Hacı Bektaş-ı Veli

Menkıbevî Hayatı

Menkıbevî hayatı

Vilayetname’ye göre Hacı Bektaş-ı Veli bir şehzadedir. Horasan Hükümdarı İbrahimü’s-Sâni Seyyid Muhammed’in oğludur. Annesi, Nişaburlu Şeyh Ahmed’in kızı Hatme Hatun’dur.
Hacı Bektaş’ın ana taraftan dedesi olan Şeyh Ahmet, Nişabur Eşrafından birisiydi. Kendisi âlim bir zâttı.
Hacı Bektaş Veli, tasavvufî eğitimine Lokman Perende’nin yanında başladı. Bu zât, bâtın ve zahir ilimlerinde ileri gitmiş bir zât idi. Gideceği bir çok yere uçarak gittiği için “Perende” lakabıyla anılır olmuştu. Aynı zamanda bu zât Hoca Ahmet Yesevi’nin talebesi ve halifesiydi.
Hacı Bektaş-ı Veli, Hocası Lokman Perende’nin yanında tasavvufî eğitimini sürdürüyordu. Hacı Bektaş, sadece ondan eğitim almakla kalmıyor, aynı zamanda bâtın aleminde de Hz. Peygamber (s.) ve Hz. Ali’den de eğitim alı-yordu.
Bir gün Lokman Perende daha küçük olan Hacı Bektaş’ın yanına girer. Odayı bir nur kaplamıştır. Hacı Bektaş’ın sağında ve solunda nur yüzlü iki kişi bulunmaktadır. Bu kişiler Hacı Bektaş’a Kur’an öğretmektedirler. Lokman Perende’nin odaya girmesiyle bu kişiler kaybolurlar. Perende şaşırır ve bunların kim olduğunu Hacı Bektaş’a sorar. Hacı Bektaş’da:
“Sağımda oturan iki cihan güneşi Ceddim Muhammed Mustafa idi. Solumda oturan da Allah’ın Aslanı, İnananların Emiri, Hz. Ali idi” diye cevap verir.
Vilayetname’de Hacı Bektaş-ı Veli’ye ait bir çok kera-met de anlatılır. Ancak Hacı Bektaş Veli kerametlerini pek izhar etme taraftarı değildir. Hocası Lokman Perende’nin vefatına yakın, kerametleri fazlalaşır.
Bir gün hocası Perende, Hacı Bektaş’tan abdest almak için su getirmesini ister. Hacı Bektaş:
“Bir nazar etseniz de su hemencecik şurada aksa” der. Bunun üzerine Lokman Perende:
“Bizim buna gücümüz yetmez” diye karşılık verir.
Hocasının böyle söylemesi üzerine Bektaş el kaldırıp dua eder. Dua bittikten sonra, hemen orda bir pınar meydana gelir ve akmaya başlar.
Bir diğer kerameti de şöyledir: Lokman Perende hacda idi.
Arife günü, Arafat’da arkadaşlarıyla konuşurken evini hatırlar ve şöyle der:
“Bu gün arife günüdür. Bizim evlerimizde bişi (maya-lı hamurdan yapıllan genellikle sıcak yenilen bazlama) pişirirler. Olsaydı yerdik.”
Hocası Lokman Perende’nin, bu arzusu kerametle Hacı Bektaş-ı Veli’ye mâlum olur. Hemen Hocasının evine giderek ordan bir tepsi bişi alır ve Hocasına götürür. Hocası bu hâli görünce Hacı Bektaş’ın kerametini anlar. Memleketine dönünce, kendisini karşılamaya gelenlere, “Hacı, Bektaş Hünkardır. Varın onu ziyaret edin” diyerek Kâbe’de namaz kılarken, her namaz vakti Hacı Bektaş’ın da orda kendisiyle namaz kıldığını ancak namaz bitiminde kaybolduğunu söyleyerek bişi getirme olayını anlatır.
Hacı Bektaş-ı Veli, bir müddet daha Lokman Perende’nin dergâhında hizmet ettikten sonra kendisine icazet verilir.
Lokman Perende Hacı Bektaş’a şöyle der:
“Müjde olsun ki, kutbü’l-aktablık senindir. Kırk yıl hükmün vardır. Şimdiye dek bizimdi, bundan sonra senindir. Biz bu yokluk yurdunda çok eğlenemeyiz, âhirete gideriz. Var, seni Rûm’a saldık, Sulucakarahöyük’ü sana yurt verdik. Rûm abdallarına seni baş tayin ettik.”
Bunun üzerine Hacı Bektaş-ı Veli yola çıkar.
Önce; Basra, Bağdat ve Necef’e uğrar. Hz. Ali’nin türbesinde kırk gün süreli bir “riyazat” çıkarır. Daha sonra haccetmek üzere Mekke’ye gider. Mekke’de üç yıl kalarak üç kere hac yapar. Müteakiben Medine’ye Peygamberimizi ziyarete giderek orda da kırk günlük bir çile çıkarır. Peşinden Kudüs ve Halep üzerinden Anadolu’ya geçer.
Hacı Bektaş-ı Veli Anadolu’ya; Türkmenler’in içinden geçerek Zülkadir ilinden, Bozok’tan girer. Burada yol üzerinde koyun güden bir çobanla karşılaşır. Koyunlar Hacı Bektaş Veli’yi görünce ondan tarafa koşarlar. Çoban koyunları durdurmaya çalışır. Ancak çobanın çabaları boşunadır. Koyunlar Hacı Bektaş’ın yanına doğru akın, akın gelmeye devam etmektedir. Çoban bunun üzerine, Hacı Bektaş Veli’nin Allah dostu olduğunu anlar ve “koyun kadar da aklım yokmuş” diyerek gelir ve Hacı Bektaş-ı Veli’nin elini öper. Bu çoban, İbrahim Hacı’dır. Kısa bir tanışma faslından sonra Hacı Bektaş Veli, İbrahim Hacı’yı Bozok’la Üçok’a Halife olarak tayin eder. İbrahim Hacı da sürüsünü alarak işaret edilen yola doğru yola çıkar.
Hacı Bektaş-ı Veli Kayseri’ye gider. Orda erenlerle tanışır sohbet eder. Aralarında çeşitli konuşmalar olur, sohbet ederler. Hacı Bektaş, buradan Ürgüp’e doğru yola çıkar. Ürgüp’e giderken yolu bir Hristiyan köyüne uğrar. Bu köyde pek fazla durmaz. Buradan bir başka köye geçer. Bu köyün adı, Üçhisar'(58) dır. Köye girer girmez burada bir kavgaya şahit olur. Kavga edenlere bir takım nasihatlar vererek, onları barıştırır.
Hacı Bektaş-ı Veli’nin bu nasihatları Üçhisarlılar’ın ilgisini çeker. O’nu misafir etmek için yarış ederler. Hacı Bektaş-ı Veli onların bu teklifini kabul eder ve onlara misa-fir olur. Yemekten sonra akşam namazı için abdest almaya kalkar. Üçhisarlılar namaz hakkında bir bilgiye sahip değildirler. Hacı Bektaş Veli’yi ve kıldığı namazı ilgiyle izlemektedirler. Bunun üzerine Hacı Bektaş-ı Veli Üçhisarlılar’a namazla ilgili bilgiler verir. Onlara iman hakikatlarını anlatır. Bu anlatımlardan köy halkının önemli bir kısmı ikna olarak Hacı Bektaş Veli’ye bağlanırlar. Bir kısmında ise henüz şüphe hakimdir. Hacı Bektaş, bâtın aleminde bu durumu bilmektedir. Bu esnada sabah olmuştur.”Şeytanın aslı şüphedir. Bilgi madenini bu kadar kısa tuttuk; çünkü gerçek canlara az söz yeter” diyerek konuşmasını tamamlar.
Hünkar, sabah namazını kıladıktan sonra köylülerle vedalaşarak Açıksaray Köyü’ne geçer. Burada köy meydanında gördüğü bir kadından yiyecek ister. Kadın da evde bulunan son yağı bir ekmeğin arasına koyarak Hacı Bektaşî Veli’ye ikram eder. Eve dönünce yağ küpünün ağzına kadar dolu olduğunu görür. Hemen Hünkar’ın keramet sahibi bir zât olduğunu anlayarak bütün köy halkına haber verir. Herkes Hünkar’ı aramaya başlar. Ancak Hünkar, çoktan Sulucakarahöyük’e ulaşmıştır.
Hacı Bektaş Veli, Sulucakarahöyük’e bir güvercin şeklinde gelir. Bu durum bâzı Anadolu erenlerini rahatsız eder. Hünkar’ın alt edilmesi için Karaca Ahmet adlı bir eren gönderilir. Bu eren, derin bir murakebeden sonra Hacı Bektaş’ın güvercin kılığında yalnız dolaştığını anlar ve bunu diğer erenlere bildirir. Bunun üzerine Rûm erenlerinden Bayezid Sultan halifelerinden Hacı Tuğrul nâmındaki bir eren, doğan şekline girerek, güvercin şeklindeki Hacı Bektaş’ı yakalamak üzere harekete geçer. Güvercin üzerine hızlı bir dalış yapar. Ancak hamlesi boşa çıkar. Hünkar aniden insan şekline geçerek, doğan şeklindeki Hacı Tuğrul’u yakalar ve bayıltıncaya kadar sıkar. Hacı Tuğrul, kendisine gelince Hünkarın elini ayağını öper ve af diler. Hacı Bektaş’a intisap eder. Durumu arkadaşlarına da anlatmak için geri döner. Ancak onlar bütün bu olanlara aldırmazlar ve Hacı Tuğrul’un davetini kabul etmezler. Bu durum Hünkar’a malum olur. Bunun üzerine Hünkar onların çerağlarını söndürür. Altlarındaki seccade de kaybolur. Toplanıp Hacı Bektaş’a gitmeye karar verirler. Hacı Bektaş-ı Veli’nin elini öper ve ona tabi olurlar.
Hünkar bir müddet orada camide yatar kalkar. Kimsenin dikkatini çekmez. Ancak zamanla kerametleri görülmeye başlanır. Kerametlerine şahit olanlar, el öperek Hünkar’a bağlanırlar.
Zamanla Hacı Bektaş Veli civarda daha çok tanınır bir hale gelir. Ancak bir kısım mollalar Hacı Bektaş-ı Veliyi kıskanmaktadır. Bir gün Hünkar ve yanındakiler, Sulucakarahöyük’ün Alacık Köyü’ne ziyarete gelirler. Akşam namazında, Köyün Kara Fakı isimli imamı namaz kıldırmayı Hünkar’a teklif etmeden mihraba geçer, ama bir türlü aklına bir şey gelmez. Öylece kalakalır. Cemaat da bu durumu görünce namazı bozar ve Hünkar’ ın kerametini anlarlar.
Hacı Bektaş-ı Veli’nin nâmı kısa zamanda duyulur. Rûm Diyarının her tarafından insanlar akın akın O’nu görmeye ve bağlanmaya gelirler. Hünkar’ın ziyaretçileri eksik olmamaktadır. O, gelenlerden ehil olanların bazılarına halifelik verir ve onları irşat için muhtelif yerlere gönderir.
Bir gün Yunus adında birisi, kıtlık dolaysıyla yardım istemek için Hünkar’a gelir. Öküzüyle bir miktar alıç getirmiştir. Hacı Bektaş’ın huzuruna çıkarak :
“Hünkarım” der, “Ben fakir bir adamım. Kuraklık oldu. Ürün alamadım. Size alıç getirdim karşılığında buğday istiyorum.”
Hünkar:
“Sana nefes verelim” diye cevap verir. Ancak Yunus, buğday almak hususunda ısrar eder. Bunun üzerine Hünkar her alıç çekirdeğine karşılık on nefes teklif eder. Ancak Yunus yine buğday hususunda ısrarlıdır. Bunun üzerine kendisine buğday verilir.
Yunus’un giderken aklı başına gelir ve: “Keşke, buğday değil de nefes alsaydım”der ve hemen geri döner. Ancak iş işten geçmiştir. Kendisine teklif edilen nefes, Tapduk Emre’ye verilmiştir. Yunus nefesini almak üzere Tapduk Emre’ye gider. Hünkar’ın selamını söyleyerek olanları Tapduk Emre’ye anlatır. Orada kırk yıl hizmet eder. Kırk yılın bitiminde nasibini alır. Ondan sonra gözünden perde kalkar ve söylemeye başlar.
Hacı Bektaş-ı Veli’nin yaşadığı yere yakın bir şehirde Ahi Evren adında bir zât vardı. Ahi Evren; müritleri, muhipleri bol olan bir erendi. Hünkar’ı ziyadesiyle severdi. Bir defasında muhiplerine: “Kim bizi şeyh edinîrse, onun şeyhi aynı zamanda Hünkar Hacı Bektaş-ı Velidir”demişti.
Hünkar ile Ahi Evren daha önceleri görüşmüştü. Hünkar onu ziyaret etmek istedi. Kırşehir’e gitmek için yola çıktı. O zamanlar Kırşehir’in adı Gülşehri idi. Hacı Bektaş-ı Veli’nin ziyaret için yola çıktığı, Ahi Evren’e malum oldu. Hünkarı karşılamak için yola çıktı. Kırşehir yakınlarında bir tepe üzerinde karşılaştılar. Bundan sonra Ahi Evren ve Hacı Bektaş-ı Veli birkaç kez daha görüştüler, karşılıklı kera-metler izhar ettiler.
Hacı Bektaş-ı Veli kendisini ziyarete gelenlerden ehil olanlarına halifelik vermiş, onları irşad ile görevlendirmişti. Hünkar otuz altı bin kişiye halifelik vermişti. Bunların üçyüz altmış tanesi devamlı yanında bulunurdu. Cemal Seyyit, Sari İsmail, Hacım Sultan bunların en meşhurlarındandı.
Hünkar bir gün namazını kılar evradını okur ve Sarı İsmail’i yanına çağırarak vefat edeceğini haber verir. Birtakım nasihatlarda bulunarak, Çile Dağı tarafından bir boz atlının geleceğini ve cenazesini o atlının yıkayıp, kefenleyip namazını kıldıracağını ve o atlının kesinlikle yüzünü göstermeyeceğini söyler.
Sarı İsmail bu duruma üzülür. Hünkar O’nu “Biz ölmeyiz, şekil değiştiririz” diyerek teselli eder. Sonra niyaz edip Peygambere Salavat getirerek bu dünyadan göçer.
Bütün müritler ortaya toplanır ve ağlaşmaya başlarlar. Bir müddet sonra Hünkar’ın söylediği gibi, Çile Dağı tarafından bir boz atlı gelir. Yüzünde bir örtü vardır. Hünkarı yıkayarak kefenler ve namazını kıldırır. Sonra da mezara koyarlar. Boz atlı, erenler ile vedalaşarak oradan ayrılır. Ancak Sarı İsmail, boz atlının kim olduğunu merak ederek O’na yetişir ve yalvararak kim olduğunu sorar. Boz atlı, Sarı İsmail’in yalvarmalarına dayanamaz ve yüzündeki örtüyü kaldırır, bu Hacı Bektaş’tan başkası değildir.
Hünkar şaşkınlık içindeki Sarı İsmail’e:
“Er odur ki ölmeden ölür, kendi cenazesini kendisi yıkar. Sen de var buna gayret et” der ve Çile Dağı’na doğru atını sürerek gözden kaybolur.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

error: Content is protected !!