Doktor Nazım Bey’in İstanbul’daki Bomba Davası ve Makedonya’daki Çete Faaliyetleri Hakkındaki Tahsilatlı Mektubu
Doktor Nazım Bey’in İstanbul’daki Bomba Davası ve Makedonya’daki Çete Faaliyetleri Hakkındaki Tahsilatlı Mektubu
Doktor Nazım Bey’in Terakki ve İttihat Cemiyeti evrakı arasından çıkan ve Meşrutiyet’ten evvel yazılmış olan bir mektubu daha vardır. Nazım Bey bu mektubunda, İstanbul’da devam eden bomba davasına, Makedonya’daki çete harekatına ve zabitlerimizin hamiyetlerine ve fedakarlıklarını dair dikkate şayan olan aşağıdaki tafsilatı veriyordu:
“Sana evvela Necip Melhamenin vahşetinden bahsedeyim: Yıldız’da atılan bombadan dolayı, bir istintak heyeti teşekkül etmiştir. Bu heyeti Necib’in riyaseti altında, bir Başmüdde-imumi, müdde-imumi Necmettin Molla Bey ve daha birkaç kişiden mürekkepti. Bilmem hangi taraftan yapılan bir ihbar üzerine o zaman Avusturya Hastahanesi’nde kapıcılık yapan bir Ermeni de tevkif olunmuştu.
Necip Melhame bu kapıcıya bildiklerini söyletmek için engizisyon zamanında bile hatıra gelmeyen işkenceleri yapar,, sivri bıçakla kapıcının her tarafını delik deşik ettikten sonra o yaraların hasıl ettiği iltihaplar üzerine kudurmuş bir vahşi gibi basar sopayı; o derecede ki zavallı kapıcının vücudu şişmiş bir tuluma döner. Bu halden müteessir olan Necmettin Molla Bey, bu işkencenin hukuk-u umumiyeye muhalif oluğunu öne sürerek Başmüdde-iumumi ile birlikte şikayet için Ragıp Paşa’ya müracaat ederler. Ragıp Paşa’nın bunlara verdiği cevap.
“- Kudurmuş Arab’a beni de mi dövdürmek istiyorsunuz?” dan ibaret kalır.
Ben bu vakayı müştekilerin birinden emin bir vasıta ile işittim. Hiçbir isim zikretmeyerek yalnız Necip Melhame’nin kapıcı Ermeni üzerinde icra eylediği bu vahyişane muameleyi Ermenilere anlatınız.
Makedonya meselesinde Türkler zannettiğiniz gibi kolları bağlı kalmamışlardır.Rum komitelerine çok hizmet etmişlerdir. Efradı arasında Türk bulunmayan Rum çetesi nadirmiş. Bu çetelere giren Türkler tabii Rumların parasile çalıştıkları için milliyet hesabına şayan-ı iftihar değilse de, Rumların menafii – bu meselede – Türklerinki ile bir gibi olduğundan çeteye giren Türklerin sayelerinden Türk milleti de doğrudan doğruya müstefit olmuştur.
Türklerin sayi buna münhasır kalmamıştır Vakalardan mütenebbih olan İslâm ahali birçok kazalarda ittihat etmiş, aralarından güzide ifradı çete suretinde kazaları dahilinde gezdirerek İslâm haklarını müdafaa etmişler. Tiküş, Doyran gibi kazalarda Bulgarlar tarafından öldürülen bir İslâm’a mukabil otuz, kırk Bulgar öldürmüşler ve o derece şiddetle intikam almışlar ki o havalide bulunan Bulgarlar evlerinden dışarı çıkamaz olmuşlardır.
Bundan başka bize mensup hamiyetli zabitlerden birkaçı, hatta cebinden para sarfile tedarik elediği tüfeklerle çeteler teçhiz etmişler, kaza kaza dolaştırıp İslâm’ın rahat ve asayişini temin ettikten başka kat’i delillerin eksikliğinden dolayı resmen tevkif edemedikleri Bulgar müfsitlerini bu çetelere öldürtmüşlerdir. Ben bu yolda çete teşkil eden zabitlerden üç kişi tanıdım. Şimdi Doyran, Koçana, Kökülü ve havalisinde Gemici Hüseyin, Martin Mustafa, Arap… vesaire kumandanlarından dört beş Türk çetesi vardır. bu çeteler, Bulgarlar nerede bir Türk öldürürlerse, orada en aşağı beş Bulgar öldürmek üzere çalışıyorlar. Bu çeteler bir Bulgarı öldürdükleri zaman ekseriya cesedi üzerine o kazanın kaymakamına hitaben bir mektup bırakıyorlar ve diyorlar ki: “Kaymakam Bey, bu gavuru öldüren Arap… yahut Martin Mustafa’dır… Filan yerde öldürülen İslâm’ın intikamıdır.”
Gemici Hüseyin’in programı da şudur: Bir Müslüman öldürüldüğü zaman ona mukabil on Bulgar’ı öldürmektir. Ve bunun için bir intihap tarzı yoktur. Önüne geleni, Bulgar kadını olsun, erkek olsun, ihtiyar olsun, çocuk olsun, on adet doluncaya kadar hiçbir Bulgar gemici Hüseyin’in satırından yakasını kurtaramıyor. Gemici Hüseyin birkaç kazanın Allah’ı kesilmiş. Bulgarlar bu ismi işittikleri zaman titriyorlar.
Tensikata memur zabitlerin ve sivil ajanların tazyikile Hükûmet, Gemici Hüseyin’i öldüren veya tutan zabite iki rütbe birden terfi ile bilmem ne kadar nakdi mükafat vadediyor. Yine Gemici Hüseyin tutulmuyor.
Geçen sene Sırp komitesinden yüz kişilik bir çetenin icra edemeyeceği bir fiili Gemici Hüseyin, tayfasından üç dört İslâm ile beraber yapabilmiştir. Bu çetelerin Bulgarlar üzerindeki tesiri hükûmetin çıkardığı yüz bine yakın askerin tesirinden daha büyüktür. Çünkü bu çeteler, hükûmetin tevkif edemediği komite organizatörlerini öldürüp komitenin faaliyetine büyük sekte vuruyorlar.
Ondan sonra Bulgarlar Müslümanları öldürmekten çekiniyorlar. Çünkü biliyorlar ki bir Müslümanı öldürürlerse köylerinden hiç olmazsa on Bulgar öldürülecektir. Şimdiki halde Müfettiş Paşa’yı en ziyade düşündüren bu Türk çeteleri meselesidir. Türk çeteleri Bulgar çeteleri gibi kolay kolay imha edilemiyor. Buna da birkaç sebep vardır. Esasen Türkler Bulgarlardan ziyade cesur, çevik ve nişancı ondan sonra çeteyi teşkil edenler ekseriya askerlikten firar etmiş, takip müfrezelerinin harekatını tamamile bilir kurnaz adamlardır. Buna bir de icra-yı nüfuz ettikleri havalideki köylü Müslümanların ve takibe memur müfreze zabitlerinin muavenetleri inzimam ediyor.
Ekseri mahallerde Bulgarların kuvve-i maneviyeleri pek ziyade kırıktır. Hudud boyundaki birkaç kaza, ki burada Bulgarlar Müslümanlardan sekiz on defa fazla bulunuyor, istisna edilirse diğer taraflarda Bulgarlar fena halde ezilmişlerdir ve eziliyorlar. Müslümanlar uyurken yani Makedonya meselesinin bidayetinde komiteler İslâmı hakikaten korkutmuşlardı. Lakin bu korku pek çok zaman sürmemiş İslâm dahi ekseri yerlerde uyanmış, ölen Müslümanların şiddetli bir surette intikamını almağa başlamıştır. O zamandan beri Bulgar eski kuvvetini kaybetmiştir.
Bundan başka askerin de hali değişmiştir. Neferler o derece idman hasıl etmiş ki bir çeteye tesadüf ettikleri zaman nadiren o çeteden bir kişi kurtulabiliyor. Askerin ne müsademede verdiği telefat Bulgarların telefatına nisbetle onda birdir. Takibata memur Türk zabitlerinden hakikati şifahen dinledim. Yunanistan’daki zabitlerin bir kaçından ve dahilde bir köyde bulunduğum zaman aynı köyde o gece gizlenmiş bulunan altmış kişilik bir Yunan çetesinin kumandanı bulunan bir yüzbaşı Yunan zabitinden kulağımla işittim.
Yunan zabitleri bana Türk askerinin cesaret ve çevikliğinden defaatla bahsettiler. Muhterem Sezai Beyefendi’ye söyle, Türk askeri yine eski bildiği aslan yürekli askerlerdir. Dört beş senelik takibat ve tecrübe neticesi bu askerler dünyanın hiçbir milletinde bulunmaz bir dereceye varmıştır. Gazetelerde hükûmetin ilan ettiği telefat adedi yalan değil hakikattir. Bu ilanlarda Bulgarların telefatı 50 ise bizim askerin telefatı 4-5’tir.
Türk askerinin cesaretinden ve meharetinden bahsederken genç zabitlerimizi unutmak adeta bir küfran-ı nimet olur. Neferler bile mektepli genç zabitlerin cesaret ve fedakarlıklarını bir lisan-ı sitayişle yadediyorlar.
Bizim orduda bozuk olan uzuv başında bulunanlardır. Genç zabitlerin hiç olmazsa nısfı milletin medar-ı iftiharı olacak bir terbiye ve metanete haizdir. Buraya geleliden beri pek çok zabit gördüm. Uzun uzadıya görüştüm. Vakıa benim gördüğüm zabitlerin hemen umumu bizden olduğu için, ahlak ve metanetçe ve samimiyetçe elbette ordumuzun en güzide olanlarıdır.
Bununla beraber, bu adamların ahval ve harekatı beni hayrette bırakıyor. Gözlerimizden meserret yaşları akıtıyor. Bazı meclislerde muhterem Sezai Bey’imizin bulunmasını, bu gençleri dinlemesini gönül arzu ediyor. Baha’cığım, Türk’ün kanı donmamış, hükûmetin bu kadar seyyiat ve ifsadatına rağmen Türkün damarlarında ecdadındaki kan cevelan ediyor. Zabitler diyorlar ki:
“Aylığımız azdır; muntazaman çıkmıyor, fakat bunda bir beis yoktur. Biz ki vatanımız için kanımızı akıtmaktan çekinmeyiz, bizi müteessir eden şey ordumuzda liyakatsiz amir kullanılmasıdır.”
Hem de bunu diyenler Bulgarların bombalarına karşı kılıcını çekip askerin önüne düşen zabitlerdir. Bu zabitler senelerce mekteplerde kafa patlattıkları, altı yedi sene vatanları uğrunda defaatla ölümün yanından geçtikleri halde henüz mülazimlikten kurtulamamışlardır.
Bu kadar metanet ve fedakarlık gösterecek bir zabit acaba Almanya ordusunda var mıdır? Yunan gibi fakir bir hükûmetin mülazimleri 200 frank maaş alıyorlar, muayyen bir zamanda yüzbaşı olacaklarından emin bulunuyorlar. Bizim zabitler gibi Rumeli Balkanlarında dolaşmıyorlar. Halbuki zavallı Türk zabitleri o kadar biçare, o kadar parasız ki insan bunları görüp de müteessir olmamasın kabil değil!
Hamiyetsiz, cahil! Müfettiş Paşa, senede yedi bin lira ve vali dört beş yüz lira aylık alıyorlar. Bir bunları düşünüyorum, bir de civarımda oturan bir yüzbaşı ailesinin fakr-üzaruretini görüyorum. Sebep olanlara lanet etmeden kendimi alamıyorum.
Bah’acığım Gustave Lebon “Evolution des peuples” namındaki kitabında milletleri bir mahruta teşbih ediyor da diyor ki: Ahali mahrutun kaidesini, aydınlarda zirvesini teşkil ederler. Bir milletin zirvesinde bulunanlar, mesela Fransız ulema ve hükemasından iki yüzü ifna edilse, Fransa medeniyet ve saadetini yarı yarıya kaybeder. Ben de diyebilir ki Türk aydınlarından iki yüz kişi darağacına çekilse, Türkler on misli mes’ut ve müterakki olurlar.
Müfettiş Paşa, Sultan Hamid’i taklit etmiş, dairesini Mabeyn’e benzetmiş, bir Müslüman serbestçe girip arz-uhal veremiyor. Bu adam üç dört senedir burada bulunuyor. Kendi ağırlığından ziyade maaş alıyor. Henüz Osmanlı’lığa hiçbir hizmeti dokunmamış. Yıldız’ın emrine itaatten, Frenklere tabasbustan başka bir şey yaptığı yok. Eşkıya meselesinin önüne bir set çekmek için hudut boyundaki kazalardan bir kaçına bir kaç düzüne İslâm köyleri tesisi hakkında kendisine defaatla raporlar verildiği ve oralarda arazisi bulunan kimseler pek ucuz fiatle yerlerini terke razı edilmiş olduğu halde seksen yüz bin lira gibi ehemmiyetsiz bir fedakarlıkta yalnız hal için değil istikbal için de memlekete kat kat faydası olacak bu gibi teşebbüsler Müfettiş Paşa’nın bir günlük vaktini bile işgal edemiyor. Bu adama karşı olan adavetim günden güne arttığı için bunun hakkında seninde başını ağırtıyorum. Nasıl ağrıtmayayım ki elinde – ecnebilerin muaveneti hesabile – fevkalade bir iktidar olduğu halde bundan milletini memleketini istifade ettirmek istemiyor. Yalnız azamet satmakla vakit geçiriyor.
Maiyetine verilen bir zabit, arabasının tevakkufünde kapısını açmadığı için o zabite çıkışıyor. Zabitte diyor ki:
– “Efendim, benim vazifem sizi muhafazadır; kapı açmak, kapamak değildir. İzzet-i nefsi kırılan bir zabit elbette nazik meselelerde hayatını feda etmekten çekinir.”
Eğer Müfettişte zerre kadar hamiyet olsaydı, bir zabite hizmetçi vazifesi yaptırmadan çekinip zabitin yukarıda da yazdığı gibi verdiği cevaptan memnun olması lazım gelirdi.
Halbuki Rumeli Prensi (ahali istihza makamında Müfettiş’e bu lakabı veriyor) zabitin kendisine hizmetçilik etmek istemeyişine fevkalade kızmış, yanından kovacakmış.
Vali’ye gelince; evvelce yazdığım gibi merdiven altında külahlı evliya çıkartacak kadar cahil! Bundan evvel Selanik’te Hasan Paşa isminde bir vali varmış. Transval muharebesi zamanında muharebeden bahsolunduğu bir gün: “Ben kendi kendime İngiliz bizden bu Transval’i aldı ama, bunun cezasını görecektir demiştim. Bak nasıl tahminim doğru çıktı!” diyerek yanındakileri hayretler içinde bırakmış. Böyle adamlar Selanik gibi Avrupa şehri halini alan bir memlekete vali tayin olunuyor, hayret!
Bunları gazeteye havadis olsun diye yazmıyorum. Gazeteye makale yazmak için burada bir tahrir heyeti teşekkül etmek üzeredir. Maksadım hasbıhaldir.”