Kazak, gördüğün azap!
Kazak, gördüğün azap!
Bu, bir Kazak deyimi. Kazaklar sıkıntıda kaldıklarında “bu benim değil, soyumun kaderi” dercesine içlerini çeker ve Kazak Türklerinin maruz kaldıkları büyük felaketleri hatırlayarak “ Kazak gördüğün azap” derler.
Kazak Türklerinin tarihte maruz kaldıkları en büyük felaketlerden biri de 1928–1932 yılları arasında yaşandı.
Anadolu Türkçesinde bir deyim “dünyada aç mezarı yok” der. Hayır, Kazakistan’da var. Bir değil, bin değil, milyonlarca aç mezarı var.
İnsanlar 1928–1932 yılları arasında açlıktan öldüler, hayvanlar da öyle. İnsanları ayrı gömdüler, hayvanları ayrı. Bu bir soykırımdı, hem de soykırımda kullanılabilecek yöntemlerin en insanlık dışı olanıyla: Açlıkla.
Kızılların “ortaklaştırma” adıyla, 1928 yılında başlattıkları program hızla uygulamaya konuldu. 1930 yılına gelindiğinde Kazak halkının elindeki malların % 50 si devletleştirilmişti. Kızıllar, ne kendi imkanlarını hesap ediyor, ne de halkı düşünüyorlardı. “Zengin fakir yok, her şeyde ortağız” sloganıyla hareket ediyorlardı. 1929 sonbaharında hayvancılıkla geçinen halkın elindeki koyun, sığır, at, deve ne varsa alıyordu. Koyacak yerleri yoktu, verecek yemleri yoktu ama onlar, halkın elinden hayvanları alıp arazinin ortasına toplamaya devam ediyorlardı.
Bozkırın kışı bastırdığında hayvanlar, soğuktan ve açlıktan ölüyordu. Kazakların yoğun olduğu Çimkent, Akmescit, Taraz, Evliya–Ata, Semey gibi vilayetlerde her gün binlerce insan cenazesi kaldırılıyordu. Her vilayette her gün bin kişi açlıktan can veriyordu.
Onların kendi elleriyle, emekleriyle yetiştirdikleri hayvanları ise, arazinin ortasında yemsizlikten ve soğuktan ölüyordu. Kimse halkın kendi malının, hiç değilse ölmeyecek kadarının, halka geri dağıtılması için emir vermiyordu. Bu tam bir vandalizimdi, soykırımdı.
İnsanlar açlıktan öldükçe onlar ‘’ortaklaştırmaya” devam ediyorlardı. “Kazakistan’ın ihtiyacının fazlası (!) olan koyun, sığır,” nakliye imkanları ölçüsünde Rusya’ya doğru sevkediliyordu. Nakledilemeyenler arazinin ortasında tutuluyordu.
Ortaklaşılıyordu. Açlığın ve ölümün ortaklığıydı bu. Ortaklaştırma programı sürüyordu. Kazakistan’da 1928 yılında on dokuz milyon koyundan, 1932 sonunda bir buçuk milyon kalmıştı, sığır sayısı ise yedi milyon baştan, dokuz yüz elli bine düşmüştü. At, deve hepsi ortaktı, onlar da kırılmıştı.
Kazaklar ayaklandılar. 1928–1932 yılları arasında Kazakistan’da 200 ayrı ayaklanma oldu. Coğrafya çok büyüktü, ayaklananlar güçlerini birleştirmekte zorlanıyorlardı ve üstelik ellerinde Kızılorduya karşı duracak silahları da yoktu.
Ayaklanmaların en büyüklerinden birisi, Güney Kazakistan’da Sozak şehrinden başladı. Ayrıca Sozak ayaklanması, ayaklanmaların en organize olanıydı. 1929 yılı Kasım ayında ayaklanma hazırlıklarına başlanmıştı. Ayaklanmanın liderliğini Sefer Ali İbrahim yapıyor ve Almatı, Çimkent, Jambıl her yerden katılanlar oluyordu. 7 Ocak 1930’ da sayıları 400’ e ulaşmıştı ve ayaklanma başladı.
Ortaklaşma planını yürüten idareciler öldürülüyordu. Çevre illerden Sozak’a, birlikler sevk edilmeye başlandı. Ayaklanma bastırılamıyordu, sayıları hızla artıyordu. Altı ay içerisinde ayaklanmaya katılanların sayısı seksen bine ulaştı.
Dönemin modern silahlarıyla donatılmış Kızıl orduya karşı kılıçla, baltayla savaşıyorlardı. En donanımlılarının elinde av tüfekleri vardı. Bir diğer büyük ayaklanma da Batı Kazakistan’dan başladı. Aday boyu, topluca ayaklanıp bağımsızlık ilan etti.
Kızılordu, halkta sükuneti sağlamaya değil, açlıkla öldüremediğini silahla öldürmeye geliyordu. Nitekim Adayların ayaklanmasını bastırmaya giden general “Son Adayın kafatası kemiğini Moskova müzesinde görmeden gönlüm rahat etmez” diyordu.
Bir yandan açlık, bir yandan silahsızlık… Kızıl orduya karşı direnmek zordu. 6 Şubat 1931 de, ayaklanmalar kanlı bir şekilde bastırıldı. Bazı ayaklanmacı Kazaklar, Moyınkum çölüne doğru kaçtılar. Hiç bir üniformalı kuşun dahi uğramadığı bu geniş boşlukta, Robinson Cruzo hayatını tercih ettiler. Yöre halkı, bu gün dahi Moyınkum çölünün çevresinde yabani hayat yaşayan insanlarının görüldüğünü söylüyor.
1932 yılına gelindiğinde, artık “Kazakistan’ın bütün zenginlikleri ortak” olmuştu ama iki milyon Kazak ölmüştü. Resmi nüfus sayımlarında Kazak sayısı 1926’da 3.628 bin 1939’da ise 1.321 bin gösteriliyordu.
İki milyon insan, iki milyon can açlıktan öldü, öldürüldü. Kazak ne desin: “Kazak, gördüğün azap”.