Girit Kadılığı Meselesi ve Said Kenan Bey
Girit Kadılığı Meselesi ve Said Kenan Bey
Bu Girit Kadılığı meselesi Mayıs 1907 de mevzuubahis olmuştu. Terakki ve İttihat Cemiyet o esnada faaliyetini gittikçe arttırmakta olduğundan Cemiyetin katibi olan Said Kenan Bey’i Osmanlı memleketine bitişik olan memleketlerde bir cevelan yapmağa ve orak dağıtmağa memur etmişti. Said Kenan Bey’e yol parası olmak üzere 300 frank verildikten sonra Temmuz 1907 de yola çıkarılmıştı. Bu propaganda seyahatinin neticelerini öğrenebilmek için Said Kenan Bey’in Pire’den ve Atina’dan Paris’e yazdığı mektupların bazı yerlerini aşağıda naklediyoruz.
“Vapurumuz limana girer girmez yüzlerce sandal etrafımızı çevirdi. Kayıkçı haşarati vapura tırmandılar. Çok şükür heybemi kaptırmadan gümrüğe çıkabildim. Zira yerli Rumların bile birçoğu paltolarını ve şemsiyelerini çaldırmışlardı. Gümrüğe yakın en adi bir otele indim, fakat bir buçuk franktan aşağı yatak bulamadım. Bu küçük kasaba, Paris’ten bile pahalı.
Sabahleyin kalktım, sokakta dolaşırken yol üzerinde iskemle atmış olan bir ayak kahvecisinden bir gazoz içeyim dedim. Bu aralık üç kişinin Türkçe konuştuklarını işittim. Derhal yanlarına yaklaştım. Onların kim olduklarını anladım. Birisi İstanbul’da İhsaniye cihetinde şiirlerile, daha doğrusu saçma sapan hicivlerile meşhur olan ayyaşlardan Arif Hikmet Bey imiş. Şimdi sefil bir halde burada kunduracılık yaparak hayatını kazanıyor. İkincisi gemilerde ateşçilik yapan bir adamdır. Üçüncüsü ise henüz on sekiz on dokuz yaşlarında haddehaneden firar etmiş bir mektep efendisidir. Üçünün de ceplerinde on para yoktu. Bunlardan etrafı tahkik ettim. Pire’de Jön Türk namına layık olacak hiçbir kimse yoktur.
Kundura boyacısı Arif Hikmet Bey, Rumların nefretine uğramamak için vaftiz olmuş, şimdi ismi Manol’dur. Diğer ikisi de iş bulabilmek için yakında vaftiz olacaklarmış. Bu üç Türkten maada Pire’de eli ayağı düzgün birkaç Türk daha varmış. Fakat Sefaret tarafından ellişer lira verilerek İstanbul’a gönderilmişler, henüz genç ve ahlakı bozulmamış olan haddehaneli efendiden evrak tevzivinde istifade olunabileceğini anladım. Arif Hikmet Bey’de Pire’ye uğrayan Türklere para mukabilinde gazete satabilecektir.
Pire’ye hergün vapurlar geliyor. İçinde köylü, asker, memur her türlü adam çıkıyor. Dün genç çocukla beraber bunlara epeyce gazete dağıttık. Burada bir şube açılsa çok iş görülebilecek, fakat şubeyi idare edecek adam yoktur. Elimizdeki bir sarhoş ve iki haylazla Türkçe konuşana rast gelirsem hemen masanın önüne bir gazete koyuyorum.
El altından burada İsmail Kemal hakkında tahkikat yaptım. Şimdi Napoli’ye gitmiş fakat herifin burada itibarı var. On beş güne kadar Arnavutların kıyam etmeleri bekleniyor. Bu maksatla propaganda yapmak üzere bir Ermeni’nin Golosa ve oradan hududa gittiği söyleniyor. Ermeni’nin elindeki evrak Türkçe olduğundan, onun Sabahaddin Bey hesabına gezmekte olması muhtemeldir. Sabahaddin Bey’in neşrettiği “Terakki” Gazetesi buraya da geliyor. Rumlar vasıtasile Makedonya’ya aşırılıyormuş.”
“Dün gece Atina ile Pire arasında bulunan bir yere gittim. Orada bir gazinoda başları fesli birçok gençlere tesadüf ettim. Bunlar mektep tatili münasebetile İstanbul’dan Girid’e dönen mektep talebesi imiş. Derhal evrakı önlerine döktüm. Evvela korktular, sonra kartımı görünce mutmain oldular. Kendilerine milli bahislere dair bir nutuk verdim. Bu efendiler bana şunu anlattılar: Bundan birkaç ay evvel adliye binasındaki Meclis-i Mebusan salonu ta o zamandan beri mühürlü durmakta iken nasılsa müruru zamanla ipi falan çürüyerek kapısı kendi kendine açılmış. Kapının açıldığı görülür görülmez derhal Mabeyine jurnallar yağmur gibi yağmağa başlamış. Yıldız’dan sürü ile yaver domuzları koşup gelmişler ve tahkikata girmişler. Kapının kendi kendine açılması adeta büyük bir mesele olmuş.
Pire’de iskele boyunda Osmanlı sancağını hamil bir yelken gemisinin kaptanile konuştum. Bu zat Rize’li Mehmet Ali Kaptan’dır. Kendisine “Hayyalelfelah” eserimizin bazı yerlerini okudum. Kaptan kabına sığamaz oldu. Bizim Türkler bazı şeyleri bizden daha iyi biliyorlar. Trabzon’da ahaliyi ayaklarndıran Hasan kaptan isminde birisi imiş. Bu adam: “Ben vergi veririm.” Fakat o mahsulü meydana getiren ineğe ve öküze de vergi veremem, demiş, dayanamamış, kimse bir şey yapamamış.
Pire’de rastgeldiğim bir hocanın önüne gazete koydum. Meğerse herif Atina Sefaretinin imamı imiş. Hoca gazeteyi eline aldı, “Şûrâ-yı Ümmet” ismini okur okumaz elinden attı ve koşa koşa kaçıp gitti.
Buradaki Ermeniler bana Abdülhamid’in adamlarından daha ziyade düşman nazarile bakıyorlar Evrakımızı Mehmet Ali kaptandan başka birkaç Türk’i daha okutmuştum. Ermeniler fiskos etmeğe başladılar. Nihayet bir Ermeni papazı gelerek o Türklere dedi ki: “Sakın bu evrakı okumayınız, sonra İstanbul’da ağır cezalara çarpılırsınız” ondan sonra defolup gitti. Mehmet Ali Kaptanla Trabzon’a bir miktar evrak göndereceğim.
Bu bahsettiğim Ermeni papazı ile Sefaret imamı önlerine gelene istibdat dersi veriyorlar ve Abdülhamid’e boyun eğmek için halk arasında propaganda yapıyorlar. Pire’de Kosti isminde bir Rum var. Vaktile davul, tokmak vesaire gibi en eski cemiyet gazetelerini Pire’de sürermiş. Herif Jön Türklerin tarihine benden ziyade vakıf, “Cemiyet beni unuttu!” diyor. Bu adam gözü açığa benziyor. Herhalde günde on beş gazete kadar satabilecektir.
Buraya gelirken vapurda Suriye’li bir adamla konuştum. Bu zat on bir lisan biliyor. Abdülhamid’in kötülüğü hakkında dört gün müdavele-i efkar ettik. Daima sözlerimi tasdik ediyordu. Fakat ben karaya inerken bana Beyrut valisinin ahbaplarındanım. Sizin gibi vatanını seven bir gencin böyle garibül diyar dolaşması yazıktır. Vali’ye söyleyeyim de sizi aff-ışahaneye mazhar etsin, ailenize de kavuşursunuz, ben size yazarım!” demesin mi? Ben kendisine lazım gelen cevabı verdim. Herifin ya mutlaka hafiye veyahut saf bir adam olduğuna hükmediyorum.
Bugün Samsun’dan gelen bir Rum ile buluştum. Bu adam Anadolu’da Ermeni Komitelerinin çevirdikleri fırıldakları hakkında bazı şeyler söyledi. Diyordu ki: İzmir’de, Samsun’da, Trabzon’da, Sivas’ta vesair yerlerde teşkil edilen Ermeni komitelerine Türk polisleri para mukabilinde hizmet ediyorlar.”
Atina ve Pire Abdülhamid’in hafiyelerile kum gibi doludur. Bunlar yetişmiyormuş gibi bir de Ermeniler Türklerin gözleri açıldığını ve Türklük için propaganda yapılmasını istemiyorlar ve mani olmağa çalışıyorlar. Bugün yine iki Türk’e rastgeldim. Yanlarına bıraktığım gazeteleri heyecanla okuduklarını görünce onlara yaklaştım. Birisi Tunus tebasından Ahmet Keşfi diğeri de Abdülhalim Fikri Efendilerdi. İkisi de maişetlerini temin etmek için sefalet içinde Romanya’ya gidiyorlardı. Sefaret imamı ile hafiyeler huzursuz oldular. Benim burada zuhur edişim onları fena halde endişeye düşürdü. Bakalım ne halt edebilecekler? Ermenilerin hainane nazarlarla bana baktıklarını gördükçe kanım beynime hücum ediyor. Dünyada bu kadar kızdığımı bilemem. Hemen Allah yardımcımız olsun!”
“Prens Sabahaddin Bey’in prensipleri buralara kadar sirayet etmiş. Bazı kimseler tarafından tasvip ediliyorsa da ekseriyet yine Şûrâ-yı Ümmeti okumaktan lezzet alıyor. “Patris” gazetesi Mısır’da Jön Türklerle Ermenilerin bir kongre yapacaklarını yazıyor. Fakat buradaki bazı boş boğaz Ermeniler yakında “kan olacaktır” deyip duruyorlar.”
Cemiyetin katibi Said Kenan Bey yukarıdaki mektuplarında yazdığı işleri gördükten ve bir müddet parasız kaldıktan sonra Paris’e geri dönerek vazifesine devam etmişti. Bu esnada Doktor Bahaddin Şakir Bey cemiyetin inkişafına ve şube teşkilatının tevsiine bütün gayretiyle çalışıyordu.