İttihat Ve Terakki

İstanbul’da Teşkilat Çığ Gibi Büyüyordu

İstanbul’da Teşkilat Çığ Gibi Büyüyordu

 

İstanbul’daki İttihat ve Terakki teşkilatı gittikçe büyüdü. İş o dereceye gelmişti ki artık Paris’e yazılarak İstanbul için bir reis intihabı istenilmişti. Bu reisi Paris seçecekti. Çünkü İstanbul’daki aza birbirini tanımıyordu veyahut tanımaması lazımgeliyordu. Hakikat halde ise azanın kısmı azamı yekdiğerini tanıyordu. 1896 ve 1897 senelerinde İstanbul’dan Paris’e yazılan mektupların bazılarını hülasa edecek olursak, o zamanki vaziyeti aşağıdaki surette göstermemiz lazım gelirdi. Bu mektuplardan birisinde İttihat ve Terakki’nin İstanbul azasından ve teşkilatın elebaşlarından Deryadil, Çoban ve Ağabey diyorlardı ki: Cemiyetimize dahil olan her fert bizim kaffemizi tanımakta olduğundan ve azanın adedi günden güne arttığından bir teşkilat vücude getirmedikçe bunun idamesi imkan haricinde kalacaktır. Ahalide hasıl olan havahişi tasavvur etmek mümkün değildir. Mesela geçenlerde hatırı hayalimize getiremeyeceğimiz bir zat cemiyetimizin iktidar ve mevcudiyetini anlamak üzere bizi davet etti. Fakat cemiyetin riyaset meselesi halledilmedikçe bizim bu zevata yaklaşmamız mümkün olamayacaktır. Arkadaşlardan birisi veliaht Reşat Efendi ise muhabere etmek çarelerini aramaktadır. Sözleri doğru ise, Reşat Efendi’nin mahremlerinden birisi elde edilmiştir. Müstakbel Padişah’a şimdiden tekarrüp etmek faideden hali olmasa gerektir.”

Fakat İttihat ve Terakki teşkilatı büyüdükçe Abdülhamid casuslarının faaliyeti de o nisbette artıyordu. Genç Türk kokusu duyulan yerler derhal basılıyor, en ehemmiyetsiz bir şüphe üzerine bu anda birçok gençler tevkif olunuyordu. Bu vaziyete dair 4 Mayıs 1896 tarihinde İstanbul’dan Paris’e yazılan bir mektupta deniliyordu ki:

“Bugünlerde işlerimiz çok fena gidiyor. Üç arkadaş Fransız posta hanesinden öte beri alırlarken hafiyeler tarafından yakalandılar. Her ne kadar hafiyeler arkadaşların üzerlerinde bir şey bulmağa ve kendilerini ittiham edecek evrak tutmağa muvaffak olmadılarsa da, yine mevkufturlar. Şimdi mütemadiyen isticvap ediyorlarmış. Burada bir heyet teşkiline çalışıyoruz. Yakında muvaffak olacağımızı ümit ediyoruz. Mevkuf arkadaşları haber veren posta memurudur. Yani bir adres verinceye kadar bir şey gönderilmemesini rica ederim. Mühim bir şey olursa Küçük Kadri Efendi vasıtasile yollarsınız.

Geçen hafta ve bu hafta postadan bir şey alamadık. Çünkü postahanenin önünde hafiyeler bekliyordu. Fakat namımıza gelen paketlerin, birisi tarafından postadan aldırıldığını duyduk. Şüphesiz bunu yapan yezit hafiyelerdir.”

Abdülhamid’in yaptığı bu tazyike rağmen İttihat ve Terakki’nin genç azası İstanbul’daki icraatından bir an bile fariğ olmuyorlardı. Hatta içlerinde her şeyi göze aldırmış olan fedaileri bile vardı. Yukarıda bahsettiğimiz Derya-dil, Çoban ve Ağabey gibi namı müstearları kullananlardan başka İstanbul’da bir de Harabati vardı. Yazdığı mektupların kargacık burgacıklığına bakılacak olursa hakikaten Harabati olan bu zat İttihat ve Terakki’nin İstanbul’daki en faal azasından birisiydi. Mektuplarına Paris’ten bir müddet cevap verilmediğinden dolayı muğber olan Harabati Bey yaptığı ve yapacağı işler hakkında Paris’e aşağıdaki mektubunu yazmağa mecbur olmuştu:

“On beş gün fasıla ile dört mektup yazdım. Her nedense cevaplarını alamadım. Halbuki meşgul olduğum çok mühim bir vazife günden güne ehemmiyet kesbetmektedir. Şayet bu mektubumun cevabını da almazsam artık katiyen işe karışmayacağım.

 

Evvela, dört beş aydanberi merkezin ve Tıbbiye Mektebi’nin postahane muamelatıle uğraştım. İsbata hacet yoktur zannederim. Bunu yapan Harabati’dir.

Saniyen, Fransızca “Meşveret”i Beyoğlun’da vesair ecnebi mehafilinde istediğinizden ala dağıtan Harabati’dir. Salisen, harici işlerle meşgul olan, dahili işlerden baş alamayan ve hususile dahili işleri tercih ile Anadolu’daki şubeyi teşkil eden ve Reisi Dr. Mahmut Reşid’e takdim eden, Gazete işlerini yoluna koyan ve Bulgaristandakileri de Mısır’a havale eden yine Harabati’dir.

Rabian, neşriyatımızın en mühimlerini, hususile fetva-yi saray muhafızı Rıza Paşa’ya ve daha bir çok mühim yerlere, medrselere, mahalle imamlarına, velhasıl bulduğu emin vasıtalarla on tanesini de Yıldız’a sokan mağdur Harabati’dir. Bunu ispat için Abdülhamid’e sorabilirsiniz. Abdülhamid iki haftadan beri bir İngilizi yakalamış, onu isticvap ediyor. Bazı mühim hadiseler hakkında ifşaatta bulunursa kendisine üç bin lira vereceğini vadetmiş, fakat İngilizden tek bir söz bile koparamamış.

Hamisen, kırk beş kişiden mürekkep ayrıca bir heyet teşkil ve bu heyet azasından hamiyetleri galeyana gelen on tanesini fedailer sınıfına ithal eden yine Harabati’dir.

Bu mektubumun cevabı tehir olunmaya gelmez. Çünkü vakit pek dardır. Sonra iş işten geçmiş olur. Yapılacak iş ise çok mühimdir. Kimsenin bir şey yapacağı yok. Acizane fikrimi söylemeğe hakkım olduğundan yaptığım ve yapacağım işleri iki kere iki dört edercesine ispat ediyorum.

İşte yine hafiyeler yapılacak işlerimizi haber almışlar, tersaneye bomba atacağımızı çakmışlar, şimdi tersaneye kuş uçurtmuyorlar. Fakat bunun hiç ehemmiyeti yoktur. Siz yazdıklarıma biran evvel cevap veriniz de, ondan sonrası kolaydır.

Şayet bu işte muvaffak olmamı istiyorsanaz Paris’te bunu üç dört kişiden fazla kimse duymasın. Şubelere bile hiçbir şey yazmayınız. Ahbabın ahbabı olur, söyler ahbabına ben bu fikirdeyim. Hele burada iş başında olanlara ketumluk cihetinden hiç itimadım yoktur. Onun için kendilerine bu bomba işini kat’iyyen açmadım ve açmayacağım.

Yapılacak bomba suikasti hakkında burada birkaç arkadaşla pek muharem bir surette müzakereler yapıyoruz. Bu iş için muhtelif fikirler ortaya atılıyor. Bunları size bildiriyorum. Hangi şekli muvafık buluyorsanız buraya yazarsınız biz de ona göre kendimize bir hat-tı hareket çizeriz.

Fedai arkadaşlardan bazıları diyorlar ki; bu işi biz yapmalıyız. İçimizden bir tanesini kura ile intihap etmeliyiz. Bu arkadaş gidip bombayı atmalıdır.

Suikastin cemiyet tarafından yapıldığı anlaşılmalıdır. Cemiyetin şerefine yapıldığını anlatmak için bombayı atacak olan arkadaşın üzerinde bir vasiyetname bulunmalıdır. Şayet bombayı atarken oda da şehit olursa veyahut yakalanırsa o vaziyetname üzerinde bulunup ta işi cemiyetin yaptığı anlaşılsın. Bilmem buna ne dersiniz? Suikasti cemiyetin yaptığı anlaşılmalıdır, yoksa cemiyet gizli mi kalmalıdır, buralarını bana mufassalan yazarsınız.

Bazı arkadaşlar da başka bir fikir ortaya atıyorlar ve diyorlar ki:

Bu sefer suikasti biz yapalım. Fakat üzerimizde vasiyatname filan bulundurmayalım. Hüviyetlerimiz hiçbir suretle anlaşılmasın. Suikasti yaptıktan sonra yakalanırsak bunda bir beis yok. Fakat hazırlıklarımızı o suretle yapalım ki kat’iyyen yakalanmayalım. Bunu İttihat ve Terakki Cemiyeti bize temin etsin, bize kolaylık göstersin. Yakalanmak zafa delalet ede, halbuki yakalanmayacak olursak, cemiyein kuvvet ve iktidarını daha bariz bir surette göstermiş oluruz. Suikast daha büyük bir tesir husule getirir. Suikastten sonra kendimize “katiller” caniler yakalanmış ve pençe-i adalete teslim edilmiştir!” dedirtmek başka, “suikastin hangi eşhas tarafından yapıldığı anlaşılamamıştır, bombayı atanlar kaçıp kurtulmaya muvaffak olmuşlardır” dedirtmek ise başka bir tesir yapar. Yakalanmayacak olursak İttihat ve Terakik Cemiyeti’nin İktidar ve kabiliyetini meydana çıkarmış oluruz.

Üçüncü kafileyi teşkil eden arkadaşlara gelince, bunlar işi daha esaslı tutmak istiyorlar. Onların maksadı evela bir fedai Heyet-i teşkil etmektir. Bu fedai Heyet-inin devamlı bir teşekkül olmasını ve icap ettikçe işlerin bu heyete havale edilmesini ileri sürüyorlar. Gerek Yıldız’a, gerekse istibdat erkanına karşı yapılacak hareketlerin ve gizli tehditlerin daima böyle bir heyet tarafından icrası ve fedailer grubunun bir icra vasıtası gibi hareket etmesi muvafık görülüyor. Daimi bir fedailer grubunun mevcut olması bundan sonra yapılacak işleri kolaylaştıracaktır, deniliyor. Çünkü bu gibi işler doğrudan doğruya onlara havale edilecek ve teferrüatın ihzarı fedailere bırakılacaktır. Bilmem bu fikre ne dersiniz?

Herhalde bu mektubumu alır almaz bana izahat vErmenizi ve akıl öğretmenizi çok rica ederim. Arkadaşlar tarafından ortaya atılan yukarıdaki fikirleri nasıl telakki ettiğimizi ve benim ne cevap vermem lazım geldiğini bana yazarsınız.

Fedai arkadaşlar arasında tabii evlat ve iyalini düşünenleri vardır. Biz icraat esnasında ölürsek veyahut yakalanırsak ve idam edilirsek çoluğumuz çocuğumuz ne olacaktır, diyorlar. Bununla beraber, içlerinde ekserisi İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne karşı büyük bir timat beslemektedir. Bunlar diyorlar ki:

– Şayet biz bir kazaya uğrayacak ve cemiyetin maksatları uğuruna hayatımızı feda edecek olursak, elbette kos koca bir cemiyet, evlat ve iyalimizi süründürmeyecektir, onlara bakacaktır. Cemiyetin nizamnamesinde yazılı olan maddeleri tatbiken geri durmayacaktır.”

Tuhaf değil mi, bu sözleri onlara ben söyleyecekken fedai arkadaşlarımız kendiliklerinden bana söylediler. Cemiyete ne kadar kıymet verildiğini ve ona karşı ne büyük bir itimal beslendiğini bundan anlayabilirsiniz.

Tasavvur ettiğimiz büyük işi meydana çıkarmak için bana kolaylık gösteriniz. Kimyaya ait olan cismi oradan tedarik ederek buraya yollayabilir misiniz? Bunu da serian bana bildiriniz. Ben de buradan bulmaya çalışıyorum. Fakat bulmak ümidi pek o kadar kuvvetli değildir. İstanbul’da bir İngiliz var. Kendisine itimat edebileceğim bir adamdır. Ondan sordum. Bir tane bulmaya çalışacağını vadetti. Bakalım bulabilecek mi?

Bu meseleden bir arkadaşın daha malumatı vardır. O da geçenlerde buraya gelen Dr. Çerkes Mehmet Reşit’tir. Kendisine her halde emniyetim olduğu için kimyaya ait olan cismin tedarikini ona da açtım. Çerkes Reşit yanlış anlamış olacak, çünkü yapılacak işin Bahriye Nazırı …. Paşa’ya karşı olmayacağını zannetmiş. Reşit alelacele buradan gittiği için hiçbir işe yaramadı. Giderken bana “ne yaparsan yap, fakat bir kere Paris’e yaz!” dedi. Ben de size vaziyeti olduğu gibi bildirdim.

İttihat ve Terakki’nin İstanbul teşkilatına mensup olan zevatın ne suretle çalıştıklarını veyahut çalışmak istediklerini gösteren yukarıdaki vesikada bahsolunansuikast tabii yapılamamıştı. Esasen o devirlerde genç dimağlardan doğan bu gibi tasavvurlar kuvveden fiile çıkamıyordu. İlk heyecan geçtikten ve aranılan vasıtalar bulunamadıktan ve Parisv eya Cenevre ile de layıkıyla anlaşılamadığndan o tasavvurlar yavaş yavaş sönüp gidiyor, fakat bir zaman sonra yeniden alevleniyordu.

Yukarıki mektupta ismi geçen Dr. Çerkes Mehmet Reşit Bey, İttihat ve Terakki idaresi zamanında valilik yapmıştı. Ermenilerin tehçiri esnasında Diyarbakır valisi idi. Mütarekeden sonra tevkif ve İstanbul Divan-ı harbi tarafından idama mahkum edilmişti. Fakat Reşit Bey mevkuf bulunduğu Bekirağa Bölüğün’den kaçmağa muvaffak olarak İstanbul’da bir yere gizlenmişti. Maattessüf bu gizlendiği yerden büsbütün kaçamamış ve bir gün Beşiktaş’ta Ihlamur taraflarında görülerek yakalanmak istenmişti. Reşit Bey halas çaresi kalmadığını görünce, derhal rovelverini çıkararak hayatına hateme çekmek suretile cellatlarının elinde kurtulmuştur.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: Content is protected !!