Kazıkurt Sevdası
Kazıkurt Sevdası
Sergiyi dolaşırken bir resmin önünde durup: “bu, Kazıkurt Dağının esrarı” dedi. Kazıkurt’un kendisinde bıraktığı etkiyi resmetmeye çalışmıştı. Sonra birden döndü ve “siz Kazıkurt’u görmelisiniz” dedi.
Bir ay sonra Kazakistan’daki görevimden Türkiye’ye dönüş yapabilirdim. Henüz kesinleşmiş bir şey yoktu ama dönebilirdim. Sahi; ben Kazıkurt’u görmeden mi gidecektim?
Dedem Korkut’un Salur – Kazan ile karşılaştığı bu dağı görmeden mi dönecektim? Korkut Atanın:
“Kazıkurt dağından aşağı taş yuvarlattı,
Salur – Kazan karşı varıp kavrayıp tuttu,
İt – Beçene onu görüp aklı gitti,
Alpler, beyler, gören var mı Kazan gibi…”
Diye soyladığı Kazıkurt’u görmemek, hele yanında, yakınında bu kadar uzun süre kaldıktan sonra nasıl olurdu? İçimden Türkiye’den gelip de buralarda gezip Kazıkut’u görmeden gidenler için hayıflandım: Gerçekten ziyandaydılar!
Her Taşkent ve Çimkent arasında yolculuk yaptığımda, dağın sırtına yaslanmış aslan heykelleri dikkatimi çekerdi. Gerçi heykellerin kanatları yoktu ama bu aslanlar birer kanat takınca, Alper Tunga’nın sembolü oluverirlerdi. Türk Kültüründe aslana iltifat, ta Alper Tunga’dan mı başlar bilmem ama o günden bu güne gelip kanatlı haliyle Tataristan’ın Devlet sembolü olur, “aslanım” derken dilimizde övgü olur bu varlık. Kazak sevgisi bu övülmüş simgeyi yine övülmüş bir dağın bağrına yerleştirmişti. Bu dağ Kazıkurt Dağıydı. Dağ Özbekistan sınırına çok yakın olmakla birlikte Kazakistan’daydı ve Kazaklar için hâlâ kutsaldı. Kazaklara “Nuh’un gemisi nereye kondu?” diye sorulsa; hepsinden tek bir cevap alınır: Kazıkurt Dağı. Kazıkurt, Oğuzların önemli yaylarından biri. Ebulgazi Bahadır Han Türkmenlerin şeceresinde, Oğuz ilinin gün doğusu anlatılırken Issık Köl, Almalık, Sayram ve Kazıkurt Dağını sayar. Oğuz Han destanında kabile adı da olur. Kabile mi adını dağdan alır; dağ mı kabileden bilinmez. Radlof, Kazıkurt’un manasını “kurtlu dağ” olarak açıklar. Kazakça sözlükte ise “dersi ulu, özü pak” dır Kazıkurt’un manası. “Dersi ulu” Gök Tanrı dininin dağlara verdiği kutsiyeti de anlatır gibi.
Kazıkurt içimde büyümeye başlamıştı. Dağ esrarıyla kendine çekiyordu sanki. Ama Türkistan’da da önemli işler vardı. Kazıkurt şuracıkta, en çok iki saatlik mesafedeydi ama yol haliydi bu. Sonra, dağa çıkılıp inilecekti. Türkistan’daki toplantıya yetişemememizin sonuçları hiç de iyi olmazdı. Abay Mirza’da benim tereddüdümü gördükçe ısrar ediyordu: “Kazıkurt dağını görmeden Türkiye’ye dönmemek gerek”. O gün akşam, değerli Ali Akbaş Ağabeyimle bu meseleyi konuştuk. Ne yapmalıydı? Bu gün Çarşamba. Yarın öğleden sonra yola çıksak, Cuma günü saat akşam altı civarında Türkmenistan’a dönebilir miydik? Bu kısa sürede Kazıkurt’a çıkmak, inmek, yolculuk hepsini sığdırabilir miydik? Şair gönlü coşkun olur. Ali Ağabeyi de sarmıştı Kazıkurt sevdası. Ertesi gün öğleden sonra yola çıkmaya karar verdik.