Evdeki Hesabı Çarşıya Uydurmayan Faktör
FİRE: EVDEKİ HESABI ÇARŞIYA UYDURMAYAN FAKTÖR
Cumhurbaşkanlığı seçimi tartışmaları, Şubat 2000 ortalarına gelindiğinde, diğer gündem maddelerini eziyordu artık. Anayasa değişikliği gerçekleşebilecek ve Demirel’e ikinci kez Cumhurbaşkanı olma fırsatı verilelecek miydi? Siyasi partilerin genel başkanları bu soruların cevabı üzerinde uzlaşmışlardı. Kağıt üzerinde matematiksel hesaplar tamamdı. Fakat uygulamanın denetime kapalı olması ve yer yer yükselen aykırı seslerin varlığı, tereddütleri artırıyordu. Çünkü değişiklik önergesinin oylaması gizli yapılacaktı.
Görünen en sağlam parti DSP’ydi. Belki bir miktar fire verebilirdi. Ancak tüm fire olasılıklarına rağmen 136 kişilik DSP grubundan 120’nin üstünde bir oy çıkacağına kesin gözüyle bakılıyordu. Aynı şekilde MHP’den de fazla fire beklenmiyordu. MHP’de azımsanmıyacak sayıda Demirel muhalifi milletvekili vardı, ancak oylama gizli bile yapılsa yönetime rağmen anayasa değişikliğine ret vereceklerin sayısının onu bulmayacağı sanılıyordu.
DYP’de ise kafalar karışıktı. Bu partide de çok büyük olmasa da fire olacağına kesin gözüyle bakılıyordu. Hatta Demirel’e yakınlığıyla ünlü DYP’liler bile, “Bu iş olmaz, Demirel Çankaya’dan inerse merkez sağda yeni bir yapılanmanın önü açılır. Böyle bir durum, hem ülke, hem de bizlerin siyasî geleceği açısından daha iyi olmaz mı?” görüşündeydiler.
ANAP cephesinde sıkıntı ve karışıklık gün geçtikçe durulacağına daha da bulanık bir hâl alıyordu. Mesut Yılmaz’ın da dediği gibi ANAP içinde Demirel’e “husumet” besleyen büyük bir grup vardı. Onlar, bu anayasa değişikliğini engelleyebilmek için var güçleriyle çalışıyorlardı. Yılmaz’a en yakın isimlerden biri olan Eyüp Aşık, partinin Merkez Karar Yönetim Kurulu toplantısında “Niye siz aday olmuyorsunuz?” diye soruyor; Yılmaz’ın genel başkan olarak girdiği bütün seçimlerde oy kaybetmesine karşın yine de siyasette hep belirleyici rol oynayabildiğine de gönderme yaparak şunları söylüyordu:
“Siz bugüne kadar sahada hiç başarılı olamadınız, ama buna karşın masa başında da hiç kaybetmediniz. Yine kaybetmezsiniz…”69
İşte bu dolduruşlar yüzünden liderler zirvesinde ortaklarına “olur” sözü veren Yılmaz, kapıdan çıkar çıkmaz, “Ben oy veririm de partimde ciddi sıkıntılar olur” diyebiliyordu.
Fazilet Partisi’ne ise, yavaş yavaş gün doğuyordu. Çözümünde rol oynayacakları her düğümü etkin bir pazarlık vasıtası olarak kullanmaktan kaçınmıyorlardı. Hükümet düşecekmiş, cumhurbaşkanı seçilecekmiş, çok önemli değildi. Çünkü nasıl olsa düşen de, seçilen de kendilerinden biri olmayacaktı. O zaman gözünü seveyim pragmatizmin! Her durumdan fayda sağlamaktan gayrı yapılacak iş yoktu. Parti zaten kapatma istemiyle yargılanıyordu; Erbakan siyasi yasaklıydı. O hâlde son dakikaya kadar pazarlık yapmakta bir beis yoktu. Peki neyin pazarlığını yapacaklardı? Elbette öncelik kapatma davası ve 312’nci maddeydi. Anayasanın parti kapatmayı düzenleyen 69’uncu maddesi ile TCK’nın siyaset yasağı içeren 312’nci maddesinin değiştirilmesi yeterdi.
Fazilet Partililer, bu isteklerini net bir şekilde ortaya koyacaklardı. Ancak, şimdilik biraz sabırlı hareket edilmesi, ortamın kollanması ve ortaklar arasında derin bir çatlağın doğması beklenmeliydi. Bu yüzden FP, özellikle ANAP’ı yakın markaja almış, dikkatle takip ediyordu.
ANAP’ın içindeki karışıklığı Ecevit de yakından izliyor, ANAP’la ilgili “Orada biraz sıkıntı var ama, bunlar o partinin iç işi, benim bu konuda bir değerlendirme yapmam doğru olmaz” değerlendirmesini yapıyordu.
Türkiye her ne kadar liderler demokrasisinin egemen olduğu bir ülke olarak eleştirilse de, anayasa değişikliğinin altında liderlerin partileri adına attıkları imzalar da olsa, anayasa değişikliğine ilişkin kimse gönül rahatlığıyla “bu iş tamam” diyemiyordu. Çünkü her parti “fire” sinyalleri veriyordu. Gün geçtikçe firelerin çoğalacağı yönündeki belirtiler, evdeki hesabın çarşıya uymayacağını anlatıyordu.