Sol İçi Şiddet

Dursun Karataş Darbecilerin Elinden Kaçıyor

Dursun Karataş Darbecilerin Elinden Kaçıyor

Tutuklu bulunan Karataş, örgütün dergisinde çıkan bir yazıyı bahane ederek 22 gün sonra Yağancılar tarafından gözetim altında kaldığı odanın pencere demirlerini çıkartarak kaçtı. Durumu Türkiye’deki taraftarlarına telefon ederek anlatan Karataş bir süre Almanya’da faaliyetlerine devam etti. Fakat Karataş 8 Ekim günü Yağancılar tarafından tekrar yakalandı, isteği üzerine örgüt içinde yapılan durum ‘değerlendirmesi neticesinde sorgulanan’ Karataş, 1 Kasım’da örgütün Ortadoğu sorumlusu Musa kod adlı Aslan Tayfun Özkök, Malik kod adlı MK üyesi Faruk Ererer’in isteği üzerine bir başka örgüt evine gitmesine izin verildi. 3 Kasım 1992 günü Karataş’ın Özkök tarafından Yağan’dan teslim alınmasından sonra örgütteki bölünme açığa çıktı. DK ipleri yeniden ele almak için kendisine yönelik eleştirileri reddederek Bedri Yağan ve arkadaşlarını “darbeciler” olarak suçladı. Özeleştiri yapan Karataş legal ve illegal grupların kendisine bağlılıklarını bildirmesini ve darbecilerin teslim olmasını istedi. Karataş darbecilerle çıkan örgüt içi hesaplaşmadan sonra serbest kalmasını müteakiben 14 ve 20 Aralık 1992’de “Musa ve Malik” ismiyle “darbecilere” başlıklı bir çağrı yayınlandı. Karataş taraftarı Malik ve Musa kod adlı MK üyeleri Yağancılara yaptıkları çağrıda “Bütün ilişkilerin darbecilerin yönetiminde olamayacağı, bunun içinde ilişkilerin üç kişilik komisyona devrederek tartışma sürecinin başlatılmasını” istediler.
Dursun Karataş ve yandaşları Malik ve Musa “Darbecilere” başlıklı bir metini Yağancılar’a göndererek platform istediler. Her iki taraf arasında devam eden karşılıklı mektuplaşmalar ve kuryeler vasıtasıyla gönderilen metinler taraflar arasındaki problemlerin daha da büyümesine sebep oluyordu. Dursun Karataş kanadı darbeci olarak nitelendirdiği Yağancılar’dan tekrar örgütü eski işleyişine döndürmelerini, el koymuş oldukları arşiv, para ve silahları tekrar kendilerine teslim etmelerini istiyorlardı.
Dursun Karataş da boş durmuyordu. 13 Eylül 1992’de hapsedildiği süre içinde aldığı notlardan oluşan “Kirletilmenin günlüğü” ve darbecileri değerlendirdiği “Kara Mizah ve Kişilik çözümlemeleri”ni kaleme aldı. Karataş tarafından yazılan taraftarlarınca dağıtılan yazılar darbeci olarak adlandırılan Yağancıların da eline geçmişti. Yağancılar, Karataş’ın kendileriyle ilgili yapmış olduğu suçlamalara cevap veren yazıları Karataş’ın yazılarıyla birlikte örgüt taraftarlarına dağıtarak karşılaştırma yapılmasını istiyorlardı. Kim doğru söylüyor, kim yanlış yapıyordu? Yağancılar’ın eline geçen yazılar Karataş’ın hoşuna gitmedi. Her iki taraf da gelişmelerden habersiz olan Dev–Sol mensuplarını yanlarına çekmek için büyük bir mücadele yürütüyorlardı.
Dursun Karataş, Yağancılardan hızlı davranarak yurtiçindeki örgüt mensuplarına kimine telefon ederek, kimi yere faks çekerek, kendisine komplo kurulduğunu, kuranların Haydar kod adlı Bedri Yağan ve Avrupa’daki örgüt sorumluları olduğunu söylüyordu. Karataş’ın bu açıklamaları yurtiçindeki Dev–Sol’a bağlı çeşitli birimlerin Yağancılar’a karşı büyük çoğunlukla Karataş’ın yanında yer almasına yol açtı. Özellikle cezaevlerindeki örgüt militanlarının Karataş’ın yanında yer alması Yağancılar için büyük bir sıkıntı doğuracaktı.
Dursun Karataş 1989 Ekim’inde firar ettikten sonra örgüt kadrolarından onay istemişti. Aradan geçen 4 yıl sonra Dursun Karataş “Önderlik” imzasıyla tekrar yine bir onay istiyordu. Karataş, Devimci Sol örgütüne mensup kadrolara gönderdiği onay metninde darbecilere karşı çıkılmasını da istiyordu. Onay metninde kendisine yönelik suçlamalara da şöyle cevap veriyordu:
Devrimci Sol, Benim Çocuğum, Annem, Öğretmenim, Özgürlüğümdür, Her Şeyimdir!
Saldırı çok boyutlu olarak değişik biçimlerde de olsa sürecektir. Mücadele yükseldikçe bu devam edecektir. Ve hemen dünyanın her yerinde savaşan bir hareketin önderliği her zaman düşmanın ve sapkın akımların en çirkin saldırılarına uğramaktan kurtulamamıştır. Hedef, savaşan bir örgütü yok etmektir. Örgütün liderliği etrafında tereddüde düşmemek, “acaba” sorularını sormamak için, kararlı ve cesurca en radikal eylemleri yapabilmek için,
Tutarlı ve açık olmak için,
Örgütümüze güvenmek için,
Devrimci disiplinimizi sağlamlaştırmak için,
Tüm saldırılara cesaretle karşı koyabilmek için,
Bugün oligarşinin ideolojik saldırıları oportünizm aracılığıyla yapılmaktadır. Bunlara karşı durabilmek için,
Sizlere önderlik ederken, hiçbir liberal tavra girmemek için, örgüt önderliği ve ileri kadrolarla birlikte tüm kadrolarımızın güvenine ihtiyaç olduğuna inanıyorum”
Yoldaşlar,
Darbecilerin hiç bir ideolojisi yoktur. Bütün iddiaları sonradan yapay olarak üretilmiş olup, 15 yıldır oportünizm ve burjuvaziden dinlediğimiz propagandalara aynı kökenlidir. İdeolojik kaynağını onlardan almaktadır. İdeolojiden, ilke ve kurallardan yoksun küçük burjuvazi ideolojik gıdasını başka yerden alamızdı.
Darbeciler şunları söylüyorlar;
– DK’nın ben merkezci ilişkileri sonucu darbeler yiyoruz,
– İnsanları yaratıyor ve yok ediyor,
– Savurgan ve lüks yaşar,
– Despottur, yeni bir Apo olmak istiyor,
– Devrimci Sol’da DK hukuku vardır, başka bir şey yoktur,
– Kendi çıkarları için hareketi yok etti…
Bu iddiaların oportünizm ve burjuvazinin propagandalarından hiç farkı yoktur. Ama tüm bunlara rağmen, 23 yıllık devrimci, 15 yıllık Devrimci Sol önderliğini yaparak geçen yaşamımda, kadrolarımıza, halkımıza veremeyeceğim hiçbir hesabım yoktur. Devrimci yaşamımın hemen her saatini, her gününü sizlerle rapor alarak sunmaya hazırım. Ve Devrimci Sol benim çocuğum, annem, öğretmenim, özgürlüğüm, her şeyimdir…
Hareketimizin tarihi kadrolara ve halka karşı açık ve dürüst olmak tarihidir. Kuşkusuz bu tarihin oluşumunda sizlerle birlikte kendime de rol biçiyor ve onur duyuyorum. Bu kültürün ve anlayışın gereği olarak hatalarımız, eksiklerimiz, zaaflarımız konusunda gerek örgüt, gerekse önderiniz olarak hep açık oldum. Sizlerle paylaştım. Gelelim noktada kıyasıya mücadele ettiğimiz içimizdeki küçük burjuva ideolojisinin direniş gücünü yeterince hesap edip, buna karşı önlemler almadığım için hareketimiz böylesi bir durumla karşı karşıya kalmıştır. Bu, politikada saflık anlamına gelir. Bu nedenle tarih ve sizler önünde hesap vermeye hazırım.
Örgütümüz hangi süreçlerde, hangi politika ve taktikleri izleyip, nasıl örgütleneceği kadrolara sunularak, onların onayını alarak geniş bir katılımla şekillenmiş ve hayata geçmiştir. Katılımcılık, güven, sürecimizi karakterize eden temel öğeler olmuşlardır.
Önderiniz olarak Aralık 1989’da kadrolara sunduğum yazıda “Yeteneklerimle, politikamla, yönetme sanatımla önder, insan olarak sizlerden biriyim. Acıları sevinçleri, duyguları, hataları ve eksikleri olan bir insanım. Mitleştirmelerden, idealleştirmelerden kaçının ve liderliği bir insan olarak ele alın” demiştim. Bugün de gönül rahatlığıyla aynı şeyleri söylemekten hiçbir tereddüdüm yoktur. Devrimci bir önderlik kadrolarından, kadrolar önderlikten ayrı düşünülüp ele alınamaz.
Bugün hareketimizin önderliğinin niteliği, kimliği hiçbir kadromuz için sır değildir. Keza politikalarımız, taktiklerimiz, öngörülerimiz resmi yazımızla açık ve nettir. Her kim ki bugün, “Ben dün önderliği yeterince tanımıyordum, bu gün tanıdım” diyerek oportünizmin ve oligarşinin ağzıyla konuşuyorsa o, ya çıkarları sarsılan ve bunun için suni nedenler arayan biri, ya da hiçbir şey teslim edilemeyecek kadar güvenilmez, kör ve ahmak biridir.
Ve yine her kim ki, dün bugün politika ve taktiklerimizin her birini onaylarken, bu gün “Dün görmemiştim, yanlış ve çarpık kavramışım” vb. gerçeklerle bizi bu günlere getiren, savaş gerçeğimizi yaratan, şehitlerimizin ve savaşan kadrolarımızın kanları ve emekleri üzerine kurulu politikalarımızı ve tarihimizi reddedip, yeni oportünist politikaların ve ters yüz edilmiş bir tarihin peşindeyse, bu kişilerde ya birer büyük yalancı ve iki yüzlü, yada hiç bir düşünce kırıntısı dahi üretmeyecek, okuduğunu anlamayacak kadar zavallıdır. Darbeciler bugün tastamam bu durumdadırlar. Darbecilik suçunu gizlemek için politikalarımızı, tarihimizi, kültürümüzü, geleneklerimizi, önderlikle kadrolar arasında oluşan güveni, hemen her şeyi dinamitleyip, yok etmek istiyorlar. Amaç darbeyi meşrulaştıracak bir ideoloji ve nedenleri bulup, kadrolara darbe için çok ciddi nedenler olduğunu göstermeye çalışarak ve bu doğrultuda kadroları kışkırtarak, geri duyguları sömürmek, darbe suçundan kurtulmaya çalışmaktır.
Sorunun özüne inilmediğinde, kulağa hoş gelecek, ilk bakışta mantıklı gibi gözükebilecek, ama özünde içimizdeki maymunla kaplanın savaşından kaplanı zayıf düşürecek hemen her türlü yalan, demagoji, hile, kurgusal boyutlarda analiz ve açıklamalar, zaafların okşanması, disiplin kurallarının gevşetilmesi, hazırlopçuluğun teşviki, küçük burjuva gururunun okşanması vb. vb. hemen her yöntemi uygulamaktadır.
Yoldaşlar,
Darbeciler, önderlik nezdinde tüm tarihimizi silmek, çarpıtmak ve yaratılan değerlerimizi yok etmek istiyorlar. 15 yılda onlarca şehidimiz, yüzlerce insanımızın işkence görmesi, sakat kalması, tutsak düşmesi pahasına yarattığımız bu değerlerin darbecilerin elinde yok edilmesine izin veremeyiz. Savaşı ve ateşi görmemiş, tanımamış darbeci çetenin ideolojisi mutlaka mahkum edilmelidir. Ve bu mahkumiyet sağlanmadıkça hareketimizin geleceği olmayacaktır. Bu görev ne yalnız benim, ne de birkaç kadronun görevidir. Bu görev tüm Devrimci Sol üyelerinindir. Örgütümüz önderliğiyle, kadrolarıyla, politikalarıyla, hemen her şeyiyle tarihi bir sınavdan geçmektedir.Bu sınavı başarıyla geçmek, her zaman bütün hücrelerimizde hissettiğimiz ve başarıyla uyguladığımız birbirimize olan güven duygusunu korumakla mümkündür. Bugün bu güvene her zamankinden daha çok ihtiyacımız var. Eğer biz iç ve dış düşmanlarımıza inat, sıkılı bir yumruk gibi birlik olup “Hiç kimse hareketimizi kirletemez, tarihimizi, politikalarımızı değiştiremez, birliğimizi bozup, örgütümüzü parçalayamaz, darbecilik hareketimizde yok edilmelidir” der ve birbirimize kenetlenirsek, hiçbir güç bizi zafer yolundan döndüremez. Ama “hayır, acaba” duygularıyla hareket edip, karamsarlığa düşüp, darbeciliği meşrulaştırırsak, tarihimizi ve politikalarımızı değiştirerek sorular sormaya başlarsak darbecilik güç ve meşru zemin bulacak, hareketimiz sancılı bir sürece girecektir.
Yoldaşlar,
Şimdiye kadar büyük bir güvenle önderliğim altında hemen her türlü kararı, yaşamınızı da ortaya koyarak uyguladınız. Büyük özveriler gösterdiniz. En büyük payı başta şehitlerimiz olmak üzere, sizlerle bir savaş örgütü olan Devrimci Sol’u ve onun oligarşiye korkulu anlar yaşatan savaş gerçeğini yarattık. Bu onur hepimizindir. Darbeciliğe karşı mücadelede de aynı zamanda onur mücadelemizdir. Onur mücadelelimizde birlikte olalım ve şehitlerimizi, onurumuzu yüceltelim.
Kadrolarım!
Aralık 1989’da sizlerden;
– Tutarlı ve açık olabilmek için,
– Örgütümüze güvenmek için,
– Devrimci disiplinimizi sağlamlaştırmak için,
– Tüm saldırılara cesaretle karşı koyabilmek için,
– Önderlik ederken hiçbir liberal tavra girmemek için…” onay istemiştim. Sizlerden aldığım güçle, güvenle hareket edip, bu güne kadar birçok karar aldım ve uyguladım. Olumlu ve olumsuz sonuçlarını hep beraber yaşadık. Yaptıklarımızın ve yapamadıklarımızın hesabını şehit yoldaşlarımızla birlikte sizlere sundum.
Bugün sizlerden yeniden onay istiyorum. Ama 89’daki gerçeklerle değil, çünkü bunlar geride kalmıştır. Bugün darbeciler önderliği, örgütümüzü her şeyiyle kirletmek, lekelemek istemişlerdir. Bu lekenin temizlenmesi için önderliğe verdiğiniz onay ve güvenin tazelenmesi şarttır. Bu güven ve onay olmadan önderlik, ne şimdiye kadar onayladığımız politikaları yürütebilir ne de darbeciliği örgütümüzden temizleyebilir…
89’daki gibi yine “Ne gerek var” diyebilirsiniz. Gerektiğine inanıyorum. Çünkü düşmanın ve oportünizmin süregelen saldırıları bu kez içimizdeki düşman eliyle yöneltilmeye başlamıştır. Ve çok daha tehlikelidir. Sizlerin önderliğe onay ve güveni olmadan düşmanlarımızın üzerine kararlı bir şekilde yürümeliyiz.
– İçimizdeki düşman tarafından kirletildik, temizlenmek için,
– Darbecilik ideolojisini ve hizipçiliği mahkum edip, saflarımızda kalmasına izin vermemek, ideolojik saflarımızı korumak için,
– Tarihimizi tersyüz ettirmemek, politikalarımızı oportünizme kurban ettirmemek için,
– Örgütümüzü böldürmemek ve birliğimizi korumak için,
– En zor günlerde sınanarak bugüne gelen güven ilişkimizi zedelememek, bundan sonra da en zor alanlarda birbirimize sırtımızı dayamak için,
– Yeni bir MK öncülüğünde parti kuruluş toplantısını düzenleyip, örgütümüzün dünü, bugünü ve geleceğini her şeyiyle sizlerin iradesine teslim etmek için,
Yeniden güven ve onayınızı istiyorum.
Karar ve takdir sizlerindir, saygılarımla…
Her şey birliğimiz, geleceğimiz ve zaferimiz için!
Yaşasın Devrimci Sol!
Selamlar, sevgiler…
Önderlik

Dursun Karataş daha sonra bu onay metnini geri çekti. Dursun Karataş taraftarları ard arda çeşitli açıklamalar yaparak Dursun Karataş’ın yanında yer aldıklarını açıkladılar. Yağan taraftarlarının Türkiye’deki sorumluluğunu “Derya” kod adlı Gürcan Özgür Aydın yapmaktaydı. Bedri Yağan, Karataş’a karşı sürdürmüş olduğu mücadelede en önemli desteği Gürcan Aydın’dan görmüştü. Gelişen bu süreçte Asaf kod adlı Erdoğan Eliuygun da önce her iki grup arasında tarafsız kalmış “Çağırıcılar” adıyla kendisiyle birlikte hareket eden bir kısım militanlarla Dursun Karataş’a ve Bedri Yağan’a çözümün ortak bir platformda sağlanacağını söyleyerek çağrıda bulunmuştu. 19 Ocak 1993 günü yoldaşlara başlıklı bir yazıyı kaleme alan “Asaf ve Arif” kod adlı, örgütün Kürdistan sorumlusu Eliuygun özellikle Dursun Karataş’a yönelik çeşitli eleştiriler getirerek şunları söylüyor:
Örgütteki sorunun yurtdışında çözülebilme şansı kalmamıştır” A. Arkadaş (Dursun Karataş) hesap vermekten kaçınmamalıdır. Hiç kimse sorunu kişisel onur sorununa indirgeyerek sorunu çözümsüzlüğe itemez. Burada hareketin onuru söz konusudur, bu onur içinde her şeyi çiğneriz. Esas söyleyeceklerimi tüm detaylarıyla birlikte böylesi bir platformda belirteceğimi bildirerek yazımı bitiriyorum.48
16 Ocak 1993 tarihinde Dursun Karataş, Malik ve Musa imzalı bir yazıda Avrupa’daki çeşitli ülkelerde bulunan kendisi ile birlikte hareket eden Dev–Sol temsilciliklerine birer talimat göndererek Darbecilere yönelik örgüt içi silahlı mücadeleyi başlattı ve darbecilerin bulunduğu her yerde ve alanda mahkum edilmelerini istedi.
Her iki grubun taraftarları birbirleriyle deklarasyon savaşına da girecekti. Dev–Genç, Cezaevleri Komitesi, Kır Gerilla Birlikleri, İstanbul SDB, legal yayın organları, Devrimci İşçi Hareketi, Devrimci Memur Hareketi imzalı bir çok metin yayınlanacaktı. Dursun Karataş taraftarlarının elinde kalan Mücadele Dergisi’nde Dursun Karataş’a bağlılık yeminleri edilirken, Bedri Yağan grubu ise ancak örgüt içerisinde yerlerini bildikleri ve ilişkide oldukları militanlar vasıtasıyla açıklamalar yapıyor, çeşitli sol yayın organlarına o meşhur 306 sayfalık yazılarını ve bildirilerini gönderiyorlardı. Bedri Yağan grubu, Dursun Karataş ve ekibine yönelik 3 Mart 1993 tarihinde “yoldaşlar” imzalı uzun bir yazı metni kaleme alarak Dursun Karataş’ı Devrimci Sol adaletine hesap vermeye çağırıyorlardı. Gelinen son aşamada son önerilerimiz şunlardır diyerek son noktayı koyuyorlardı:
Yoldaşlar!..
Hareketimizin içinde bulunduğu krizden kurtulması ve güçlenerek yeni bir atılım yapması için henüz vakit geçmemiştir. Güçlü yanlarımızı bilerek ama hata, eksik ve zaaflarımızın üstüne acımasızca giderek bir sorunu aşacağız.
Mevcut sorunun çözümü için öncelikle sorunların sağlıklı bir yaklaşımla ele alınması gerekiyor. Sorunu M–L bilimsel inceleme yöntemleriyle değil, kişisel hesap ve kaygılarla ele almayla bir yere varamayacağı açıktır. Olayların açıklandığı ilk günlerin tozu dumanı içinde DK ve kendilerini “Dayıcı” olarak niteleyen taraftarlarının birbiri ardına sıraladıkları yalanlar, bugün kendilerini vuran birer argümandır. Sorunu diyalektik ve tarihi materyalizmin ışığında değil, her isteyenin keyfince uyguladığı idealist metafizik yöntemlerle ele alan “Dayıcı”lar daha ne kadar gerçekleri ters yüz edecek?
“Bunlar da kim? 3–4 darbeci ve onların payandası olan ülkedeki kafası karışık 3–5 destekçi, orta yolcu, hepsi bu kadar!” diyerek insanlarımızı aldatmaya çalışan “Dayıcılar” her nedense bu 3–5 kişiyi bir türlü etkisiz kılamadılar. Bugün her alan ve birimde onlarca “darbeci” ile tartışmak ve uğraşmak zorunda kalıyorlar.
“Dayıcılar”ın sorunları nasıl tersyüz ederek konuyu bulandırdıklarını anlamak için fazla söze gerek yok. Kullandıkları bazı demagojilere değinmek bile başlı başına birçok şeyi ortaya koyacaktır.
Darbeciler önderliğin gölgesinde 4 ay bizleri habersiz yönettiler deniyor. Yalan! Darbeciler 24 Eylül’de DK ile protokol imzalayarak DK’nın sözüne güvendiler. Süreç DK ile ortak yaşandı. Yukardan aşağı hareket mekanizmalarında çözme esas alındı.
Darbeciler potansiyel hainlerdi. Onların geçmişleri hep zaaf doludur deniliyor. Yalan! Eğer, darbeciler böyleydiyse onlara Ortadoğu’yu, yurtdışını, DS dergisini kim teslim etti, onları karargahına alarak MK düzeyinde paylaşımlara girdi. Bu günkü sahiplenen (!) kadrolar bilinmiyor muydu, yok muydu? Niye onlar değildi?
Darbecilerin akılları başlarına 13 Eylül’de mi geldi, o zamana kadar neredeydiler? Deniliyor. Elbette her şey bir günde olup bitmedi. Peki ama 13 Eylül’e kadar sorunları tartışmak isteyen, yazıl sözlü eleştiri getirenlere ne oldu? Biz söyleyelim: herkes ama herkes resmi ve gayri resmi bertaraf edildi, tasfiye sürecine egemen kılındı.
Darbecilerin hiçbir maddi eleştiri ve iddiası yok, her şeyi ihtirasları için yaptılar deniliyor. Yalan! Ciddi, hem de çok ciddi eleştiri ve iddialar var. Bunların tartışılmasını istemediği için DK konuyu saptırıyor sorunu kısır darbe ve meşruiyet tartışmalarına çekerek insanlarımızın konunun özüne inmesini engellemeye çalışıyor. Darbe olarak değerlendirilse dahi, toplumsal bir olayı kişilerin ihtiraslarıyla açıklamak idealist metafizik bir yaklaşımdır. İster ilerici, ister gerici olsun her darbeyi tartışırken toplumsal ekonomik koşullara, sınıfların durumlarına, karşılıklı güç dengelerine vb. bakmak Marksizm’in abc’sidir. Peki DK bize ne diyor? Hayır, bu olay yalnızca 3 tane potansiyel hainin ihtiraslarının sonucudur vb. Buna aklı başında hiçbir devrimci, hiçbir materyalist inanmaz. Bu darbeye neden olan örgütün merkezi yapısındaki kriz ve güvensizlik ortamıdır. Bunun nedenlerini ise aşağıda tartışacağız.
Bu darbeyi mahkum etmezsek, örgütte güven diye bir şey kalmaz, her aklına esen darbe yapmaya kalkar deniliyor. Yalan! Bu örgütte herkes görev ve sorumluluklarının sınırını bilir. Aralarında sorun çıkan arkadaşlarımız şimdiye kadar birbirlerine darbe yapmıyordu. Peki ama örgütün 1. ve 2. adamı arasında bir anlaşmazlık ortaya çıkarsa, biri diğerini susturursa ve susturulan insanın başvuracağı hiçbir organ ve kurul yoksa ne yapacak? Muhatabının örgütü büyük zararlara sokacağından emin olan sorumluluk sahibi bir Devrimci Solcu ne yapacak?
Devrimci bir örgüt içinde darbe olmaz deniliyor. Yalan! Devrimci örgütün zaafları, örgütün devrimci niteliğine gölge düşürüyorsa, mekanizmaları yoksa, boşluk nasıl telafi edilecek? Onay verilen örgüt yöneticileri ömür boyu bu görevde kalacak insanlar mıdır? Örgütümüz bir kişinin mülkiyetine geçirilmiş tapulu bir mal mıdır? Bu yöneticiyi denetleyecek hiçbir organ yada kurul yoksa ve en önemlisi suçlanan yönetici her türlü yetkisini kullanarak kendisini eleştirenleri tasfiye etmeye çalışıyorsa ne yapılacak?
Burada tekrar darbe ve meşruiyet tartışmalarına girmek istemiyoruz. Bu konudaki düşüncelerimizi 30 Ocak tarihli 132 sayfalık yazımızda belirtmiştik. Bizce darbe olayında asıl tartışılması gereken bu hareketin tarihsel açıdan haklı olup olmadığı konusuydu. Son 1,5 aylık süreçte yaşananlara baktığımızda bu gün açıkça şunu söyleyebiliriz: 13 Eylül öncesi hareket yönetimi derin ve ciddi bir kriz içindeydi. Bu krizi aşmak için girişilen tüm çabaların önünü tıkayan DK sonuçta bir şekilde aşılmalıydı. İşte bu noktada gündeme gelen 13 eylül tavrının haklı zemini, süreç içinde pratik olarak gerekliliğini açığa çıkartmıştır. Hareketimizin sürecinde tarihseldir. Bu noktada bize düşen esas görev ise 13 Eylül tavrına neden olan iddiaların ciddi bir şekilde sorgulanmasıdır. Bu sorgulamayı engellemek için her türlü girişime başvuran DK bu açıdan hiç de olumlu bir sınav vermedi. Ve anlaşılan odur ki, bu sorgulamayı ona rağmen yapmamız gerekecek.
DK’ya şimdiye kadar 15 sene güvendiniz, birden bire her şeyin yanlış olduğunu 13 Eylül’de mi anladınız deniliyor. Bir kez daha vurgulayalım: Hareketin kaderiyle ilgili ciddi sorunu sadece güven güvensizlik ikilemiyle ele almak sığlıktır. Çünkü bu politika salt duygularla yürütülemez. ‘89’da özeleştiriye bizden yönetme hakkı istendi. Ancak bu gün bu konuda aldatıldığımızı, kolektif düşünmeyen önderlik kurumu adına ve en acısı ileride kullanılmak amacıyla, bu olayın bizden istediğini görüyoruz. Hareketin önderi konumundaki bir insanın olmayan bir MK adına yazılar çıkarıp, şehit yoldaşlarımızı sonradan MK ilan edeceğini nereden bilebilirdik? Oluşması gereken bir organ ve kurumdu, DK’nın yeri bunun içinde yer almaktı. Ama niyetin o olmadığı süreçte açığa çıktı. Nitekim bugün onay sorunu yeniden karşımıza çıktı. DK geçen ay bizden onay istedi. Çünkü gemiyi bir kez daha karaya oturtmuş, hareketin yönetiminde derin bir krize neden olmuştu. Şimdi bu noktada biraz oturup düşünelim; 1980’de ölüm korkusuyla yenildiği için 1989’da özeleştiri veren DK 13 Eylül 1992’de ne yaptı? Kendi deyimiyle gasp çetesi olan 2–3 darbeci haine örgütü teslim etti(!) Evet, soruyoruz; DK neden darbecilere direnmedi? Neden başlattığı AG’yi 24 Eylül’de bıraktı? Neden 24 Eylül’de darbeci hainlerle oturup anlaştı? Neden onlarla protokol imzaladı? Evet neden? Yoksa yine o uğursuz ölüm korkusuna mı yenik düştü? Acaba yüzden mi darbecilerin yemeklerini yemeyip, kendi yemeğini kendisi pişirdi? Neden DK bir Allende kadar olamadı ve ölümü göze alarak darbecilere direnmedi? O halde bizim ona güvenmemizi hangi cüretle istiyor?
Sorunu güven güvensizlik, sadakat sadakatsizlik gibi yapay iklimlere hapsederek çözmenin olanağı yok. Demagojik yaklaşımları bir kenara koyarak sorunu ML zemininde ve ciddiyetle ele almamız gerekiyor. DK ve Dayıcıların söylediklerini bu açıdan ciddiye almıyoruz. Sorun örgütsel yapımızdaki krizle doğrudan ilgilidir. Peki o zaman nedir sorunun özü? Kısaca özetlemeye çalışalım;
Yediğimiz merkezi operasyonların nedenlerini DK açık ve net olarak ortaya koymamıştır. Merkezi operasyonları açıklamakla yükümlü olan DK’nın sorunu geçiştirme çabaları zamanla su yüzüne çıkmıştır. DK bu tavrını Faaliyet Raporunda şöyle teorize etmeye çalışmıştır: “Şimdi herkes bu katliamın neden ve nasıl olduğuna ilişkin teknik ayrıntılar üzerinde duruyor. Kuşkusuz bir ayrıntıyla başlayan olumsuzluk katliama dönüşmüştür, ama bu ayrıntı nedir? Sorusuna verilecek cevap o kadar çoktur ki, bunu bulmak hem kolay değildir, hem de fazla anlam taşımıyor.”
DK’nın basit teknik ayrıntı dediği şeylerden birisi kullandığı ve saatlerce hiç susmayan araç telefonlarıdır. Daha sonra yurtdışında sabit yerden yaptığı uzun telefon konuşmaları, 8–10 saate varan fakslar oradayken merkezi operasyonların sorgulanmasını, araştırılmasını engellemek için DK neden bu kadar çaba sarf ediyor? Bu durumda bir güvensizlik ve şaibe ortamının doğmasından doğan ne olabilir?
Örgütlenmenin en küçük birimine kadar her alanda kolektivizmi savuran, hızla komiteleşme ve organlaşmayı tamamlamayı önüne hedef koyan bir örgütün en üstünde kolektivizm yerine tek kişi iradesi hakim kılınabilir mi? İşte DK bugün bunun kavgasını veriyor. Bir MKya ne gerek var? İşte yıllardır bu örgütü ben yönetmiyor muyum? Evet sözlü konuşmalarda bizlere bunu söyleyen DK resmi olarak farklı şeyler söylüyor: “MK’larımız vardı” diyor. Yalan söylüyor! Çünkü ortada bir tane bile MK tutanağı yoktur. Öyle bir MK ki, DK dışında hayattayken MK olduğu ancak o üye şehit olduktan sonra açıklanıyor. Bu konuda DK gerçekleri söylemiyor ve konuyu geçiştirmeye çalışıyor.
Bugün DK açıkça kendisini örgütle özdeşleştirerek kendisine olmadık misyonlar biçiyor. “Bu örgütü ben yarattım” diyen DK her şeyi kendisinde toplamak istiyor.
Bu nedenle hareketin merkezinde bir organlaşmayı engellemek için her yolu deniyor. Geçmişte çeşitli alan ve bölgelerde dukalık eğilimlerinin olduğu, kendi başına buyruk, hesap verme ve denetimden uzak özerklik eğilimlerini taşıyan insanlarımızın olduğunu söylüyor ve bunlara karşı mücadele ediyorduk. Biz bu mücadeleyi verirken sosyalizmin güvencesi olan kolektivizmi örgütün her kademesine yerleştirmeyi hedefliyorduk. Oysa DK’nın, dukalıklara karşı mücadelesinin amacı kendi arşidüklüğünü meşrulaştırmak içinmiş(!) bugün DK’nın bu niyeti apaçık ortaya çıkmıştır. Biz buna kesinlikle izin vermeyeceğiz.
Bir arşidük özentisi içinde olan DK’nın iş yapma tarzının bu geri isteme denk düştüğünü artık herkes görüyor. İnsanlarımıza hakaret, tehdit, ağza alınmayacak küfürler sarf eden DK bazı zaaflı ileri kadroların bildirilerinde bu tutumu teorize edilmeye çalışılıyor. Biz küfürlere, tehditlere, insanların özeleştirilerini kullanmayla, onların gururlarını incitmeyle iş yapılmasını kabul etmiyoruz. Kim olursa olsun bu yöntemleri savunanları acımasızca mahkum ediyoruz.
Hiçbir organ yada kurul, tüzük vb. tarafından denetlenmeden, kolektivizmden uzak, hemen her sorumlunun ayrı ayrı kendisine bağlı olarak amir memur ilişkisiyle çalıştığı bir işleyişte, bu örgütü tek başına yönetmeye çalışan, bu çabasını olmayan MK’nın adını kullanarak kadrolara benimseten DK’ya çoktan dur denilmesi gerekiyordu. Dolayısıyla biz 13 Eylül tavrını örgütsel yapımızdaki çarpıklığın içerisinde boy veren bir krizin sonucu olarak ele alıyoruz.
13 Eylül tavrına bu açıdan baktığımız için işin başından beri hep şunu savunduk. Bir araya gelip örgütümüzün sorunlarını masaya yatıralım. Zaaflarımıza neşteri acımasızca vurarak yarayı deşelim. İyileşmenin ve hastalıktan güçlenerek çıkmanın başka yolu yoktur.
Ama DK bizden bunu istemiyordu. O, 13 Eylül öncesinin merkezci, istediği gibi davrana bildiği denetimsiz işleyişine dönmek istiyordu. Bu nedenle onunla çatışmamız kaçınılmazdı. DK’nın özellikle legaldeki insanlarımızı kışkırtarak her türlü yalan, hile, tehdit ve güç kullanma ile sorunu geniş kesimlere açmasının ardından 19 Ocak’ta bir çağrı yayınlayarak herkesi sağduyulu ve ölçülü davranmaya çağırdık. Buna, şu an ilk görüşlerini değiştirseler bile, bir çok arkadaş katıldı. Çünkü o çağrı samimi duygularla ve hareketin birliği kaygısıyla yapılan bir çağrıydı. Oysa gözü kendisinden başka kimseyi görmeyen DK bu çağrıya hemen öfkelendi. Yaşasın DK diye haykırmadığımız için bizleri tarafsız görünümü altında darbeci olmakla itham etti. Oysa biz o yazıda hiçbir görüşümüzü açmamıştık. 30 Ocak tarihli 13 sayfalık yazımızda görüşlerimizi koymamıza karşın DK ısrarla bizi tarafsız olarak nitelemeye devam etti. Bunu yaparken amacı taraftarlarına “tamam sorun çözüldü, darbecilerin işi bitti” imajı vererek örgüt içinde tüm kadroların kendisini desteklediği kanısını yerleştirmekti. Bu nedenle DK bizim yazımızı bloke etmeye ve dağıttırmamaya başladı. Bizim düşüncelerimizin savunulduğu alanlarda isteyen herkese konuyu tartışma olanakları sağlanmasına karşın DK “etkinlik” kurduğu alanlarda yalan, dolan üzerine kurulu ve bizim düşüncelerimizi yok sayan bir anlayışla hareket etti. İlişkilerden kovulması için arkadaşlarımıza asılsız suçlamalarda bulunulmaya devam ediyor. Böylece DK suni bir kemikleşme hedefiyle insanlarımız iki ayrı kampın mensuplarıymışçasına onları saf tutturmaya çalışıyor. Nitekim bugün bu süreç tüm hızıyla devam ediyor. 10 numaralı açıklama ile DK dolaşımdaki yazıları topluyoruz derken aslında toplattırdığı ve okutturmadığı bizleri yazılarıdır. Bu süreçte yaptığımız tüm görüşmelerde sorunu tıkayıcı taraf olarak DK’yu gördük. DK ısrarla her şeyin Eylül öncesine dönsün daha sonra her şeyi tartışırız dayatmasında bulundu. İlke olarak buna karşı çıktık. Çünkü şu an meşru olmayan, bunu onay isteyen yazısı ile kendisi de kabul eden DK’nın başında bulunduğu bir soruşturmadan sağlıklı bir sonuç çıkmayacaktı. Atayacağı üyelerle kendisini yargılayacak (!) olan bir başkasına sahip mahkemeden çıkacak kararın sağlıklı olmayacağı açıktır. Bu konuda bazı iyi niyetli arkadaşların “tamam, 13 Eylül öncesine dönelim de şu kadrolar platformunu bir an önce toplayalım” yönündeki ısrarlarına dayanamayarak “13 Eylül öncesine dönülsün” şartını da tartıştık. Sorunu bir açmaza götürerek hızla hareketi parçalamaya sürükleyen DK’ya bir arkadaş kişisel inisiyatifi ile 10 maddelik bir öneri götürdü. Öneride özetle şunlar söyleniyordu: “13 Eylül öncesi yönetime dönülsün. O anki hareketin en önemli yerlerinde bulunan 3 kişi (DK, Haydar, Derya) sadece kadroları toplayana kadar sorumluluklarına dönsün. Geçici bir süre için hareketin her şeyi onlara teslim edilsin vb. “DK bu öneriyi de reddetti. 13 Eylül öncesine dönmek, her şey bana teslim edilirse anlam kazanır” dedi. “Bu hareketi ben yarattım”, “Benden çok hareketi kimse sevemez”, “Doğruyu ben bilirim” vb. diyerek ben dayatmacılığını ifrata vardıran DK böylece kadro toplantısını değil, egemenliğini ilan etmeyi planladığını ortaya koydu. Nitekim bazı konuşmalarda satır aralarında şunları söylüyordu: “Yarın iş şiddete dönüşebilir, yada güvenlik açısından bir şeyler olur, kadro toplantısı olmaya bilir”. Evet, DK’nın esas niyeti tam da budur. O ne 13 Eylül’ü ne de kendisini kadrolar önünde tartışmak istemiyor. Onun tek istediği tek yanlı bir bombardımanla tam bir resmi tarihçi özneliği ile sorunu açıklamak ve tekrar her şeyi kendisine merkezileştirmektir. DK bugün açık açık şunları söylüyor: “Bu iş benim onur sorunumdur.” Sorunu bu derece kişiselleştiren bir anlayışın ben duygularının eriştiği boyutun sağlıklı bir ruh halini yansıtmadığı açıktır. Bu ben duygusu karşısında tüm Devrimci Solcuların tetikte durmasında sayısız yarar vardır.
Özellikle derginin son sayılarında çıkan yazılar ve ardından çeşitle alanlarda DK’nın yaptığı–yapmaya çalıştığı istihdamlar sonrasında gelinen noktada hareketimizin bir bölünmenin eşiğine gelmiş olduğudur. DK tüm yaptıklarıyla adım adım ayrılığı örgütlemektedir/örgütledi. Bunu yaparken de sözüm ona yüksek politika adına son derece iğrenç yöntemleri kullanıyor. Sorunu derneklere, legal platforma açan bizzat kendisi olduğu halde, bu konuda “darbecileri” suçlaması tam bir yavuz hırsızlıktır, özellikle Ortadoğu komitesi ve İstanbul Mahalli alanına yaptığı atamalı girişimlerden sonra bizlere tasfiyeci demesi iki yüzlülüktür. Sağa sola “onların altını oyuyorum” diyerek mesajlar ileten, özellikle mahallelere yolladığı taraftarları ile meşru yöneticilerin “darbeci ve hareketten atılan insanlar” olduğunu söyleyen DK’nın bu tutumunun tek bir adı vardır: Tasfiyecilik!..
Bizlere tasfiyeci diyerek Devrimci Sol ayrılığına atıfta bulunarak yavuz hırsızlığa soyunan DK tarihin tek türden ibadet olmadığını bilmelidir. Tarihe tekerrür ediyor dediği taklitlerin traji–komediler olduğu ve bugün kendisinin taklit ettiği tasfiyeciliğin geçmişte Devrimci Yol’a hiçbir şey kazandırmadığını hatırlatmak isteriz. O yazıdaki Lenin’den yapılan alıntıların aynısını biz kendisine söylüyoruz. Yine M–L’den alıntılarla meseleye M–L açıdan baktığını kanıtlamaya çalışan DK’ya M–L parti–örgüt anlayışıyla kendisinin parti–örgüt anlayışını karşılaştırmasını tavsiye ediyoruz.
Gelinen noktada soruna bilimsel yaklaşım yerine gözü kara bir DK savunuculuğu yapan arkadaşlarımızın oturup yaptıklarını bir kez daha düşünmeleri gerekiyor. Evet arkadaşlar “yaşasın DK” sloganlarıyla bu harekete ne kazandırdığınızı sanıyorsunuz? Nedir sizin görüşleriniz? Böylesine ciddi bir konuda savunduğunuz görüşler neler? 13 sayfalık yazımızdaki görüşlerimize neden yanıt vermiyorsunuz? Hareketin en üstünde bir organ, bir örgüt mekanizması yok, bu engellenmiştir diye eleştiri getiriyoruz. Siz buna karşı ne diyorsunuz? “Ha o zaman darbe yapalım, bunu mu savunuyorsunuz?” bu bizim eleştirimize yanıt değil ki, bizim eleştirdiğimiz konuya neden değinmiyorsunuz? Sorunu parmak hesabına dönüştürerek abartılı imzalarla çözmeye çalışıyorsunuz. Bunu eleştiriyor, örgütsel işlerlik, örgüt kadrosu konusundaki düşüncelerimizi ortaya koyuyoruz. Siz buna ne yanıt veriyorsunuz? “Aritmetik toplam–geometrik toplam felsefesi tespitlerini de bir kenara bırakıp gerçeklerimize dönelim.” Bravo doğrusu, görüşleriniz ne kadar da derin(!) Lenin’den adı geçen konuyu okumamışsınız diyeceğimiz bir şey yok. 13 sayfalık yazımızın taslağı elinize geçmiş. Taslakta sonradan yaptığımız düzeltmeleri eleştiriyorsunuz. Oysa eleştirirken bizi örnek alsanız daha iyi olurdu. Biz her yazıyı birkaç kez yazıyor, defalarca aramızda tartışıyor ve harekete zarar vermeyelim kaygılarıyla birbirimizi denetliyoruz. Peki siz ne yapıyorsunuz? Her yazınız, üslubu, benzetme ve deyimlerine kadar DK’nın yazılarının kuru bir tekrarı oluyor. Neden? Niye sizin bu konuda görüşleriniz yok? Yoksa düşünme işini de mi DK’ya devrettiniz?
Bazı “Dayıcı” arkadaşlar yaptığımı z tartışmalarda şöyle diyorlar: “Evet, bizce bazı iddialar ciddi, hatta DK’nın hataları da olabilir. Ama bugün DK’yı savunmak durumundayız. Düşman bize yıllardır hep onun şahsında saldırdı. Dolayısıyla onu yıpratmak, hareketi yıpratmaktır vb.” Bu mantık kendine, yoldaşlarına ve örgütüne güvenen bir devrimcinin kabul edeceği bir mantık değildir. Biz hata ve zaaflara gözümüzü kapayarak, bunları örtbas ederek nereye gidebiliriz? Tam tersine yıllardır ileri kadrolar “hareket yıpranmasın”, “kol kırılır yen içinde kalır”, “eleştirirsem sorunu kişiselleştirmiş mi olurum” gibi kaygılarla hareket ettikleri için 13 Eylül’e gelmedik mi? Devrimci Solcuların daha radikal, daha yürekli davranmaları gerekmiyor mu?
Yine bazı “Dayıcı” arkadaşlar “DK’sız olmaz, hatta katliamların sorumlusu bile olsa, bizi buraya getiren DK’yı gözden çıkaramayız” diyorlar. Bu arkadaşların çok yanıldıklarını söylemek zorundayız. Çünkü DK’nın değeri ve yaptıkları ne olursa olsun, bu hareketi tek başına o yaratmadı. Buna aklı başında hiçbir materyalist inanmaz. Ama ne yazık ki, bazı arkadaşlarımız DK’ya ciddi ciddi bu misyonu yüklüyorlar, ve onlardan güç alan DK bugün “ben merkezci” anlayışını kendini fetişleştirme yönünde derinleştiriyor.
DK’nın “ben merkezci” anlayışı bu gün öyle bir noktaya ulaşmıştır ki, çoğumuzun rüyamızda görsek inanmayacağımız şeyler bugün çok olağan duruma gelmiştir. Daha düne kadar “Apo” sloganını attıkları için küçümsemeyle baktığımız yarı–feodal, küçük burjuva değerlere sahip çıkarak şark kurnazlığı yaptığı, pragmatist davrandığı için eleştirdiğimiz küçük–burjuva milliyetçileri ile aynı kulvarda “Yaşasın DK” sloganlarını haykıran insanlarımızı üzülerek izliyoruz. İşin acı tarafı da yıllardır karşı çıktığımız bu anlayışın teorize edilmesidir.
“Şu doğrudur ve kitlelerin isteğidir. Her hareketin, özellikle de iddialı bir hareketin karizmatik, kadro ve kitlelerle doğrudan temas eden, gerektiğinde kamuoyuna seslenen lideri olmalıdır. Kitleler, en geniş halk ve sınıf tabakaları sadece örgütün ismi altında yürümezler. Bu anlamda böyle bir önderlik yaratmalıyız. Bu fetişleştirme midir? Hayır” Evet, DK aynen bunları söylüyor. Bu sözleri düzeltmeye nereden başlasak/ Bu sözlerin her cümlesi M–L’e taban tabana zıt, idealist–metafizik görüşlerden oluşuyor.
Devrimci bir harekete katılan kitleler ve bu hareketin kodları M–L ideoloji ve örgüt mekanizmalarını dışlamak pahasına neden öncelikle karizmatik bir lidere ihtiyaç duysunlar? Böyle bir lider olmasa neyin ne olduğunu anlayamayacak mıyız? Bizler M–L ışığında yıllardır kendi çizgimizde mücadele etmiyor muyuz? Kitleler bir örgüt bayrağı yada kişi ismi ardında yürüyebilir. Ama bundan ne sonuç çıkar? Kitleleri yürütenin ne olduğuna bakmak gerekmez mi? 1917’de kitleler, Bolşevikler ve Lenin isimleri altında yürüdüler. Çünkü bu isimler özgürlük, insanca yaşam vb. anlama geliyordu. O anki Rusya’da bu taleplere kim sahip çıksa kitleler onun ardından yürürdü. Tabi ki, olmazsa olmaz bir koşulla; kitlelere önderlik edecek devrimci–savaşçı bir parti koşuluyla. Eğer Lenin ve Bolşevikler böyle bir partiye sahip olmasalar, kitleler onların peşinden gitmezdi. Örgütleri yaratan liderler değil, liderleri yaratan örgütlerdir.
Ne yazık ki, bugün DK bunun tersini savunarak koskoca Devrimci Sol hareketini kendisinin yarattığı öne sürüyor. Bu en azından şehitlerimize yapılan bir saygısızlıktır. Bu iddia komiktir ve işin aslında ruhsal yapıdaki patolojik bir bozukluğun dışa vurumundan başka bir şey değildir. Bu noktada insanın “Dayıcı” arkadaşlara sorası geliyor: Gerçekten siz de bu iddiaya ciddi ciddi inanıyor musunuz? Kişiler ve onların düşünceleri maddi yaşamın ürünleridir, sonuçtur. Yetenekleri ve değeri ne olursa olsun hiçbir insan tek başına toplumsal bir hareketi yaratamaz. Bunun ne Rusya için Lenin, ne de Küba için Fidel yapabildi. Ayrıca bizim ülkemiz ne Rusya, ne de Küba. Hele hele DK ne Lenin ne de Fidel’dir. Dolayısıyla DK’ya olmadık güçler atfeden “Dayıcı” arkadaşların tarihsel materyalizmi ve tarihte bireyin rolünü bir kez daha incelemeleri yerinde bir davranış olacaktır.
Bu arkadaşların DK’ya verdikleri gözü kapalı onay, yada destek sonuçta giderek hareketimizi bölünmenin eşiğine getirdi. Bu durumda bazı şeyleri açık ve net olarak ortaya koymak gerekiyor.
DK’nın bugün yaptığı yeni istihdamları kabul etmiyoruz. Bizlere yönelik olarak söylediği “onların işi bitti, hareketimiz yoluna devam ediyor” sözleri gerçekleri yansıtmıyor. Hareket saflarındaki tüm arkadaşlarımızı hareketin çatısı altında daha sıkı bir şekilde kenetleyecek ve DK tasfiyeciliğini boşa çıkartacağız. Bu hareket kimsenin tapulu mülkü değildir. Bu günlere kadar yarattığımız, yaşattığımız Devrimci Sol anlayışına, değerlerine, geleneklerine, ahlakına sahip çıkan kazanacaktır. Tüm bunlara biz sahip çıkıyor ve kazanacağımıza inanıyoruz.
Bugün hareketimizin ideolojik–siyasi çizgisine, değer ve geleneklerine karşı sürdürülen tasfiyeci çabaların fiziki boyutlara varması DK tasfiyeciliğinin birlik ve bütünlüğümüze yönelik arz ettiği tehlikeyi gözler önüne sermektedir. Alan ve birimlerimize, yönetici, kadro ve taraftarlarımıza karşı giderek boyutlanan saldırıların son ve uç örnekleri yurtdışında sergilenmektedir. Tüm Avrupa’dan toparlanan “Dayıcı” bir kısım insanlar sorumsuz–yetkisiz bir kısım devşirme “yönetici”ler komutasında birimlerimize, insanlarımıza saldırtılmaktadır. Özgür Halklar Komitesini ve Köln Halk Kültür Derneğini işgal eden bu gruplar buralarda çalışmalarını devam ettirmek isteyen arkadaşlarımızı dövüp atarak bu işgallerini meşrulaştırmak istemektedirler. Özellikle 1 ve 2 Mart günleri en üst boyuta sıçrayan bu saldırılarda emekleriyle yarattıkları bu mevzileri işgalci anlayışa terk etmeyen arkadaşlarımız dövülüp atılmak istenmişler ve sopa–cop darbeleriyle yaralanmışlardır. Hemen her yerde örgüt merkezini yurtdışına taşıma anlayışını teorize etmeye çalışan mülteci DK tasfiyeciliği bunun maddi ve ideolojik zeminini yaratamayacaktır. Bu yönde yalan ve demagojiye, tehdit ve baskıya dayanan taktiklerini fiziki saldırıya vardırması ve bunu daha da boyutlandırmaya çalışması da boşa çıkarılacaktır. Hareketimizin yurtdışındaki kadro ve taraftarları da böyle bir anlayışa izin vermeyecektir. DK’nın ülkede veya başka bir yerde kadroların önünde yapılacak bir araştırma–sorgulama sürecinden kurtulması mümkün değildir. Çünkü hareketimiz tarihinde bunu hiç kimse başaramadı, tarihimize bakanlar nice şöhretin bu süreçten geçmekten kurtulamadığını göreceklerdir.
Yoldaşlar!
Bizler sorumluluklarımızın bilincinde olarak attığımız her adımın hesabını vermeye hazırız Devrimci Sol kadroları olarak DK tasfiyeciliği karşısında Devrimci Sol’u temsil ettiğimizi söylüyor ve bu bilinçle hareket ediyoruz. Evet. Devrimci Sol biziz. En başta DK ve “dayıcı” arkadaşlar da yaptıklarının hesabını vererek saflarımızda yer almalıdırlar. Sorun dayatma olmaksızın kadrolar platformunda çözülmedikçe DK iradesini tanımıyoruz, tanımayacağız.
Gelinen aşamada son önerilerimiz şunlardır:
1– DK kadrolar platformunun toplanmasını engelliyor ve bunda ısrarlıdır. Kadrolar platformunu biz topluyoruz ve bunun tüm sorumluluğunu üstleniyoruz.
2– Toplantıya 13 Eylül öncesinin meşru kadroları, en başta da DK ve 13 Eylül tavrını alan arkadaşlar katılmalıdır.
3– Bu platform bir Devrimci Sol platformu olacak ve hareketin tüm sorunları burada tartışılıp çözüme bağlanacaktır.
4– 13 Eylül tavrını alan arkadaşlar ellerinde bulunan ilişki ve olanakları toplanacak platforma devredecek, platformdan çıkacak karar bağlayıcı olacaktır.
5– Son olarak yazımızda çeşitli örneklerini önerdiğimiz ahlak ve geleneklerimize, değerlerimize ve özellikle de son dönemde yoğunlaşan birim ve alanlarımıza, yönetici, kadro ve taraflarımıza yönelik fiziki saldırı, işgal ve gasp tavırları karşısında DK tasfiyeciliği uyarıyoruz!.. Bu politika tırmandırılır, insanları tartışma sürecinden koparmanın aracı haline getirilirse bunun zararlarını bu politikaların mimarı ve yöneticileri, uygulayıcıları çekeceklerdir. Unutulmasın ki, “kan dökeceğiz” diyenler, dökülen kandan sorumlu olacaklardır ve tek bir insanımıza dahi yönelik bu türden bir saldırı asla unutulmayacak siyasi ve fiili sorumluları Devrimci Sol Adaletine hesap vereceklerdir.
Yaşasın Devrimci Sol!..
Hareketimiz içinde tasfiyeciliği yaşatmayacağız!…
Haklıyız kazanacağız!..
3 Mart 1993

Bedri Yağan grubunun yapmış olduğu bu açıklama Karataş cephesi tarafından büyük tepkiyle karşılanacaktı. Yazılı metinde imzası olanların Devrimci Sol’u temsil etmediği Karataşçılar tarafından iddia ediliyordu.
Karataşçılar tarafından yurtdışında Yağancılar’ın çıkarttığı Devrimci Sol dergisinden ayrı olarak çıkartılan yine “Devrimci Sol” dergisi adını taşıyan dergide yayınlanan açıklamalarda darbecilerin ‘suçlu oldukları’ ‘Darbeciler suçludur’ ve ‘Devrimci soldan çağrı’ başlıklı yazılarda önderliğin ‘Dursun Karataş’ın hizip kurmak ve önderliği ele geçirmek isteyenler tarafından tutuklandıktan sonra elleri ve ağzı bağlanarak havasız ve ışıksız bir yere hapsedildiği yazıldı. Hareketin kasasını, silahlarını, arşivini gasp ederek yönetime el koydukları ve bu süre içerisinde, operasyona ve katliamlara neden oldukları öne sürülen darbecilerin suçları 10 madde halinde açıklanmıştı. Dev–Sol’un çeşitli yazılarında cezalandırılan ve suçlanan darbecilerin ceza maddelerine yer verildi.
3 Mart 1993 tarihli özel sayısında “darbeciler” olarak suçlanan Yağancıların teslim olması aksi takdirde zora başvurulacağı duyuruluyordu. Yağancılara yönelik 1 Nolu Kararda şunlar yazıyordu:
13 Eylül’den günümüze kadar darbeci tasfiyeciler, hemen her aşamada verilen bütün tavizlere rağmen sorunu kadrolar platformunda çözmek için her türlü öneriyi reddetmiş, tasfiyeciliğin darbeciliğin haklılık ve güç bulacağı zemin arayışını ısrarla sürdürmüştür.
Bu nedenle;
1– Önderliğin çözüm önerilerini,
2– Sorunun çözümü için çağrılan ileri kadroların önerilerini,
3– Daha geniş kadrolara yazılı açıp en kısa sürede (15 günlük gibi) yazılı cevap alarak karar çıkartma biçimindeki kendi önderlerini de reddetmişlerdir.
Çünkü bütün bu zeminlerde mahkum edilmişlerdir.
Gelinen noktada darbeci tasfiyeciler, kadroların çok açık ve net bir şekilde kendilerini mahkum eden kararlarına uymayacaklarını göstermişlerdir.Yaklaşık 6 aydır hareketimizi her yönüyle adeta felç edip işletmeyenler, bunalımı derenleştirmekte hala fayda ummaktadırlar.
Kontrgerillanın da açıkça devreye girdiği ve hareketimizi tasfiye edip, bölüp parçalamaya oynadığı bu aşamada, bunalımın bu şekilde devam etmesine daha fazla izin verip kontrgerillanın amacına hizmet edemeyiz.
Kaldı ki, devrim tarihlerinde görülmeyen bir tarzda tasfiyeciliğe darbeciliğe karşı, devrimci demokrasi örneği sunulmuş ve tasfiyecilik darbecilik, ideolojik, politik ve ahlaki olarak kadroların kararıyla mahkum edilmiştir. Yine kadrolar önderliğe yeniden güven ve onaylarını sunmuşlardır.
Bugün hareketin iradesi kadroların kararıyla ve onayıyla tartışılmaz bir şekilde ortaya çıkmıştır.
1– Darbeciler ve işbirlikçileri hareketi tasfiye yönündeki tüm çalışmalarını durdurmalı, derhal hareketin iradesine ve adaletine teslim olmalıdırlar.
2– Darbeciler hala ellerinde tutmaya devam ettikleri ve kullandıkları hareketin kasasını, gayri menkullerini, silah depolarını, arşiv ve bir kısım olanaklarını derhal harekete teslim etmelidirler.
3– Hareket iradesi dışındaki tüm tartışmalar durdurulmalı ve hiç kimse kendi başına hareket etmemeli, farklı ilişkiler içine girmemelidir.
4– Darbecilerle işbirliği yapanlar, onlara alet olanlar bu yolu terk etmeli, işbirliğine son vermelidir.
5– Hareket iradesi dışında görev yerlerini terk eden tüm kadrolar derhal görev yerlerine dönmelidirler.
6– Bu kararlara uydukları takdirde, darbeciler ve onlarla işbirliğine ısrar edenler hareketin kontrolü altında tutulacak, toplantı gününe kadar güvenlikleri sağlanacak, toplantıda kendilerini ifade etmeleri için özgür koşullar sağlanacaktır.
7– Örgütümüz bu karar ve talimatlara uymayanlara, her kim olursa olsun, gerekli yaptırımı uygulamaktan çekinmeyecektir. Hareketin çıkarları bunu zorunlu kılmaktadır.
8– Bundan böyle hareketin iradesi ve disiplini dışında harekete zarar veren, düşmanı güçlendiren her davranış suç kabul edilecek ve cezalandırılacaktır.
3 Mart 1993
Devrimci Sol

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: Content is protected !!