FKF’de Dev–Güç Kavgası
FKF’de Dev–Güç Kavgası
Doğu Perinçek’in başkanlıktan düşürülmesi dönemin sosyalist hareketine uygun bir şekilde içkili bir partiyle kutlandı. SD taraftarının hakim olduğu yeni FKF’de başkanlığa Zülkif Şahin seçildi. Zülkif Şahin’in başkanlığındaki FKF’nin ilk aldığı karar Devrimci Güç Birliği’nden çekilmekti. 15 Temmuz 1968 günü Devrimci Güç Birliği İcra Konseyi başkanlığına bir telgraf çekilerek ayrıldıklarını bildiriyorlardı. Alına bu karar Aybar, Aren–Boran liderliğindeki TİP genel merkezi tarafından da sevinçle karşılanmıştı. TİP’e muhalif olan Dev–Güç’e karşı alınan bu karar TİP’lilere göre Sosyalist Devrimcilerin zaferiydi.
FKF Dev–Güç’ten ayrılma kararında şunları söylüyor:
Sosyalist mücadele tarihi bize göstermektedir ki, emekçi sınıfların zaferi ancak bilinçli sınıf mücadeleleri yoluyla mümkündür. Köhneleşmiş, yozlaşmış sınıflarla uzlaşarak, anlaşarak, işbirliği yaparak zafere ulaşmayı düşünmek temelinden sosyalizme ters düşmektir.(1)
FKF’nin Dev–Güç’ten ayrılma kararı MDD taraftarı Türk Solu Dergisinde tepkiyle karşılandı. Ersen Olgaç imzalı “FKF Dev–Güç’ten Neden Ayrıldı” başlıklı bir makalede ayrılma kararı yanlış bulunurken FKF yönetimi oportünizmle suçlanıyordu. İşte bu suçlamalarla dolu yazıdan bir bölüm:
FKF’de yönetimi alan klik, sosyalizmin değil oportünizmin temsilcisidir. FKF’nin Dev–Güç’ten ayrılmasının nedenleri Türkiye sosyalist hareketi içerisindeki oportünizmin kendisini kaptırmış olmasıdır. Devrimci ve sosyalistliğinden en ufak bir şüphe duymayan FKF tabanının ağırlığını duyurması uzak olması gerek.(2)
Haziran 1968’de Ankara’da ve İstanbul’da başlayan üniversiteleri işgal olayları Devrimci öğrenci hareketlerinde yine MDD ve SD’ciler arasındaki görüş ayrılıklarını bir kez daha ortaya koyacaktı. Deniz Gezmiş’in önderliğinde FKF’yi pasif bulan solcu gençlerin İstanbul ve Ankara Üniversitesindeki eylemleri TİP ve FKF yönetimi tarafından maceracı eylemler olarak nitelendiriliyordu. Mihri Belli’nin destek verdiği öğrenci eylemleri TİP yöneticileri tarafından şüpheyle karşılanıyordu. Dönemin TİP yöneticileri FKF başkanı Zülkif Şahin ve GYK üyelerini maceracı eylemler olarak nitelendirdikleri işgallerden ve yürüyüşlerden uzak durmaya çağırıyordu.
TİP yöneticilerinden Sadun Aren Ankara’daki üniversite işgalleri sırasında TİP’in Çankaya ilçe örgütü binasına çağırdığı ve içlerinde Ankara Hukuk Fakültesi Fikir Kulübü başkanı Atıl Ant’ında bulunduğu bir grup TİP üyesi FKF’liye işgale son verme çağrısında bulunarak, sert bir dille uyarmıştı.
FKF öğrenci eylemlerinden kendisini kurtaramayacak, kendisini de içinde bulacaktı. Hatta üyelerinden biri olan Vedat Demircioğlu’nu Temmuz ortalarında düzenlenen ABD’nin 6. Filosunu Protesto gösterilerinde kaybedecekti. 6. Filoyu Protesto gösterileri Deniz Gezmiş’in önderliğindeki MDD taraftarlarıyla SD taraftarlarının miting ve gösterilerde izlenecek tutum ve tavır noktasında karşı karşıya getirmişti. MDD’ci gençlerin Dolmabahçe Yürüyüşünde polisle çatışmayı göze alan çatışmacı tutumlarına SD’ciler karşı çıkmışlardı. Onlara göre kitlenin polisle çatışması maceracı eylemlere yol açacaktı. SD taraftarı Harun Karadeniz, MDD’cilerin tutumunu şöyle açıklıyor:
* Onların çatışmaya yönelik tavırlarının en önemli kaynağı ise “Devrimci bir cunta”(!) umudu oluyordu. Onlara göre her fırsatta polisle çatışma çıkacak ve asker, sivil, aydın zümre iktidara el koyacaktı. Nitekim 27 Mayıs’ta böyle olmuştu. Biz ise sürekli olarak cuntayı ve cuntacılığı reddediyorduk. İşte bütün bunlar, Dolmabahçe yürüyüşü sırasında ters düşmemizi getirdi.
* O günden sonra özellikle ben MDD’cilerin boy hedefi olmuştum. 23 Temmuz’da çıkan 36. sayılı “Türk Solu”nda başlamak üzere, yukarıdaki olay nedeniyle sürekli saldıracaklardı. Gerçekte sebep yukarıdaki olay değildi. Cunta getirici çatışmalara karşı çıkış ve sonu cuntaya yönelik saldırıların gerçek nedeniydi. Yoksa yıllar yılı yürüyen ve kendince bir şeyler yapmak üzere çabalayan bana karşı sadece yukarıdaki olaydan ötürü “oportünist pasifist” denmezdi.(3)
Mihri Belli ve Türk Solu’yla direk ilişkide bulunan Deniz Gezmiş’in liderliğini yaptığı, aralarında eski FKF üyelerinin de bulunduğu bir grup genç 5 Ekim 1968’de kısa adı “DÖB” olan “Devrimci Öğrenciler Birliği”ni İstanbul’da kurdu. DÖB 7 Mart 1968’de Deniz Gezmiş, Lütfü Kıyıcı gibi öğrenciler tarafından kurulan “Devrimci Hukukçular Örgütü”nün devamıdır. DHÖ MDD görüşünü devrimci gençlik içerisinde benimseyen ilk örgüttür. DHÖ zemininde başlayan ilişkiler DÖB’ü doğurdu. DÖB kuruluşuyla birlikte militarist bir gençlik hareketinin önderliğine soyunacaktı. Dönemin DÖB yöneticileri tarafından, FKF 1968 yazı boyunca Haziran ve Temmuz işgallerine katılmayan Dolmabahçe Direnişinde yer almayan devrimci eylemlerden uzak duran oportünist bir örgüt olmakla suçlanacaktı.
DÖB’lülerle FKF’liler arasındaki görüş ayrılıkları 30 Ekim 1968’de Samsun Atatürk anıtı önünden başlayan 10 Kasım 1968’de Anıtkabir’de bitirilmesi planlanan “Samsun’dan Ankara’ya Tam Bağımsızlık için Mustafa Kemal yürüyüşü ve mitingi”nde de ortaya çıkacaktı. Yürüyüş ancak 8 Kasım’a kadar devam etmiş Ankara Mamak yakınlarında yürüyüşün Ankara içindeki bölümünün nasıl devam edeceği ve bu bölümde hangi sloganların kullanılacağı, hangi sloganların kullanılmayacağı konusunda çıkan anlaşmazlık sonucu Mamak yakınlarında bir arazide yapılan toplantıyla sona erdirilecekti. DÖB ile bazı sol Kemalist grupların düzenlemiş olduğu yürüyüş ve miting FKF’liler tarafından cuntacı faaliyet olarak değerlendirilmişti. Samsun Ankara yürüyüşü de Dev–Güç tarafından bir cunta çağrısı olarak planlanmıştı, fakat tutmamış dağılmıştı.
Ordu içindeki Darbeci çevrelerle dirsek temasını sürdüren MDD’ci akımın lideri Mihri Belli Dev–Güç’ün en büyük hamisiydi. Solcu gençleri silahlı mücadeleye özendiren onları ülkeyi iç savaşa götürecek maceracı ve propogatif eylemlere teşvik eden Mihri Belli MDD görüşlerini dile getirdiği yayın organı Türk Solu Dergisinde “Dev–Güç’te birleşelim”(4) çağrısında bulunuyordu. Mihri Belli’nin çağrısına yine aynı dergide MBK üyesi emekli asker icra komitesi başkanı Kadri Kaplan’da yapmış olduğu “savaş çağrısı”yla destek veriyordu. Mihri Belli sosyalizm adına, Kadri Kaplan ise Atatürkçülük adına devrimci gençleri sokağa çıkmaya çağırıyordu.
Harun Karadeniz:
“Cuntacı MDD’ciler ile onların kurduğu Dev–Güç için iyi söz söylemem zor olacak”
TİP yanlısı SD taraftarı İstanbul’daki öğrenci gençlik liderlerinden MDD karşıtı Harun Karadeniz “Olaylı Yıllar ve Gençlik” adlı 1968 dönemini anlatan anılarında Dev–Güç’e hep karşı çıktıklarını anlatır. Karadeniz’e göre “Dev–Güç karşı–devrimci cuntacı bir çizgidedir”. Dev–Güç ve onu doğuran MDD’ci anlayış “Marksist Leninist bir çizgide değildir”. Karadeniz Dev–Güç’e karşı olmasından dolayı MDD’cilerin yayın organı Türk Solu dergisinde “oportünist ve pasifist” olmakla da suçlanmıştı. Harun Karadeniz’in cuntacı Dev–Güç’le ilgili değerlendirmesi şöyleydi:
* Ankara’da Devrimciler Güçbirliği adı altında bir birlik kurulduğu ilan edildi. Maçka toplantısında bize karşı olanların tümü bu birliğe girenler arasındaydı. Devrimci güçbirliği alelacele ve bizden habersiz kurulmuştu. Özellikle teknik örgütler en hareketli ve en ilerici örgütlerdi. Devrimciler güç birliği ise bizden gizlice ve Maçka toplantısında “NATO’ya Hayır” diyemeyeceklerle beraber kuruluvermişti. Üstelik devrimciler güç birliğinin başında tabii senatör Kadri Kaplan bulunuyordu. Hareket düpedüz bize karşı planlanmıştı. 27 Mayısçılar 1960’dan sonra İnönü ile anlaşmışlar daha doğrusu İnönü’ye yanaşmışlardı. Anlaşılan oydu ki, belli bir çizgiden daha ileri gidilmemesi isteniyordu. Özellikle gençliğin 27 Mayısçılardan ve Atatürkçülerden ayrı olarak örgütlenmesi tehlikeli bulunuyordu.
Özellikle 1967’den itibaren Türkiye’deki devrimciler her konuya sınıf açısından bakmaya yönelmişlerdi. 27 Mayıs ve Atatürk ilkeleri geride kalmış, devlet, ordu ve egemen sınıflar doğru olarak kavranmaya başlanmıştı. Fakat bizim aydınlarımızın yapısında biraz tepeden inmecilik vardır. Tanzimat’ta, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda ve daha birçok olayda bu tavrı görmek mümkündü. 1960’ta ise bu tavır; “halka rağmen halk için” diye ifade ediyordu. 1960’tan sonra sürekli bir cunta söylentisi içinde yaşamıştık. Cuntacılık oldukça taraftar buluyordu. Sosyalist dünya görüşünün yayılmasıyla bu tür eğilimler azalmıştı ki bir Mihri Belli çıktı “Asker, sivil, aydın zümre” diye bir laf tutturdu ve cuntacılığa sosyalist literatürde bir yer verdi. Milli demokratik devrim “asker, sivil, aydın zümrenin devrimci geleneğine” binaen gerçekleştirilecekti. Tam sosyalist teori benimsenip cuntacılık bir kenara bırakılıyordu ki Mihri’nin bu teorisi imdada yetti(!).(5)
* Bizim tavrımız doğal olarak Dev–Güç’e karşıydı. Çünkü Dev–Güç bize karşı kurulmuştu. Daha ileri çizgide örgütlenmemizi engellemek üzere aceleyle ve komik sloganlarla kurulmuş bir birlikti bu. Katılan örgütlerin çoğu tabela örgütüydü. Ne yığınlara dayalı bir güçleri vardı, ne de Türkiye sorunlarını doğru koyuyorlardı, Örgüt yönetimindeki inisiyatif Atatürk ilkeleri ve 27 Mayıs çizgisinden ileri gitmeyen ve gidemeyecek kişilerdeydi. Geniş öğrenci kitlesiyle bağlı olan örgütler teknik kesimdeki örgütlerdi. Bizim Dev–Güç’e katılmamız, elimizdeki gücü geri çizgiye devretmek ve onların son tahlilde cunta hesaplarına alet olmak demekti.(6)
* Ben öğrenci birliğimizin Dev–Güç’e katılmayacağını söylediğimden ve Dev–Güç’ün yanlışlığını savunduğumdan dolayı devrim düşmanı ilan edilecek, bir çok yerde oportünist olarak yerilecektim. Burada belirtmek istediğim bir nokta daha var: Bu Dev–Güç’e katılan gençler son iki yıldır, gençlik eylemlerinde bulunan kimselerdi. Sosyalizmin kuruluşunda cuntayı açıktan açığa savunmuyorlardı. Fakat içinde bulundukları ilişkiler onları cuntacılara faydalı eylemler yapmaya götürmüyordu. Bazıları ise daha heyecanlı idiler ve cunta getirebilecek olaylar çıkartmaya özellikle gayret sarf ediyorlardı. Geniş öğrenci kitleleri karşısında ise son derece keskin nutuklar atıyorlardı. Çoğunlukla şiddet taraftarı oluyorlar ve bu davaya hayatlarını koyduklarını ölmeye hazır olduklarını yansıtıyorlardı.(7)
(1) Yıldırım, “a.g.e.”, s. 197.
2) Yıldırm, “a.g.e.”, s.200.
3) Karadeniz, “a.g.e.”, s.113, 116.
4) Türk Solu, 4 Mart 1969, sayı 68. sayfa 3.
5) Karadeniz, “a.g.e.”, s.169–170.
6) Karadeniz, “a.g.e.”, s. 175
7) Karadeniz, “a.g.e.”, s. 177