Doktor İshak Sukutî Bey’in En Büyük Üzüntüsü Ne İdi?
Doktor İshak Sukutî Bey’in En Büyük Üzüntüsü Ne İdi?
Diğer bir mektubunda arkadaşları arasındaki münasebetleri hakkında diyordu ki:
“Evvelce ben bütün insanları, ziyade gördüğüm şekilde, yani vefakar, doğru, hamiyetli, her yaptığı işi riyasız yapar, hasbinallah çalışır, hemcinsinin imdadına koşar bir surette tanırdım. Fakat zaman bana bunların aksini isbat etti, hayallerim kırıldı.
Şimdi benim birkaç dostum var. Onların sistemi, hatta küfrü bile başkalarının methinden bana evla gelir. Mektubunda sırf şahsıma ait olan nasihatlerinden dolayı teşekkürler ederim. Fakat ben öyle garip bir itikada malikim ki bunu tarif edemem. Zaten beni yakından bile tanımak güçtür. Hatta ben kendim bile ne halde olduğumu layık ile tarif edemem.
Garip olan itikatlarımdan birisi şudur: Alem isterse benim hasm-ı canım olsun, ben aç kalıp dost namı altında yaşayan düşmanlara muhtaç olmam! Belki bu itikadım yanlıştır, fakat yanlış çıksa da gam yemem. Çünkü hayatımı kısaltmak ve uzatmak elimdedir.
“Senin aleyhinde yazıldıkça memnun oluyorum” diyorsun. Bu cümleye ben de memnun oldum. Hiç olmazsa hamiyet yolundan ayrılmayan arkadaşlarımın memnuniyetini celbedecek fiillere tevessül etmiş olduğumu görüyorum. Bu da benim için bir tesellidir. Diğerlerinin hücumuna gelince onları okudukça yüreğim yağ bağlıyor.
Keşke milletin hukukunu müdafaa etmek iktidarını haiz olan yüzbin Gazeteci ve beş yüz bin faal adam çıksa da beni Abdülhamid’den daha ziyade terzil etselerdi! O zaman daha ziyade memnun olurum, çünkü millette bir hayat eseri uyanmış olduğunu görürdüm. Bir zamanlar böyle şeyler gücüme giderdi. Ben de şimdiki hamiyetperverler gibi herkesin lisanından bir takdir beklerdim. Fakat o fikrimi değiştirdim.
Şimdi alem bana taarruz ediyor. Benim ise kimseye taarruz ettiğim yoktur. Bir zamanlar gevezelik eder, lisanen söylerdim. Şimdi ona da tövbe ettim. Çünkü evvelce bir kısım insanları kabil-i ıslah bilirdim. Şimdi ise o ıslahtan ümidimi kestim. Niçin ağzımı yorayım? Beyhude mücadelede mana var mıdır?
Ama bir takımları bana, hadd-i menfaat için hafiye derlermiş. İsterlerse vatan haini desinler. O da benim umurumda değildir. Ben vicdanımın emrettiği yoldan giderim. Vicdanım beni tezkiye etsin, kafidir. Alemin tezkiyesine ihtiyacım yoktur.
Sizin tenkidatınıza gücenmem, emin olunuz. Yalnız size karşı Rahmi Bey meselesinden dolayı biraz kırılmıştım. Çünkü ne kadar fena adam olsam, Rahmi Bey’in son menfaat meselesinden dolayı aleyhimdeki hücumları kadar fena adam değilim, zannederim. İhtimal ki hata ediyorum. Fakat bunu ekseriyet elbette takdir eder.
“Başka yerlere giderek maişetini kendin kazan” diyorsunuz. Bu nu bende vaktile haylice düşünmüştüm. Fakat bazı suiemel sahiplerini memnun etmemek için ismimi mahvederek mesleğimi muhafaza etmeği düşündüm, böyle karar verdim, böyle yaptım. Bir takım bigünahları perişan bırakmaktansa onların da hayatı müreffeh bir surette bu yolda temin edilmiş oldu. Bu da benim için vicdani bir zevktir, değil mi Azizim?”
Doktor İshak Sükutî Bey, çok hassas bir ruha malikti ve arkadaşlarının ifadesine nazaran melek gibi bir adamdı. Müteverrim olduğundan hemen daima hastalıktan kurtulamazdı. Arkadaşlarının tenkitlerine maruz kalması 1500 frank maaşı kabul ederek Roma Sefareti’ne tayinini kabul etmesinden ileri geliyordu. Hatta yukarı ki mektupta da bahsedildiği vechile Doktor Nazım Bey bile Ona “başka yerlere gidecek maişetini kendin kazan” diye yazmaktan geri durmuyordu.
Bununla beraber, Doktor İshak Sükutî Bey vicdanen çok müsterihdi. Çünkü Cenevre’de çıkan ve Osmanlı vatanı için hürriyet mücadelesi yapan Osmanlı Gazetesi Doktor İshak Sükutî Bey’in her ay maaşından ayırarak Cenevre’ye gönderdiği 1300 frank sayesinde yaşayabiliyordu.
Hasta ve tedaviye muhtaç olduğu halde kendisine yalnız 200 frank tahsis ederek mütebakisini yine Genç Türklük gayesine sarfedilmesini arkadaşlarının takdir etmemelerinden dolayı çok üzülüyordu.
Bu arkadaşlar arasında Rahmi Bey en aziz arkadaşlarından birisi olduğu halde onun iftiraları Doktor İshak Sükutî Bey’e pek dokunuyordu. Doktor Sükutî, arkadaşlarının söylediklerine nazaran oldukça harabati bir zat imiş, yıkanmağa bile üşenirmiş. Rahmi Bey bazen onu zorla musluk başına götürerek hiç olmazsa başını yıkatmağa mecbur edermiş.
Aralarında bu kadar samimiyet olduğu halde Rahme Bey’in İstanbul’a gittikten sonra aleyhinde bulunmasını Doktor İshak Sükutî Bey bir türlü hazmedemiyordu. Mektuplarında hep Rahmi Bey’den bahsediyor ve diyordu ki:
“Ben vaktile pek dürüstane davranır, cidden kalbimi kıranları bile tayip etmek isterdim. Fakat zaman geçtikçe ve yaş ilerledikçe bu gibi haller bana birer birer veda ediyor. Hasılı Rahmi Efendi’ye karşı olan inkisarım pek güç tadil olunabilecektir. Ama benim gibi mesavii ahlak sahibi bir adamın ona karşı olan inkisarından ne çıkar? O’nun benden hiçbir ümidi olmadığı gibi benim O’na ne maddi, ne manevi ihtiyacım vardır.
Haydi ihtiyacım olsa bile, o ihtiyaç belası yüzünden dosta müracaat ederek minnet altında geçirilecek hayat bana nasip olmasın. Şimdiye kadar kimsenin himayesi altında yaşamadım. Bundan böyle de kader beni bu hale giriftar etmez ümidindeyim. Fakat maksadıma hizmet için her türlü minnetlere, her türlü hallere katlanırım. Herkesin kedine mahsusu bir nokta-i nazarı vardır.
Bu mesleğe girdiğim günden beri ahbap zannettiğim yahut tanıdığım bir çok zevatın bana karşı günagun harekatını görmüştüm. Fakat hiç birisi Rahmi Efendi meselesi kadar bana tesir etmemişti. Ne ise ona Allah selametler versin, bize de akıllar ihsan eylesin!”
Rahmi Bey’in 1899-1900 senesinde İstanbul’da bulunmasının sebebi malum değildir. O aralık Rahmi Bey’in Abdulhamid’den bir şifre alarak Selanik’e hareket ettiği söylenmişti, Abdülhamid’in şifre almak, Abdülhamid’e casusluk etmek demek olmakla beraber, Rahmi Bey’in bu hareketi tabii Abdulhamid’e hizmet için değil, bilakis onu aldatmak suretile Genç Türklüğe ve Terakki ve İttihat Cemiyeti’ne yardım etmek maksadile yapılmıştır.