Sol İçi Şiddet

Erdoğan Eliuygun Yoldaş Dursun Karataş’ın Emriyle Katledilmişti

Devrimci Çözüm: “Erdoğan Eliuygun Yoldaş Dursun Karataş’ın Emriyle Katledilmiştir.”

1970’li yılların başından itibaren THKP-C Hareketi’ne sempati duyan Erdoğan Eliuygun, 1974–75 yıllarında İstanbul’da aktif bir Dev–Genç üyesi olarak Devrimci hareket içerisinde yerini almıştı. 1978 yılının başlarına kadar Devrimci Yol’un gençlik örgütü olan Dev–Genç içerisinde çeşitli görevler yapmıştı. Devrimci Yol’un bölünmesiyle ortaya çıkan süreçte İstanbul kanadıyla birlikte hareket etti. Dursun Karataş ve Paşa Güven öncülüğünde ortaya çıkan Devrimci Sol’a katıldı. 12 Eylül 1980 dönemine kadar Dev–Sol’un Güneydoğu bölge sorumlularından biri olarak görev yaptı. Bu dönemde güvenlik güçleri tarafından düzenlenen bir operasyonda yakalandı. 1986 yılının Mart’ına kadar cezaevlerinde kaldı. Tahliye oluşuyla birlikte MK üyesi Niyazi Aydın’ın yardımcısı olarak Dev–Sol örgütlenmesinde çalıştı. SDB örgütlenmelerinde çeşitli sorumluluklar üstlendi. 12 Temmuz 1991’e kadar Dev–Sol içerisinde aktif faaliyetlerde bulundu. Fakat 12 Temmuz 1991 yılında Niyazi Aydın ve diğer 11 Dev–Sol militanının öldürüldüğü operasyonlardan sonra örgütte şüpheleri üzerine topladı. Dursun Karataş 12 Temmuz operasyonundan Erdoğan Eliuygun’u sorumlu tuttu. Karataş’a göre Eliuygun’un disiplinsiz davranışları ve takibe alınması sonucunda polis örgütün üss ünü tespit etmiş ve burada Dev–Sol kadrolarını imha etmişti.
Karataş’ın suçlamalarına Erdoğan Eliuygun öldürülmeden önce kaleme aldığı “Siyasi Tükenişin Yalanları yada Kara Mizahta Yeni Oyuncular Üzerine” başlıklı yazıda cevap veriyordu. Dursun Karataş hakkında ağır suçlamalar yönelttiği “Asaf ve Arif” kod adlı Erdoğan Eliuygun’u 1991 sonunda Ortadoğu’daki örgüt kampına gönderdi. Yine bizzat Karataş tarafından 13 Eylül 1992 darbesinden önce Kürdistan sorumluluğu görevi verildi.
5 Ocak 1993’de Karataş tarafından Bedri Yağan’ın örgütte darbe yaptığı haberinin Türkiye’deki kadrolara duyurulması üzerine Eliuygun önceleri tarafsız kalır. 19 Ocak 1993’de tavrını yavaş yavaş ortaya koyar. Önce her iki tarafa da bir “çağrı”da bulunarak bir platform oluşturulmasını istedi. Örgüt içerisindeki sorunların iki tarafın da bir araya geldiği bir platformda çözülebileceğini düşünüyordu. Erdoğan Eliuygun’un bu çağrısı Yağan grubu tarafından olumlu karşılanırken Dursun Karataş’ın ise tepkisini çekecekti. Dursun Karataş’a göre “Erdoğan Eliuygun örgüt liderliğine oynuyordu”. İleride “Bedri Yağan’ı da harcayıp aradan sıyrılmak” istiyordu. Erdoğan Eliuygun, Dursun Karataş kanadının sert tepkisi üzerine Yağan grubuyla birlikte hareket kararı aldı. 30 Ocak 1993 tarihli 10 sayfalık “Yoldaşlara” başlığı altında kendi imzasıyla birlikte İstanbul SDB birimlerinin sorumlularının da bulunduğu açıklamayı kaleme alarak, artık örgütün yurtdışından problemleri çözmenin imkanı kalmadığını açaklayarak sorunun büyümeden çözümlenmesi için 5 maddelik bir çağrıda bulunuyordu. İşte Eliuygun’un çağrısı ve talepleri:
Çağrımızdır!
Gelinen noktada sorunun çözümü için yapılması gerekenler bizce açıktır. Bunları söylerken kendimize farklı bir misyon biçme ya da var olan taraflara bir üçüncüsünü ekleme gibi bir derdimiz yok. Bizim tüm istediğimiz hareketimiz bölünmesin ve bu krizden güçlenerek çıksın. Bunun tek yolunun tüm kadroların bir araya gelerek tartışması olacağına inanıyoruz. Tüm yoldaşları bu yönde çaba harcamaya davet ediyor ve çözüme yönelik somut düşüncelerimizi yazıyoruz:
1– Mevcut bölge, alan ve birimler meşru kadrolardan oluşan komitelerce yönetilmeye devam edilmeli, faaliyetler içe dönük ve sınırlı tutulmalıdır.
2– Yurtdışındaki taraflardan hiçbirinin yeni istihdamlar yapma hakkı yoktur. Çünkü yönetim mekanizmalarında kriz vardır. Araştırılması, netleşmesi gereken iddia ve olgular vardır. Bunlar netleşmeden taraflardan birinin meşruiyeti ve yönetimi kabul edilemez.
3– Soruşturma ve araştırma iki tarafın onayıyla belirlenecek kadrolardan oluşacak bir komite ile yürütülmelidir.
4– 13 Eylül tavrını alan arkadaşlar ellerinde tuttukları olanak, ilişki, yetki vb. hemen belirlenecek bir komite ile yürütülmelidir.
5– Sorunun daha da kötüleşmemesi için açılımlar hemen durdurmalı, yapılan açılımlar bildirilmeli, gerekli önlemler alınmalıdır.61
Erdoğan Eliuygun, Karataş’a yapılan darbe sonrasında Bedri Yağan tarafından Türkiye sorumluluğuna getirilen daha önce de Dev–Sol’un İstanbul SDB sorumlusu olan “Abla ve Derya” kod adlı Gürcan Özgür ve arkadaşlarıyla birlikte Dursun Karataş’ı tasfiyeci olarak nitelendiren kararların altına imza attı ve tavrını Bedri Yağan’dan yana koydu. Karataş’a ikinci bir cepheyi de Erdoğan Eliuygun ve arkadaşları açtı.
Erdoğan Eliuygun, Bedri Yağan ve arkadaşlarının öldürüldüğü operasyonlardan bir süre sonra sahte kimlikle yurtdışına çıkmak istediği sırada Edirne’de yakalanmış ve getirildiği İstanbul’da sorgulandıktan sonra tutuklanmıştı. Eliuygun tutuklanma kararının ardından Bayrampaşa Cezaevi’ne getirilmişti. Burası Erdoğan Eliuygun’un son günlerini geçireceği yer olacaktı. Bayrampaşa Cezaevi’nde Dev–Sol’a mensup her iki kanadın mensupları bulunmaktaydı. Ancak cezaevinde ağırlık Dursun Karataş yanlılarındaydı.
18 Temmuz 1993 günü Yağan taraftarlarının bulunduğu koğuş Dursun Karataşçılar tarafından basıldı. İki grup arasında çıkan çatışmada Erdoğan Eliuygun öldürüldü. Dursun Karataş yanlısı iki kişi de yaralandı. Olaydan sonra yapılan soruşturmada Karataş Kanadına mensup SDP militanı Gökhan Gündüz, Eliuygun’u örgütün verdiği karar gereği kendisinin öldürdüğünü söyledi.
Eliuygun ailesi iki oğullarını Devrimci Sol için kayıp vermişlerdi. Biri Erdoğan Eliuygun diğeri ise kardeşi Hasan Eliuygun’du. Hasan Eliuygun 12 Temmuz 1991’de İstanbul’da Dev–Sol’a yönelik operasyonlarda güvenlik güçlerince öldürülmüştü.
Erdoğan Eliuygun’un öldürülmesi üzerine Yağancılar tarafından çıkartılan Devrimci Sol Haber Bülteni’nin 18 Temmuz 1993 tarihli 58. sayısında Dursun Karataş ve taraftarlarına yönelik “Devrimci katilleri”, “Katiller çetesi” gibi suçlamalar yapılmaktaydı.
Karataş kanadına yönelik suçlamaların yapıldığı açıklamanın tam metni şöyleydi:
“Ezilen halkların kurtuluş mücadelesi zordur, fedakarlık, kararlık ister. Sabır ve soğukkanlılık ister. Çünkü bu mücadele sadece bilek gücüyle yürümez. Bu mücadele, her şeyden önce sağlam bilinç, üstün bir irade gücüyle kendine güven ve cesaretle yürütülebilir. Bunlardan yoksun olanların yarı yolda kalmaları, dahası ihanet bataklığına sürüklenmeleri kaçınılmazdır. Ve biz bugüne kadar tüm bu özelliklerimizle sadece düşmanın değil, ihanet çetelerinin darbelerine karşı da göğüs gerebildik, ayakta kalabildik.
Bugün yine sırtımızdan bıçaklanıyoruz. DEVRİMCİ SOL’u yok etmeye yeminli bir suçlu, oluşturduğu çete ile hareketimize saldırmaya devam ediyor, yoldaşlarımızın dökülen kanlarıyla ömrünü uzatmaya çalışıyor. ama boşuna… Dökülen her damla kanımız Dursun KARATAŞ ve çetesini biraz daha bataklığa sürüklüyor, kaçınılmaz sonlarını biraz daha yakınlaştırıyor.
Onlarca insanımız kaçırıldı, işkenceden geçirildi, tehdit edildi, devrimciliği bırakmaya zorlandı, kurşunlandı, evleri kundaklandı, talan edildi, kurum ve birimlerimiz asıldı, toplu katliam girişimlerinde bulunuldu. Tüm bu saldırılarda üç değerli yoldaşımızı yitirdik, onlarca insanımız infaz girişiminden yaralı olarak kurtuldu, ölümlerden döndü. Ama tüm bunlara rağmen güçlenen, halklara umut ve güven veren biz olduk. Çünkü THKP–C/DEVRİMCİ SOL düşüncesine temsil ediyorduk, pratiğimizle, düşüncemizle bunu herkese kanıtladık. Saldırılar, cinayetler bizi bir adım geriletmek şöyle dursun, ihanete kinimiz daha da arttırdı, mücadeleye, örgütsel görevlerimize daha bir sarıldık. Çünkü haklılığımızı ancak ve ancak böyle somut bir güce dönüştürebilirdik, ancak yozlaşmışlığa, çürümüşlüğe karşı yürüttüğümüz kavgayı böyle kazanabilirdik.
Ve bugün Dursun KARATAŞ çetesi yeni bir cinayetle halklara, örgütümüze düşmanlığını bir kere daha kanıtlamıştır. Devrimcileri katlederek suçluluğunu gizlemeyi, hesap vermekten kurtulmayı amaçlayan bu çete başı 18. 7. 1993 günü Sağmalcılar Cezaevi’nde yoldaşlarımızdan Erdoğan ELİUYGUN’u (Arif Asaf) katlederek suçlarına yeni birini daha eklemiştir. Yoldaşlarımızın koğuşunu her türlü ilahla basan çeten mensubu bir güruh beş arkadaşımızı çeşitli yerlerinden yaralarken, Erdoğan yoldaşımızı da bizzat Dursun KARATAŞ’ın emriyle katletmişlerdir.
Tarih zorbaya, halk düşmanlarına, hainlere karşı mücadele ile yazılır ve bu mücadele sayısız değerli insanın emekleriyle, fedakarlıklarıyla, kanı ve canıyla biçimlenir, güzelleşir. Ve her dönem, haklıdan, doğrudan, gerçekten korkanlar, öncelikle bu değerli insanların emeklerini, çabalarını boşa çıkarmak, onların yaşamlarına son vermek ister… Onları ve emeklerini yok etmekle güçleneceklerini sanırlar. Ama her defasında yanılmışlardır. Kaybedilen her değerli insanın boşluğu mücadelenin haklılığı ve gücü ile anında doldurulmuş, gidenler binlerle geri gelmişlerdir.
Erdoğan Yoldaş, 20 Yıllık Mücadele ve Emeği ile Devrimci Sol’un Bir Parçasıdır.
1970’li yılların başında bir THKP–C sempatizanı olarak devrimci mücadele ile tanışan Erdoğan yoldaş, 1954 Fatsa doğumludur. Yoksul bir Gürcü ailesinin oğlu olan Erdoğan 1974–75 yıllarından itibaren İstanbul’da aktif bir DEV–GENÇ üyesi olarak önce okuduğu Galatasaray İşletmecilik Yüksek okulunda, daha sonra da DEV–GENÇ Şişli bölge örgütlenmesinde bir yönetici olarak anti emperyalist, anti faşist mücadelenin içinde yer aldı.
1978 yılında gündeme gelen Devrimci Yol tasfiyeciliğine karşı mücadelede DEV-GENÇ Şişli bölge komitesinin bir üyesi olarak üzerine düşen görevleri yapar, tasfiyeciliğin teşhir ve tecridinde önemli roller üstlenir.
Hareketimizin gelişip yaygınlaşmasına bağlı olarak Erdoğan yoldaş da yeni görevler alır ve Kürdistan Bölge Komitesi’nin bir üyesi olarak hareketimizin Kürdistan örgütlenmesinin yöneticilerinden biri olur, bu görevini yakalandığı 1980 baharına kadar sürdüren Erdoğan yoldaş yakalandığında da hareketimizin direniş geleneğine sahip çıkar ve işkencecilere hareketimizin hiçbir sırını vermez, örnek bir direniş sergiler.
Tahliye olduğu 1986 Mart’ına kadar kaldığı cezaevlerinde her zaman direnişin saflarında yer alan Erdoğan, özellikle cuntanın baskı işkence politikasını dizginsiz yürüttüğü Anadolu cezaevlerinde kimi zaman tek başına devrimci onurun savunucusu olur.
Tahliyesinin hemen ardından hareketten görev talebinde bulunan Erdoğan yoldaş bu tarihten itibaren hareketimizin 91 sürecine kadar ki gelişim ve birikiminde önemli bir misyon sahibi olarak mahalli bölgelerde, SDB örgütlenmelerinde çeşitli sorumluluklar üstlenir, merkezi yapıda yer alır. 1991 yılında, firar edişinin ardından örgüt içinde bir tasfiye hareketi başlatan ben merkezci anlayış tarafından tasfiyeye tabi tutulur ve çeşitli gerekçelerle cezalandırılıp etkisiz duruma getirilir.
1991 sonunda gönderildiği kampta askeri disiplini, mütevazılığı ve çalışkanlığı ile kendini kanıtlayan Erdoğan yoldaş burada çeşitli sorumluluklar alır, kamp eğitmenliği görevini üstlenir.
1992 Ağustos’unda bizzat çete başı tarafından Kürdistan sorumluluğu görevine verilir.
13 Eylül’ün ortaya koyduğu gerçekler karşısında hareketi sahiplenmesi ve çözüm yolunun kadroların iradesinde araması doğrultusundaki görüşleri nedeniyle Dursun KARATAŞ tarafından hayasızca sürdürülen kişisel saldırıların belli başlı hedeflerinden biri oldu. Çete başı, kişileri yıpratma, karalama, yok etme yoluyla kendini kurtarmaya çalışırken, sorunların kaynağını ve nedenini yaşadığı süreç içinde çok yakından gören Erdoğan yoldaşı da hedefleri arasına koymuştur.
Haziran ayında hareketin verdiği bir görevle yurtdışına çıkarken oligarşiye tutsak düşen Erdoğan yoldaş, işkenceciler karşısında yine teslim olmamış, o sırada şubede bulunan çete mensuplarına da devrimci namus ve onuru korumanın dersini vermiştir.
Yaşamının her döneminde bir devrimcinin sahip olması gereken onur ve dürüstlüğü yaşatmaya, çevresine kavratmaya çalışan ve bu çalışmalarıyla bugün onurumuzu, tarihsel bilincimizi temsil eden şehitlerimizin de içinde olduğu bir çok Devrimci Sol’cu üzerinde emek sahibi olmuştur.
Kurtuluşunu, yaşamını yoldaşlarımızın katledilmesinde gören çete başının kendisi de çok iyi biliyor ki, bugün karşısında tarihsel siyasal bilinciyle, gelenekleriyle, ahlakıyla, mücadele azmi ve kararlılığıyla, sınıf kiniyle bir DEVRİMCİ SOL vardır. Erdoğan gibi tek tek yoldaşlarımızı katlederek ne kendini kurtarması, ne de DEVRİMCİ SOL’u yok etmesi mümkün değildir. Onun tek bir amacı kalmıştır, o da devrime, mücadeleye zarar vermekten başka bir “üretimi” olmayan yaşamını bir gün daha uzatmaktır. Bedri’ler, Gürcan’lar, Menekşe’ler, nasıl tükenmiyorsa, Ercan’lar, Muammer’ler, Ercan Şakar’lar nasıl kinimize kin katıyorsa, Erdoğan’lar da tükenmeyecek, onurlu ölümleriyle mücadele azmimizi derinleştireceklerdir. Her kaybımız yerlerini onlarcasıyla dolduracak çalışmalarıyla anılacaklardır.
Yoldaşlar!..
Hareketimiz, bütün değerlerini, ahlakını, geleneklerini ve kadrolarını, yöneticilerini, taraftarlarını hedef alan soysuzca savaş ilanı ile karşı karşıyadır. Bu, biz düşmanla çarpışırken arkamızdan hançerlemeyi amaçlamış soysuz bir savaş ilanıdır.
Emperyalizm ve oligarşiye karşı yüzlerce şehidin onurunu taşıyan bir hareket olarak devrimcilik adına yoldaşlarımızı katledenlere duyduğumuz kin, yaşadığımız acılardan az değildir. Acımız ve kinimizi denetlemek zorundayız. Acı ve kinimizi mücadeleye, düşmana yoğunlaştırmak zorundayız. Ancak bizlere bu acıları yaşatanları da affetmeyiz, affetmeyeceğiz.
Bu, her şeyden önce DEVRİMCİ SOL’un onur savaşımıdır. Bu savaşımı mutlaka kazanacağız. DEVRİMCİ SOL’un ideolojik siyasi çizgisine, gelenek ve ahlakına, kadro, savaşçı ve taraftarlarına karşı işlenen her suçun hesabını sormak siyasi onurumuzu bir parçasıdır ki onurumuzu hiç kimse çiğnemeyecektir.
Yaşadığımız bu soysuz alçakça saldırılar karşısında onurumuzu korumak ve bunun gereklerini yerine getirmek bir görev olduğu gibi halka ve tarihe karşı siyasi bir sorumluluktur da… Devrimci kanı dökenlerin, bu yolda talimat verenlerin suçları ve kimlikleri açıktır. Onları anlayışlarıyla, çeteleriyle tecrit edip tarihten silmek, bir daha bu suçları işleyemez hale getirmek nasıl örgütlü iradi bir görevse, bir kaos ortamına neden olacak duygusal tepkisel davranışlardan kaçmak da davamızın dayattığı zorunlu bir görevdir. Mücadelenin tüm görevlerini olduğu gibi bu konuda da görevlerimizi bilinçli iradi ve örgütlü bir biçimde ele alıp yerine getirmek zorundayız.
Devrimci Demokrat Yurtsever Tüm Dostlarımıza!.
Dökülen kanlar devrimindir. Çokça söylenen bu söz bugün artık anlamsızdır. Çünkü sözler bitmiştir. Çünkü sağ duyu, çünkü sorumluluk, çünkü sahiplenme hükmünü yitirmiştir. Ortada kan vardır ve akmaya da devam etmektedir. Devrimci kanı akıtanların, bunu siyasi gelecekleri için teminat sayanların yaşadığı, yaşama hakkının tanındığı bir platformda, çok anlamlı olan bu kavramların hiçbir değeri kalmamıştır. Oysa bizler bugün devrimi, halkların çıkarını, gelenek ve ahlakımızı, saygınlığımızı ve geleceğimizi korumalıyız. Bunun tek da devrimci kanı döken bu çeteyi her yönüyle etkisizleştirip siyasi arenadan silmektir. Asıl görev dün de bugün de buydu. Bu göreve sahip çıkmak dışında bir alternatif kalmamıştır. Başka alternatif arayanlar, hangi gerekçeyi ileri sürerlerse sürsünler bu en temel görevi savsaklıyor demektir.
Herkes bu görev karşısındaki konum ve yaptıklarıyla tarih ve halklara hesap vermek zorundadır. Bizler tarih ve halklara vereceğimiz hesabın sorumluluğuyla bu göreve sahip çıkıyoruz. Tarih ve halklar tarafından “görevden kaçma” suçuyla yargılanmayacağız… Devrimi, örgütümüzü savunmak ve bunun gereklerini yerine getirmek bir “suç” ise bu suçtan “yargılanmaya” hazırız.
Erdoğan’ları mücadelemizde yaşatacağız!
Devrimci kanı dökenler Devrimci Sol ada letine hesap verecektir!
Bütün engelleri devrimci mücadelemizle aşacağız!
Haklıyız kazanacağız!
Yaşasın Devrimci Sol!
Devrimci Sol

Bayrampaşa Cezaevi’ndeki Yağan Taraftarları: “DK Çetesinin Eli Kanlı Mensupları Döktüğünüz Kanda Boğulacaksınız”
Erdoğan Eliuygun’un öldürülmesi üzerine Bayrampaşa Cezaevi’nde tutuklu bulunan Yağan taraftarı bir grup tutuklu, “Basına ve kamuoyuna” başlıklı bir açıklamayı kaleme alarak Erdoğan Eliuygun’un katili “DK çetesi”dir diyorlardı. Açıklamanın tam metni:
18 Temmuz 1993 günü Bayrampaşa Cezaevi’nde biz DEVRİMCİ SOL tutsaklarının bulunduğu koğuş, gözü dönmüş tasfiyeci, hizipçi DK taraftarlarınca basılıp yoldaşımız Erdoğan ELİUYGUN katledilmiş, beş arkadaşımız yaralanmıştır.
Hareketimizin 1990 yılından bu yana içinde bulunduğu krizi çözme konusunda hiçbir devrimci yönteme yanaşmayan, tasfiyeciden merkezci politikasını adım adım hayata geçiren, bu nedenle onlarca yiğit önder kadromuzun katledilmesine neden olan, kendi kişisel konumunu kaybetmemek için krizin gittikçe derinleşmesine göz yuman ve sonuçta gelinen noktada yalan, demagoji dışında sermayesi kalmayan ve devrimci kanı emmeye doymayan DK’nın, cezaevinde de aynı politikayı sürdürmesi, bizler açısından sürpriz bir durum değildir. Şubede polis karşısında sınırsız çözülüp, utanmazca hareketimize küfür eden, yoldaşlarımızı katlettiren, halkımıza ve mücadelemize karşı en büyük suçu işleyen ve bu haliyle ancak DK’ya yakışan suçlulardan oluşmuş çetesini, silah, şiş ve sopalarla üzerimize salmıştır.
Saldırganları koğuş girişinde fark eden bir yoldaşımız, DK çetesine mensup bir saldırganın elinde bulunan bir silahı eline geçirerek Şadi ÖZBOLAT ve Birol ABATAY’ı yaralamıştır. Bu ilk karşı koyma sırasında paniğe kapılan 40 kişilik saldırgan güruh sağa sola ateş etmeye başlamıştır. İlk açılan ateş sırasında yar alan Erdoğan yoldaşımız, bir arkadaşımız tarafından alınarak en dip hücreye taşınmış ve korunmaya çalışılmıştır. Arkadaşlarımızın ağızlarına silah dayayan eli kanlı çete mensupları şubede kendilerinin devrimci kimlikten soyunarak her türlü değerlerimizden, ahlakımızdan, anlayışımızdan uzaklaşarak alçakça yaptıkları ihbarcılığı, ihaneti yoldaşımızın yerini söyletmeye çalışarak bizlere de yaptırmaya çalışmışlardır. İstediklerini elde edemeyen güruh temsilcileri, orada bulunan tüm arkadaşlarımızın hayati noktalarına ateş edip, şişlemiş, bununla da yetinmeyerek şube polisini aratmayacak küfür, hakaret ve tehditlerini savurmuşlardır. Beklemedikleri bir karşılıkla yüz yüze gelen güruhun paniği sonucu, arkadaşlarımızın bir kısmı tamamıyla tesadüf eseri yaralı olarak kurtulmuştur.
Erdoğan yoldaşımızı 15 dakika kadar bulamayan DK çetesi, bu 15 dakika boyunca “Erdoğan’ı aramak” bahanesiyle tüm koğuşu talan etmiştir. Zincirinden boşanmış deliler gibi her yere saldırırken, buzdolabına bile bakmayı ihmal etmeyen DK’cılar, bu talan sırasında duvarda bulunan 12 Temmuz şehitlerimizden Cavit ÖZKAYA ve Niyazi AYDIN’ın resmini indirmiş, 6 Mart şehidimiz Bedri YAĞAN’ın resmini parçalamışlardır.
Daktilomuz kırılmış, dokümanlarımız yırtılmış, özel eşyalarımız tahrip edilmiştir. Polis baskınlarından alışkın olduğumuz bu “yöntem” ile bu kez kendilerine “devrimciyim” diyenler tarafından yüz yüze bırakılmak, bugüne kadar sergiledikleri tüm iğrençliklerine rağmen bizleri şaşırtmıştır. Polisin, şehitlerimizi katlettikten sonra işkence yapmasına, üzerlerine çıkıp tepinmesine alışkındık ama, kendisine devrimci sıfatını yakıştıranların yoldaşımızı katlettikten sonra cesedini şişlemelerine ilk kez tanık oluyorduk. Ve bunu kabullenmek kolay değildi. Saldırganlar “işlerini bitirip” koğuşu terk ettikten sonra, koğuşun tam anlamıyla talan edilmiş bir görünüme sahip olması; duvarlardan, yerlerden, yataklardan günlerce boş kovan toplanması, atış alanı gibi rasgele ateş edildiğinin en basit göstergesiydi. Bu pislik kendi içimizden çıktığı yanıyla kendi geçmişimizin bir parçası olduğu için hala yapılanlara alışamadığımızı görüyor, UTANIYORUZ…
13 Eylül inisiyatifinden bugüne, bizlere “kontrgerillanın çocukları” söylemiyle saldırarak, her türlü kirli savaş yöntemini uygulamakta hiçbir sakınca görmeyen DK çetesinin, ordu karargahı basar gibi, ondan fazla silahı ve kırktan fazla insanla 15 kişilik koğuşu basması ve bir yoldaşımızı katletmesi sırasında cezaevi idaresinin ve askerin tamamen seyirci kalması oldukça anlamlıdır. Erdoğan yoldaşımız şubedeyken siyasi polisin kendisine; “seni öldürmedik, öldürmeyeceği. Ö. (DK hizbinin cezaevindeki şefi) seni bekliyor, senin öldürülmeni ona havale ediyoruz” demiş olmaları ise, askerin cezaevi idaresinin bu seyirciliğini daha anlamlı kılmaktadır. Siyasi şube polisinin kendisinden en küçük bir sır almayı dahi başaramadığı Erdoğan yoldaşımızın katli için daha dışarıdayken aylara peşinden koşup, “kafam karışık, gel konuşalım” diyerek pusu kuran L’nün şubede verdiği ifadelerde ‘diğer anlattıklarının yanında) Erdoğan yoldaşımıza ilişkin tüm bildiklerini anlatması, Erdoğan yoldaşımıza açılan iddianamenin tümünün L ile K isimli kendini bilmezlerin şube ifadeleri ile “yalan gazetesi”nin yayınlarından oluşması ve son olarak L adıl alçağın 18 Temmuz katliamına bilfiil katılması, kimin, kiminle ne boyutta işbirliği yaptığının en açık kanıtıdır.
Politik olarak iflas eden DK, fiziki olarak da bitişe yaklaştığı noktada son çırpınışlarının eseri olarak bu saldırıyı gerçekleştirmek zorundaydı.
“… ve dünyanın bütün resmi tarihçileri, yaşanan geçmiş sürecin objektif tanıklarının düşmanıdırlar. Dünyada olduğu gibi bizde de bu tanıklar şu ya da bu yolla yok edilmeli, ya da “siyasi rehavet” vb. yolla ‘gebe’ bırakılarak tanıklık edemez duruma getirilmelidir. Ancak bu yolla resmi tarih insanlara yutturulabilir… ” (E. ELİUYUN’un bir notundan). Evet, şehit yoldaşımız da, bizler de mücadeleyi, hareketi sahiplenmenin, yalanlara, yanlışlara set oluşturmaya çalışmanın nelere mal olacağını çok iyi biliyorduk. Yoldaşımız tutsak düşmeden önce de, bir çok kez DK çetesi tarafından tuzağa düşürülmeye çalışılmış, ancak alınan önlemler sonucu bu tuzaklar geçersiz kılınmıştır. Evet… Ne konulan tuzaklar, ne bizzat DK tarafından kedisine ifade edilen “kan akar, ezerim, yok ederim” vb. tehditleri, ne hakkında sayfalarca döktürülen yalan yanlış “tanıklıklar”, ne bu “tanık”ların kıyıda köşede kalan devrim kaçkınlıklarından, ahlaksızlardan devşirilmesi, hiçbir şey onu doğru bildiği yoldan döndürememiş, yıldıramamış, DEVRİMCİ SOL ailesinin geleneğine olduğu kadar ELİUYGUN ailesinin baş eğmez geleneğine uygun bir şekilde yaşamını noktalamıştır. 20 yılı bulan devrimci geçmişiyle bu yaşam, işkencehanelerde en azgın polis işkencesine, cunta koşullarının en azgın saldırılarına karşı baş eğmez tutumuyla örnek olmuş ve en son DK’nın insanlık dışı, devrimcilikle en ufak bağı kalmayan saldırılarına karşı da dimdik ayakta kalmıştır.
Ya siz DK çetesinin eli kanlı mensupları!. .
Siz yaptıklarımızı, yarattıklarınızı, geçmişinizi dönüp sorguluyor musunuz? Biz artık sizlerden bu cesaret ve dürüstlüğü – bir parça da olsa – bekleyemiyoruz. İçinizde, bir parça insani yanı kalıp da sorgulamayı yayanlar ise, ihanet, ahlaksızlık, devrimci katliamı ve utanç dışında bir şey bulamayacaklar.
Sizleri bu denli saldırgan yapan, devrimciliğinizin sınandığı yerlerde yaptığınız işbirliği ve ihanet yanında, son süreçte aldığınız “kültür”dür. DK sizlerin zaaflarını, sizlere ve tüm devrimcilere karşı öyle bir kullanıyor ki, bu yolda gittiğiniz sürece suçlarınıza suç eklemekten başka alternatifiniz kalmıyor. Ve tüm solun yüz karası olma durumunuzu derinleştiriyorsunuz.
Döktüğünüz devrimci kanının hesabını tarih ve halklarımız önünde vermekten kurtulamayacaksınız. Şehitlerimizin döküle kanının hesabını er ya da geç vermekten kurtulamayacaksınız.
Erdoğan’lar ölümsüzdür!
Erdoğan’ları katlederek tarihi yok edemezsiniz!
Kahrolsun faşizm, yaşasın Devrimci Sol!
Bayrampaşa Cezaevi’nde Tutsak Bulunan Bir Grup
DEVRİMCİ SOL Tutsağı Adına
Güneş ARDIÇ (ELİUYGUN) – Veli KILIÇ

Karataş Kanadı: “Sağmalcılar Olayı ve Bir Darbecinin Cezalandırılması”
Dursun Karataş kanadının 7 Haziran 1993 tarihli 2 Nolu kararıyla Bedri Yağan taraftarlarına başlatmış olduğu cezalandırma kampanyası Bayrampaşa Cezaevi’nde Yağan’la birlikte hareket eden Erdoğan Eliuygun’un öldürülmesiyle sonuçlanacaktı. Karataş taraftarları yaptıkları birçok açıklamalarda Erdoğan Eliuygun’u “darbeci kontra çetesinin lideri” olarak gördüklerini ve hakkında infaz kararı aldıklarını belirtiyorlardı.
19 Temmuz 1993 tarihinde Sağmalcılar Cezaevi’ndeki Karataş taraftarı tutuklular tarafından kaleme alınan “Sağmalcılar olayı ve bir darbecinin cezalandırılması” başlıklı bildiride Erdoğan Eliuygun’u niçin öldürdüklerini aşağıda metni tam olarak yayınlanmış açıklamada göreceksiniz:
Darbeci Kotra Çetesini Dağıtacağız!
18 Temmuz 1993 günü Sağmalcılar Cezaevi’nde yaşanan olaya ilişkin kamuoyuna açıklamamızdır.
Sağmalcılar Cezaevi’nde darbecilik suçu işleyen bir grup kontracı, hareketimizin 7 Haziran 1993 tarihli 2 Nolu kararı gereğince cezalandırıldılar.
Eylemimiz basına spekülatif ve yanlı bir şekilde yansıtılmıştır. Olayın asıl gelişimi kısaca şöyledir:
Daha önce değişik tarihlerde darbecilik suçu işlemiş ya da başka örgütsel suçlardan dolayı saflarımızdan ve siyasi tutsakların kaldığı bölümden atılmış kimi kişiler adli tutukluların kaldığı bölümde, C3 koğuşunda kümelendiler. Bunlardan darbeciliğe bulaşmış olanlar saflarımızdan yaptıkları bozgunculuk nedeniyle atılırken, “süreci kaldıramadıklarını, darbecilerle hiçbir ilişkilerinin bulunmadığını ve gelecekte de olmayacağını, darbeciliğe bulaşmadıklarını, geçmişteki darbecilikleri nedeniyle hareketimize vermiş oldukları özeleştirilerinin geçerli olduğunu, süreci izlemek istediklerini vb. ” taahhüt ettiler. Ancak hastalıklı kafalar adli tutuklular bölümüne gönderilince verdikleri özeleştirilerin samimi olmadığı açığa çıktı; darbecileştiler.
Bu süreçte darbeci şeflerden Erdoğan Eliuygun (Asaf Arif) haini tutuklanarak Sağmalcılar Cezaevi’ne geldi ve işlediği suçlar nedeniyle devrimci adaletin kendinden hesap soracağını bildiği için kendi isteğiyle adli tutuklu bölümüne konarak C3 koğuşuna yerleştirildi.
Kamuoyu Erdoğan Eliuygun hakkındaki düşüncelerimizi bilir. Ayrıca hareketimizin 7 Haziran 1993 tarihli 2 Nolu kararı da açıktır. İşte, siyasi tutsakların kaldığı bölümden yalıtılmış ve geçişin idarece yasaklı olduğu bu odak, siyasi ve adli bölüm koridorları tarafımızca denetime alınarak, personel enterne edilerek 18 Temmuz 1993 günü taraftarlarımızca basılmış, Erdoğan Eliuygun haini birinci dereceden suçlu olduğundan ölümle, diğerleri yaralama ve dövme biçiminde cezalandırılmıştır. Eylemde önceden belirlenen hedefler dışında kimseye yönelme olmamış, eylem baştan saptandığı şekilde gerçekleştirilmiştir.
Burjuva basın yayın organlarında geçtiği gibi karşılıklı bir çatışma yaşanmamıştır. Baskın sırasında taraftarlarımızı ummadıkları bir anda karşısında gören bir darbecinin şoka girerek panik halinde sağa sola ateş etmesi dışında bir direnme olmamış, darbecilerin kaldığı koğuş kısa sürede denetimimiz altına alınmıştır. İki yoldaşımız şok halindeki darbeci kontracının panik halinde açtığı ateş sonucu yaralanmıştır.
Baskında dövme ya da yaralamayla cezalandırılan darbeciler acizleşen, pişmanlık getiren yalvarışlarıyla tam bir düşkünlük içerisindeydiler. Darbeci şef bir kutuya girip saklanmaya çalışırken, diğerleri, “Bana bir şey yapmayın, size Erdoğan’ın yerini göstereyim” diyenlerden, “Tövbe, bir daha darbecilik yapmayacağım” diyenlere kadar tam da yaşadıkları kişilik erozyonuna uygun bir tavır sergilediler.
İşlemiş oldukları ağır suçlara devrimcilerin katledilmesini de ekleyerek durumlarını daha da ağırlaştıran darbecileri bağışlamadık, bağışlamayacağız.
Darbeci kontra çetesine yaşam hakkı tanımayacağız!
19 Temmuz 1993
Sağmalcılar Cezaevi Devrimci Sol Tutsakları

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: Content is protected !!