlerde PKK’nın yaptığı son açıklama daha da ilginç. Katlettikleri 4 insanı “TDKP’li değil, kontra” olduğunu yazma gülünçlüğüne düşüyorlar. Bu insanların tek suçları kurulu düzene, faşist diktatörlüğe karşı elde silah mücadele etmektir. Doğaldır ki halka devrim propagandası yaparken kendi düşünceleri ve dünya görüşleri doğrultusunda davranacaklardır. Herhalde bu insanlardan kimse PKK’nın düşüncelerinin propagandasını yapmalarını bekleyemez. PKK’nın istediği ve bu insanların yapmadığı, işledikleri “ihanet” suçu, “kontra”lık, bu olsa gerek. Bir yurtsever olan Kamer Özkan, zaten PKK’dan ayrıldığı gün ağır bir “ihanet” suçu işlemişti. PKK’ya göre kendilerinden ayrılmak, davaya ihanet etmekle eş anlamlıdır ve cezası da ölümdür. Bunun onlarca örneğini herkes biliyor. Dolayısıyla PKK’nın Kamer Özkan’ın devletin işbirlikçisi, MİT ajanı olduğunu, yurtseverlerin katledilmesinde rol aldığını iddia etmesi, hiç kimseyi inandırma gücüne sahip değil. Komik ve temelsiz iddialar olmanın ötesinde bir değer taşımıyorlar. PKK’nın devrimci hareketleri ve Dersim halkını inandırma diye bir derdi de yoktur anlaşılan. Nasıl olsa kendi “egemenlik sahalarında” iktidar kedilerindedir. İnanmayanları da pekala zorla “inandıracaklardır”. Kimse ikna olamasa da, kaybettikleri gelişme düzeyi bakımından, fazla bir önemi yoktur kendilerine göre.
PKK, öldürdüğü 4 komünistin cenazesine katılan ve katliamı lanetleyen devrimcileri ve bir bütün olarak Dersim halkını ölümle tehdit eden açıklamalar yayımladı. Bir halkı topluca tehdit eden bir anlayışın, devrimcileri öldürürken o halkı ikna etme diye bir derdi olamaz. Bütün sorun, Dersim ve bütün Kürdistan’da, PKK’nın düşüncesini ve yanlış bulduğu eylemlerini eleştirme, eyleminin kesin yasak ve “suç” olmasıdır PKK’ya göre. “Ulusal özgürlük mücadelesini yok noktasından bugünlere getirdim, dolayısıyla bana tek söz söyleyenin cezası ölümdür” diyor. Ulusal özgürlük mücadelesini bu seviyeye getirdiği düşüncesi doğru, haklı, ama sorunlara ulusal bakış açısından öteye bakmak isteyenlere veya PKK gibi düşünmeyenlere hayat hakkı tanımamayı birinci durum haklı kılmıyor. Evet, 4 devrimci, PKK’nın “onayı”nı almadan çalıştığı, devrimcilik yaptığı için öldürüldü. Dersim halkından ne söylemesi bekleniyor? PKK, bu durumu protesto ettiği için Dersim halkını şöyle tehdit ediyor:
“İznimiz ve onayımız dışında kepenk ve kontak kapatmak suçtur ve bu suça bulaşanlar cezalarını çekeceklerdir… ” diye devam ederek, bu eylemin elebaşılığını yapan üç kişinin ismini de vererek ölümle tehdit ediyor. Devrimcilerin demokrasi anlayışı hiçbir zaman böyle olamaz. Bu anlayışın köklü şekilde özeleştirisi yapılmadan, “savaş koşulları”, “savaş gerçekliği” gibi kavramlar arkasına sığınarak halka ve devrimcilere saldırmanın savunulacak bir yanı yoktur.
Bütün Kürt işçi sınıfı, yoksul köylüsü ve ezilen, sömürülen değişik toplumsal kategorilerden insanlar ve Kürt yurtseverleri, bir gerçeği daha bugünden düşünüyorlardır. Yaşadığımız koşullarda, iktidar mücadelesi verdiğimiz koşullarda, “egemenlik sahalarında” kendi izinleri ve onayları olmadan yapılan her davranışa ve düşünce açıklama eylemine saldıran mantık, kendisini iktidara taşıdığı zaman acaba ne yapacaktır? Bu anlayış köklü bir biçimde aşılmadan iktidara geldiğinde, yani kendi bağımsız devletlerini kurduklarında, düşman kuvvetlerini kendi topraklarından kovduklarında, bu kez de kendisi kitlesel katliamlar gerçekleştirmeye açık değil midir, diye mutlaka kaygı duyuyordur. Böyle bir kaygıyı her yurtseverin, devrimcinin ve Kürt komünistinin duyması kadar olağan bir şey olamaz. Demokrasinin hiçbir kırıntısını içinde taşımayan yukarıdaki anlayış daha şimdiden aşılmazsa, Ali Fırat’ın yukarıya aldığımız pasajda çizdiği tiplerin iktidarı altında emekçi kitlelerinin karşı karşıya kalacağı baskıları kestirmek için müneccim olmak gerekmiyor.