Kazıkurt Kımızı
Kazıkurt her şeye adını veriyordu: “Kazıkurt Kımızı” dedi Muhtar ve eline aldığı kepçeyle savurmaya başladı. Kepçeyi kımızla doldurup yarım metre kadar kaldırıyor sonra tekrar kabına döküyordu. “bu yuvaş kımız” dedi. “Yuvaş” Anadolu’daki “yavaş” sözünün aynısıydı ve yeni mayalanmış fermantasyonu henüz ilerlememiş kımıza yavaş kımız diyorlardı. “Yuvaşsa savurmaya gerek var mı?” diye takıldım ev sahibimize. “olsun” dedi; “yavaş olsa da savurdukça lezzetlenir kımız”. Savurma işi ile birlikte kımızın içindeki fermente gazları ayrılıyor ve hakikaten lezzeti artıyordu. “Biz hemşeri sayılırız” dedi Muha. Şaka olabilir diye kulak kesilmiştik. Çünkü Kazaklar arasında samimiyet biraz artınca ilginç nüktelerle şakalaşmalar başladı. Nükteyi yakalayamamak gülüşmelere sebep oldu. Bizde bu sözün ardından nükteyi yakalayarak gülüşmeyi başlatan taraf olmak arzusuyla kulak kesilmiştik. Meğer bir nükte değil, bir vakıayı anlatma niyetindeymiş Muhtar. “Dedem Güney Azerbaycan’dan gelmiş buraya ve bir Kazakla evlenmiş. Yani bende Oğuz Kanı var. Bu Kıpçakların içinde kendinizi yalnız hissetmeyin” diyerek Abay Mirza’ya takılmıştı. Yine de beklediğimiz olmuş, vakıanın ardından nüktesini yapmıştı, koca Kazak. Biraz şaşırmış halde nükteye gülüyorduk. O da sözünün bizdeki etkisinden çok memnun halde gülüşmelere katılıyordu. Bavurjan’ı bizim çok sevmemizin sebepleri yalnızca yüksek oyunculuk gücü ve zeki esprileri değildi. Bavurjan aynı zamanda her oyununa Türk halklarının kardeşliği, yakınlığı, Türkiye – Kazakistan dostluğu, Özbek – Kazak kardeşliği gibi temaları mutlaka yerleştiriyordu. Bu kadar ünlü ve sevilen bir sanatçının bir esprisi, halk üzerindeki tesiri yönünden ciltlerle kitaba bedeldi. Gerçi Türk Dünyası meselesinin şuurunda olan aydınlar, Kazakistan’da az değildi ama ben yine de Bavurjan’ın ısrarlı tutumunda, Güney Azerbaycanlı dedesinin etkisi ne kadar acaba diye düşünmeden edemiyordum. Muha kımızı savurmaktan yorulmuş kepçeyi genç ev sahibimize vermişti. Biz çaylarımızı yudumlarken kımız savrulmaya devam ediyordu. İki Türkiyelinin Kazıkurt’u görmeye gelmeleri Muha’yı çok memnun etmişti. O da Kazıkurt’u övüyordu. Daha önce Abay’la beraber çıkmışlardı. Sofrada duran bal kasesini işaret ederek Kazıkurt balı, yiyin lütfen” dedi. Kımız da Kazıkurt Dağının ne etkisi vardı henüz görmemiştim ama bal gerçekten farklıydı. Kazakistan’ın güneyinde pamuk balları yaygındı. Yaygın pamuk ziraatinden ötürü arılar da pamuk bitkisinden bal topluyordu. Pamuk özü karışan ballar ise hem beyaz renkli oluyor hem de çabuk kristalleşiyorlardı. Önümüzde duran Kazıkurt balı ise altın gibi rengiyle gerçek çiçek balıydı. Daha Kazıkurt’u görmeden çiçekleri gelmişti bizi karşılamaya. Kepçesi elden ele gezerek bir saati aşkın bir zaman savrulan kımızı, Muha “Kazıkurt kımızı” diyerek bize ikram ediyordu. Elindeki kepçe ile kımızı piyalelere koyarken bir yandan da kımız ikramının adabından bahsediyordu; kımız asla ses çıkarmadan piyaleye konulmalı imiş. Eğer kepçeden akıtırken şırıltı sesi çıkarsa bu misafire hakaret sayılırmış. Bir yandan anlatıyor diğer yandan da usulünce piyaleleri dolduruyordu.
Yuvaşlığın etkisi mi, bu kadar savrulmasının neticesi mi, yoksa Kazıkurt’un eserimi bilmem bu içtiğim en güzel kımızdı. Kımıza bal karıştırmamızı tavsiye etti ev sahibimiz. Biz de tavsiyeye uyduk. Aman Yarabbi! Dünyanın en nefis içeceklerinden birine dönüşüvermişti bu karışım. Yarım litre büyüklüğündeki kaselerden beşer mi içmiştik altı mı hesap karışmıştı. Bu hoş lezzete dayanamayıp biraz aşırıya kaçtığımız kesindi. Rahmetli Prof. Dr. Abdulmecit Doğru Hoca Pamir’de Türk Dağcıları kitabında “çok miktarda kımız içip de sindirim sistemi bozulmayanların Türk olduklarına karar verilebileceğini” yazar. Ali Ağabeyle hocayı anıp “Bakalım sabaha Türklük testinden nasıl çıkacağız” diyerek şakalaştık. Saat ikiye geliyordu. Ertesi gün yorucu bir gün olacaktı. Bizim için hazırlanmış tertemiz yer yataklarında istirahata çekildik.