İshak Sükutî Bey’in Vefatına Kadar Devam Eden Vaziyet
İshak Sükutî Bey’in Vefatına Kadar Devam Eden Vaziyet
Doktor İshak Sükutî ve Doktor Abdullah Cevdet Bey’ler Melhame’nin Paris’e gelmesi üzerine memuriyeti kabul ederek İttihat ve Terakki Cemiyeti’nden ayrılmış idiler. Evvelce de yazdığımız veçhile Abdullah Cevdet Bey Viyana Sefareti’ne, İshak Sükutî Bey’de Roma Sefareti’ne tayin edilmiştiler. Fakat Sükutî ile Abdullah Cevdet arasında bu memuriyetin kabul edilmesi meselesinde büyük bir fark vardı. Abdullah Cevdet Bey aldığı maaştan kimseye on para bile vermezken Sükutî Bey gizliden gizliye “Osmanlı” Gazetesini neşre devam ediyordu. Osmanlı Gazetesi İshak Sükutî Bey Roma sefaretine tayin edilinceye kadar Cenevre’de çıkıyordu. Memuriyeti kabul ettikten sonra Gazetenin İsviçre’de neşrine artık imkan kalmamıştı. Çünkü, Abdulhamid Sükutî Bey’i Gazetenin neşriyatını tatil etmesi ve istibdat idaresine karşı çalışmaması için memuriyete tayin etmişti. Onun için “Osmanlı” Gazetesinin İngiltere’nin Folkstone şehrinde neşrine devam olunmasına karar verilmişti. Gazeteyi çıkarmağa memur edilen Nuri Ahmet Bey de Folkstone şehrine giderek orada ikamete mecbur olmuştu. “Osmanlı” da neşrolunan makaleleri eli kalem tutan Genç Türkler temin ediyorlardı. O devirde Paris’te bulunan Hüseyin Siret Bey’de arada sırada “Osmanlı”ya bazı yazılar yazıyordu.
Bu vaziyet Doktor İshak Sükutî Bey’in vefatına kadar böylece devam etmişti. Sükutî Bey’in her ay aldığı 1500 frank maaşından ayırdığı 1300 frangı Folkstone’a göndermesi sayesinde “Osmanlı’nın neşri temin olunuyordu. Fakat İshak Sükutî Bey’in hastalığı gittikçe ağırlamıştı. Nihayet daha esaslı bir surete tedavi edilmek üzere kendisi San Remo’ya gönderilmişti. Fakat senelerden beri ilerlemiş olan verem hastalığı artık son derecesine vasıl olduğundan tedavisine orada da imkan görülmemiş, İshak Sükutî Bey 22 şubat 1902 tarihinde San Remo’da irtihal eylemişti. Onun vefatı bütün arkadaşlarını çok müteessir etmişti. Avrupa’daki Genç Türklerin ve Meşrutiyet’ten evvel Abdülhamid’e karşı mücadele etmiş olan İttihat ve Terakki azasının Doktor İshak Sükutî Bey’i çok sevdikleri onun ilmine, irfanına hayran oldukları ve merhumun bütün arkadaşları arasında çok iyi bir nam bıraktığı, Meşrutiyet’i müteakıp cenazesinin İstanbul’a nakledilerek burada defnedilmesi de anlaşılabilir. Bu suretle İshak Sükutî Bey’in daima mefkuresinde yaşamış olan hür Türkiye’nin topraklarına ancak onun naşı kavuşmuş oluyordu.
Doktor İshak Sükutî Bey’in vefatından sonra “Osmanlı” Gazetesi de neşriyatını tatile mecbur olmuştu. Fakat bir müddet sonra, Prens Sebahaddin Bey tarafından gösterilen maddi yardım üzerine tekrar intişara başlayabilmişti.
“Osmanlı” Gazetesi Doktor İshak Sükutî Bey’in vefatından biraz evvel Abdülhamid’e karşı bir fetva ile bir mütalaa neşretmişti. Bu fetvada Abdülhamid’in, memleketi felakete sürüklediğinden dolayı hali lazım geldiği yazılıyor ve aynı zamanda hilafet meselesine de temas ediliyordu. Bu fetvanın intişarı “Osmanlı” okuyucularını pek alakadar etmişti. Okuyucuların bir çoğu Paris’teki “Terakki ve İttihat” merkezine mektuplar göndererek fetva ile el altındaki mütalaa hakkında izahat istiyorlardı. Bu mektuplar içinde en ziyade şayan-ı dikkat olanı ve o zamanki telakkilere tercümanlık eden Kandiye’den “İsmail Hakkı” imzasile gönderilen bir mektuptu. Bu mektupta deniliyordu ki:
“Osmanlı Devleti’nin en şevketli devrinde muvaffak olunabilen tevhid-i İslâmın, İslâmiyet alemince ne derece hayırlı olduğunu mütekabilen menfaattadırlar. Binaenaleyh bilafet ile Saltanatın bir elde bulunması yalnız avam-ı nasça değil, belki bütün halkça meşruttur.
Şu mülahazadan sonra fıkra ile onu takip eden hüküm ve teklif hakkında fikrimizi beyan edelim:
Evvela, fetva-yı şerif yolundadır. Filvaki şimdiki zamanda devletin ümuru bir kişinin elinde kalmakla bittabi sekteye uğramış ve Osmanlı memleketi asrımızın terakkilerinden mahrum edilerek Avrupa için sade bir istifade cevlangahı olmuştur. İsraf ve sefahat, tecessüs ve irtişa son merteBey’e varmıştır.
Devletin vezirleri Halifenin meşrebine uygun bir surette hareket ediyorlar, her bir hususi velevki devletçe mazarat tevlit etse bile Padişah’ın rızasına muvafık bir surette takip eyliyorlar, ekseriya cehalete duçar olup ağyar arasından nüfuz ve haysiyetlerini zayi ve devlet ve milleti de mutazarrır ediyorlar.
Şu zulüm ve istibdat, koca bir ülkenin bütün işlerini keyfi bir kalıba dökmekle layık olduğu surette hallolunmuş addetmek gibi batıl bir iddiaya ve ham bir hevese kapılmış olan hükûmet reisinin idaresinden doğuyor. Bu surette mesuliyet umuru kendisine raci oluyor ve binaenaleyh ferat-ı usulen mukaddes iken müahezeye maruz kalıyor.
Sultan Aziz’i hallettiren sebeplerin yeni Padişahta görülmeyeceği zannolundu ise de mezkur sebepleri şimdiki Padişah’ın aklı ya kavramadı veyahut kavramak istemedi.
Sefahat eski mecrasını buldu ve aştı, vezirlerin nüfuzları arttırıldı, milletin haysiyeti hiçe indi.
Abdülhamid Abdülaziz’den hayırlı ibret alacağı yerde kalbine hiyanet yerleşti. Yani makamını, milletin nüfuzunu imha etmekle kuvvetlendireceğini zannetti. Fırsat bekledi, buldu ve nihayet milletin nüfuzunu ayakları altında ezdi. Fakat hain haiftir kavlince vücudunun muhafazası için koca bir ordu ve bir casus alayı tertip ve ihdas etti ki bunlar şimdi milletin kanını emmekle birbirlerine rekabet eylemektedir.
Osmanlı Devleti’nde böyle fena bir istibdat idaresi kuran bir Halifenin meşru bir Halife ve mergup bir Padişah olamayacağı aşikardır. Onun için şimdiki Halifeyi hallederek yerine veliahdı geçirmek umum milletçe mukaddes bir vazife bilinmelidir. Böyle olur, hem Osmanlı Devleti, hem de İslâm milleti gayr-i meşru bir Halifeye tabi olmaktan kurtarılarak bütün İslâmiyet alemine bir hizmette bulunmuş olur.
Fakat saltanatı zayıf düşürmek için onu hilafetten tecrit etmek kat’iyyen musip değildir. Böyle bir şey şimdiki Halifeyi halletmekten daha güç ve neticeleri gayet vahimdir. “Mühür kimde ise Süleyman odur” ve “İki Padişah bir iklime sığmaz” gibi sözler geçen asırlarda mücaz idise de zamanımızda caiz değildir. Tefrikayı ve nifakı davet edeceğinden tensip olunamaz.
“Osmanlı” Gazetesine emniyetimiz olmasa idi” yazılan şeyler için de bir ecnebi parmağı bulunduğunu farzedecektim. Çünkü İngiltere’nin öteden beri bu babta Meke Şerifi ile müzakereler yapmakta olduğu malumdur:
Belki veliaht olan şehzade de bu şerait tahtında padişah olmak ve makamını tehlikeye tehlikeye düşürmek istemeyecektir. Madem ki kocaman bir Türk milleti bir adamın hakkından gelemiyor, o halde bu işte sabretmek lazımdır. Vakıa sabır ve intizar acıdır, amma ehven-i şerdir, ne vakit olsa Saltanat yeri müthal kalacaktır…