Maocu Gurkalar, Ülkücü Komandolar
TSİP’in yayın Organı KİTLE:
“Maocu Gurkalar, Ülkücü Komandolar”

Dergimizin Mayıs’tan önce basılan geçen sayısında, Maoculuk hakkında düzenlediğimiz sayfalarda, Maocu grupların İzmir’de 1 Mayıs afişlerini asan işçilere ve gençlere silahla saldırdıkları haberini verirken şu yorumu getirmiştik: “… Maocular bu eylemleriyle CIA’nin son bir hafta içinde Türkiye’de yoğunlaştırdığı karşı–devrimci saldırıların bir piyonu olduklarını göstermişlerdir. 1 Mayıs İşçi Bayramı için yapılan hazırlıklara geçen yıl ki gibi Ülkü Ocaklı komandolar saldırırken, CIA’nin ve MİT’in bu konuda Maoculara da görev verdiği anlaşılmaktadır. Gerçekte CHP genel başkanı Bülent Ecevit’e ve CHP seçim konvoyuna Niksar’da, Şiran’da, Erzincan’da saldıran faşistlerin eylemleri ile İzmir’de DİSK’in afişlerini yapıştıran işçilere ve gençlere saldıran Maocuların eylemi hepsi aynı CIA patentli ve CIA kaynaklı yeni mizansenin birer parçalarıdırlar.”
Evet, Amerikan emperyalizminin ve yerli işbirlikçilerinin onların gizli açık servislerinin düzenledikleri yeni provokasyon zincirine, 1 Mayıs günü Taksim’de yeni bir halka eklendi. Maocular ve ajan provokatörler el ele vererek yüz binlerin üzerine silahla saldırdılar, büyük bir terör estirdiler, 34 kişinin ölümüne yol açan kanlı karşı–devrim olaylarının düzenleyicisi oldular. Daha birkaç ay önce Denizli’de, Mersin’de, Bursa’da, Diyarbakır’da büyük TÖB–DER mitinglerine saldıranlar, 5 Şubat’ta Ankara’da 100 bin kişinin üstüne silah sıkanlar, bu kez de Taksim’de işçi sınıfının bayramını kutlayan yüz binlere saldırdılar.
Bu kanlı tertibi irdelerken, sadece CIA’yi ve benzeri gizli karşı–devrim servislerini suçlamak ve Maocuları sadece “kullanılan maşalar” “aldatılmış zavallılar” olarak görmek mümkün değildir. Bu konuya daha sonra değineceğiz. Önce, egemen sınıfların bu olaylardan ne umduğuna kısaca değinelim.
Anti komünizme kan vermek
Gene aynı güçler, bu Maocu provokasyonu kendi anti komünist emellerine ve demagojilerine alet etmek amacını gütmektedirler. Gerçekte, ilk günden beri gösterdiğimiz gibi, Komünizmle Mücadele Dernekleri’nin şubelerinden başka bir şey olmayan Maocu grupları komünist diye tanıtmağa çalışan ve demokratik eğilimli geniş yığınları bile bu konuda aldatmağa uğraşan egemen tekelci sermaye komünizmin ve komünistlerin gitgide artan saygınlığını kırmayı, kitleleri bir “komünizm umacısı” ile korkutmayı amaçlamaktadır. Çünkü gerici güçlerin yıllardır tekerledikleri bu korkutma manevraları, artık inandırıcılığını iyice yitirmiştir. Halkımızın geniş kesimleri biricik umacı’nın FAŞİZM ve EMPERYALİZM olduğunu kavramaya başlamıştır. Üstelik detant koşullarında sosyalist ülkelerle gelişen ekonomik, teknolojik ve bilimsel işbirliğinin de önemli etkisiyle, bir zamanlar bilinçsiz kitlelerin gözündeki “komünizm umacısı” artık iyice yıkılmıştır. Sovyetler Birliği başta olmak üzere Sosyalist ülkelerin, Türkiye’nin kalkınması ve sanayileşmesi, emperyalizmle olan ekonomik bağlarının zayıflaması yolunda Türkiye’ye geniş yardımları yaptığı ve MC gibi halk düşmanı bir topluluğun bile detant’a uymaya mecbur kaldığı, artık geniş yığınlar tarafından görülmektedir. Böylece “Komünizm ve Sovyetizm umacısı” gerici sömürgen güçlerin işine yarayan bir araç olmaktan çok uzaktır.
İşte böyle bir ortamda, Maocu saldırılar düzenlemek ve meseleyi sahtekarca, “Maocu komünistler”(!) ile Leninci komünistler arasındaki bir mücadele gibi göstererek, komünizm konusunda eski şartlanmaları hortlatmak ve bu “umacı” ile halkı korkutmak emperyalizmin ve yerli gericiliğin yeni bir propaganda taktiğidir. Oysa daha önce de söylediğimiz gibi, Maoculara karşı verilen mücadele asla bir Moskova Pekin mücadelesi değil, sosyalist ve tüm ilericilerin, halk düşmanlarına karşı verdiği top yekûn mücadelenin bir parçasıdır. Evet, Maoculara karşı verilen mücadele sadece sosyalist bir mücadele de değil, aynı zamanda demokratik bir mücadeledir de… Maoculuğa karşı verilen mücadele, emperyalizme, faşizme ve anti komünizme karşı verilen sosyalist ve demokratik mücadele bütünselliğinin görevlerinden birisidir. Çünkü Maocular hem sosyalizmin, hem de dolayısıyla demokrasinin, yani HALKIN en azılı düşmanları arasındadırlar.
Taksim’de yeni bir sıçrama yapan faşist ve Maoist saldırıların kısa vadede egemen sınıflarca güdülen amaçları bunlardır. Yani yükselen sosyalist ve enternasyonalist hareketi, yaygınlaşan sosyalist ve enternasyonalist saygınlığı kırmak, anti Sovyetizme hizmet etmek ve demokrasi cephesinin güçlenmesine engel olmak…
Pekin’in siyaseti CIA’ye imkan yaratmıştır
Önemli bir noktayı daha belirtmek gerekiyor. Bu olaylar ayol açan baş faktörün Amerikan emperyalizmi ve yerli işbirlikçileri olduğu doğrudur. Bu asıl etkeni dile getirdik. Günlerdir ilerici basın da belirtiyor bunu… Fakat tek suçluyu CIA olarak görmek ve suçluları bu güçlerle onların hizmetindeki yerli Maocu katiller şeklinde sınırlamak yanlıştır. Taksim olaylarına etkiyen ikinci bir faktöre de parmak basmalıyız. Bugün Maoculuk diye bir olgu yaratan ve Maocu Gurkaları emperyalizmin, CIA’nin ve yerli gizli servislerin emrine veren politikanın kaynağı Pekin’dedir.
Bir kısım demokrat yazarlar Mao’yu, Tandoğan’daki, Taksim’deki Maocu gurnkalardan tenzih etmeğe çalışmaktadırlar. Oysa dünya devrimci süreci içinde anti komünist ve anti Sovyet Maocu provokasyonu bizzat başlatarak hem kendi halkına, hem de dünya halklarına ihanet eden bizzat Mao’nun kendisidir. Mao bu tutumuyla tarihteki en büyük dönekler ve hainler listesi arasında başköşeye kurulmuştur.
Mao’nun ve kendi emrindeki kliklerin açtığı yoldan yürüyen Pekin’deki anti komünist Büyük Han, Şovenistleri’nin Bangladeş’te, Şili’de, Angola’da, Portekiz’de, Dofar’da, Filistin’de, Lübnan’da ve son olarak da Zaire’de izledikleri halk düşmanı, emperyalist işbirlikçisi politika, bugün tabur tabur Maocu Gurka’yı dünyanın dört bir köşesinde halklara karşı emperyalizmin ve yerli gericiliğin emrine vermiştir.
Pekin’li karşı–devrimciler, Sovyetler Birliği’nin ve sosyalist sistemin artan prestiji, yükselen gücü ve pekişen dünya devrimci süreci önderliği önünde, sadece uluslar arası komünist ve işçi hareketinin karşısına dikilmekle kalmamışlar, aynı zamanda dünya devrimci sürecinin kopmaz bir bileşeni olan ulusal kurtuluş hareketlerinin de azılı düşmanları arasına girmişlerdir.
Bugün tüm dünyada, Afrika’da ve Orta Doğu’da saygınlığı ve devrimci rolü artan Sovyetler Birliği’ne ve sosyalist sisteme karşı Pentagon’un baş işbirlikçisi gerici Pekin yönetimi değil midir? Bugün Zaire’de Katanga kurtuluş savaşçılarına karşı, katil Mobutu’ya Amerika’dan daha fazla yardıma koşan karşı–devrimci Pekin kliği değil midir? Bugün NATO’yu destekleyen ve Türkiye’nin NATO’da kalmasını isteyen aynı Pekin şefleri değil midir? Tercüman gazetesine yaptığı ziyarette anti komünist Tercüman yazarlarına “sizinle davamız müşterektir” diyen Pekin’in Türkiye’deki diplomatları değil midir?
Böylece, Maocuları, CIA’den soyutlayarak, birtakım “meczuplar”, bir kısım “aldatılmış zavallılar” sürüsü olarak görmek ve dolayısıyla onları bir bakıma aklamak ne denli yanlışsa, buradaki Maocuların karşı–devrimci eylemlerini, faşist işbirlikçisi ve emperyalizm yardakçısı politikalarını Pekin siyasetinden büsbütün bağımsız görmek de aynı derecede yanlıştır. Yerli Maocuların Pekin’den direkt emir aldıkları iddiasında değiliz. Fakat Pekin’in dünyada açtığı karşı–devrimci çığır ve dünya halklarının başına sardığı Maoculuk belası; artık o noktaya varmıştır ki, Pekin dışındaki Maocular, Pekin’deki şeflerinden emir almasalar bile, halk düşmanı görevlerini, en az Pekin’deki ağababalarının isteyeceği kadar ehil olarak yerine getirme yeteneğine sahiptirler.
Maocular tecrit olmuşlardır
1 Mayıs 1977’den çok çok önce, kapitalist ülkelerdeki Maocuların CIA ile işbirliği yaptığını, Türkiye’dekilerin de ondan geri kalmadıklarını belirttiğimiz zaman kimi ilerici çevreler, hatta bizim dışımızdaki bazı sosyalistler “bu ithamda fazla ileri gittiğimiz” söylemişler ve “kanıt getirmeden bu iddiaları öne sürmemek gerek” demişlerdi. Biz de “polisliğin, CIA uşaklığının yazılı belgesini mi getireceğiz, durum apaçık ortada” diye yanıtlamıştık bu “eleştiri”leri. Bu yargımız gene de kimilerine fazla sivri, hatta asılsız gibi gelmişti. Biz görüşlerimizi değiştirmedik. Aradan yıllar geçti, neticede, Maocu Gurkalar Tandoğan’da, Taksim’de birtakım dostların istedikleri kanıtı getirdiler.
Gene Türkiye Sosyalist İşçi Partisi ku
ruluş toplantısından sonraki ilk Genel Yönetim Kurulu toplantısında – 1974 yılının Temmuz ayında – Maocuların bu denli azgınlaşmadığı, çoğu sosyalist ve ilerici tarafından sadece “klinik bir vaka” olarak alay konusu yapıldığı yıllar, TSİP Maocuların demokratik bir güç sayılamayacağı, bu nedenle onlarla güç birliği yapılamayacağı yolunda bir Parti kararı aldığı zaman ve başka örgütlerle yapılan güç birliği toplantılarında Maocular dışarı çıkartılmadığı takdirde, toplantılardan – Maocuları teşhir ederek – çekildiğinde, bu tutumun TSİP’i tecrit edeceği, bu politikanın düzeltilmesi gerektiği yolunda birçok eleştiri gelmişti. Aradan geçen yıllarda – Maocuları en az tehlikesiz gören “sol” revizyonistler dahil olmak üzere – tüm sosyalist ve demokratik çevreler Maocuları davetsiz geldikleri böyle toplantılardan kovmaya başladılar. Maoculara omuz verme politikasında geriye kala kala Mihri Belli ve M. Ali Aybar tipi rate ve deklase unsurlardan başka kimse kalmadı!. .
Gene aynı şekilde Türkiye Sosyalist İşçi Partisi, yerli Maocular ile Pekin’deki elebaşları arasında bir ayırım yapılamayacağını belirttiği zaman, Parti dışından – hatta Parti içindeki birtakım “sol”lardan – “bu kadar da olmaz” diye eleştiri ve itiraz gelmişti. TSİP’in Türkiye’de ilk kez ve cesaretle savunduğu bu politika, çok değil birkaç yıl içinde, defalarca ve defalarca kanıtlandı. Artık şimdilerde “sol” revizyonist unsurlar bile Pekin’i, hatta bir zamanlar “Halk Savaşı” çığlıkları ile tapındıkları Mao’yu eleştirmeğe başladılar.
Fakat, bugün 1 Mayıs 1977’den sonra dahi, meseleyi sadece CIA provokasyonuna, bir MC işbirlikçisi tertibe bağlayarak Pekin’in bu konudaki suçunu ve karşı–devrimci rolünü göstermemek, gerçekte, üç yıl önce Pekin’i bu cürümlerden tenzih etmeğe çalışan tutumun bir kalıntısı, bir izidir.
Taksim’deki yılanın bir başı Pentagon’da, diğeri Pekin’dedir
1 Mayıs’ta dökülen kanlar, aslında sadece CIA’nin, terbi ive bu tertipte rol alan yerli Maocuların provokasyonu değil, şu anda Zaire’de Pentagon militaristleri, Fas ve İran monarko faşistleri, İsrail Siyonistleri ve Güney Afrika ırkçıları ile birlikte Katanga halkının kanını döken Maocu Pekin yönetiminin karşı–devrimci politikasının bir parçası ve sonucudur. Kanlı 1 Mayıs olaylarını CIA’den bağımsız göremeyeceğimiz gibi Pekin’in ideolojisinden ve siyasetinden de bağımsız göremeyiz. Yanlış anlamaya meydan vermemek için tekrar edelim: “Pekin’li şefler gidin 1 Mayıs’ta kan dökün” diye kendi hempalarına direkt emir vermişlerdir, diye bir iddiada bulunmuyoruz; fakat gerek Pekin’in gerekse yerli Maocuların Türkiye’de yükselen Sovyet prestijinden hayli tedirgin oldukları, işçi sınıfının ileri sendikal hareketi içinde enternasyonalizmin güçlenmesinden ölesiye korktukları açıkça bellidir. Yerli Maocu dergiler, yıllardır Sovyet Türk ekonomik teknik işbirliğine karşı çığlık çığlığa isterik feryatlar koparmakta, yürüyüşler düzenlemekte, kampanyalar açmaktadırlar. Gene aynı paralelde, salt bu nedenle, DİSK’e en azılı bir şekilde saldırmaktadırlar. Üçüncü dünya halklarını “ikinci dünya” adını verdikleri Avrupa emperyalistlerine peşkeş çekmeği savunan, “ABD göçen emperyalizmdir, Sovyetler güçlenen emperyalizmdir, bu nedenle baş düşman SSCB’dir” diyerek, ABD ile dünya halklarının kurtuluş mücadelesine ve dünya barışına karşı işbirliği yapan, Pentagon militaristlerine “aman daha fazla silahlanın” diye tavsiyelerde bulunan, detant’a uyduğu için ABD’yi azarlayan ve detant’ın Sovyetler Birliği’ne yaradığını dile getirerek, ABD’ye “buna göz yummayın” diye Mao’nun ağzından tacizlerde bulunan; savaş kundakçısı, barış, bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm düşmanı Pekin yöneticileri, bu gerici politikaları ile kapitalist ülkelerde ve Türkiye’de birtakım Maocu gurka taburlarının türemesine yol açmışlar, neticede CIA ve benzeri gerici servisler de, kendi emirlerindeki faşist komando sürülerine ve resmi karşı devrimci güçlere ek olarak, bir de Maocu komando sürüleri elde etmiş, onları halkın üzerine salmışlardır. Durum budur.
Maocular cihad hazırlığı içindeydiler
1 Mayıs öncesinde yayınlanan Maocu dergilere baktığımızda, TSİP, TİP, TKP, DİSK liderlerinin portrelerinden oluşan bir zincire indirilmiş yumruklar ve altında “Kıralım Revizyonist Zincirleri” diyen 1 Mayıs(!) sloganlarını (Halkın Sesi, s. 106) ya da “Bizim 1 Mayıs bayramımız revizyonizme indirilmiş bir darbe olmalıdır, revizyonizmi tecrit ederek, yenerek 1 Mayıs’ı kutlamalıyız” diyen çağrıları vb. vb. yani onların literatüründe adı “revizyonizm” olan sosyalist ve demokratik harekete karşı cihat çığlıkları görüyoruz. Bütün bunlar uluslar arası Maocu siyasetin bir uzantısından başka bir şey değildir. Bu nedenle, ısrarla, yeniden ve yeniden söylüyoruz ki 1 Mayıs 1977 olaylarının tek suçlusu olarak CIA’yi, yerli Maocu uşaklarını görmek hala bu iki başlı yılanın bir başının Pentagon’da, diğer başının Pekin’de olduğunu görmemek demekti. Bu yargımızı bugün spekülatif ve sivri bulacak olanlar çıkabilir. Fakat Sosyalist sistemin Türkiye ile ekonomik teknik bilimsel ve kültürel işbirliğinin gelişeceği, detantın Türkiye’de de güçleneceği, anti Sovyetizmin daha da kırılacağı önümüzdeki bir dönemde Pekin’in bu gelişime açıkça tavır aldığı görüldüğünde, o zaman – yıllar önce yazılmış bu satırların – ne denli isabetli olduğu anlaşılacaktır. Pekin’deki Maocu hizipler devrilip, tarihe karışmadıkça, Pekin yönetiminin Dünya’da ve Orta Doğu’da izlediği karşı–devrimci siyasette Türkiye’nin muaf tutulacağı sanılmasın.