Gizli Bir Cemiyet “Bârikâ-i Reşâdet”
Gizli Bir Cemiyet “Bârikâ-i Reşâdet”
Şehzadeler hapishanelerinde bir taraftan kendi hesaplarına devletin harici riyasetlerini idareye yeltenirlerken diğer taraftan da biribirlerinin ayakları altına karpuz kabuğu koymağa kalkışırlardı. Yusuf İzzettin Efendi, Reşat Efendi, Abdülmecit Efendi veraset meselesinin değiştirilmesine taraftar olmakla beraber, birbirlerini atlatmak için can atarlardı. Mesela İstanbul’da “Barika-i Reşadet” namı altında gizli bir Cemiyet vardı. Bu Cemiyetin maksadı ve gayesi diğer şehzadeler tarafından çerilen intrikalara mani olmak ve Reşat Efendi’nin saltanat haklarını müdafaa ve muhafaza etmekti. Cemiyetin riyaseti, Mısır’da bulunan Diran Kelekyan Efendi’ye tevdi olunmuştu. Cemiyetin riyasetinde Diran Kelekyan Efendi’nin bulunması, bir çok manalar ifade edibilirdi. Filhakika, aradan çok zaman geçmeden Cemiyetin maksadı teşekkülü meydana çıkmıştı. O Cemiyet, Reşat Efendi’nin meşru haklarının müdafaası için ecnebi devletlerin müdahalesini davet, daha doğrusu talep ve istirham eylemeğe karar vermiş ve mesaisini bu yoldan yürütmeğe başlamıştı!
Otuz iki seneden beri müstetibliğini idame ettirmekten usanmayan mevcudiyetini muhafaza için en zalimane vasıtalara müracaattan çekinmeyen Abdülhamid bu aralık galiba artık çok yorulmuştu. Çünkü ikide bir de hastalanıyor, Avrupa’dan doktorlar getiriyor, fakat bunlar ameliyattan bahsedecek olursa ameliyata yanaşmayarak onları defediyor ve tedavisini yine Nafiz Paşa’ya bırakıyordu.
Bir gün 1907 senesi Ağustos nihayetlerine doğru Abdülhamid bayılmıştı. Artık onun bir daha ayılmayacağı zannolunduğundan bütün şehzadeler, o zamana kadar mahpus ve tarassut altında bulunanları da dahil olmak üzere, hep Yıldız Sarayı’na çağrılmışlardı. Yalnız Veliaht Reşat Efendi içlerinde yoktu. Hanedan içtimaından maksat, Abdülhamid büsbütün gözlerini kapamadan evvel veraset meselesini halletmekten ibaretti. Çünkü Yıldız avenesinin yegane kaygusu istibdadın elden gitmemesine çalışmaktı. İçtima esnasında Abdülhamid tekrar gözlerini açtığı için avenenin endişesi bertaraf olmuş ve şehzadeler de, kısa bir müddet Yıldız’ın debdebe ve tantanasını görüp ağızlarını sulandırmağa fırsat bulduktan sonra yaldızlı kafeslerine avdet etmişlerdi.
Şehzadelerin bu yaldızlı kafeslerine girip çıkan ve adetleri pek mahdut olan kimselerin, Paris’te Terakki ve İttihat Cemiyeti ile irtibatı temin etmeleri için fevkalade itinada şayan olmaları lazım gelirdi. Halbuki arada sırada bu itimat, irtibatın meydana çıkmaması ve casuslar tarafından duyulmaması mevzuu bahis oldukça fazlasıyla vardı. Ama şehzadeler tarafından gönderilen atiyelerin yerlerine teslim edilmesi işlerinde onun yoksunluğu bazen kendisini gösteriyordu. İfadesine nazaran Ermeni olduğu anlaşılan ve Mösyö Rouet ile beraber çalışan birisi tarafından Doktor Bahaddin Şakir Bey’e yazılan bir mektuptan bu itimadın hangi işlerde caiz olmadığı güzelce anlaşılıyor. Mektupta deniliyordu ki:
“Ben istifa ettikten sonra burada yerime kaim olması lazım gelen Mösyö Rouet bazı sebeplerden dolayı çok faaliyet gösteremeyeceğinden, eski kararımda ısrar ettiğim taktirde Cemiyetin İstanbul ile alakası büsbütün kesilmiş olacağından ve şu suretle Cemiyete muhalif olup asıl istifama sebebiyet veren adamların maksatlarına hizmet etmiş olacağından, istifamın kabul edilip edilmediği hakkındaki cevabınızı beklemeden onu geri alıyorum.
Zaten istifamı icap ettiren sebeplerden biri zail oldu. Keyfiyet şu idi; Reşat Efendi acizleri tarafından vaki olan kemterane hizmetlere mükafat olmak üzere bendenize bir yüzük hediye ederler. Fakat bu yüzük bendenize vasıl olmadan evvel iki, üç kişinin elinden geçer. Bu iki, üç kişinin elinden geçerken de her nasılsa yolda başkasının malı olur.
Bendeniz bunu haber alınca hakkımı aramak için derhal bazı tedbirlere müracaat ettim. Yüzüğün kimde olduğunu meydana çıkardım. Nihayet hakkımı ihkaka muvaffak oldum.”
Demek ki Terakki ve İttihat Cemiyeti, İstanbul gruplarından birisine mensup olan bu zatın, Cemiyetten istifa etmesi için Reşat Efendi tarafından hediye edilen bir yüzüğün başkası tarafından gaspolunması kafi geliyordu.