Makedonya’daki Gelişmelerin Avrupa’daki Yankısı
Makedonya’daki Gelişmelerin Avrupa’daki Yankısı
Paris’teki harici merkezi umumimiz Fransız gazeteler nezdine bir heyet-i mahsusa göndererek Abdülhamid hükûmetinin bu hilekarane teşebbüslerini ilan ve protesto etti. Matin, Humanist, Petite Republique, Action, Siecle, Radical namındaki Fransız gazeteleriyle ekseri Alman ve Avusturya gazeteleri Cemiyetimiz lehine neşriyat yaptılar.
Biz Avrupa efkar-ı umumiyesini kazanmak için ne lazım ise yapıyoruz. Bu teşebbüslerimize devam edeceğiz. Canlarını feda eden kardeşlerimizin fedakar namı ipka ve milletimizin mukaddes hakları müdafaa edilecektir.
Abdülhamid hükûmetini Anadolu’da 30000 kişiyi silah altına aldığı yazılıyor. Bunların din kardeşlerine karşı silah kullanmayacakları kuvvetle memuldür. İstimal etmek isteseler bile, onlara karşı lazım gelen müdafa, merdane bir suretle hazırlanmıştır. Hükûmetin mutlaka mağlup edileceğine hiç şüphemiz yoktur.
Aziz refiklerimiz, Cemiyetimiz bu suretle icraat ve faaliyet devresine geçmiş oluyor. Son vazifelerinizi can siperhane bir surette yapmaktan geri durmayınız. Vatan, kurtulmak için bunu sizden bekliyor!”
Paris’teki harici merkez-i umumi bu beyannameyi neşrederken ilanı Meşrutiyet’in arfesinde olduğunun hiç farkında değildi. Çünkü Makedonya’da başlayan kıyamın derecesini uzaktan tahmin ve tayin edemezdi. Hatta Paris’ten uzakta bulunan Sezai Bey, Temmuz iptidasında Paris’e yazdığı bir mektubunda diyordu ki:
“Bugün Paris’ten gelen gazetelerde bir telgraf okudum. Şemsi Paşa isminde birisi bir zabit tarafından vurulmuş. Bu Şemsi Paşa’nın kim olduğunu bana yazar mısınız?”
Sonra, Terakki ve İttihat şubelerinden biri de yine vaziyete layıkıyle vakıf olmadığı için, Paris merkezine aşağıdaki teklifleri yapıyordu. Diyordu ki:
“Madem ki memleketi kurtarmak için Abdülhamid’in saltanatından feragat etmesi lazımdır, o halde bunu temin için aşağıdaki maddelerin tatbiki icap eder.
Evvela, tertip ve ihzar edilecek fedailer vasıtasıyla, Rusya’da ve İran’da olduğu gibi Türkiye’de dahi o vatanın mikropları olan hain vezirlerden birkaçının itlaf edilmesi, sonra bu icraat esnasında Sultan Hamid’e hitaben ihtarname gönderilerek bunda tahtından feragat etmezse neticesinin kendisi için vahim olacağının bildirilmesi lazımdır. Sadık bendelerinden bir kaçının bir iki gün zarfında itlaf edildiğini gören Abdülhamid, o müstebid-i azam, fena halde tethiş edilmiş ve korkutulmuş olur.”
Böyle bir teklifi yapmağa hiç hacet yoktu. Cemiyet bunları çoktan beri düşünüyordu. Hatta bu iş için bazı fedailerde hazırlanmıştı. Bu fedailerden birisi Paris’e yazdığı bir mektubunda diyordu ki:
“Kuvvetim, kudretim, cesaretim ve hissiyatım hakkında benden sualler soruyorsunuz. Bir insan fedailikle yapılacak bir işi tahriren bildirir mi? Ben evvela Cemiyetimiz de bulunan vatandaşlarımı görmeliyim. Onların hakikatten icraata muktedir olup olmadıklarını anlamalıyım. Söylediğim şeyleri yapmağa hazır olduklarını kendi kulaklarımla işitmeliyim. Bunlara kanaat getirdikten sonra üzerime aldığım işi yaparken hezimete mi uğrayacağım, yoksa muvaffak mı olacağım göstermek bana ait olacaktır. O zaman marifetimi, cesaretimi ispat ederim.
Bunları şimdi yazmışım, bundan ne fayda çıkar? Benim Cemiyete mensup olduğumu ne İstanbul’da, nede başka bir yerde hiçbir kimse bilmemelidir. Zira dünya gariptir. Her yer hafiye ile sarılmıştır. İş ağza düşerse hiçbir şey yapılamayacağına emin olunuz. Benimle beraber çalışacak olan vatandaşlardan maada hiçbir kimsenin duymayacağı yeminde temin edilmelidir. İşte ben ancak o zaman yapacağım işi tamamiyle söyleyebilirim. Bunu da tahriren yapamam. Bir yerde sizinle konuşup anlaşmam lazımdır. Her ne isterseniz yapmağa muktedir olduğumu namusum üzerine yemin ederek temin ederim.