27 Mayıs’dan 12 Eylül’e

İrşad Ocağı Mı Parti Ocağı Mı?

İRŞAD OCAĞI MI PARTİ OCAĞI MI?

Muş’ta ki seçim çalışması dolayısı ile Erbakan’da Muş’a gelmişti. Sonra öğrendim ki Muş’un Demirci Köyün’de ki Nakşi Şeyh’lerini arıyormuş. Muş’tan Norşin’e, Norşin’den Bitlis’e tekrar Bitlis’ten Norşin’e oradan da Muş’a gelip gitmiş. Nihayet Demirci Köyü’nde aradığı şeyhleri bulmuş ve dergahta bir gece misafir kalarak sabah ayrılmış.
Bu bilgileri teşkilattaki arkadaşlarımız inceleyip araştırıp bana aktardılar. Biz de köy gezilerimizde Demirci Köyü’ne uğradık ve aynı dergahı ziyaret ettik. Bir çay içimi kadar oturup siyasi konulara da girmeden ayrıldık. Çok nazik ilgiyle karşılaştık. Bizim ziyaretimizde ayağından rahatsız olan Şeyh Lütfü vardı. Bir de onun ağabeyi varmış. Fakat biz ağabeyini görmedik ve tanımadık. Program gereği diğere köylere de uğradık ve Muş’a döndük.
Ertesi gün öğleden sonra, “Bir misafirin var” dediler. Kaldığımız otelde beni bekliyormuş. Kendisiyle buluştuk. Görmediğim, tanımadığım bir kişiydi. Kendini takdim etti. Şu anda ismini hatırlayamıyorum. “Ben Demirci Köy’ünden Nakşi Şeyh’lerinden Şeyh Lütfü’nün ağabeyi filancayım” dedi ve devam etti:
— Siz dün bizim köye gelmiş bu arada dergahı da ziyaret etmişsiniz. Ben de iadei ziyaret için size gelmiş bulunuyorum.
Kendisine teşekkür ettim ve sordum:
— Şeyh Efendi birkaç gün önce Erbakan size gelip bir gece kaldı mı?
“Evet, geldi” dedi ve ben soruma devam ettim:
— Peki, sizden oy istedi mi?
Şeyh Efendi ürperdi, sustu. Dudaklarını sımsıkı yumdu, konuşmuyordu. Ben devam ettim:
— Peki soru soran bu noktada kanaatini söyleyebilir mi?
“Buyrun” dedi, ben devamla:
— Kanaatim odur ki Erbakan sizden oy istedi. Peki siz ne cevap verdiniz Şeyh Efendi?
Gene sustu, dudaklarını yumdu, konuşmuyordu. Ben devamla:
— Pekiyi soru soran bu hususta kanaatini söyleyebilir mi?
“Buyrun” dedi, sordum:
— Siz de Erbakan’a oy vereceğinize dair söz verdiniz. Bunun adına irşad ocağı demezler parti ocağı derler. Siz mürşidliği o da müridliği ihlal etmişsiniz. Bu tutum Tarikat-ı Aliye’ye yakışmayan bir tutumdur. Bizim bildiğimiz şeyh müride tasarruf ederdi. Halbuki burada mürid şeyhe tasarruf etmiş. Bu ne biçim tarikat ve bu ne biçim şeyhliktir.
Şeyh efendi kızdı:
— Ama, size de köpekçi diyorlar.
“Bu sözün sahipleri Erbakan’la Ecevit’tir” dedim. İsmini bilmediğim bu şeyh efendi ile yumruklaşmadan ayrıldık. Aradan beş altı ay geçti veya geçmedi. Ankara’da M.H.P. Genel Merkezi’nde oturuyordum. O sıralarda Genel Başkan Yardımcılığı görevini yürütüyordum. Telefon çaldı, “Buyrun” dedim ve telefondaki zatla aramızda şu diyalog geçti:
— Ben Muş’un Demirci Köy’ünden Şeyh Lütfü
— Buyrun şeyhim.
— Ahmet Bey biz sizinle görüşmek istiyoruz. Fakat sizinle perdesiz konuşamayız.
— Estağfurullah, buyrun bekliyorum.
— Biz partide değil sizi filan yerde bekliyoruz. Buraya gelirken lütfen perdesiz gelmeyin.
— Estağfurullah. Namık Kemal Zeybek’i getirsem uygun olur mu?
— Çok uygundur.
Namık Kemal Zeybek’i buldurdum. Durumu kendisine anlattım ve beraberce tarif edilen adrese gittik. Şeyh efendi 5-6 kişilik müridiyle bizi koridorda karşıladı. El sıkışıyorduk. Fakat hepsinin başı öne eğik hiç birisi yüzüme bakmıyordu. Salona geçecektik. “Buyrun Efendim” dedim ön verdim. Şeyh Efendi, “Siz buyurun” dedi. Israr etti. Salona girdik. Salonda şeyh efendinin oturduğu anlaşılan bir koltukla sandalyeler vardı. Ben şeyh efendiyi koltuğa davet ettim. O yanındakilere parmağıyla işaret etti. Onlar beni kolumdan tutarak koltuğa oturttular. Namık Kemal Zeybek’i de yanıma oturttum. Fakat şeyh ve müridleri onca ısrarlarıma ve ricalarıma rağmen oturmuyorlar öne eğdikleri başlarını kaldırıp bana bakmıyorlardı. Sordum:
— Efendim, nedir bu hal? Bu taaccüb hududunu aştı. Üzülmeye başladım.
Bunun üzerine oturdular. Şeyh efendi oturduğu yerden başını kaldırmadan konuşmaya başladı. Aramızda şu diyalog geçti:
— Ahmet Bey, biz Muş’tan Ankara’ya sizden özür dilemeye geldik. Bizi affedin.
— Efendim ben bu özrün ve mahcubiyetini sebebini anlayamadım.
— Size vermemiz gereken 4-5 bin oyu Erbakan’ a verdik. Bizi affedin.
— Efendim o siyasi tercihiniz için mahcubiyetinize ve özür dilemenize lüzum yoktur. Benim de aklımdan ve gönlümden böyle bir şey geçmemiştir. Lütfen rahat ve huzurlu olun.
Şeyh Efendi devam etti
— Şükürler olsun dün akşam Erbakan’a içimi boşalttım. Yanımda Ahmet Etöz’de vardı. Erbakan bana yemekte, “Akrabalarınızdan filancayı bana verin onu milletvekili yapayım” dedi. Ben de kendisine cevap verdim: “Erbakan yeter artık şu siyasetin kirli elini üzerimizden çek. Bizi şimdiye kadar siyasetin batağına çektiğin yeter. Eğer sen arzu edersen bizim partiden seni milletvekili çıkarayım” dedim.
Aziz okuyucularım, olayı dinlediniz. İslam’da tarikatlar bizim kültür hazinelerimiz, mürşidler de bizim irşad kaynağımızdır. Sevgili Peygamberimiz’in varisleri olan veliler ordusu çirkin siyaset oyunlarına alet edilemez. Kabe-i Şerif’in avlusuna Hira ve Sevr mağaralarına Arafat Tepesi’ne seçim sandıkları konarak halktan oy istenemez. Biz Ülkücüler’in Hak dostlarına maruzatımız bizleri irşad dairelerinden ve dualarından uzak tutmasınlar doğrusunu Allah ve Resul’u bilir.

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: Content is protected !!