Diran Kelekyan Efendi, Ahmed Rıza, Prens Sebahaddin ve Mahmud Celaleddin Paşa Hakkında Neler Düşünüyordu?
Diran Kelekyan Efendi, Ahmed Rıza, Prens Sebahaddin ve Mahmud Celaleddin Paşa Hakkında Neler Düşünüyordu?
Diran Kelekyan Efendi daima Mısır’da çalışıyor ve Paşa’nın yanından ayrılmıyor ve bermutat uzun mektuplarla Doktor Bahaddin Şakir Bey’e telkinat yapmaktan geri kalmıyordu. Diran Kelekyan Efendi Selanik’teki Osmanlı Hürriyet Cemiyeti ile Terakki ve İttihat Cemiyeti’nin birleşmesi hakkında Bahaddin Şakir Bey’e yazıyordu ki:
“Şahsi malumatım ve tecrübelerim oldukça elemli ise de sizin gibi bir kardeşimin halisane ve saffetle başladığı bir teşebbüste elimden gelen her muavenette bulunmak benim için mukaddes bir vazifedir. Muvafakıyetinizi ansanmimülkalp temenni ederim. Acaba tesadüfü zaruri olan bütün manilere galebe edecek miyiz? Velev muvaffakıyet müyesser olmasa bile, bu vesile ile büyük bir tecrübe elde etmiş olursunuz.
Ben siyasette her kanaatin bilfiil tecrübe ile husulü taraftarıyım. Ancak kuvvetli kanaatlerdir ki iş görebilen adamlar yaratır. Politika tuhaf bir şeydir. Bazan öyle ümit haricinde tahavvüller husule gelir ki insan mesleğine bütün bütün yeni bir istikamet vermeğe mecbur olur. Onun için politika ihtilaflarına şahsi husumet şekli vermemenizi rica ederim. Her kim olursa olsun, zati münasebetleri ileride her türlü irtibatı imkansız bırakacak şekle sokmamalıdır. Bu ihtiyat zaten hürriyetperverliğin de muktezasındandır. Kim bilir ne olur? İhtilah, efkar dairesinde döndükçe zati münasebetlerin daima muhafaza edilmesi herhalde hayırlıdır.”
Diran Kelekyan Efendi bu mektuplarında Doktor Bahaddin Şakir Bey’e karşı büyük bir hüsn-ü niyet ve hulus göstermekle beraber, kendisi Adem-i Merkeziyet taraftarı idi ve Sabahaddin Bey’in icraatını ve fikirlerini Osmanlı Devleti için muvafık görüyordu. Ahmet Rıza Bey’in on beş senelik faaliyetini sıfıra indiriyor ve diyordu ki:
“Ahmet Rıza Bey, iyi saatte olsun, Osmanlı ahrarının Avrupa’ca şerefini sıfır derecesine kadar indirmişti. Bugün tekmil Avrupa’da Rıza Bey’e bir hürriyetperver nazarile bakar iki ciddi muharrir, ciddi diplomat, elhasıl nüfuz sahibi insan bulamazsınız. Eğer Osmanlı ahrarının davası Rıza Bey’in şimdiye kadar Fransızca Meşveret vasıtasile müdafaa ettiği dava ise, o dava – esas değil, tarzı müdafaası itibarile – Avrupa nazarında çoktan beri kaybetmiştir. En iyi dava bile fena bir avukat elinde kaybedilir. İşte Osmanlı hürriyetperverliği davası da Rıza Bey’in eline düştüğü için böyle oldu.”
Diran Kelekyan Efendi Sabahaddin Bey hakkındaki fikrini de şu suretle izah ediyordu:
“Bu zat davamızı yeniden ihya etti. Avrupa’da Türklük namına büyük teveccühler kazanmağa muvaffak oldu. Ben kendisine karşı bir muhabbet beslemem bundan ileri geliyor. Fakat eğer bunun altında bir oyun olduğu – öyle zannıyla değil, bilfiil deliller gösterilerek – ispat edilirse, iş başka bir renk alır. Ben bu yoldaki oyunları sevmem. Sırf şüphe üzerine gayret esbabından bir zata karşı çıkmak, vicdanen caiz göremeyeceğim bir şeydir. Sabahaddin Bey’in vaktiyle pederi tarafından Abdülhamid’e karşı açılmış olan intikam siyasetine devam ettiği zannıyle kendisine karşı husumet gösteriliyor. Bizim asıl vazifemiz bu yanlış fikirleri tamir ve tashih etmektir. Böyle vaktile ekilmiş bir muzır tohumun mahsulü bir hata için bir adam mahkum edilemez. Fikrini tashihe çalışmak lazımdır. Ben onun usulünde en ufak bir ihanetini görürsem, hemen yelkenleri çeviririm. Fakat siz de takdir buyurursunuz ki sırf zan ve şüphe üzerine tedbirlere müracaat etmek ancak Abdülhamid’e ve onun etrafındakilere yakışır.”
Tabii Diran Kelekyan Efendi, Adem-i Merkeziyet usulü diye Sabahaddin Bey tarafından ortaya atılan fikirlerde bir ihanet tasavvur edemezdi. Şarkta altı vilayetin elden gitmesi ve yavaş yavaş bir Ermenistan vücude gelmesi onun esasen arzu ettiği ve gizliden gizliye husul bulmasına çalıştığı bir mefkure idi. Böyle olmasa idi, Meşrutiyet’ten evvel o kadar dost olduğu Doktor Bahaddin Şakir Bey, Diran Kelekyan Efendi’nin umumi harpte kafasının ezilmesine sebep olur muydu?
Diran Kelekyan Efendi Yusuf İzzettin Efendi’den tahsisatını alamayınca bir zaman sonra onun aleyhinde de dönmüş ve İngiliz gazetelerinde Şehzade Abdülmecit Efendi ile Sabahaddin Bey lehinde makaleler neşretmeğe başlamıştı. Bu para meselelerine dair Doktor Bahaddin Şakir Bey’e yazdığı bir mektubunda diyordu ki:
“Ben dört aydan beri Yusuf İzzettin Efendi’den para almadığım gibi size de gönderilmemiş olduğunu mevsukan haber aldım. Belki gelecek hafta para irsali memul olduğunu İstanbul’dan yazıyorlar. Bu para meselesi ki zatıaliniz ve bendeniz için maişet meselesi demekti” fevkalade haiz-i ehemmiyettir. Vakıa şimdi mecburiyet hasıl oldukça Ahmet Celalettin Paşa’ya müracaat ediyorsak ta, bu hal istiklali maişete mani olmasıyla istiklali faaliyete de hal teşkil ediyor. Bilmem maişet meselesini temin etmek lüzumunu edep ve ihtiram dairesinde Yusuf İzzettin Efendi’ye nasıl arzedebiliriz. Her ikimizin de rahat ve selameti için bu meselenin hallini takip etmek elzemdir.
Ahmet Celalettin Paşa bize yardım ediyor ama, yine aklı ermedin bir takım işlere girişmeğe kalkışıyor. Benimle iki günden beri müzakereler yapıyor. Maksadı size yeni bir layiha hazırlamaktır. Bu yeni layihada bundan çok evvel size mahremane bildiridiğim layihanın aynı olacaktır. Çünkü Paşa gayrimüslim komitelerle görüşmüş, cümlesinden de benim maruzatım dairesinde cevap almış. Şimdilik siz onun mektubunu bekleyiniz. Benim bu işaratım gizlidir. Paşa’nın beyan edeceği fikirlere göre kendi mütalalarınızı doğrudan doğruya yazarsınız”
Diran Kelekyan Efendi kendisinin Ahmet Rıza Bey ile Şehzade Yusuf İzzettin Efendi aleyhinde ve Prens Sabahaddin Bey’le Şehzade Abdülmecit Efendi lehindeki neşriyatını gizliyor ve bunları başkaları tarafından yapılıyormuş gibi göstererek Doktor Bahaddin Şakir Bey’e yazdığı mektubunda diyordu ki:
“Osmanlı ahrarırın dahilde ve hariçte takip edecekleri meslek hakkında fikirlerimi mufassalan arzeylemiş olduğumdan, bu babta yeniden mütalea yürütmeği zait görürüm. Yalnız bir taraftan Şehzade Mecit Efendi ile Prens Sabahaddin’in matbuat ve siyasiyat aleminde nail oldukları teveccüh ve alkışları diğer taraftan da Ahmet Rıza Bey’in neşriyat ve teşebbüsatının her tarafta takbih edilmekte olmasını nazar-ı dikkatinize arzederim. Son posta ile gelen Avrupa gazetelerinde yeniden bu yolda takbihlere tesadüf eyledim.
Avrupa efkar-ı umumiyesine ehemmiyet vermemek pek büyük bir hatadır. Türkiye’nin istikbal ve istiklali memleketin ahalisi kadar Avrupalıların da elindedir. Çünkü uhud-u atikadan başka yeni ahitnameler de, memleket umur-u dahiliyesine müdahale için birçok haklar vermiştir. Böyle fiiliyat nevinden olan ahval karşısında yalnız nazariyelerle iş görmek büyük felaketleri mucip olur.”
Ahmet Celalettin Paşa’nın mali vaziyeti gittikçe fenalaşıyordu. O nisbette de Cemiyetin riyasetine geçmek arzuları azalmağa başlıyordu. Bununla beraber yine Paris’teki ahrara yardım etmekten geri durmuyordu. Diran Kelekyan Efendi. Ahmet Celalettin Paşa hakkında verdiği izahatında diyordu ki:
“Geçen gün Paşa’ya bir teklif vaki oldu. Denildi ki: Paris’teki yeni idare heyetine nakten mühim bir fedakarlıkta bulununuz, cemiyetin resmen riyasetini talep etmeyiniz, yalnız işe gizli bir suretle rehberlik ediniz. Bu işlerde kıdemi olan Ahmet Rıza Bey ve emsali zevatın gönlünü kırmayıp bilakis onlarla hoş geçininiz.
Bu sözlere Paşa’nın Paris’teki arkadaşlarının da iştirak ettikleri kendisine anlatılmış. Fakat Ahmet Celalettin Paşa bu şartları kendisine karşı münasebetsiz görerek size bu babta bir mütalaaname yazmak emelindedir. Paşa itirazlarını gayri caiz görüyor. Her ne kadar pek açıktan açığa söylemiyorsa da bu itirazlara çok güceniyor. Evvelce de size yazdığım veçhile bu zatın emeli cemiyetin riyasetine geçerek gururlanmaktadır. Kendisiyle inkilapçı ve ihtilalci usullerine tevfikan bir iş tutmak imkan haricindedir. Binaenaleyh yegane yapılacak şey kendisile iyi geçinerek ve katiyen gönlünü kırmayarak mahremane bir faaliyetle işi ileri götürmektir. İşi hüsn-ü idare etmek en münasip çaredir. İşte onun yaptığı nakti muavenetle Şûrâ-yı Ümmet gazetesi çıkıyor. Diğer cihetlerle de bu faaliyeti takviye etmeli ve tevsiine uğraşmalı. Başka bir şey yapmağa lüzum yoktur, zannederim. Çünkü tali-i na-saz (uygunsuz talih) bizi başka şeyler yapabilecek bir hal ve mevkide bulundurmuyor.”
Filhakika, Ahmet Celalettin Paşa birkaç defa Diran Kelekyan Efendiyle istişare ettikten sonra Avrupa’daki ahrarın alacakları yeni vaziyet ve mesai tarzı hakkında Doktor Bahaddin Şakir Bey’e bir layiha göndermişti. Bu layihanın Kanun-u Esasi’ye taalluk eden cihetleri tamamile Diran Kelekyan Efendi tarafından söylenilmiş ve yazdırılmış olan fikirlerden ibaretti. Fakat o layihada aynı zamanda Ahmet Celalettin Paşa senelerden beri Avrupa’da bulunan ahrara itilafa çalışıldığı bir sırada kabahatler ve mesuliyetler isnat ederek bununla o zamana kadar yapılmış olan işlerin yanlış ve kendisi tarafından gösterilen usulün doğru ve muvafık olduğunu anlatmak istiyordu. Parası olduğu ve işlere nakten yardım edebildiği için layihasında yazdığı fikirlerin de en doğru ve en muvafık fikirlerden madut olacağını ve onların behemahal kabul edilmesi lazım geleceğini zannediyordu.
Doktor Bahaddin Şakir Bey yapılacak işlerin çok paraya mutavakkuf olduğunu Celalettin Paşa’ya yazdığı zaman Paşa, hemen telgrafla cevap veriyor ve diyordu ki: “mektubunuzu aldım. Yazdığınızdan daha mühim masrafları bile kabule hazırım. Elverir ki, maksatlarımız için müfit olsun.”Böyle her masrafı kabul eden bir adamı gücendirmek doğru olmayacağından Diran Kelekyan Efendi, Doktor Bahaddin Şakir Bey’e tekrar ve tekrar şunu tavsiye ediyordu:
“Ahmet Celalettin Paşa tarafından gönderilen mektubun mümderacatı evvelce vuku bulan mülahazatımın kabulünden başka çere olmadığını size ispat eylese gerekir: Yani bu zatla hoş geçinmeli, onun ufak tefek zaaflarını okşamalı, fakat siyasi işte beraber çalışmaktan vazgeçerek işleri gizlice ileriye götürmeğe uğraşılmalıdır. Siz Avrupa’ya geleliden beri bu fikri daima ileri sürdüm, bundan başka bir yol göremiyorum.
Maamafih mutlaka bu suretle hareket ediniz demem. Sizce başka bir çıkar yol varsa o yolu takip ediniz.
Siyasi işlerde başkalarının kanaatiyle değil, bittecrübe vicdani kanaat hasıl edilerek hareket olunmasına taraftarım. Onun şu son maruzatımı da mahza bir fikrin beyanından ibaret addediniz. Eğer bir tecrübe yapmayı daha münasip görürseniz, ona da baş vurunuz. Her halde bu zatla müzakere kapılarını açık bırakınız. Çünkü başka suretle hareket etmekte bir fayda yoktur.”
Bu mektuptan da anlaşılacağı veçhile Diran Kelekyan Efendi, Ahmet Celaleddin Paşa’dan azami surette istifade edilmesini tavsiye ediyordu. Zaten Ahmet Celalettin Paşa’nın refikasından kalan büyük bir miras erimek üzere bulunuyordu. Paşa bir takım işlere girişmiş, birçok paralar sarfetmiş ve hesabını, kitabını bilmediği için yakında parasız kalmak tehlikesine maruz kalmıştı. Paşa’nın bu vaziyeti Diran Kelekyan Efendi’yi çok endişeye düşürüyordu. Çünkü zaten İstanbul’dan Yusuf İzzettin Efendi’den para gelmiyordu. Bir de Ahmet Celalettin Paşa membaı kuruyacak olursa, o zaman ne yapılacaktı. Diran Kelekyan Efendi bu vaziyeti vaktinden evvel görüyor ve Doktor Bahaddin Şakir Bey’i şu suretle ikaza çalışıyordu:
“Kardeşim! Size gayet makremane arzederim ki, Ahmet Celalettin Paşa’nın umumu maliyesi gittikçe fenalaşıyor. Daha bir buçuk ay evvel aktettiği binlerce liralık istikrazdan da bir şey kalmadı. Şimdi piyasada o kadar borcu vardır ki, bu borç mevcut emlakinin kıymetinin nısfından fazladır. Zaten şimdi emlakinin bir kısmını satmağa çalışıyor. Bu gidişte yakında Paşa, parasız kalacaktır. Bugün o kadar ağır mali mesuliyetler altına girmiştir ve işlerini öyle bir hale getirmiştir ki, ben Paşa’nın atisini pek karanlık görüyorum.
Bizim halimiz ne olacak? Eğer ona bel bağlayıp durursak, pek yakın zamanda, çok çok bir sene sonra, müthiş bir meçhul ile karşılaşacağız. Benim bu zatın üzerinde mühim haklarım vardır. Öyle haklar ki, istihsali her zaman mümkündür. Fakat kendisini gücendirmemek için şimdilik bir şey açmıyorum. Fakat hal gittikçe fenalaşıyor. Onun için her ikimizin elele vererek bir çare bulmaklığımız zaruridir.
Eğer istiklal-i maişetimiz olsa idi aylardan beri ne işler görürdük? Şimdi yine az çok bir ümit, bir yardım var. Eğer yarın o da kesilirse yahut bütün bütün intizamsız bir hal alırsa, o zaman nasıl çalışacağız? Yusuf İzzettin Efendi’den yardım beklemek ümidi gittikçe kayboluyor. İstanbul’daki son hadiseler üzerine Efendi’nin sıkı bir tarassut altında bulundurulması, bizimle muhabere ettiğinin Abdülhamid tarafından haber alınmasını müteakip Yusuf İzzettin Efendi’nin sarayına girip çıkanların derhal jurnal edilmesi onunla olan her türlü münasebetimizi kesecek gibi görünüyor.
Ahmet Celalettin Paşa işlerinin fena gittiğini hariçte bilinmesini hiç istemiyor. Ben bunları size ileriyi düşenilim de bilahara birdenbire felaket karşısında kalmayalım diye yazıyorum. Siz evvela benim birader-i hayatım olduğunuzda ahvali bilmenizi, sonra da bir an evvel bu halleri nazar-ı dikkate alarak başımızın çaresine bakmanızı isterim. Her ne kadar birkaç ay, belki de bir sene için tehlike yoksa da, aylar çabuk geçer. Şimdiden düşünmeli ki, ileride mahcup olmayalım, zayıf tarafımızı aleme, hususile İstanbul’daki zalim düşmana göstermeyelim!”
Doktor Bahaddin Şakir Bey’le Diran Kelekyan Efendi arasında cereyan etmiş olan uzun muhaberelerden anlaşıldığı veçhile Ahmet Celalettin Paşa Mısır’da artık bir Padişah gibi hareket etmeğe başlamıştı. Etrafını saran bir sürü dalkavuklardan ve dolandırıcılardan birisini başvekil gibi kullanıyor ve diğerlerini de güya nezaretlere tayin ediyordu. Bu yadigarlar iç görüyorlarmış gibi hareket ediyor, bir takım Ermeni vesaire hafiyelerle temasları olduğundan bahsediyorlar ve bu vazifelerine mukabil Ahmet Celalettin Paşa’nın kalan paralarını da çekerek her gün yeni para tuzakları icat ediyorlardı. Bir gün Abdülhamid’e karşı bomba atmak için tertibat aldıklarını, bazı fedailer elde ettiklerini ve bombaların hazırlandığını söyleyerek Celalettin Paşa’dan paraları sızdırıyorlar, ertesi gün de guya bastırdıkları ihtilal beyannamelerini Türkiye’nin her tarafında dağıtmak için İstanbul’a vesair mahallelere adamlar göndermek istediklerini ileri sürerek saf düşünceli Paşa’yı kesenin ağzını açmağa mecbur ediyorlardı. Bunların katiyen asıl ve esası olmadığı halde Celalettin Paşa, bir iş, daha doğrusu mühim işler görmekte olduğuna kanaat getirerek paralarını onlara dağıtıyordu. Paşa, muazzam işlere giriştiğine o kadar kaniidi ki, onları gizli tutuyor ve ne Diran Kelekyan Efendi’ye bir şey söylüyor, ne de Paris’e Doktor Bahaddin Şakir Bey’e de işler hakkında mektup yazıyordu. Fakat Diran Kelekyan Efendi yine o oyunları haber alarak vaziyet Bahaddin Şakir Bey’e bildiriyordu. Bir mektubunda diyordu ki:
“Bu oyunları Paşa’ya anlatmağa çalışmak beyhude husumet davet etmek demektir. Onun için bunları size kati mahremiyet altında yazıyorum. Tekrar ederim ki, bu adamı yola getirmeğe çalışmak beyhudedir. Çünkü arkadaş aramıyor, daima dalkavuk arıyor. Dalkavuk ayarında olan adamların yardımını, hizmetlerini takdir ediyor. Biz bu ahlakta olan bir adama nasıl yararlık gösterebiliriz.
Her ne ise, defaatle arzettim ya, bu zat kendi delaleti ve riyaseti haricinde rüzgarın bile vezan esmesine razı değildir. Anlaşılan biz bu istipdatları çekmek için vatanımızı terkedip buralara düşmüşüz!!
Paşa, her zulmünden fazla olarak bir de bize daima para sıkıntısı çektiriyor. Muavenet etmiyor diyemem amma öyle vakitsiz, mevsimsiz ve keyfi bir surette yapıyor ki daima müzayaka içinde kalıyoruz. Bilmem akibet ne olacak? Eğer bu cihete bir intizam veremezsek halimiz yaman! Kendi işlerinde intizam olmayan bir adamdan bize karşı olan muamelesinde nasıl intizam bekleyebiliriz? Teessüf olunur ki Yusuf İzzetin Efendi maişet cihetinin ehemmiyetini takdir edemezdi. Zaten öyle mevkide bulunanlar daima öyle olurlar. Başkalarının halinden anlayamazlar. Efendi bize karşı biraz fedakarlık yapıp bizi istiklal-i maişete nail etse idi büsbütün başka bir halde olurduk. O zaman hakikaten çalışabilirdik. Fakat burasını Yusuf İzzettin Efendi’ye nasıl anlatmalı, onu nasıl inandırmalı?
Bunu mutlaka yapmağa mecburuz. Çünkü Ahmet Celalettin Paşa’da arzettiğim gibi pek yakın bir zamanda on para bile kalmayacaktır. Dalkavukları yüzünden yaptığı israf yetişmiyormuş gibi bir de şimdi 3000 lira vererek bir klüp, daha doğrusu kibarlara mahsus bir kumarhane açtı. Böyle şeyler politika ile iştigal eden bir zata yakışır mı? Kumarhanenin doğrudan doğruya kendisi tarafından açtırıldığı duyulmaması mümkün değildir.
Yarın herkes neler diyecek? Bundan başak bu yerin vücudu kendisinin kumara meyli dergar olduğuna nazaran ne kadar tehlikelidir?”
Diran Kelekyan Efendi bir aralık çok endişeli zamanlar geçirmişti. Çünkü Ahmet Celalettin Paşa, Doktor Bahaettin Şakir Bey ve Diran Kelekyan Efendi ile İstanbul’da Yusuf İzzettin Efendi arasındaki muhabereyi temin eden Hüseyin Bey isminde bir zatla refikası tevkif edilmişlerdi. Evleri araştırıldığı zaman Ahmet Celalettin Paşa’nın bazı mektupları çıkmıştı. Derhal Hafiye Fehim Paşa tahkikata girişerek bazı şahısların cemiyetle münasebetleri olduğu zannedilen zevatın isimlerini araştırmağa başlamıştı. Diran Kelekyan Efendi bu tetkikatı haber alınca derhal vaziyeti Bahaettin Şakir Bey’e yazmış demişti ki:
“Acaba ipin ucunu Yusuf İzzetin Efendi’ye kadar varacak mı? Bu hadise pek ağır bir felaket ise de her ikimize terettüp eden vazife, kemal-i metanetle uğraşmak olduğundan futur getirmemekliğimiz icap eder. Bir taraftan pek muazzez kardeşlerimiz olan taraftarlarımızın selametine çalışmalı ve diğer taraftan da hürriyet fikrinin tamamiyle zalimlerden intikam almağa gayret etmeliyiz. Elhasıl, asıl bu gibi zamanlarda metanet göstermek lazım geldiğinden ona göre tedbir alınmasını rica ederim.
Bu tevkifatın nereden ileri geldiğini anlamağa lüzum var. Ben bir Paris’te bulunan Şevket Paşa’dan, bir de şimdi pek fena bir hale düşmüş olan Kazım Bey’den fevkalade şüpheleniyorum.”
Diran Kelekyan Efendi bir hafta sonra Paris’e yazdığı ikinci bir mektubunda bu meseleye dair şu tafsilatı veriyordu:
“Son haftayı nasıl ıztıraplar içinde geçtirdiğimi tarif edemem. Hüseyin Bey’le hareminin tevkif edildiklerini haber alalından beri geceleri uyku uyuyamıyorum. Nihayet bu sabah İstanbul’dan gelen haberde tevkif olunanların tahliye edildiklerini haber alarak fevkalade sevindim. Fakat nasıl olmuş, tahkikat ne netice vermiş, Yusuf İzzettin Efendi’nin ismi meydana çıkmış mı? Kendisi rahatsız edilmiş mi? Buraları malum değil.
Çünkü tevkifat yapılalıdan beri Yusuf Efendi ile irtibatımız büsbütün kesilmiştir. Yalnız bildiğimiz bir şey varsa o da sizin ve benim tahsisatımıza dair Efendi’nin el yazısile yazılmış bir hesap kağıdının dahi Abdülhamid’in casusları tarafından alınmış olmasıdır.
İstanbul’daki arkadaşlarımız bu işin içinde bir denaet olduğuna hükmediyor. Ya Fazıl’ın zevcesi veyahut Paris’teki firari paşalar tarafından yapıldığı zannediliyor. Böyle mühim bir işin sadece hitam buluvermesi de beni ayrıca endişeye düşürüyor. Bunun hikmeti ne? Acaba yakayı kurtarmak için bir oyun mu çevrildi? Yoksa tutulan yolda zaaf göstererek başkalarını mı tehlikeye soktular? Hiçbir şey bilmediğim için hiç rahat değilim. Bu tevkifat hakkında burada Ahmet Celalettin Paşa’ya İstanbul’daki vekilinden aldığı mektuplar haricinde pek ihtiyatlı olarak malumat veriyorum. Mesela hesap kağıdı meselesinden hiç bahsetmedim. Çünkü Paşa, Abdülhamid’in kendisini ve beni öldürtmek üzere Mısır’a adamlar gönderdiğini zannettiğinden zaten telaş içindedir ve ona göre tedbirler almaktadır. Şimdi bizim hesap pusulası meselesini de açacak olursam bilirsiniz ki hem itiraz etmeğe başlayacak, hem de telaşı artacaktır.
Paris’e Avukat Celal Bey isminde birisi geliyor. Bu zat bir dereceye kadar şüpheli olanlar zümresine dahil bulunduğundan ve hususiyle şu aralık Ahmet Celalettin Paşa’nın etrafında dolaşarak para çarpmak gayretinde bulunduğundan kendisine tesadüf ederseniz ona göre lisan kullanırsınız.”