İttihat Ve Terakki

İttihatçı Olabilmenin Şartları ve Yemin Merasimi

İttihatçı Olabilmenin Şartları ve Yemin Merasimi

İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne girebilmek için bu dahili nizamnameye pek ağır şartlar konulmuştu. Abdülhamid’in istibdat devrine layık olan bu şartlarda deniliyordu ki:

“Cemiyet’e dahil olmak için tebea-i Osmaniye’den bulunmak, akıl ve baliğ olmuş, ceraim-i siyasiyeden ve muhafazai vekar ve haysiyet uğurunda ihtiyar edilen cürümlerden maada cinayet derecesinde bir fiil ile veyahut sirkat ve dolandırıcılık ve emniyeti suistimal ve sahtekarlık gibi ahlakan mezmun bir cümha ile mahkum, casusluk, hafiyelik ve hükûmet-i hazıraya taraftarlık arzusile alet-i zulüm ve itisaf olmamış bulunmak ve dolandırıcılık ve irtişa ile ve mugayir-i ar ve haya, ahval ve harekat ile meşhur olmamak, kuvve-i müfekkiresini kaybedecek derecede ayyaşlık ve kumarbazlık gibi bir ayıp ve kusur sahibi bulunmamak şarttır.”

“Efrad-ı cemiyetten muhit içtimaisi müsait olanlar terbiyei siyasiyeden mahrum olan namuslu evladı vatanın dördünü ve beşini bir araya cem ve onları cemiyet fikri ile ünsiyet ve terbiyeye ve bunlar meyanında istidat ve liyakatlerine itimat ettiği zevatı Cemiyet’e tavsiyeye vazifeten mecburdur.”

“Her ferdin vücudu Cemiyetçe mukaddes ve kıymettar addedildiğinden onu derhal usulü dairesinde Heyet-i İdareye ihbar eylemekle mükelleftir.”

“Efrad-ı cemiyetten ecel-i mevudile vefat edenlerin ibka-yı namı için kendilerinin erbab-ı hamiyetten olduğu ihvana ilan edilecektir.”

“Cemiyet’in Teşkilat-ı Hariciye Merkezi şimdilik Paris şehridir ve vasıta-i neşir efkarı Türkçe “Şurayı Ümmet” ve Fransızca “Meşveret” gazeteleridir.”

Bu Teşkilat-ı Dahiliye Nizamnamesi’nin bir faslı İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin usulü muhakemesi ve mücazatı ile meşgul oluyordu. Gerek Cemiyet’ten bulunsun ve gerek hariçten olsun, bir şahsın vücud-u vatanı veya Cemiyeti veyahut efrad-ı cemiyeti tehlikeye düşürecek veya icraat-ı cemiyeti akim bırakacak veyahut maksad-ı cemiyet’e ceza-i külli zarar ihdas eyleyecek bir hal ve hareketi vukuunda ve alelumum memurin devlet tarafından işkence, zulüm ve gadirlerin irtikabi üzerine emr-i muhakeme heyet-i merkeziyelerce icra olunacaktı. Heyet-i Merkeziyeler derin tahkikat ve adilane tetkikat icrasile Cemiyet’in menafiini kendi adalet vicdaniyesile meczederek maznun-u aleyhin mücrimiyet ve mahkumiyetine veya beraetine ve adem-i mes’uliyetine ittifak veya ekseriyet-i ara ile karar verecekti.”

“Eğer iddia olunan fiil kabahat veya cünha derecesinde bir cürüm ise Heyet-i Merkeziye hükmü vermekle beraber hemen mevki-i icraya koyacaktı. Eğer fiil cinayet derecesinden olursa, Heyet-i Merkeziyece hüküm sadır olur olmaz tanzim edilecek ilam Merkez-i Umumiye ita ve irsal olunarak heyet-i mezkurece tetkikat icrasından sonra tasdik veyahut naksedilecekti. Tasdik olunduğu taktirde onun enfiz-i keyfiyeti Heyet-i Merkeziye’ye havale edilecekti. Nakzı halinde yeniden muhakeme icrası için Heyet-i Merkeziyeye iade olunacaktı. Şu kadar ki hükm-ü vaktin tehir icrası Cemiyet’in menafiini ihlal edecek mahiyet-i haiz olacağına Heyet-i Merkeziyece kanaat-i kamile hasıl olduğu taktirde bütün maddi ve manevi mes’uliyetler kendilerine ait olmak üzere hükm-ü mezkurü Merkez-i Umuminin tasdikine iktıran etmeksizin icra edilebilecekti.”

“Heyet-i hakime muhakemeyi ve hükm-ü maznunun gıyabında icra ve ita edecekti. Ancak fevkalade lüzum olduğu ve imkan müsait bulunduğu taktirde bizzat celp ve isticvap dahi olunabilecekti.”

“Merkez-i Umumî’ye veya Heyet-i Merkeziye’ye mensup azaların muhakemesi bulundukları heyetler tarafından icra olunacaktı. Bunlar hakkında verilen hükümler derhal icra edilecekti.”

“Kabahat ve cünha derecesinde Heyet-i Merkeziye’den sadır olan hükümlerle cinayet derecesinde sadır olup Merkez-i Umumî Heyet’ince tasdik edilen hükümlerin süratle ve her ne suretle olursa olsun ve hatta mahkum uzak yerlere firar etmiş bulunsun, behemehal infazına Heyet-i Merkeziyeler mecbur olacaklardı.”

Cemiyet ve efrad-ı aleyhine irtikap edilecek cürümler kabahat, cünha ve cinayet olmak üzere üç dereceye ayrılmıştı. Kabahatin cezası tevbih ve tekdir, cünhanın cezası gafletin şiddetine göre yarım liradan elli liraya kadar cezay-ı nakdi ve cinayetin cezası ise idamdı.

Ceraim-i adiyeden olan kabahat ile cünhayı burada zikretmeğe lüzum yoktur. Yalnız mühim olan cinayetten bahsedelim. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin ilk nizamnamesinde, esrar-ı cemiyeti veya efradtan birinin veya bir kaçının isimlerini gerek suiniyetle ve gerek vehim ve korku sebebile Hükümete ifşa veya ihbar eylemek, vücud-u Cemiyeti tehlikeye veya maksad-ı Cemiyeti akamete ilka ve duçar edecek şeyleri ihanet olarak yapmak, Cemiyet’in husul-ü maksad-ı uğurunda icrası Cemiyet nizamnamesi dahilinde merciinden kendisine tebliğ olunan vazifelerin icrasından makbul bir sebep olmadan imtina eylemek, her ne maksat ve niyetle olursa olsun cemiyet’e dahil olmayan bir veya birkaç şahsın vücut ve efrad-ı cemiyeti keşf maksadile gizli tatbikatta bulunarak Cemiyet’in amal-i mukaddesi vatanperveranesini akim bıraktırmağa çalışmak ve memurin ve hademe-i devlet tarafından efrad-ı cemiyet’e eza ve işkence icra edilmek ve esnay-ı istintak ve isticvapta şiddetli tahkirlerde bulunmak ve zalemeye yaranmak maksadile tahkikatta hilafe ve mübalağalara kalkışmak ve hüküm icra edilen cezalarda muhalif vicdan ifraatlara varmak gibi şahsi, manevi cemiyet’e veya efrad-ına karşı irtikap olunan harekat idamı istilzam eden cinayetlerden addolunurdu.

Nizamnamenin istibdat devrine ait olan bu sıkı, ağır ve sert maddeleri ilan-ı Meşrutiyet’e kadar devam etmiş ve ondan sonra nizamname değiştirilerek evvela fedailer faslı kaldırılmış, Cemiyet’in maksadı başka türlü izah edilmiş, cezalar hafifleştirilmiş ve yemin sureti de tebdil olunmuştu. Yeni yemin suretinde deniliyor ki:

“Dinim, vicdanım, namusum üzerine yemin ederim ki esas maksadı Kanunu Esasi’nin tatbikine ve milletin hukuk-u meşrua-i hürriyetini kamilen istihsale ve bilatefrik cins ve mezhep bilcümle Osmanlı akvamının ittihat esası üzerine terakki ve tealisine çalışmaktan ibaret olan Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne bu andan itibaren dahil oldum. Milletin izdiyad-ı şan ve şevketile memleketin saadet ve refahını her şeye ve hatta canıma tercih eylediğime ve tevdi edilecek esrarı, muhafaza eyleyeceğime ve Cemiyet’in kabiliyetime göre vereceği bütün kararlarını icrada ve uhdeme tahmil ve tevdi edeceği vezaifi tamamen ifade tereddüt eylemeyeceğime ve Cemiyet’e dühul hususunda bir guna itiraz ve menfaat-i hususiye beslemeyip sırf maksat-ı cemiyeti takip ve muhafaza edeceğime ve Kanunu Esasi’ye ölünceye kadar sadık kalacağıma ve şayet bunca tahahhüdatı namuskaraneye rağmen nakzı ahdedecek olursam, Cemiyet’in nefrin ve telinine müstahak olacağıma şimdiden söz veririm. Vallah ve billah.”

Acaba yemindeki bu “… menfaat-i hususiye beslemeyip sırf maksad-ı cemiyeti takip ve muhafaza” edeceğine dini, namusu ve vicdanı üzerine yemin edenler arasında kaç kişi sonraları o yemine sadık kalabilmişti?

Yeni nizamnamenin mücazat faslında sadece deniliyordu ki:

“Efraddan birinin mücib-i müahaza bir hareketi görüldüğü taktirde Merkez Heyet-i İdaresi mevcut ihvan arasından bir heyet teşkil ederek keyfiyeti sureti katiyede hal ve faslettirecektir. Mücazat, Cemiyet’in maksadına iras edeceği tesire göre tenbih, takbih, müvakkat ve daimi tart ve beynelihvan telin ve merkezlere taraim cezalarından ibaret olacaktır.”

Yukarıda bahsettiğimiz Cemiyet nizamname-i dahilisinden maada bir de Osmanlı İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Nizamnamesi Esasi’si vardı. Bunun birinci maddesinden deniliyordu ki;

“Şan-ı beşeriyete layık olan hukuktan istifade azm-ı kat’isinde bulunan ve vatan ve milletin selamet ve saadet’ni istiyen Osmanlı vatanperverleri tarafından İttihat ve Terakki Cemiyeti namile daimi bir cemiyet-i siyasiye-i Osmaniye teşkil olunmuştur.”

İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin hangi sebepler tahtında Terakki ve İttihat namının almağa mecbur olduğu ve ondan sonra ilan-ı Meşrutiyet’i müteakip nasıl yine İttihat ve Terakki Cemiyeti namı altında çalıştığı sırası geldiği zaman izah olunacaktır. Nizamname-i esasi’nin ikinci, üçüncü, dördüncü ve beşinci maddelerinden Cemiyet’in maksatları atideki surette izah ediliyordu:

“Her hususta sebeb-i muvaffakıyet olan ahlak-ı hasene-i milliyeyi takviye, ulum ve maarif ve terakkiyat-ı medeniye-i hazırayı, adat-ı kavmiye ve ihtiyacat-ı mevkiyemize tatbikan Memalik-i Osmaniye’de neşir ve tamime çalışmak;

Osmanlı anasırı muhtelifesi arasında iştirak menfa-i esasına müstenit ve ihtisasatı vatanperverane ve insaniyetkaraneden mütevellit bir ittihad-ı samimi vücuda getirerek vatanın terakki ve itilasına Osmanlıları el birliğile çalışmağa sevk ve teşvik etmek;

Devlet-i Alıye-i Osmaniye’nin istiklal-i siyasi ve tamami-i mülkisini muhafaza ile idame-i şevketine gayret etmek;

Hukuk ve servet-i milliyeyi müdafaaya Hanedan-ı Osmanı Makam-ı Hilafet ve Saltanat-ı seniyede kalmak üzere idare-i keyfiye ve müstebide-i hazıranın bir idarei meşrute ve adileye inkılabına ve 7 Zilhicce 1293  tarihli “Kanunu Esasi”nin tatbiki ahkamı ile ıslahat-ı umumiye icrasına say eylemektir.”

Nizamname-i esasi’nin diğer maddelerinde Cemiyet’in teşkilatından, cemiyet azasından ve vazifelerinden, şubelerin ve Heyet-i Merkeziyelerin vazifelerinden, umuru maliyeden bahsediliyordu. Cemiyet’in varidatı aza tarafından Cemiyet’e yapılacak muavenetten ibaretti. Heyet-i Merkeziyeler şubelerin irsalatından başka hususi ianeler dahi ahz ve kabul edecekti.

Cemiyet’in varidatı nizamname-i esasi’nin otuzbeşinci maddesi mucibince aşağıdaki surette sarf olunacaktı:

“Varidat-ı Cemiyet neşr-i marife, icaraat-ı cemiyet’e, lüzum-u mübrem halinde şubelere muavenete, cemiyet uğrunda feday-ı hayat edenlerin muhtacı muavenet ailelerine ianeye, giriftar bela olanların bulundukları halden tahlislerine ve Heyet-i merkeziyelerce teşebbüs olunacak sair umur-ı nafiaya sarf edilecektir.”

Nizamname-i esasi’nin sonunda Heyet-i Merkeziye azalarına teklif olunacak yemin sureti aşağıdaki tarzda gösteriliyordu:

“Sultan Abdulhamid-i saninin idare-i keyfiye ve müstebidesi devamı ettikçe, Kanunu Esasi-i Osmani’nin ahkamı mevki-i icraya vazolunmadıkça, Hükûmeti Osmaniyeye arzı dehalet ve hizmet etmeyeceğime, daima mekasıd-ı cemiyet’e sadık ve hadim kalacağıma, esrar-ı cemiyeti ifşa etmeyeceğime ve cemiyet namına gönderilen ianatı derhal cemiyet’e teslim edeceğime din ve namusum üzerine yemin ederim.”

Bu yeminin birçok ihtiyatçılardan ve hadiselerden doğduğu aşikardı. Yemine “Hükûmeti Osmaniye’ye dehalet ve hizmet etmeyeceğime, daima mekasıd-ı cemiyet’e sadık ve hadim kalacağıma” tabirinin ilavesi, maruf cemiyet erkanından bazılarının ileride sırası geldikçe anlatılacağı veçhile Abdülhamid’in vaatlerine kapılarak cemiyeti terketmelerinden ve İstanbul’a geri dönmelerinden dolayı lazım gelmişti.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: Content is protected !!