İttihat Ve Terakki

Diyarbakır Kıtalinde Enis Paşa’nın Rolü

Diyarbakır Kıtalinde Enis Paşa’nın Rolü

 

Diyarbakır Valisi Enis Paşa ise bu gibi şeylere göz yummadığından aralarındaki adavet geçenlerde, ihtilaf zuhuruna sebep oluyor. Halbuki Diyarbakır vak’asının zuhurundaki sebeplerden birincisi Ermeni komitelerinin faaliyeti ise, ikincisi de Diyarbakır’da zaptiye kumandanı olan Azimet Bey namında bir Çerkes’tir.

Azimet Bey zaptiye kumandanı olduğu halde maiyetinde hırsız çeteleri kullanır, ahaliyi soydurur. Hatta Hacı Mustafa Hoca namında bir zatın saray ahlakına aseza büyük bir konağını zaptederek biçare merhumun ailesini sokak ortasında bırakmıştır. Bir ehl-i hamiyet kalkıpta şimdiye kadar şu davayı meydana koymamış ve mezkur haneyi ailesine iade etmemiştir.

İşte bu Azimet Bey öyle bir yadigardır ki Diyarbakır ahalisini soyup Sivas Vilayeti’nde cesim cesim çiftlikler satın almaktadır. Her halde vukuata başlıca sebep bu herifin yağmacılığı olmuştur. Eğer Azimet Bey arzu etmiş olsaydı, vukuatın evvelce önünü almak imkan dahilinde idi. Hiç olmazsa vilayet halkı bu kadar zarar ve ziyana duçar olmazdı. Eğer arzu ederseniz vali ile konsolos arasındaki ilişkilerin hakiki sebeplerini Diyarbakır’dan tahkik edeyim. Fakat cevabın gelmesi iki buçuk aya mütevakkıktır.

Enis Paşa’nın bir kabahati varsa o da Azimet Bey’i vakayı müteakip muhakeme altına aldırmamasıdır. Eğer aldırmış olsaydı bugünkü felaket başına gelmezdi. Her ne kadar Azimet Bey İstanbul’daki hempalarının yardımile yakasını adalet pençesinden kurtarmağa muvaffak olabilirdiyse de hiç olmazsa Enis Paşa da kendisine karşı yapılan isnatlardan kurtulurdu.

Diyarbakır’daki askerin miktarı ancak iki yüz kişi idi. Enis Paşa bu kadarcık bir kuvvetle ahaliyi nasıl teskin edebilirdi? Hükûmet Diyarbakır’da bulunan askerin miktarını daha evvel azaltmış olduğu için ahaliyi müdafaa-i nefse doğrudan doğruya hükûmet mecbur etmiştir. Ortadan hükûmet namına bir kuvvet görülemeyince kıtal üç gün devam etmiştir. Burada Enis Paşa için ithama medar olabilecek bir şey daha vardır ki o da etrafta vukuat başladığını ve tekerrür ettiğini gördüğü ve işittiği için Diyarbakır’da da öyle bir isyan çıkacağına emin olması idi. Böyle olduğu halde Diyarbakır’ın muhafazası için hükûmetten neden kafi miktarda asker istemedi?

Benim işittiğime göre o istemiş ama hükûmeti göndermemiş. Kendisinin asker istediğine dair çektiği telgrafların numaraları elde edilmiş olsa, o vakit Enis Paşa mükemmel surette beraat eder. Hasıl-ı umum Diyarbakır ahalisinin fikri Enis Paşa lehinde ve Azimet Bey aleyhindedir. Çünkü vukuat esnasında birçok İslâm evleri de yağma edildi. Şimdi buna ne demeli? Hasılı bu vukat sırasile tasnif edilecek olursa Enis Paşa için güzel bir beraat vesikası medana çıkar. Fakat işi kuvvetleştirmek için Paşa’nın İstanbul’a çektiği telgrafların bir veya ikisi elde edilse çok mükemmel olacaktır.

Bir de bir vilayette valinin icra kuvveti zabıtadır. Eğer zabıta fesadın zuhurunu kolaylaştırırsa vali ne yapabilir? Hatta şehirde ahali birbirini keserken zabtiye kumandanı şehrin bütün zaptiyelerini toplayarak yalnız Ermeni zenginlerinden birisinin konağını abluka ederek kurtardı. Bu hizmetine mükafat olarak o Ermeni’den ikibin lira aldı. Öte tarafta ise fakir fukara birbirini doğramıştır.

İşte bu kadar azizim, şimdi benim de senden bir ricam var; Halil Ganim Efendi’nin “Osmanlı Sultanları” isminde bir kitabı çıkmış. İki buçuk frangın varsa ver de al bana gönder. Posta parasile beraber ne tutarsa sonra yollarım. Buralara da kar yağdı. Öksürüğümün bir türlü geçtiği yok.”

Yukarıda ki mektup 20 Şubat 1901 de yazılmıştı. Bu tarihten dört gün sonra İshak Sükutî Bey, Paris’te Doktor Nazım Bey’den aldığı cevap üzerine yazdığı diğer bir mektubunda Avrupa’daki Genç Türkler arasında yeniden yeniye kurulan fırkalardan ve Genç Türkleri alakadar eden sair mühim şeylerden bahsolunuyordu. Doktor Sükutî Bey istediği kitabı gönderdiğinden dolayı Nazım Bey’e teşekkür ettikten sonra diyordu ki:

“Osmanlı”da çıkan iki makaleyi beğendiğine çok memnun oldum. Onlar hakikaten bitarafane ve hakikati hale göre yazılmıştı. Zaten bundan sonra Osmanlı’nın mesleki, umum milletin menafiini devletin menafi ile bitarafane meczederek müdahaleden ibaret olacaktır. Benim hükmüm böyledir. Bunda tamamile muvafak olmamayışına sebep benim iş başından uzak kalmğa mecbur olmamdır.

Benim Müneccimbaşlığını istida ettiğimden bahsediyorum. Banu da kim cat etti? Yoksa Sait Bey mi? Yoksa latife olmak üzere mi yazdın? Eğer hakikaten böyle bir şeyin varsa biraz tafsilatlı yaz da ben de güleyim.

Mitranların ne matah olduklarını bilenlerdenim. Onların Veliahtla münasebete girişmiş olduklarına inanamam. Belki Abdülhamid’den para koparmak için böyle bir şey ihtira etmişlerdir. Bir de kimbilir bizim şehzadeler böyle edaniyi bulup onlara iltifat ederler. Zaten başka kimi bulabilecekler? Her halde şurası muhakkaktır ki, değil yalnız Mitranların, onlara mensup olanların bile parmakları Osmanlı’ya giremez. Şimdi Osmanlı’da o eski karışıklıktan eser kalmadı. Osmanlı idarehanesi muntazam bir şekle konuldu, hatta konuşmak için bile yabancı adamlar idarehaneye kabul edilmiyorlar.

Paris’te şimdi ne gibi dedikodular işitiliyor? Şu davulcular kim? Bunların maksatları nedir, ne oluyor? Hele “Liberal Ottoman Frkası”? Allah emsalini müzdat buyursun! İfrat ve mübalağada acemleri bile geçtik, ya İntikamcılar. – Her tarafta herkes birer fırka teşkil ediyor. Elbette bir gün gelir, bu kargaşalığın hayırlı bir neticesi görülür, hepsi esaslı metin bir fırkaya münkalip olur. Sakın beni optimistlikle itham etme ha!Ben pesimist bir adamım.

Mektubunun bir yerinde diyorsun ki: Herkes ben böyle düşünüyorum, şöyle yapacağım diye sahibi zaman olan Abdülhamid’in cinnetinden istifade ediyor. Onun için istediğimi kimseye söylemeyecek bir hale geldim.” A kardeşim, mütelaan doğrudur. Fakat bu bizim için varit değildir. Başkalarının ötede beride atıp tutmaları sahib-i zamanın kulağına gitsin içindir, bizi aklımıza gelenleri birbirimize söyleyelim ki bu gibilerin damına düşmeyelim.

Makedonya’da Bulgarların çektikleri merhamete şayandır. Fakat ne yapayım? Zaman bazan sırf hakikat olan bazı şeylerin örtülmesini istilzam ettiriyor. Çünkü Rusya’nın politikasına hizmet etmekten ben çok korkuyorum. Vallahi’azim, elime kalem aldığım zaman o kadar dikkat ediyorum ki aman Rusya’nın iddiasına terviç eden bir kelime yazmış olmayayım.

Burada soğuklar dehşetlendi. Hiç bir sene Roma’da böyle soğuk olmamış imiş. Kar yağdı, bilmem ne haltetti. Bugün sıcak, yarın soğuk derken sıhhatim cidden bozuldu.

İsmail Kemal Bey meselesine gelince ben o mesele için daha bir hüküm veremedim. Eğer sırf Arnavutluk’un istiklali için uğraşıyorsa pek beyhudedir. Fakat ben onda derin bir İslâmiyet hissi görüyorum. Bu fikirde olan bir adam nasıl oluyor da istikbal hevesinde kapılıyor, anlayamadım? Maamafih şimdiden hüküm vermeğe cesaret edemem. Çünkü zaman beni seri hükümlerimden dolayı o kadar ezdi ki bugün ayan bir şey hakkında hüküm vermek için bile aylarca düşünmeğe mecbur kalıyorum. Sabredelim. Zaman herşeyi meydana çıkarır. Çok sürmez, İsmail Kemal kendi fikrini kendisi meydana kor da bizim istediğimiz hükümlerden daha evvel kendisi hükmünü verdirmiş olur. Zaman acip şeylerin anasıdır. Bir de bakarsın ki bugün hüküm verdiğimiz şeylerin yarın aksi zuhur eder. Sözü uzatmaktan maksadım: Ben bu zat hakkında mükemmel beyanı mütalaa etmek için hayli zaman düşünmeğe ve tasavvuratınını tetkik etmeğe muhtacım.”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: Content is protected !!