İttihat Ve Terakki

İstanbul’un Durumu ve Ahmed Celaleddin Paşa’nın Avrupa Günleri

İstanbul’un Durumu ve Ahmed Celaleddin Paşa’nın Avrupa Günleri

 

İstanbul’un bugünlerde halini görenler kendilerini bir matemhanede zannederler. Zavallı vatanın çeşit çeşit sefaletleri hep gözümüzün önünde görünüyor. Anadolu’da kıtlıktan kaçıp İstanbul’a gelmiş olan binlerce çocuk bütün Ramazan geceleri sokaklarda dilendiler. Yalnız Şehzadebaşı’nın o mahut piyasa mahalleri, Mabeyn ahali-i muhteremesinin (erkekli kadınlı) mutantan arabalarına dolarak ve yaşamağa cidden müstahak olmayan bu cizcinası çiğneyerek şenleniyordu. Zira ben o fikir ve itikattayım ki Allah herkese fıtri istidadı nisbetinde iyilik veya kötülük verir. Biz zavallı Türkler ise saadet yüzü görmek şöyle dursun, şu kara toprak üstünde nefes almağa bile müstahak değiliz. Dinimiz bize saadet ve selamet yolunu göstermişken hala Cuma namazlarına taşınıp halifeye dua ile meşgulüz. Herşeye razı, her felakete hamulüz. Binaenaleyh herşeye tahammül ediyoruz. Biz her belaya, her cefaya katlandıkça rahat yüzü görmeyeceğiz. Geçenlerde de yazmıştım, Alman filozofu Nietzche’nın tasvir ettiği “superhamme (olağanüstü insan) yani volonte sahibi içimizden bir Abdülhamid çıktı, hüküm onundur!

Abdülhamid devrinin otuz seneden beri tesis ettiği denaat mektebinin yetiştirdiği zamane gençlerinin terbiyesinden pek meyusum. En ziyade itimat ettiğim bir zata çıkardığınız ve bana gönderdiğiniz Gazetelerin bir nüshasını verdim. Büyük bir dikkatle okuduktan sonra sobaya atarak gözümün önünde yaktı. Bunu yaptığı yetmiyormuş gibi bir de nasihate kalkarak dedi ki:

– “Şayet nazarımda pek muhterem bir zat olmasa idiniz, sizi derhal ele verirdim. Fakat bu seferlik sükut ediyordum!”

Bunu işitince az kaldı yüzüne tükürüp başıma bir iş açacaktım. Birader, kimsede kimseye emniyet kalmadı. Hatta kocasını jurnal eden kadınlar bile yakın zamanlarda görülmeğe başladı!

Bu müşkül vazifeleri müşkülatı nisbetinde atlatanlar, zavallı vatanın saadetine o nisbete hizmet etmiş olmakla vazifelerini hakkile yapmış olacaklardır, buna eminim.

Yukarıda bahsettiğim zat son mektubunuzu getiren arkadaşı da bir tesadüf eseri olarak gördü. Gerçi benden şüphelenmedi ama o arkadaşın müvezzi olduğunu anladı sanıyorum. Bir müddet semtime uğramamasını o müvezzi arkadaşa yazınız. Pek mühim olmadıkça sizde bir müddet bana bir şey yazmayınız. Ben azmettim çalışacağım, ben size daha sık yazarım.”

Yukarıda ki mektupta bahsedildiği veçhile Abdülhamid’in bütün kuvvet ve nüfuzunu sarfetmesine rağmen Ahmet Celalettin Paşa, Meşrutiyet’in ilanına kadar bir daha İstanbul’a geri dönmemişti. Bilakis Paşa Mısır’a gittikten sonra oradan Paris’e geçmiş bir zamanlar Abdülhamid hesabına kandırarak İstanbul’a götürmek istediği Terakki ve İttihat Cemiyeti azasile konuşmuş ve anlamış, onlarla yeni esaslar kurarak bir arada çalışmağa karar vermişti. Ahmet Celalettin Paşa parası bol bir arkadaş olduğu için memleket için yapılan mücahedeye onun da iştirak etmesinin memnuniyetle kabul olunduğunu yazmağa hacet yoktur. Keza bu işte kendisine müşavirlik yapacak olan zatın Diran Kelekyan Efendi olacağını da karilerimiz kolaylıkla takdir ederler.

Yalnız kafesten yeni kurtulan kuş galiba hürriyet lezzetini biraz fazlaca tatmağa başlamıştı. Çünkü Ahmet Celalettin Paşa’nın Paris’teki hayatından bahseden ve Ahmet Rıza Bey tarafından Paşa’nın bir arkadaşına yazılan bir mektupta deniliyordu ki:

“Paşa biraderimiz koç katımı fırtınasına tutulmuş, heyecan ve helecan içinde, intizamsız bir halde ömrünü, parasını telef ediyor. Bakalım o da bir gün Fuzuli gibi:

 

Bana derlerdi o bir melektir sevdiğim amma

Görenler ben fakire gökten inmiş bir bela derler,

 

Diyecek mi, dese de doğru olmaz, çünkü kendisini aldatan, soyan kadınlar gökten inmiyorlar, kaldırımlardan çıkıyorlar.”

Fakat Paşa’nın tutulduğu bu “koç katımı fırtınası” bereket versin çok zaman devam etmemişti. Paşa bir müddet sonra İskenderiye’ye dönmüş, yeni hevesle cemiyet için mühürler kazdırmış, kağıtlar bastırmış ve faaliyete geçmişti. Fakat Paşa’nın bu faaliyetini sekteye uğratan hadiseler eksik olmuyordu. Nereden ve ne suretle çıktığı pek malum olmayan bu hadiselerden bahseden ve İskenderiye’den Paris’teki arkadaşlara gönderilen bir mektubunda Ahmet Celalettin Paşa onları aşağıdaki surette tasvir ediyordu:

“Yeni cemiyete program ittihaz edilmek üzere hazırlanan melfuf beyannameyi resmi mühürle mühürleyerek tarafınıza göndermek üzere iken Ali Saip Bey nezdine geldi ve Paris’teki arkadaşlarından aldığı bir mektuptan bahsederek bazı şeyler söyledi. Bu sözler ne ben Paris’te iken cereyan eden müzakerelerimize, ne de sonradan yapılan işarata uygun olmadığından beyannameyi resmi mühürle göndermekten vazgeçtim. Yalnız sizce Ali Saip Bey’in sözleri hakkında kendisine verdiğim cevap dairesinde size bazı mütalealarımı bildirmeği münasip görüyorum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: Content is protected !!