İttihat Ve Terakki

Doktor Bahaddin Şakir Bey’in Yusuf İzeddin Efendi’yi Seyahati Hakkında Bilgilendirmesi

Doktor Bahaddin Şakir Bey’in Yusuf İzeddin Efendi’yi Seyahati Hakkında Bilgilendirmesi

 

Ahmet Rıza Bey, Paris’e geri döndükten sonra Doktor Bahaddin Şakir Bey de bir teftiş seyahatine çıkmış ve her tehlikeyi göze aldırarak bu seyahatini İstanbul’a kadar temdit etmişti. Doktorun, İstanbul’da iken Yusuf İzzettin Efendi’ye gönderdiği mufassal bir mektup bu teftiş seyahati ve o seyahatle takip edilen gayeler hakkında çok şayan-ı dikkat tafsilatı ihtiva eylemektedir. Onu aynen aşağıya yazıyoruz:

“Maruz-u bendei kemterleridir.

Bir frank bile fazla masraf yapılmaması için birçok nezaretlere ve teftişlere tabi olan cemiyetin umur-u maliyesi, Ahmet Rıza Bey’in Mısır seyahatinden avdetinden sonra cemiyetin unsurunu ve teşkilatını tetkik ve teftişe ve zat-ı ali-i necabetpenahilerine hususi maruzatta bulunmağa bendenizi memur etti ve seyahatim için 1500 frank tahsis ederek yola çıkardı. Bendeleri dahi başını koltuğunun altına alarak vatanım ve velinimetim için yapacağım bu hizmetten dolayı mesrur ve mağrur olduğum halde ve maruz kalacağım müthiş tehlikeleri düşünmekten kuvve-i müfekkiremi men’ile buraya geldim.

Cemiyetin maksadı bendelerine hatırnak bir tenezzüh icra ettirmek olmadığı gibi menafi-i zatiyem de, pençe-i gadrinden mucize nevinden bir kere tahlisi garibane muvaffak olduğum bir canavarın kana susamış ejder ağzına tekrar atılmamak olacağı bedihidir.

İmdi, bendenizin bu mahuf seyahati icradaki maksad-ı sadikanem, ne gençlikten, delikanlılıktan, mütevellit vukufsuzluk, ne de bir sevk-i menfaat olabilir. Belki deruhte ettiğim vazifenin icap ettirdiği bir fedakarlık vicdanının emrettiği bir hizmettir.

Hayatın kıymet ve lezzetini takdir etmeyecek, maruz olduğu tehlikenin ehemmiyetini anlamayacak kadar noksan tahsil, ne de fıktanı muhakemeye malikim. Bir taraftan ecdadımın kanıyle ıslatılmış olan bu mübarek vatanın selameti, diğer taraftan nimet ve nezaketiyle vaktiyle taltifine mazhar olduğum ve vatanım için en faydalı olacağını ümit ettiğim bir velinimetin saadeti bendelerini bu tehlikeyi nazar-ı dikkate almağa sevketti.

Vatanın bir karış toprağını müdafaa ve Osmanlı haysiyetini muhafaza maksadile sevine sevine kanını dökmeğe giden bir Osmanlı neferinin azminden geri kalmayı arzu etmem. Bahusus vatanıma, efendime gayretim ve fedakarlığım ile pek çok askerlerden ziyade nafi olacağımı anladığım anda tehlikeyi kulunuzun gözü görmez ve aklı muhakeme etmez. Reislerinden bulunduğum bir heyete karşı verdiğim sözden rucu ve nükul ise bendelerince kabil olamaz.

Bu teşebbüste velinimetimin mevkiini duçar-ı tehlike etmek meselesine gelince, Efendimizce malumdur ki ef’al-i hayatiyenin en basitleri bile tehlikeden vareste olamaz. Yürüyen bir şahıs da ayağını kırmak, taam eden bir zatta boğulmak tehlikelerine her an maruzdur. Fakat bu melhuz tehlikelere rağmen hiçbir fert ve yürümekten ne de yemekten vazgeçer.

Bendeniz nefsime gelecek fenalıktan kat kat ziyade Efendimizi zerre kadar rahatsız etmemeği her şeyden evvel düşünürüm. Hüseyin Bey’den bize bir zarar geldiyse, onu vasıta-i muhabere ittihaz edenin bendeleri olmadığı Efendimizce müsellemdir.

Tehlikeden yüz çevirmem, fakat kemali ihtiyatla mücehhez olmayı asla feramuş etmem. Mukadderaztolarak bi kazaya hedef olduğum taktirde ise, derimi yüzseler ne Efendimize ve ne ahare zarar getirecek bir sözü ağzımdan alamazlar.

Bedeniz sözümün erbabı olduğuma ve yapacağım bir şeyden asla bahsetmeyeceğime Efendimiz artık kanaat getirmişlerdir. Efendimiz bir tehlike vukuunda ve yahut her ne vakit emrettikleri halde ifa-yı hizmet için der hal İstanbul’a geleceğimi evvelce arzetmiştim. İfade-i sadıkanem belki bir hulus olmak üzere telakki edilmişti. İfadatımı fiilen isbata muvaffak olduğumdan dolayı kulunuz mesrur oldu, Efendimiz de mutmain olmuşlardır.

Şu mukaddeme-i ifadatı serdetmekteki maksad-ı acizanem, Efendimizin gençlik hiffeti olmak üzere telakki buyurdukları bu hareketimizin bir hürmet-i dindarane ile tazim ettiğim hubb-ül vatan ve vazife-i sadakat olduğunu lutfen kabul buyurmalarını rica ve deruhte ettiğim vazifenin bilvasıta olsun icrasına müsaade buyurmalarını istirhamdan ibarettir. Yoksa asla nefsime lufut üstad-ı ekremilerine nail olmak ümidile değildir.

Bendeniz delik potin ve yağlı setre ile gezmeğe ve peynir ekmek yemeğe alıştım. Fakru zaruret benim namusumdur. Hakk-ı aciziye ait bulunan ve üstad-ı ekremilerine arz-ı teşekküratı bigayat eylerim ve bendenizin hal ve maişetim vicdan ve haysiyet-i necabetpenahilerine ait bir keyfiyet olmakla bu gibi vezaif-i mevdua ve hizmet-i vataniye arasında bunun asla kale almayacağım tabiidir.

Sultan Hamid’in cinayetleri memleketi harap ettiği kadar efkar-ı milliyeyi de perişan etmekle bu meyanda bir taraftan şantaj maksadi-le memleketten çıkarak maksatlarına nail olamayınca işi hürriyetperverliğe dökerek vasi vasi adem-i merkeziyetlerle Memalik-i Osmaniye’nin taksimi esasını telkin ve hilafetin hükûmetten ayrılmasını alenen ilana kıyam eden Prens Sabahaddin Bey gibi teşkilat-ı Osmaniye’nin yıkıcısı ve Efendimizin düşmanı hainler, muhalif anası-rı Hristiyaniyeden aldıkları muavenet sayesinde neşriyat ve telkinatla halkın fikrini zehirlemekte ve muhtelif anasır-ı Osmaniye arasına nifak tohumu saçmaktadır.

Diğer bir kısım menfaatperestler Avrupa usul verasetinin kabulünde ki muhassenattan bahsetmekte Sabahaddin dahi bu fikirdedir ve bu hususta aleni neşriyatta bulunmaktadır. Bazıları da büsbütün umum hanedan-ı saltanat aleyhine muhasemata kalkışarak neşriyatta bulunmaktadır. Doktor Abdullah Cevdet’te bunların içindedir.

Diğer taraftan ise Abdülhamid ve makrebleri olanca kuvvet ve tedbirleriyle tebdil-i veraset için uğraşmakta ve fırsat gözetmektedirler. Bu defa İstanbul’a vüsulümde görüştüğüm zevat meyanında mevsuk’ulkelem bir zat, birkaç gün evvel Mecit Efendi’ye Yıldız Sarayı tarafından ebediyyen hakk-ı saltanattan feragat ettiğine dair bir kağıt imzalaması teklif olunduğunu söyledi. Mecit Efendi bu teklife verdiği cevabında:

“Ben nöbet ve sıra itibarile saltanatta çok gerideyim. Evvela, bu hususun teklifi bana düşmez, saniyen, istikbaldeki bir haktan vazgeçmekliğime de bir sebep yoktur” demiş. Mecit Efendi bunu mutemetlerinden birisine aynen anlatmıştır.

Aynı zamanda teşkilat-ı Osmaniyeyi yıkmak isteyen Ermeni komitecileri Abdülhamid’in vefatında gösterecekleri son faaliyet için şimdiden tedarikatta bulunmakta ve bu husus için altı yüz bin lira toplamak teşebbüsündedirler.

Bulgarlar ve Rumlar da aynı suretle hazırlanıyorlar. Avrupalılar dahi bu buhrandan istifadeyi gözetmektedirler. Görülüyor ki Abdülhamid daha yaşayacak olursa memleketin tahribatı devam edecek, hanedan-ı saltanat hukukunun payimal edilmesi tehlikeleri daima mevcut olacak ve artacaktır. Abdülhamid’in ölümünde ise muhtelif fırkaların ayrı ayrı maksatlarla faaliyetleri, ecnebilerin müdahaleleri, komitecilerin icraatı memleket dahilinde bir herc-ü merç husule getirerek hanedan-ı saltanat hukukunu sarsacak, milleti ve memleketi rahnedar edecektir.

Bunca müşkülata ve bu kadar fenalıklara karşı hakikati neşre, millete doğru yolu vaizle, memleketi canilerin elinde halasa, usul-ü verasetin muhafazasını üss’ülesas hareket tanımağa, bir taraftan Abdülhamid ve şerir-i erkaniyle uğraşıp diğer taraftan komitecilerin icraatını hükümden iskata gayretle ve hanedan ve millet menafii esasları üzerine müstenit bir program dahilinde Avrupalılara karşı müdafaa ile meşgul olan ve bahusus rüesa-yi cemiyetten bulunmaklığım hasebiyle Efendimizin menafiini asla nazar-ı dikkatten dur tutmamak suretiyle memleketin milletin, hanedanın menafiine çalışan ve aza-yı esasiyesi maruf ve namuslarına cihanın şehadet ettiği zevattan mürekkep yegane haiz-i itibar ve ehemmiyet bulunan bir fırka varsa o da Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti’dir.

Bu cemiyetten Efendimizin halihazırda ve istikbalde ne kadar müstefit olacaklarını söylemek beyhudedir. Cemiyetimiz hem telkinat, hem neşriyat ve hem icraat ile meşguldür. Şubeler tesis edilmekte ve faal fırkalar vücude getirilmektedir. Her şubeden evvel Trabzon şubesinin muvaffakıyeti görülmüştür.

Sultan Hamid’in vasıta-i zulüm ve istibdadı olan Trabzon Kumandanı Hamdi Paşa, şubenin 7 numaralı ferdi deposu memuru, mülazim Naci Efendi tarafından kahramanane bir surette itlaf edildi. Bu fedakar, istintakında “ben vatanımın saadet ve selameti için bu zalimi öldürdüm” demekten başka bir şey söylemedi.

Ahmer Rıza Bey’in Mısır seyahati, kulunuzun İstanbul seyahati ve müteakiben Bulgaristan, Romanya, Bosna Hersek’te mevcut şubeleri teftiş ve tetkik ve ita-yı malumat hususatı, bilahare vuku bulacak İsviçre ziyareti gibi teşebbüsatı Osmanlı Terakki ve İttihat Cemiyeti’nin nelere muktedir olduğunu yakında gösterecektir.

Kulunuz bir haftadan beri burada bulunduğum için şuabat-ı cemiyete lazım gelen hususları tesviye ettim. Mümkün olsaydı bunları zat-ı üstad-ı ekremilerine şifahen arzetmek isterdim.

Saltanat-ı Osmaniye’nin büyük varislerinden bulunan zat-ı necabetpenahileri bu hallere ve teşebbüslere karşı seyirci kalamayacağı tabii olduğundan cemiyet namına metalib-i atiyenin is’af buyurulmasını istirhama memur edildim. Cemiyetin umur-u idaresi dört reisin elindedir. Ahare şuyuuna meydan verilmeyeceğini Efendimize Cemiyet namına taahhüt eyleriz:

1- Cemiyetin matbaasını tevsi etmek ve devlet ve milletin saadet ve selametine sarfedilmek üzere ya her ay cemiyete muayyen bir tahsisat gönderilmesi ve yahut bir miktar ianede bulunulması;

2- Devlet ve milletin selamet ve saadeti için gayyurane ve fedakarane arz-ı hizmet edenlerden vazife esnasında hapse ve nefye düçar olacaklarını, yani siyasi müttehimlerin, saltanat nöbeti Efendimize gelince affını temin ve onları himaye etmek;

3- Meşveret usulünün tesisini ve Kanunu Esasi’nin tatbikini vaat buyurmak.”

Doktor Bahaddin Şakir Bey’in Yusuf İzzettin Efendi’ye yazdığı bu mektuptan anlaşılıyordu ki Şehzade onu huzuruna kabul etmemişti. Yusuf İzzettin Efendi’nin Sarayı daima Abdülhamid’in casuslrı tarafından tarassut altında bulundurulduğundan ve Bahaddin Şakir Bey ise Avrupa’da Abdülhamid’e karşı çalışan maruf Jön Türklerden birisi olduğundan, her ne kadar kıyafetini tebdil ederek gitse bile, yine teşhis edilmesi tehlikesi mevcut olduğundan Yusuf İzzettin Efendi, Doktoru görmekten vazgeçmeğe mecbur olmuştu. Hatta yalnız kabul etmemekle kalmamış, onun İstanbul’a gelmesinden dolayı çok korktuğu için Doktorun bu hareketini çocukluk tavsif etmişti.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: Content is protected !!