Doktor Bahaddin Şakir Bey’in İstanbul’u Gizli Ziyaretinden Sonra İstanbul’da Ahval
Doktor Bahaddin Şakir Bey’in İstanbul’u Gizli Ziyaretinden Sonra İstanbul’da Ahval
Bu mektupların Paris’e yazıldığı Nisan-Temmuz 1907’de Giritte’ki Türkler İstanbul’daki gizli teşkilattan taş basması ile bazı risaleler almışlardı. Bu risalelerde yakın bir zamanda İstanbul’da Kanun-u Esasi’nin ilan edileceğinden bahsolunuyordu. Bu risalenin bir çok nüshaları İstanbul sokaklarına da atılmıştı. Bu işleri becerenler İstanbul’da gittikçe büyüyen Terakki ve İttihada mensup yeni aza idi. Dr. Bahaddin Şakir Bey’in gizlice İstanbul’a girmesini ve oradaki arkadaşları ile müzakere ettikten ve yeni kararlar alındıktan sonra oradan çıkıp gitmesini müteakıp İstanbul’daki Genç Türklerin faaliyeti oldukça artmıştı. Sokaklara yapıştırılan beyannamelerin ardı arkası gelmiyordu. Abdülhamid’in casusları ve zaptiyeleri de bunlara mani olamadıkları için zalim Padişah, Zaptiye Nazırı’nı azletmişti. Bu halden pek müteessir olan bu hafiyeler kahyasına bu sükut üzerine nüzul isabet etmişti. Artık yürüyemeyecek bir hale geldiğinden evinde kalmağa ve yataktan çıkmamağa mecbur olmuştu. Abdülhamid bunu haber alınca kendisine acıyarak memuriyetini iade etmişti.
İstanbullular Terakki ve İttihat Cemiyeti’nin bu faaliyetinden dolayı epeyce sıkıntı çekiyorlardı. Çünkü hafiyeler halkı gittikçe daha ziyade sıkıştırıyorlardı. Artık politika, vatan gibi kelimeler ağza alınamaz olmuştu. Biçare ahalinin o kadar gözü yılmıştı ki herhangi bir kimsenin yanında politika veya vatan kelimelerini kullanacak olsanız, “bu adam mutlaka casustur, beni yakacak!” diye kaçıp gidiyor ve artık selamı kesiyordu. Cesur Türk milleti, Abdülhamid’in otuz seneden beri devam eden zalim idaresi yüzünden korkak ve çekingen bir millet olmuştu. Abdülhamid’in milleti sıkıştırması nisbetinde etrafındaki avenesinin şekavet hırsı da artıyordu. Bu meseleye dair İstanbul’dan Paris’e yazılan bir mektup’ta deniliyordu ki:
“İstanbul’da kırk beş paraya satılmak lazım gelen ekmek şimdi 40 paraya satılıyor. Bakınız nasıl oluyor: Zirai ve ticari ahval yüzünden buğday ve un piyasasının gerginliği malum. Onun için bizim ekmeklere beş para zam yapmak icap etti. Anadolu’da, Rumeli’nde iki keçili bir kariye bırakmayan, mezalimi ile milyonlarca halkı sefalet ve esaret altında inleten Hamid bu zamma muvafakat etmedi. “Fakir ahali benim evlatlarımdır, beş para fazla vermekle mutazarrır olmasınlar!” dedi.
Nihayet fırıncılar grev ilanıma teşebbüs ettiler, Abdülhamid yine razı olmadı. Bunun üzerine “beş para fakir ahaliden çıkacağına zengin olan beytülmal, Müsliminden çıksın dedi. Bugün İstanbul’un bahtiyar sakinleri beş parası hazineden verilmek üzere eskisi gibi kırk paradan ekmek yiyorlar. Şehremini Reşit Paşa ile oğlunun kayınpederi Ahmet İzzet Paşa fırıncılara böyle ekmek başına beş para sadaka verecekleri yerde hazineden herkese birer maaş verilseydi daha münasip olurdu. Çünkü fırınlardan çıkan ekmeklerin adedini ve binaenaleyh okka başına verilecek beş para tazminatın hesabını ancak Cenab-ı Mevla bilir.
Musul Vilayeti dahilinde eşkıyanın tahrip ve sekenesini katliam ettiği köyleri ve çiftlikleri mal bulmuş mağrıbi gibi hazine-i hassasına ilhak eden, Yanya ve Manastır dahilinde senevi on bin lira irat getiren yetmiş beş çiftliği sonradan hazine-i hassa ile maliye hazinesi arasında irat masraf edilmek üzere cem’an on beş liraya satın alıp, içerisine ağnam ve aşar kaçakçıları doldurmak suretiyle senede laakal ayrıca, kırk, elli, belki de iki yüz bin lira istifade temin eden Abdülhamid gibi bir deni şahsın bu beytülmal hesabına gösterdiği semahate develer güler, kaz…
Bu semahatin (!) sebebi şu oluyor ki guya bereketsizlik yüzünden halk müşteki imiş, ekmek narhına beş para zammedilirse ahali belki söylenirmiş diye jurnal verilerek kendisini korkutmuşlar. Hakiki sebep ise bu hesabı, kitabı malum olmayan ve olması da mümkün görünmeyen beşer paradan Şehremini ile Arap İzzettin günde bir kaçar yüz lira ziftlenmeleridir.”