Girit’teki Türklerin Abdülhamid’in Kötü İdaresi Karşısında Düştükleri Zor Durum ve Venizelos’un Abdülhamid Sevgisi (!)
Girit’teki Türklerin Abdülhamid’in Kötü İdaresi Karşısında Düştükleri Zor Durum ve Venizelos’un Abdülhamid Sevgisi (!)
Lazistan şubesi, Lazistan havalisindeki ahalinin Abdülhamid idaresinin zulmünden neler çektğini bu mektuplarla Paris’e anlatırken Giritte’ki Hanya ve Kandiye şubeleri de oradaki Türklerin, yine Abdülhamid idaresinin gösterdiği zaaf yüzünden ne büyük felaketlerle çarpıştıkları ve Girid’i Osmanlı Devleti’nden ayırmak için nasıl hazırlıklar yapıldığı bütün tafsilatıyla Terakki ve İttihat Cemiyeti’ne bildiriliyordu.
Tabii asılıp kesilen, malları gasbpedilen Türklerin haddi hesabı yoktu. Türkler artık şehir haricindeki tarlalarına, bağlarına, emlak ve akarlarına hiç gidemez olmuşlardı.
Türkleri katleden katiller zabıta tarafından yakalansa bile adanın Yunan Kralı tarafından tayin edilen Umumi Valisi Prens Jorj o katilleri birer birer hapisten kaçırtıyordu. Mektuplardan birisinde deniliyordu ki:
“Şehirlerde mahsur bir halde kalan İslamlar meyuz ve makhur iken geçenlerde İngiliz Başvekili tarafından parlamentoda irat edilen bir nutukta Adaya yeni komiserin vüruduyle beraber her türlü şekaveten önü alındığı ve sükun ve asayişin teessüs ettiği söylenmesi doğrusu yalnız şayan-ı teessüf değil aynı zamanda hayret-i mucib asrın en harikulade garabetinden addolunmağa sezadır. Hergün Türkler birer birer şehit edilirken dahildeki İslamlardan bilakis bu gidişle tek bir adam kalmayacağına şüphe yoktur.
Biz bütün mezalimi daima protesto ettik. Ne “Allah-ü Yensur İngilizi!” avazeleriyle iki tabur İngiliz askerini kabul eden dokuz milyon Mısır’lıya, ne de gaflet uykusu arasında İngilizleri istikbal eden Kıbrıslılara benzemek istemedik. Girit İslamları hiçbir teşebbüsten ve şikayetten geri kalmadılar. Yalnız feci bir katilden değil, hatta cüz’i bir celh, bir tahkir, bir tecavüz maddesinden dolayı konsoloslara, Sefirlere, hatta hükümdarlara hergün şifahen ve tahriren, birçok kereler şiddetli lisan kullanarak şikayetlerde bulunduk ve bulunuyoruz. Fakat bu teşebbüslerimize mukabil nazik ve cevap almaktan, mültefit bir muamele görmekten başka bir netice elde edemedik. Bütün Avrupa medeniyetinin ve insaniyetperverliğinin bütün vaatleri hülasa edilecek olursa, nazik bir cevaptan, mültefitane bir muameleden ibaret kalır. Bununla beraber, Allah versin, Girid’in bugünkü hali Osmanlılar nazarında bir ibret heykeli teşkil eylesin de biz yine o müthiş mezalimden dolayı kalplerimizde kapanması kabil olmayan o yaraları ebedi bir muhabbetle seveceğiz.”
Yunanlılar Girit’teki Türk unsurunu ortadan tamamiyle kaldıramayacaklarını anladıkça Türkleri fırsat düştükçe Hristiyan olmağa davet ediyorlardı. Türklerin Yunanlılaştırılması için esasen ortada bir din ihtilafından başka bir mani yoktu. Fakat bu Hristiyanlığa davet teşebbüsleri yalnız bir davetten ibaret kalıyordu. O devleti icra şekline sokmağa bir türlü cesaret edemiyorlardı. Meşhur Triso İsyanı’nda olduğu gibi 1907 nisanında Resmo Sancağı despotu olan Grigov dahi İslamları tanassura “Embros” gazetesi diyor ki: Girit Türkleri aslen Yunanlıdırlar. Bunlar Girit’te bulundukça Girit Yunanistan’dan uzaklaşıyor. Bunları ya mahvetmekten veyahut Hristiyanlığa sokmaktan başka çare yoktur.”
Girid’in istilasında nasıl birkaç genç Rum erkek ve kadın İzmir’e kaçarak orada İslam olmuşlarsa, Girit’te de birçok İslam kadın ve birkaç Genç Türk, bunların içinde Resmo Nakşibendi Şeyhi İzzet Efendi’nin oğlu tanassur etmişlerdi.
Venizelos’un yaptığı muhalefet sayesinde Prens Jorj Girit’ten kaldırıldığı zaman Girit Türkleri çok müşkül bir mevkide kalmışlardı. Çünkü Prens Jorj Türklerin yüzünden Girit’te kalamadığını zannederek Girit Rumlarını eskisinden daha ziyade Türkler aleyhine tahrik ediyordu. Prens Jorj’un Tük düşmanlığı bazen pek çirkin şekillerde kendisini gösteriyordu. Mesela Prensin iki atı vardı, onlara “Ali” ve “Mehmet” isimlerini koymuştu. Atına bineceği zaman uşağına “Sen Ali’ye bin, ben de “Mehmed’e bineyim!” derdi.
Bir taraftan Prens Jorj uzaktan bile Türk düşmanlığını izhar edip dururken diğer taraftan Venizelos’ta Türklere düşman kesilmişti. Onun bu düşmanlığı Türklerin Venizelos fırkasını terkederek Tarafkiran Fırkası’na geçmelerinden ileri gelmişti. Venizelos İslamlara diyordu ki:
“Ben Prens Jorj’u Girit’ten kovdum ve hürriyeti tesise muvaffak oldum. Şimdi iktidar mevkiine gelmek üzere iken beni bırakıp ta müstebit olan Hilafkiran Fırkası’na iltihak etmeniz affolunmaz bir cinayettir. Çünkü fırkamda kalmış olsaydınız, fırkalar arasında tesavii ara hasıl olacağından intihap feshedilecekti ve yeni intihapta ben kazanacaktım.”
Bu vaziyet karşısında Girit Türklerinin menafiini gözetmek için lazımgelen tedbirleri almağa muvaffak olabilecek bir Türk yoktu. Yıldız dahi başına gaile çıkaran (!) Girit İslamlarıyla meşgul olmak istemiyordu. İslamların mahvı için onların düşmanlarile ittifak etmişti. Esasen İslamları kurtarmak için ayaklanır gibi olanlara, Genç Türklerle temasa girişenler Girit’li İslamların bir çoğu kafir nazariyle bakıyordu. Pek azı istisna edilmek şartiyle Girit ulemasının hepsi hain ve menfaatperest idiler.
1907 Temmuzu nihayetinde vaziyet İslamlar için büsbütün vehamet kesbetmişti. Çünkü İzzettin Kalesi’ndeki umumi hapishanede mahpus olan 72 katil, Girit hükûmeti tarafından suret-i mahsusada alınan tedbirler sayesinde kaçırılmıştı. Ortalığı büyük bir dehşet ve korku istila etmişti. Bütün İslamlar artık hayatlarının büsbütün tehlikeye düştüğünü anlamakta güçlük çekmemişlerdi. Çünkü ekseriyetle Türk katili olan bu 72 cani serbest bırakıldıktan sonra İslamlara neler yapmazlardı!
Yunanlıların köylerde bu kadar çok faaliyet göstermeleri Türk vatanperverlerinin mesaisinden bir semere beklemelerinden ileri geliyordu. Bu meseleye dair Hanya’dan 1907 nihayetine doğru yazılan bir mektupta deniliyordu ki:
“Osmanlıların düşmanı olan Yunanlılar, Türk ahrarının son vatanperverane hareketlerinden dolayı düşünmeğe ve ahrarın vatani teşebbüslerini her ne suretle olursa olsun akim bıraktırmağa kalkışmışlardır. Bir çok Yunan gazeteleri heyecan içindedirler. Bu gazeteler diyorlar ki: Karadeniz sahillerinde teşekkül eden Genç Türk komitaları aleni bir surette Kanun-u Esasi’nin icraya konulmasını büyük bir cesaret ve metanetle istiyorlar, her tarafa beyannameler dağıtıyorlar. Bu komitalara mensup azanın bir çoğu tevkif edilmiş ise de bu gayyur ve fedakar Türklerin yaptıkları teşkilat Osmanlı Devleti’nin gerek Avrupa, gerekse Anadolu vilayetlerine dal budak sarmış olduğundan, Hristiyanların yegane istinatgahı olan Abdülhamid ile avenesi bu müthiş hürriyet ve intibah cereyanının önünü alamayacaklardır. Bizim vazifemiz bu işte Abdülhamid’e yardım etmektir. Çünkü bu Genç Türkler milli emellerimize karşı demirden bir set çekeceklerdir. Avrupa efkarı umumiyesinin teveccühünü kazanacaklardır. Biz bunları nazar-ı dikkate alarak ona göre hareket etmeliyiz. Bunun zamanı gelmiş ve hatta geçmiştir.
Bir de bizim Yunanlılar, ecnebilerin Avrupa’daki Türk vilayetleri işlerine müdahalelelerini nasıl temin ve tesir etmişlerse, şimdi de aynı şeyi Anadolu için yapmakla meşguldürler. Fakat Yunanlıların bu ikinci gayelerini Türkler henüz hissedip o teşebbüslerimiz aleyhinde gazetelerinde neşriyata başlamamışlardır. Biz şimdilik Anadolu’daki “Umumi İttihat Yunan Şubeleri”ne hususi talimat vermekle meşgul bulunuyoruz.”
Arada sırada Yunan komiteleri tahrikat yapmaktan geri kalmıyorlar. İzmir’de bir Türk polisi bir Rum çocuğunu öldürmüştü. Bunun üzerine Yunan komiteleri, siyasi emellerinin tervici ve Türklerin intikam almağa sevkolunmaları için Rum çocuğunun katledildiği yerde bir Türk çocuğunu öldürmüşlerdi. Fakat anlaşılan bizim Türkler, işin içinde fırıldakları anlamış olduklarından intikamcuyane hiçbir harekette bulunmadılar. Bilakis Rum çocuğunu öldüren polisi şiddetle takbih ettiler.
Yunan komiteleri Türklerdeki bu disiplini gördükçe çıldırmak derecesine geliyorlar. Artık Türkler uyanmağa başladıklarından hoşafın yağı kesildiğini büyük bir esefle söylüyorlar. Bununla beraber Yunan komiteleri gayretlerine devam ederek Genç Türklerin teşebbüslerini semeresiz bıraktırmağa geceli gündüzlü çalışıyorlar. Biz, Türklerin buna karşı gözlerimizi dört açmamız lazımdır.”