Keçecizâde İzzed Paşa’nın Ordu Hakkında Layihaları
Keçecizâde İzzed Paşa’nın Ordu Hakkında Layihaları
O devirde Osmanlı Devleti’nin Madrit Sefiri olan Keçeçizade İzzet Fuat Paşa’nın bu ikinci sınıfı teşkil eden zevat arasında bulunduğu iddia olunurdu. Arada sırada “atiye-isaeniye”ye nail olmak için İstanbul’da muhtelif makamlara mühim meselelere dair layihalar gönderdiğinden bahsedilirdi. Bu layihalardan birer suretini de Paris’teki Terakki ve İttihat merkezine göndermesi herhalde Paşa’nın Avrupa’daki Genç Türklerle temasta bulunduğuna delalet eder. Terakki ve İttihat Cemiyeti’nin Paris’teki evrakı arasında elimize geçen bu layihalardan birisinde Keçecizade İzzet Fuat Paşa “Teftiş Askeri Komisyonu Alisi Reis-i sanisi devletlu Ethem Paşa Hazretlerine” diyordu ki:
“Malum-u ali asıfaneleridir ki Rusya ile vukubulan son muharebede harp sanatına asla vukufu olmayanların muzır ve mütemadi müdahaleleri eski düşmanımızı İstanbul kapılarına kadar getirmişti. Bu müdahaleler yapılmamış olsa idi düşmanımızın o muharebede mağlup olmuş olacağı fennen ve Rusya generallerinin o zamanda vakı olan hatalarına binaen şimdiki askeri ilim erbabı nezdinde tahakkuk eylemiştir.
Şimdi bizim için tutulacak intibah yolu gerek düşman cihetinde ve gerek bizim tarafta yapılan büyük hataları tetkik ve münakaşa ve ileride tekerrürünü men’e çalışmak ve gelecek muhareBey’e muntazaman ve fen dairesinde hazırlamaktan ibarettir.
Halbuki zannımızda mezkur hataları aramak şöyle dursun, arayanlar bile türlü türlü cezalara layık görülmektedirler. Hatta geçenlerde “Fevt Olmuş Fırsatlar” namındaki eserimi Fransızca’dan Türkçe’ye nakleden bir biçare Mülazım Selanik’ten Fizan’a kadar sürüldü. Taklit etmek istediğimiz Almanya ordularında ise 1870-1871 muharebesinin hatlarına dair şimdiye kadar yüzlerce binlerce eserler vücuda getirildi.
Harp sanatına riayet etmek sayesinde Asya’nın öte başında küçük ve zayıf addolunan Japonya Devleti ise az bir müddet zarfında tertibatını ikmal ederek ve büyük maveralar sayesinde ordu kumandanları yetiştirerek en kuvvetli zannolunan Rusya Devleti’nin mağlub etmektedir.
Japonya’nın denizdne ve karada kazandığı büyük ve şanlı muzafferiyetler aynı zamanda müstebit Rusya Devleti’nin ne gibi illetlere ve marazlara tutulmuş olduğunu ortaya koydu. Asker tensikatının birçok eksikliklerini ve bütün memurlarının memleketi ne suretle saymakta ve satmakta olduklarını meydana çıkardı.
Eski can düşmanımızın düştüğü şu musibetli hali, Osmanlı Devleti için teselliye ve sevince yarar bir şey olsa gerektir. Çünkü eski düşmanımız şimdi duçar olduğu hezimetin ve zafın tesirile bir hayli zaman ıslahatımıza mümaneat edemez; demek oluyor ki Japonya’lılar, tasavvurlarının haricinde olarak bize de hizmet ettiler de biz hala ondan istifade etmek, uyanmak istemiyoruz.
Fakat vicdanı büsbütün mahvolmamış ve vatan muhabbetleri sönmemiş olanlar düşünsünler ki şu fırsatları ve dakikaları kaçmak ve yapılacak şeyleri yapmamak aynı cinayettir. Vakıa Ispanya’nın bir köşesindeki bir acizin bu gibi sözlerinin ne derece tesiri olacağını ve bizim eski nazarlar eski menfaatler ve eski hatalardan katiyyen vazgeçmeyeceğimizi gereği gibi bilirsem de yine susmak elimden gelmiyor. Filolarının toplarını payitahtımıza çevirmiş olan canavarın tehditlerile İstanbul büsbütün müdafaasız bırakılmış oluyor. Hiç olmazsa şimdi kapı ve pencerelerimizi kapıyalım.
Rusya Sefareti’nin programından olmak üzere Boğaziçi’nde sahillerde gezmek dahi Osmanlılar için yasak olduğundan İstanbul ve taşra halkı İstanbul’un bu derece müdafasız olduğunu bilmiyorlar. Herkesin zannınca Boğaz İstihkamları Payitahtı muhafazaya gereği gibi kafi olduğundan hiç olmazsa bu cihetten rahat uyuyabilir. Esef olunur ki şimdi, mevcut olan müdafaa vasıtalarının vüutlarile adem-i vücutları arasında asla fark yok gibidir. Rumeli cihetinde Kilyos sahillerinin müdafaasına Cenevizlilerin bin yıl evvel kurdukları karıkadim kalemin dökülmekte olan duvarları üzerine yedi kıta büyük Krup topu yerleştirilmiş olması, mücerret o sahilden geçen gemilerin hakkımızda türlü türlü istihzalarını celbetmekten başka acaba neye hizmet edebilir?”
Hem de Boğazda istihkam olup ta arkasının açık kalması neye yarar? Bu şartlar içinde İstanbul’un müdafası aynı Nasrettin Hoca’nın türbesine benzer… Anadolu cihetinde Rive’de “Elmas Tabya” tabir olunan gayet ehemmiyetsiz bir redocete var, bir de “Elmas Tabya’dan daha zayıf diğer bir tabya vardır ki bunlardan hiçbiri sahile yeni asker çıkarmak niyetinde olan bir düşmanın hiçbir hareketini menedemez.
Bir de gariptir ki milyonlar mükabilinde satın alınan harp sefineleri ve torpitolar mübayaa meselesi bitinceye kadar mübalağa ile methedilip ondan sonra muzir aletlerden sayılarak Haliç’te veyahut Çanakkale’de midye ve yosun tutmaktan başka bir vazife ile tavzif edilmemektedirler.
Bu haller, bu suistimaller Padişahımız Efendimiz Hazretlerine ve devlet-i aliyelerine karşı ihanet ve cinayetin en şeni ve en azimidir. Şimdi Rusya’nın duçar olduğu felaketlerin kaffesi orada da buna benzer yollardan gidilmesinden ileri geldiği şüphesiz değil midir?
Otuz kırk sene evvel Japonya bizden çok geri ve bin kere daha mutaasıp bir heyet ve batıl fikirlerinde bizden daha ziyade ısrar eden bir millet iken halini ıslah etmeyi mantıkan ve cidden isteyerek bugün en kuvvetli devletler sırasına geçti. Vatanının mudaddes haklarını büyük bir metanet ve intizamla müdafaa ediyor. Eğer o da bizde olduğu gibi sathi taklitçilikle iktifa ederek ordularını talim ve manevradan mahrum ve filolarını limanlarda çürümeğe mahkum etse ve geçen hatalardan ibret almasaydı acaba Japon namı coğrafi bir tabirden başka bir şeye delalet eder miydi? Öyle ki devletin ismi tarihten başka bir yerde görülür müydü?
Mançurya ovalarında, Çin denizlerinde ciddi malumatlarile ve fevkalade ehliyetlerile Mikado’nun bayrağını zaferden zafere götüren Japon kumandanları ve amiralleri sulh zamanında mecalis-i aliyede, devair-i sairede ve köşklerde vakit geçirmiş, meşgalelerini safaya ve duaya hasreylemiş olsalardı, şimdi harp mevkiinde lazım olan evsaf-ı haiz bir kumandan veya bir amiral gibi mi ispat-ı vücut ederlerdi, yoksa kim şair, kimi derviş, kimi müdahin, kimi mihrei maliyun fikrinde ve emellerinde mi tecelli eylerlerdi?.. Haşmet ve debdebesini Allah tarafından müeyyet ve ebedi addeden korkunç bir heykeli birkaç ay zarfında hak ile yeksan eden Japonya’nın gösterdiği misal bizim için en müessir ve en büyük bir ibret ve istikbal dersi olmalıdır. Azamet ve şerefin, şan ve haysiyetin hep intizamla hasıl ve kaim olduğunu anlayarak ona göre davranmalıyız. Bu yüksek himmetler Japonya’lılara nasıl komşuları bulunan Çin’liler gibi afyon dumanile rüyasında kamerle izdivaç ederek kendilerini güneşin damadı farzettirdise ve bütün akıl kuvvetlerini ve insani faziletlerini vatanın muhafazasına ve istiklali uğruna ne suretle sarfettirdise biz de o aynı niyetle ve himmetle o yolu tutmalıyız. Birkaç muhataraya birden maruz olan memleketimizin yanında hemen Japon kadar gayyur ve müterakki bir Heyet-in gece ve gündüz hazırlanmakta olduğunu bir dakika unutmayalım!
Devletimizin duçar olduğu gunagun müşkülat malumdur. Fakat acaba bu müşkülatı ortadan kaldırmaklığımız lazımgelirken onları bizim davet ve icat ettiğimiz de inkar edilebilir mi?.. Mevad-ı askeriye haricine çıkmak caiz olmadığından bu babta daha ziyade izahat ve tafsilata giremeyecekse şunu da ilaveye mecburum ki Heyet-i Vükela ve bütün büyükler dahil olmak üzere mevzu ve mevcut kanunların tamamile tatbikine ve memurların vazife ve mesuliyet emr-i mühimminin takdir ve tayinine ve mükafat ile mücazatın iltimassız ve istisnasız adilina bir kaide dahilinde icrasına katiyyen ve cidden karar verilecek olursa memalik-i mahrus-i şahanenin az bir müddet zarfında her hususca kuvvete intizam kesBey’leyeceğini ve Avrupa’nın müdahaleleri gibi malum olan vasıtalar fevkinde ve bizim kalbi temennilerden belki de daha yüksek bir surette ıslahat yapmaya ve istikbali temine muvaffak olunacağı aşikardır. Uhteye düşen vazifenin hiç olmazsa kısmen ifası emelile iş bu layihayı arz ve takdime mütecasir oldum.”
Keçecizade İzzet Fuat Paşa’nın Etem Paşa’ya gönderdiği yukarıdaki layihasını bir de Tophane Müşürü Zeki Paşa’ya yolladığı ikinci bir layiha takip etmişti. İzzet Fuat Paşa, bu ikinci layihasında Osmanlı ordusunun 1904-1905 senelerinde, Rus, Japon Muharebesi esnasında ne kadar ihmal edilmekte olduğunu uzun uzadıya anlatarak Zeki Paşa’ya diyordu ki:
“Biçare vatanı balta ile temelinden yıkanlardan olduğunuzu çoktan beri görmekte isem de gençlik ve harp arkadaşlarımdan birisini – zaman ile ıslah olur ümidile – itham etmek istemiyordum. Lakin görüyorum ki tecrübesizlik zamanlarında filiz vermeğe başlayan ahvaliniz gittikçe devlet ve millete tehlikeli bir surette muzir olmaktadır.
Onun için bundan ziyade susmak arkadaşlığı umumun menafine takdim ve tercih etmek olacaktır ki bu da caiz olamaz. Hatta… sükut şöyle dursun, hasbelvazife sizi muahaze ve itham edeceğim!
Hatırınızda olmak gerektir ki taraf-ı eşref-i kumandan-ı azamiden uhdenize Tophane-i Amire Nezareti tevdi buyurulduğu sırada Karadeniz sevahilinde bairade-i seniye gezerek İstanbul’un o cihetten müdafaası hakkında layiha vermiş ve size selamlık resm-ialisinde tesadüfle devlet ve milletin hayatı mesabesinde olan bu meseleden bahseylemiş ve tarafınızdan birçok takdirlere ve vaatlere mazhar olmuştum.
Halbuki sizin bu esnada bana azim bir rüçhaniyetiniz varmış ki ben ona o zaman katiyyen vakıf değildim. Sonradan anladım ki siz benim İstanbul’un müdafaası hakkındaki fikirlerimi tasdik ve tasvip eder gibi göründüğünüz sırada bu meseleden bahsedilemeyeceğine ve Rusya Sefareti’nin entrikalarına vakıfmışsınız! Bu derece diplomat olduğunuzu doğrusu bilmediğimden cumaları selamlık mevkiinde zat-ı samilerine tesadüf ettikçe bu mesele hakkında söyler durur ve her ne kadar rahatsız ettiğimi görürsem de esbabını büsbütün başka şeylere atfederdim.
Cevaben diyeceksiniz ki: ‘Başka türlü hareket edemezdim. Ben itaatli bir askerim. Esen havaya göre hareket ederim.” Paşam! Askeri itaatin bir derecesi vardır ki onu Meşrutiyet’i evamir tayin eder!.. İtaatli asker olmak hesabile birimize deseler ki: “Vicdanını sat! Bu han-ümanı söndür! Haysiyetini çigne” Şu adamı boğ! Bu kadını kes! Vatanını sat!.. Mücerret itaat maksadile şu yoldaki emirlere bilaşart itaat edebilir miyiz? Biz mukaddes bir vazifenin icra vasıtalarıyız, uşak ve cellat değiliz!
Payitahtın müdafaasındaki eksikliklere vakıf olan ve Tophane Müşürü bulunan bir zat için ihmal etmek, göz yummak ve böyle mühim ve müthiş bir meselede muhtelif şahsi menfaatleri umumi menfaatlere ve hatta devletin hayatına tercih ile sükut riyasını iltizam etmek Cenab-ı Hakka ve Padişah’a karşı henüz ismi bile mevcut olmayan kabahatlerdendir. Fakat bu gibi meselelerde tekasül ve kabahatleri görülenleri cezalandıracak mahkeme dahi aynı sebeplerle müttehim ve mahkum ve umumun cezası meşiyet-i ilahiyeye vabeste bulunmaktadır.
İstanbul’un Karadeniz tarafından müdafası için benimle beraber Koca Bialmont ile meşhur Goltz’ta bar bar bağırdılar!… Çi faide ki ortadada dönen hal bir komedyadan ibaretmiş! Kulağı tıkalı, gözü bağlı, kayıtsız ve korkak ve henüz hukuk ve vazifesini bilmez bir halk, hala bu dehşetli ledünyata vakıf değildir. Vakıf olarak feryat edenler benim gibi Haleb’i, Bağdad’ı, Fizan’ı gözlerine kestirerek tebit olundular. Sizin gibi birçokları da Mekkizade poryazına karşı keyif çatmaktan vazgeçemeyerek yukarıda biraz tasvir eylediğim şartlar içinde İstanbul’da kaldılar!..
Gariptir ki Japon ve Rus vukuatı harikuladesini her nasılsa Gazeteler yazdıkları halde memleketimizde henüz kimse uyanmak istemiyor ve – telaş buyurmayınız! – uyanmayacak; bu halde demek ki ıslahımız külliyen heyet-i idareye muhavvel klıyor. Halbuki bir heyet ıslahatı kendisinin en amansız düşmanı addettiğinden hiçbir vakadan istifade etmeyi, ibret almayı istemez. Sırf bize mahsus olan kayıtsızlık kaidelerine tebaan istikbali asla nazar-i itibara almamak gibi ağır bir hatadan kurtulamaz.
Büyük paşalarımız muvakkat bir hayatın ve ona bağlı olan kazalı bir refah-ıhalin ve saadetin devamı uğrunda memleketi parça parça ederek yakayı kurtarmak maksadile ecnebilerin eline geçirmek ve iktidarsızlıkları yüzünden delet ve milleti ecnebi müdahalelerine ve taarruzlrına kurban eylemek suretile yine şimdi Babıail denilen darülcühelada veyahut halkın hanümanları enkazından vücuda getirilen yalı, köşk ve konaklardan mahza hayvanat bahçelerinde görülen ve başka bir yere layık olmayan sefihane hayatlarını imrar eylemektedirler!
Fakat sizin askeri meseleler hususundaki tekasülünüz sairlerden daha ziyade müahazeyi müstelzimdir. Çünkü siz mütefennin ve Avrupa terakkiyatına oldukça vakıf bulunan zatlardansınız. Vükela heyetin’den bir Zihni Paşa, bir Memduh Paşa ve hatta cehaletile beraber gayyur ve terakkiperver geçinmekte olan Seraskerimizden ve Sadrazam’dan türlü türlü taassup eserleri ve her türlü yanlış fikirler beklenilebilir. Fakat bunlar sizden sadir olursa, kabahat nisbet kabul etmez derecede vahim olur. Size, ne ben, ne de benim gibi yakın bir istikbalin sinesindeki elemleri ve muhataraları takdir edenler, Padişah’a karşı sadakatsizlik ve ihanet tavsiye etmezler. Böyle mezmum ve şeni ahvali, namusları satın alınabilenler tarafında aramalıdır.
Düşününüz ki nefyime sebep olan layihayı bugün meydana koyacak olsam, mazideki ve istikbaldeki vukuat güneş gibi kendisini gösterir. Müthiş bir hastalığı teşhis ve tedavisi lüzumunu gösteren bir tabib, insaf edilsin, hastanın düşmanı addolunabilir mi? Bilakis her şeye “aynı keramettir!.” demek ihanetlerin en büyüğüdür!
Düşününüz ki Rusya İmparatoru’nun mevki-i haşmetini teşkil eden bunca yaldızlı, nişanlı, kordonlu istibdat çiçekleri hükümdarlarını da milleti de (çünkü birini diğerinden tefrik kadar cinnet yoktur!) mühiş bir girdaba sevkettiler, büyük muhataralara uğrattılar. Çar’ın keyfi muamelelerinin eseri olarak nail oldukları rütbelere ve mevkilere lazım olan iktidarın nefislerinde mevhibe olarak mevcut bulunduğuna kendileri de itikat etmek denaetini işleyerek velinimetlerine dünyayı başka türlü gösterdiler.
Rusya’da bizden de fazla olarak vükela heyet-i ve hükûmet daireleri her türlü hüküm ve nüfuzdan mahrumdur. Her şey İmparatorun grandükleri ve gözdeleri tarafından emir ve tertip olunduğundan bu tarzdaki keyfi idarenin feci akıbetleri görüldü.
Buna mukabil Asya’nın öbür ucunda sesiz, sadasız akıl bir hükûmet teceddütkarane tedbirleri sayesinde ve milli kontrolün feyizli eserlerile vücuda gelen muazzam bir askeri hükûmet, horozlara beygirlere varıncaya kadar alemi İslavlaştırmayı politakısı ittihaz eden Rusya’nın manevi ve maddi istilasına bir set çekiverdi; ordularını ve donanmalarını mahvü perişan eyledi. Sadede gelelim:
Vaktile en mühim hayati meselelere dair size vaki olan ihtarlarımdan hiç birine kulak asmadıktan başak suyun akıntısına tabi olarak “jurnalcılık” gibi sakin bir mesleğin haricine çıkmadınız. Hatta bunu meşru, akilane ve hatta medar-ı iftihar bir kurtuluş ve ikbal yolu dercesine çıkarıp mütemadiyen herkesi tecessüs ve jurnal ettiniz. Nezaretlerini inhizar altına aldığınız mekteplere teslim olunan vatan evlatlarını Cengizane muamelelerle misken ve iblisane tedbirlerle ahlaksız etmeğe ve yüksek fikirlerini ve vatanperverane hislerini bir daha uyanmayacak şekilde söndürmeğe çalıştınız.
İstikbal ve terakki demek olan bu gençleri bugünkü ahlaksızlık içinde boğmaktan çekinmediniz. Dünyada ne kadar namussuz hazele ve uşak makulesi varsa göğüslerine birer “kanun” işreti koyarak namus ve haysiyet erbabını canavar avlar gibi senelerden beri tazyik ve takip etmektesiniz. (Büyük pederim Fuat Paşa merhumun Seraskerliği’nde tertip ve vazolunan kanun talimatına müracaat buyurula!
Gençliğimizde Nurullah Bey mesahebesi dairesinde hulya ettiğiniz konak ve köşklerde safa sürmeyi şu manevi sellatlık sayesinde temin etmekten çekinmediniz. Kendinizin cidden mütelezziz olarak gizi gizli okuduğum Avrupa matbuatını okuyan talebeyi Fizan’a kadar sürdürdünüz İsmail ve Rıza gibi iki mel’anet nümunesine dahiliye zabiti, yani mürebbi namile bir sürü hayasızı terfik ederek askeri mektepleri birer haylaz ocağına çevirdiniz. General Goltz’un faydalı mesasisinden artık eser kalmadı. Hatta onun en ileri gitmiş şakirtlerini ve onlar meyanında geçen Yunan muharebesinde askeri hareketleri, fırka kumandanlarının cehaletlerine rağmen, iyi idare ve temin edenler şimdi iş görmekten uzaklaştırınız.. Velhasıl her türlü maddi ve manevi kıymetin aman kabul etmez bir düşmanı kesildiniz.
Mektep programlarını umumiyetle lüzumsuz bir takım vesaire ile öyle bir hale getirdiniz ki neticesi talebeyi sersem etmekten veya aciz ve yeis saikasile külliyen cahil bırakmaktan ibaret oldu. Mühendis sınıfile harp sınıfını ayırmadınız. Hele bütün programlarda harp sanatını ihmal ettiniz.
Binaenaleyh Halep’te kumandama tesadüf eden mekteplilerde malumat-ı seferiyeye malik zabitlere nadiren tesadüf edebildim. Burgaz ve Kağıthane tepelerinden, Çobançeşme çayırlarından başka bir yerde seferiye tatbikatı görmeyen bir genç heyet-i askeriye, mütemadiyen büyük ve küçük tabiye ameliyatında tecrübe kesbetmemiş bir heyet-i zabitan Japonların elde ettikleri neticeleri mi elde ederler, yoksa Rusya’lıların düçar oldukları hezimetleri mi tevlit ederler?
Şimdiye kadar İstanbul kapılarının kapanmasına Rusya Sefareti mani oluyordu. Artık ortadan o korku da kalktı. Rusya birçok zaman için kimseyi tehdit edemez bir hale geldi. Allah kendimizin Ruslardan intikam almaya muktedir olmayacağımızı görerek Japon’u bu işe memur etti. Fakat unutmayalım ki payitahtımızın yanıbaşında, gayet faal ve ciddi bir Japon, yani Bulgar hükûmeti zuhur etti ki bizim inat ve taassubumuza nazir bir himmet ve süratle terakki etmektedir.
Çatalca hattından da asla emin değilim. Hatta muvazi şimendifer ve caddeler inşa olunmadıkça oradaki tahkimat hiç makamında demektir. Tophane-iamir’de top imal etmiş olduğunuzu Gazeteler ilan ediyorlar. Bunlar ne cins toptur? Ne kadar vakitte imal ettiniz? Kaça maloldu? Tecrübelerde kimler bulundu? Eğer sahra topu ise koşulup birkaç günler mütenevvi arazi üzerinde manevralar yapıldı mı? Yoksa böyle şeylere ne hacet mi?..
Bu toplarında tecrübe edilmeyerek sairleri gibi depolarda muhafaza edilmek için imal edilmiş olmaları bedihidir. Hatta bu gibi muamelatın yine sizin hafiyeler tarafından dolayısile muzir bildirilerek ciddi tecrübe ve muayene korkusundan salim olacakları sizce de rana-ı malumdur.
Sizin imal ettiğiniz toplarda bir gün istifade olunmayacağı fennen sabit olduğu cihetle bu gibi vahi ve pahalı davalardan sırf-ınazarla lütfen ve merhameten iktidarınız dairesinde bulunan müstacel imalata nazar atfediniz! Nakliye eshabı ve vesaiti mevcut olmadıkça ordularımız ne kadar muallem bulunsa, ne derecelerde ala silahlara malik olsa harp taarruzu yapamaz, halbuki mütemadiyen tedafüi halinde kalmağa bugün cinnet ve cinayet tabir olunur.
Binaenaleyh, nakliye ve seyyar hastahane ve köprü edevatı, seyyar telgraf vesaire için devlet birçok arabaya muhtaçtır. Bunların zatıalinize onbeş sene evvel de birkaç kereler ihtar etmiştim; siz top imalini tercih ettiniz! Memleketimizde demirden ziyade ağaç bulunduğundan lüzum gösterdiğim şeyler, Tophane-i amire’de mükemmel surette imal edilerek ordu-yu hümayunların yüzde doksan muvaffakıyetlerini temin etmiş olur.
Bazı mutaassıp ve mutearrızlar derler ki: “Arabadan evvel yolları yapınız!” Evet, yolları da devlet, valilerine yaptırsın. Fakat herhalde şimdi darülharpte sahra toplarının seyr-ü hareket ettikleri mevkilerin ve yolların hepsinde nakliye arabaları dahi hareket ederler. Ve zaten sahra toplarının geçemedikleri mevkilerde muharebe yapılması da caiz değildir. Eğer ayrıca ve bilhassa dağ muharebesine kıyam olunursa, o zaman mekkari kullanılsın.
Mekteb-i Harbiye-i Şahane’den ya şahadetnameli zabit olarak çıkan Efendileri kur’a ile ordulara sevkediyorsunuz. Bu iş adalet ve müsavat dairesinde yapılsa, bir diyecek olamaz. Fakat neden hiç biri hassa ordusu hümayununun İstanbul’daki kısımlarına kabul olunmuyor? Ne sebebe mebni bu zabitler ikinci fırkada, yani “Garde İmperiale”de bulunmak şerefinden mahrum bırakılıyor? Bunun tashihinin şu zamanda çaresi olduğu malum ise de hiç olmazsa bakaya-yi vicdanınıza müracaatla ordulara yerleştirdikleri zamanı haklarında iyi muamele yapılmasını temine gayret ediniz.
Evet, bir kerecik o taraflı da tecessüs buyurulacak olursa anlaşılır ki mektepli olmayan kumandan ve zabitlerimiz, yani askerliğe külliyen bigane birtakıp cühela ve ukala nezdinde biçare genç zabitlerimiz “Merkepli! Frenk! Abukat! Muzır! Müfsit ve şarlatlan!” ünvanlarile yadolunuyorlar! Ve mektepte öğrenip gördükleri şeylerin hiç birini tatbik edemiyorlar. Bunları şu halde ibka etmekten ve bir takım uşak mukavelesi igavatın himaye ve sevaiki saire ile diğerlerinden evvel büyük büyük rütbelere nailiyetlerini mütemadiyen güdüp tecdit etmekten ise mektebin lağvı daha ziyade adalete muvafık olmaz mı?
Ordu-yu hümayunların şayet İstanbul üzerine hareket edebilmeleri gibi vahi mülahazalarla beyhude talim ve manevradan muhrum kalmaları gibi daha bir çok inat ve cinayetlerden dolayı doğrudan doğruya sizi müvahaze etmemekle beraber, daha bir çok kabahatlerinizi sayacağım:
Zeki Paşa Hazretleri! Tophane-i asıra müşiri oldğunuz günden beri bir kercik olsun Boğaziçi sevahilindeki müdafaa vasıtalarımızı görüp teftiş ettiniz mi?” İzzet Paşa burada evvelce Etem Paşa’ya yazdığı şeyleri tekrar ediyorum.
Zeki Paşa Hazretleri! Bunca seneden beri bu mevkide bulunarak beytülmalden size geçen birçok paralara ve nail olduğunuz türlü türlü hediyelere vesaireye mukabil ne gibi ciddi hizmetler gördünüz? Tophane-i Amire icraat ve imalatı hesaba dahil olamaz. Zira o dava, o inat, o beyhude masraflar, o çiftlik sizden evvelde mevcuttu. Öyle bir dava, öyle bir inat ki İngiltere, Fransa ve Almanya da bile yok: Onların toplarını Armstronglar Ceruzotlar Kruuplar imal ediyor. Bunları siz de bilirsiniz; yalnız benden zeki olduğunuz için beyhude yere akıntıya karşı kürek çekmezsiniz… Bahusus mahut yalıda bir hayli zamanlar çımacıları temaşa buyurmuştunuz!
Saadet halinize zerre kadar gıpta edenlerden olmadığını tasdikte asla tereddüt etmeyeceğinizi bilirim, hatta daha ziyade mes’udiyetinizi, yani cidden bahtiyarlığınızı temenni ederim, şu kadar ki talihin bu muavenetine, Cenab-ı hakkın inayetine, Padişah’ın hadsiz, hesapsız atıfetine ve milletin kemal teselliyet ve emniyetine karşı teneke toptan başka daha ciddi icraat beklenir.
Rusya İmparatoru’na karşı da bu türlü imalat, bu nevi icraat ve bu gibi tensikat davasında bulunan sadık bendeler güruhu koca Rusya’yı tamahkarane hislerine feda ederek öyle azim bir muhataraya sevkettiler ki bugün cebr-i mafat hususunda herkes mebhut kalmaktadır. Bizim vükela ve seramdan bendegana pek benzeyen bu zevata zatıalinize ne isim takacaksınız? Bugün alemin lanet ve nefretle yadettiği böyle yadigarları yarın tarih nasıl muhakeme ve teşhir edecek?
Dünyada muhatarasız vazife, vazifesiz insan tasavvur olunamayacağı gibi hiçbir kuvvet, vicdan sahibi olan insanları vazifeşinas olmaktan menedemez. Hele namuslu bir askerin sefer ve hazer vaktinde hayatını ve rahatını feda eylemesi en ali bir şeref, pek mukaddes bir mecburiyettir. Hem de doğru söz söylemekten niçin çekinmelidir? Bu ihanetkarane meskenete sebep ne? Acaba Haleb’i, Bağdad’ı, Fizan’ı göze aldırmamak mı ve hesaplara ve tasavvurlara diğer cihetin daha ziyade tebessüm etmesi mi? Bahusus Padişah Hazretleri doğru sözden niçin memnun olmasınlar?
İş öyle değil: Maatteessüf birçok senelerden beri vatanperverlik, tamahkarlık ve cehalet ve taassup birçok hususta iyi şeyleri fena, fena şeyleri iyi göstermek, muzir olanları nafi ve olmayanları muzir bildirmek mesleğini o derece ileri götürdü ki, şimdi aksini beyanda barika-i hakikat müthiş surette gözleri kamaştıracağından ve müsavi-i hazırayı meydana çıkaracağından riya-ı füruşan heyeti şimdi isteseler bile artık mesleklerini değiştiremiyorlar!
Zeki Paşa Hazretelri! Tekrar ediyorum! Pahalı ve işe yaramaz top yerine ucuz ve işe yarar nakliye vasıtaları imal ediniz. Muharebe zamanı maiyetinde bulunduğunuz Süleyman Paşa’nın cinayetkarane ısrarına feda olan yaralılarımızı Balkanlarda o mahut vicdansız valilerin yapmadıkları veyahut yapıp muhafaza etmedikleri dehşetli yollar üzerinde yaysız öküz arabalarile Ağustosun cehennemi günlerinde ve kışın sıfırdan aşağı on derece soğuklarında çıplak ve omuzları açık olarak şerha şerha inlete inlete bitmez tükenmez nakliyat ile vahşiyane, bîrahmane telakki ettiğimizi unuttunuz mu?
Ara sıra nakliye arabası, seyyar hastahane vesaire nümunelerinin Yıldız’a çıkarılarak manzur-u şahane buyurulup imal edilmeleri hakkında sadır olan irade-iseniyelere vakıf isem de, herbir nümuneden birkaç tane yapılmakla iktifa edildiği de malumdur; fakat acizi bu gibi cüz’i şeyler olmayıp bütün ordu-yu hümayunun ihtiyacına kafi surette amel olunması kaziyesidir.
Sizden bisiklet, telefon bölükleri, otomobil arabaları, balon takımları, pahalı köprücü edevatı, muhabere lambaları, telsiz telgraf levazımı gibi elyevm her bir muntazam ordudan bulunması şart-ıazam olan fevkalade şeyler talep olunmuyor. İstenilenlerin cümlesi ordumuzun ilk ve esaslı tertibatındandır ki onlar da olmazsa bir ordunun adem-i vücuduna katiyyen hükmedilebilir. Ve zaten ordularımızın şimdiki haline asla muntazam ordu denilemiyeceği de nezd-i alilerinde musaddaktır.
Binaenlayeh bu mühim ve pek çok olan eksiklerin bir dakika kaybedilmeden cidden ikmal ve tensikine ve Rusya’nın duçar olduğu zaaftan bilistifade müdafaa hatlarımızın tertip ve tanzim edilmesine ve orduların emniyet ve hayatının temin olunması için her orduda müstakil süvari fırkalarının vücuda getirilmesine ve her ordudan sunuf-u selase ile manevralar ve seferiye tatbikatı yapılarak büyük zabitlerimizin mümkün olduğu kadar harbe alıştırılmaları gibi daha bir çok askeri terakkilerin istihsal ve istikmali emrinde nüfuzu müşiranelerinin fedakaranasarf buyurulmasını rica ederim.”
Keçecizade İzzet Fuat Paşa’nın bu layihalarını İstanbul’a gönderiği 1904, 1905 seneleri zarfında İstanbul’dan Avrupa’ya birçok mühim zevat firar etmeğe muvaffak olmuşlardı. Bunların içinde Abdülhamid’in Serhafiyesi Ahmet Celalettin Paşa, Erzincan’a nefyedilen Doktor Bahaddin Şakir Bey ve Samipaşazade Sezai Bey gibi mühim şahsiyetler vardı.